Yüzyıllık tarihi boyunca Uygur İmparatorluğu sadece Uygurların değil, bütün Türk halklarının tarihinde olağanüstü izler bıraktı. Bu dönem Tang Çin’i ve Tibet ile birlikte dönemin en güçlü üç imparatorluğundan biri olan Uygurların politik olarak zirvede oldukları dönemdi. Uygur İmparatorluğu’nun siyasi tarihi, yazılı kaynakları, özellikle Çin yıllıkları ve Türkçe (Uygurca) runik metinler sayesinde iyi anlaşılmış olsa da, Uygurların sosyo-ekonomik ve kültürel hayatı yazılı kaynaklardaki bilgilerin azlığından dolayı yeterince çalışılamadı.[1] Uygur tarihi çalışmalarının ana kaynaklarını teşkil eden Çince tarih ve coğrafya çalışmalarında, Uygurların etnolojik yapısı ile ilgili pek fazla bilgi yoktur.[2] Tang hanedanlığına ait bu Çin kaynakları, örneğin Kağanın asıl karısının hatun mertebesine yükseltilmesini kapsayan törenleri betimleyen bazı Uygur adetlerini anlatırlar. Bu adet, 822’de Tang prensesi Tai-ha’ya Uygur sarayına giderken eşlik eden Tang elçileri tarafından kaleme alınmıştır. Söz konusu kaynaklarda bahsedilen diğer bir adet hatun kişinin eşi kağanla birlikte gömülmesi ile Uygurların Bughu boyunun (Çin kaynaklarında Pugu olarak geçer) cesetleri yakmasıdır. Çin kaynaklarına göre, Uygurlarda at arabaları çok yaygındı. IV. yüzyılda Uygurların atalarının Kao- che, yani “yüksek at arabaları,” olarak çağrıldığı bilinmektedir. Ayrıca, Moğolca konuşan ve Kidanların bir kolu olan Heyçezi adlı kabilenin Uygurlardan tekerlekli araba üreten teknolojiyi aldığı da bilinmektedir. Bu nedenle onlara “siyah arabalar” anlamına gelen bu isim verilmiştir.
Diğer bazı deliller de Uygurların yerleşik hayata geçmiş olduğu tezini destekler. Çinli tarihçi Ou Yangxu, Uygurlar tarafından yönetilen Kidan kabilesi üzerinde Uygurların etkisi hakkında bazı bilgiler verir. Uygurlar, Kidanları yıktıktan sonra, Kidanların Uygurlardan karpuz çekirdekleri aldıklarını ve daha sonra bunları hayvan gübresi ile kaplı kapalı alanlara ektiklerini yazar. Çinli tarihçiler, Uygurların Orta Asya’da politik hakimiyetleri boyunca ekonomik ve kültürel hayatlarındaki bazı gelişmelere dikkat çekmişlerdir. 762’de Uygurların Mani dinini devlet dini olarak kabul etmelerinden sonra aristokrat çevrelerin yaşam tarzı ve geleneklerinde değişiklikler meydana geldiğinden bahsederler. En eski Çin kaynakları, Uygurları otlak ve su bulmak için bir yerden başka bir yere sürekli hareket eden ve henüz yerleşik hayata geçmemiş kasaba yaşamı olmayan göçebeler olarak tanımlar. Oysa, Tang kaynaklarına göre, Uygurlar kendi kasabalarını ve saraylarını inşa etmeye başlamışlardı. Bunlardan Mogon Şine-Usu’da bulunan Uygurca runik yazıtlarda da bahsedilir. Geleneklerdeki değişiklikleri, Uygur-Tang diplomatik evliliklerini tasvir eden Çince kaynaklarda da görmek mümkün. Uygur bakanları ve yüksek rutbeli memurları, El Etmiş Bilge Kağan’ın eşi olan Tang prensesi Ning-guo’nın 759’da ölmüş olan eşi ile birlikte defnedilmesini isterlerken ve daha sonraki Tang prensesleri Xian-an ve Tai-he eşlerinin ölümünden sonra başka kağanların eşleri olarak uzun bir süre Uygurların arasında yaşamışlardır.
Eski Uygurların VIII.-IX. yüzyıldaki kültürünü dönemin arkeolojik kalıntılarına, özellikle de Güney Sibirya’da ve Moğolistan’da bulunanlara, dayanarak daha iyi açıklamak mümkündür. Uygurların bu döneme ait kültürel eserleri arasında Antik Çağ kent ve kale siteleri, mimari yapılar, abideler, mezarlar, üzerinde yazıtlar bulunan dikili taşlar, tamgalar (mülkiyet mührü), giysi ve silahlar bulunmaktadır. İmparatorluğun merkezi olan Moğolistan’da bulunan kalıntılar Güney Sibirya’da, özellikle Uygur Devleti’nin uç bölgesinde yer alan Tuva’da bulunan kalıntılardan daha az incelenmişlerdir.[3] Bölgede bulunan Uygur kültürünün en büyük anıtları savunma amaçlı olarak inşa edilen kalelerdir. Bu kaleler iki çeşittir: Surlarla oluşturulmuş kaleler ile ilave istihkamlarla güçlendirilmiş kaleler. İmparatorluğun başkenti olan Ordu-Balık ve Tuva Por Bajin kalesi ilk grubu, Bay Balık, Bajin Alak ve Şagonar Il’nin yıkıntıları ise ikinci grubu temsil ederler. Uygur kasabaları, doğal su bariyerlerine sahip nehir vadileri ve adalar üzerine inşa edilmişlerdir. Bir düşman saldırısı durumunda çok elverişli bir konuma sahiptiler.[4]
Moğolistan’daki Uygur kasabaları arasında en kapsamlı Ordu-Balık (Karabalsagun) yıkıntıları incelenmiştir N. M. Yadrintsev, D. A. Klements, V.V. Radloff, V. L. Kotwich, S.V. Kyselev ve Y.S. Khudiakov gibi isimleri içeren Rus araştırmacı, arkeolog ve tarihçileri tarafından tasvir edilmiştir. Karabalsagun, 600×600 metrekare büyüklüğünde bir binayı bünyesinde barındırmış ve kale burcu ile hisarları da kapsayacak şekilde yaklaşık 10 metre yüksekliğindeki surlarla da çevrelenmiştir. Kale duvarları içinde kare toprak duvarları ve iki kapısı olan saraylar vardır. Kalenin doğusunda bahçeler, güneyinde de bir dizi tapınak bulunmakta idi. Ordu-Balık Orta Asya’daki en mükemmel Orta Çağ askeri tekniğine sahip savunma sistemlerinden biri olarak kabul edilir. Diğer Uygur kalelerinden farklı olarak kale burcu, iç kale hendeği ve gözetleme kulelerine sahip çok orijinal ve karmaşık bir savunma sistemine sahiptir.[5] Moğolistan’daki bir diğer antik Uygur kasabası olan Bay Balık (zengin kasaba) Ordu Balık’tan daha az çalışılmıştır. Mogon Shine Usu yazıtlarına göre, bu kasaba, 757-59 yılları arasında Uygur İmparatorluğu’nun esas kurucusu olan El Etmiş Bilge Kağan’ın emri üzerine inşa edilmiştir. Çinliler ve Soğdlar, inşasında çalışan gruplar arasında idi.
Bay Balık da diğer Uygur kasabaları gibi kare şeklindedir; ama boyutları (kapladığı alan, 260×260 metre) daha küçüktür ve kendisini çevreleyen 3 metre yüksekliğinde toprak kil duvarlara sahiptir. Kuzey ve doğusunda 6 metre yüksekliğinde duvarlar bulunmaktadır. Kalenin köşesinde gözetleme kuleleri vardır, ama hendeğe dair hiç bir iz bulunamamıştır. Kalenin bahçesinde ise üç tapınağın taş-kil platformları bulunmuştur. Bay Balık kalesinin tahkim ve savunma sistemleri, aynı diğer Uygur kalelerindeki gibidir; ancak bu benzerlik sadece surların ve kulelerin planlarıyla sınırlıdır.[6] Güney Sibirya’daki Tuva bölgesinde kasabalar ilk defa Uygur döneminde ortaya çıktı. Uygurların bu bölgeyi 750’de fethettiği bilinir. Rus arkeologları, Tuva’da Eski Çağ Uygur kasaba ve kalelerinin sitelerini buldu. Bu kalıntıların planları Moğolistan’daki Uygur kasabalarının planları ile benzeşir. En geniş olanları Barlık nehri üzerindeki 12.5 hektarlık Eldeg-kejig ile Çadan nehri üzerindeki 18.2 hektarlık Bajın Alak’tır. Hepsi Khemchik nehri vadisindeki, Sayan dağlarına bakan bir yay şeklindeki hattın tümseği üzerinde kurulmuştur. Bu kasabalar, Uygurların baş düşmanı olan kuzey komşuları Kırgızların işgaline karşı bir savunma hattı içerisinde birbirine bağlı durumdadır.
Belirtmeliyiz ki, Şagonor adı verilen bir yerde kurulmuş beş Uygur kasabası vardır. En ilgiçleri Şagonor-III olarak bilinenidir. Aslen kasaba tuğlalardan yapılmış, on kuleli ve iki giriş kapılı müstahkem bir şato idi. Belki bu kale, Uygur hükümdarı El Etmiş Bilge Kağan’ın askeri seferleri sırasında konakladığı sarayı idi. Bu ilginç yapıyı kaplayan hendek biçimindeki kiremitler ve görkemli kapkacaklar bu sonucu destekler niteliktedir.[7] Bütün Eski Çağ Uygur kasabaları askeri garnizonlar için konaklama alanları idi. Savaşlarda şehrin dışında yaşayan göçebe kabileler tarafından sığınak olarak kullanılabiliyorlardı. Aynı zamanda alana kazılmış demir mucur, buğday değirmeninin kalıntıları, değirmen taşları ve taş ocaklarından da anlaşılabileceği gibi, gelişen tarımın, yerleşik hayatın, el sanatları ve ticaretin merkezleri idiler. Sulanabilir topraklardan bahseden en eski belge Uygur Terh yazıtıdır. (4. Satır: El Etmiş Kağan der ki “Sekiz nehir arasında benim sürülerim ve sulanabilir arazilerim vardı”).
Kazılarda çıkan nesneler arasında iğ ve saban da bulunmaktadır. Sabanlar Tang Çin’inden devşirilmiştir. Uygur yerleşim alanlarında çok sayıda farklı tabaklar da bulunmuştur. Selenga, Onon, Çika ve diğer nehir bölgelerindeki bütün Eski Çağ kasabalarındaki kazılarda Uygur vazoları tipindeki seramik vazolar bulunmuştur. Uygur tabakları, işlevleri açısından kavanoza benzer kaplar, yemek tabakları ve kap kacak olarak gruplara ayrılabilir. Şekilleri açısından ise çanak çömlek, bardaklar, kaseler ve vazolar olarak gruplandırılabilirler. Moğolistan’da bulunan kanca biçimindeki tipik süslemeleri olan çanak-çömlek parçaları Tuva’daki Şangar-III sitesindeki Uygur yerleşiminde bulunan tabak parçaları ile benzerlik gösterir.[8]
Uygur vazoları tambura üzerinde yapılmıştır. Üzerlerinde birbirleri içine geçmiş eşkenar dörtgen şeklinde şeritler bulunmaktadır. Şekilleri bakımından bu vazolar VI-X yüz yıllara ait Kırgız vazoları ile benzerlik gösterirler. Tabanları ve boyunları için kalitesiz kil hamuru kullanılmıştır; gri çanak çömlek parçaları takırtı sesi çıkarırlar. Ancak, Uygur vazolarının Kırgız vazolarından ayrıldıkları nokta yapımlarında kullanılan kilin kalitesi ile süslemedeki detay farklılıklarıdır. Uygur vazoları için kullanılan kil Kırgız vazoları için kullanılan kilden daha kalitesizdir. Bu iki tür vazonun şekillerindeki ve yapım tekniğindeki benzerlik onların her ikisinin de ortak bir yerde, muhtemelen Kuzey Moğolistan’da yapıldığını gösterir. Daha önceki dönemlerde Uygur vazolarının ilk örnekleri üretilmiştir, ama bunlar, tambura kullanmadan elle yapılmıştır. Uygur kültürüne ait arkeolojik buluntular eski Hun dönemine ait bazı özellikler gösterir. Bu özellikleri, seramiklerin cilalı yüzeylerinde, kapların çömlek şekillerinde, asmaya dönüşen dalgalı çizgilerde v.s. görmek mümkün.
VIII.-IX. yüzyıllara ait Uygur kültürüne dair çok fazla bilgi yoktur, ama bazı özellikleri belirtebiliriz. Uygurlar, asma kat benzeri platformları tapınakların yapımında temel olarak kullanmışlardır; yapıların tahta kolonları granit alanlar üzerine dikilmiştir ve pişirilmiş tuğladan yapılmıştır. Çatılar için, Uygurlar kenarları boyalı ve uçları süslü pişmiş kiremitler kullanmışlardır. Bütün yapılar dikdörtgen biçimindedir. Kazılarda yapı alanlarında çok miktarda bulunan kiremitler arasında en yaygın olanı dört kenarlı olanlarıdır.
Uygur kültürünün önemli temsilcilerinden biri de seçkin askerler gibi önemli şahsiyetlerin onuruna dikilmiş erkek biçimindeki taş heykellerdir. Bu gelenek, önceki Türk kültürlerinde de vardı. Tuva’daki Uygur heykelleri şu özellikleri ile Türk anıtlarından ayrılır: Özel şapkaları veya örgüleri vardır, genellikle ellerinde kabartmalarda resmedilen kapları tutarlar ve üzerinde çeşitli nesnelerin asılı olduğu kemerleri vardır. Ayrıca, Uygur heykellerinde kılıç veya hançer gibi silahlar yoktur. Bütün bu figürler gri granitten yapılmış ve doğuya bakar şekilde dikilmiştir.[9] Uygurlar, Türklerin en seçkin kumandanları veya yöneticleri onuruna üzerinde yazılar bulunan taş anıtlar dikme geleneğini devam ettirdiler. Genellikle hem diğer Türk hem Uygur anıtlarında bir oyuk, platformlar ve tamgalar bulunmaktadır ve üst bölümleri ejderha şekilleri ile süslenmiştir.
Yazılı Türk anıtlarından farklı olarak, Uygur anıtları sadece mezar değil ayrıca zafer anıtları idi. Mogon Şine Usu’dan (Selenga Taşı) ve Khuskan-tal’da bulunan dikili taşlar Uygur mezar anıtlarıdır.[10] Bu dikili taşlar, bir iç hendek ve dış toprak duvar (25×25 ve 44×45 metre büyüklüğünde) tarafından çevrilmiş platformlar üzerine dikilmiştir. Mogon Şine Usu anıtı Khuskon-tal anıtından farklı olarak kaplumbağa şeklindeki taş bir kaide üzerine oturtulmuş yazılı bir dikili taşa sahiptir. Khuskon-tal arkeolojik mezar sitesinde ne bir çite ne de bir tapınak sitesinin kalıntılarına rastlanılmıştır. Mogon Şine Usu ölümünden sonra Bilge Kağan’a (744-759) atfedilmiş, geniş yazıtlar içeren bir mezar sitesidir. Khuskon-tal mezar anıtı daha önce yapılmıştır, çünkü El Etmiş Bilge Kağan’ın ölümünden sonra mani dinini kabul etmiş olan Uygurlar mezar anıtı dikme geleneğini terketmişlerdir.
Terh, Sevrey ve Karabalgasun’daki Uygur anıtları, zafer anıtları kategorisine dahildir. Terh anıtı, Terhin Tsangan Nor yakınlarındaki Terh nehri vadisindeki Hangai’nin kuzeydoğusunda bulundu. Anıt, taş bir kaplumbağa ve dört parçaya bölünmüş başa doğru daralan bir dikili taştan ibarettir. Dikilitaş yaklaşık olarak 753’te El Etmiş Bilge Kağan onuruna dikilmiştir.[11] Uygurların diğer bir zafer anıtı, Gobi’deki Sevrey bölgesinin (Moğolistan) güneyinde Bagu Kağan tarafından diktirilmiş, Uygurca ve Soğdakça yazıtları olan Sevrey taşıdır. Bu anıt, 763’te Uygur ordusu Tang Hanedanlığı’na An Lushan (755-762) isyanını bastırması için yardım ettikten sonra ülkeye döndüğü zaman, Ordu Balık’ı Çin’in başkenti Chang’an’a bağlıyan yol üzerinde dikildi. Bögü-Kağan Çin’de üç ay kadar kaldı ve Soğd rahipleri tarafından Mani dinine devşirildi. Sefer bitiminde, Kağan bir kaç Soğd rahibini de beraberinde götürdü. Sevrey taşının dikilişi Uygurların özellikle fikir ve kültür alanlarında Soğd ülkesine yönelişini simgelemektedir.[12]
En büyük zafer anıtı olan Karabalgasun dikili taşı üç dilde, Uygurca, Soğdca ve Çince, yazıtlara sahiptir. Bu anıt, bazı tarihçiler tarafından Kutlug Kağan (Huaixin Kaghan, 795-808), bazı tarihçiler tarafından da Bao-I Kağan (808-821) olarak belirtilen “Gök Kağan’a” (Tian Kehan) ithaf edilmiştir. Bu taşın (her ne kadar yazıtlardaki bazı bilgiler Kutlug Kağan’a ait ise de) Bao-I Kağan’ın anısına dikilmiş olduğunu var saymak daha doğru olur, çünkü taş ancak 822’de Uygur-Çin anlaşmasının imzalanmasından sonra oyulmuş ve yazılmış olması muhtemel uzunca bir metne sahiptir. Çin kaynaklarına göre, 822’de bu iki hanedanlık birbirlerine diplomatik elçiler gönderdiler. Bu Uygurlar ve Çinliler arasındaki dostça ilişkilerin son olduğu bir dönemdi. Karabalsagun yıkıntılarında bir diğer yazısız dikili taş bulundu ama bunun işlevinin ne olduğu henüz bilinmemektedir.
Runik yazılı Tes dikili taşının da fonksiyonu açık değildir. Bu dikili taş, Tes nehrinin sol kıyısında Moğolistan’ın kuzeybatı bölümünde dikilmiştir. Bu yer El Etmiş Bilge Kağan’ın seferleri boyunca yazlık olarak kullanılmakta idi ama gerçekte Tes yazıtı onun halefi Bögü Kağan’a (759-779) aittir. Şimdiye kadar sadece dikili taşın dörtte biri bulundu.[13] Bazı Uygur dikili taşları, diğer Türk anıtları gibi kaplumbağa şeklindeki taş kaideler üzerine dikilmiştir. Uygur taş kaplumbağaları diğer Türk örneklerinden daha düz kabukları ile ayrılır. Uygur dikili taşları üzerine resmedilmiş ejderha, Türk eserlerinde resmedilen ejderhalarla karşılaştırıldığında, Bugut ve Kosha Tsaidam dikili taşlarında olduğu gibi, daha karmaşık ayrıntılara sahiptir. Uygur taş dikili taşları bazı tamgalara sahiptir. Mogon Şine Usu anıtı üzerinde üç, Terh dikili taşı üzerinde dört ve Tes ve İkinci Karabalsagun dikili taşları üzerinde ise iki tamga bulunmaktadır.
Uygurların maddi kültürleri gösteriyor ki, imparatorluk döneminde (VIII-IX yüz yıllar) boyunca Uygurlar hala göçebe hayat tarzını korumuş ise de, aynı zamanda yerleşik hayatın bazı öğelerini de benimsemeye başlamışlardır. Bu dönem, Uygurların sosyal tarihlerinde ekonomik ve kültürel hayatın göçebe özelliklerinden yerleşik bir medeniyete geçişi temsil etmesi hasebiyle bir dönüşüm dönemi olarak adlandırılabilir. Şehir kültürünün dinamiklerini de içine alan yeni yerleşik hayatın ögeleri İran uygarlığının etkisi altında oluşmuştur. Bu ekonomik ve kültürel eğilim, Uygur İmparatorluğu’nun VII. yüzyılın ortasında yıkılmasından sonra Doğu Türkistan ve Gansu’daki Uygur yerleşik devletlerinde gelişmeye devam etti.[14]
Kazakistan Bilimler Akademisi Uygur Tarihi Kürsüsü Başkanı / Kazakistan
Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 4 Sayfa: 100-104