Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

Geleneklerde ve İnançlarda “Demir”

0 20.110

Prof. Dr. Fikret TÜRKMEN

Yard. Doç. Dr. Ferah TÜRKER

Demir, insanlık tarihi içinde bir maden olarak önemli güçlere ve fonksiyonlara sahip olmuş­tur. O bazen gökten düşen göktaşları, bazen de toprağın hazinesi gibi algılanmış ve bu algıya bağlı olarak pek çok gelenek ve inançla çevrelenmiştir.

İlkel insanlara göre meteoritler, “yukarıdan”, gökten geldikleri için kutsal kabul edilen gök taşlarıdır. Gök kubbenin kaya kristalinden, gök tanrının tahtının da kuvartstan yapıldı­ğına dair inançlar, bazı Avustralya yerlilerinde rastlanmaktadır. Aynı durum Kuzey Ameri­ka’da başka bir inancı da doğurmuştur. “Işık taşlan” denilen göktaşları, yeryüzünde olup biten her şeyi yansıtır. Hatta Kuzey Amerika Şamanları bu ışık taşlarına bakarak bir hasta­nın ruhunda neler olup bittiğini, eğer hasta ölmüşse ruhunun nereye kaçtığını görebilirler. Bilindiği gibi şamanlar, mekânda ve zamanda uzaklara hükmedebilir, normal insanların gö­remediği, anlayamadığı ruhları, tanrıları görebilirler[1].

Göktaşları, göksel kutsallığın bütün özelliklerini üzerinde taşırlar. Bu yüzden de gök­yüzünü temsil ederler. Bu taşların bazı ilkel kavimlerde Tanrı ile eş tutulduğu da görülmüş­tür. Bu taşların Tanrının ilk hâli olduğuna hatta Truva’da Palladion’un doğrudan gökten düştüğüne inanılmaktadır. Bu ve buna benzer pek çok örnek, ilkel toplumların sert bir kaya kitlesinin yanında onun göksel kökenden geldiğine ve bu yüzden de bu taşların hem kutsal sayılmasına hem de bereket motifi olarak algılanmasına sebep olmuştur. Paleolitik devirde kullanılan dayanıklı ve kolay işlenebilen taşlara, “yıldırım taşı”, “yıldırım dişi” ya da “Tanrı­nın baltası” gibi isimler vermişlerdir. Yıldırım, Gök Tanrısının silahıdır. Kasırga Tanrısı ile Yer Tanrıçası arasında bir yer işgal eder. Yıldırım gibi meteoritler de gök ile yerin birleşme­sini simgeler. İlkeller, meteor demirini yeryüzündeki demir madeni bilinmeden çok önce işlemişlerdir. Eritme keşfedilmeden önce, taş aletlerin hammaddesi olarak kullanılmış ve taştan yapılan silahlara benzer aletler yapmışlardır[2].

Çin kültüründe de metalürji görülmektedir. Çin’de M.Ö. 2000 yılından itibaren demi­rin kullanıldığını biliyoruz. Bu kullanım daha çok saban demiri ve silah yapma şeklindedir. Ayrıca pek çok ülkede olduğu gibi demir, kuvvetin ve adaletin sembolüdür. Su altı ejderha­ları, ki bunlara kötü deniz ejderhası da denmektedir, demirden korktukları için nehirler ve bentlerde su altına demirden figürler konurdu. Çin’in güneyinde de 60 yılda bir çiçek açan bir demir ağacı olduğuna inanılıyordu. Aynı zamanda Yakın Doğu’daki pek çok efsanede karşımıza çıkan demir ayakkabılar ve demir asalar, Çin’de de mevcuttu[3].

Demir anlamını taşıyan en eski söz ise Sümercedeki “an.bar”dır. Kelimenin açılımı “gök” ve “ateş” demektir. Genellikle bu kelime “gök metali” ya da “yıldız metali” şeklinde çevrilmiştir. Karmaşık bir konu olan eski Mısır’daki metalürjik bilgi ise bize Mısırlıların sa­dece meteor demirini bildiklerini göstermektedir. Ancak eski Mısır dilindeki “biz-n.pt” te­rimi, meteorit bir kökeni işaret etmekle birlikte “gök metali” anlamında olan bu kelime, bakır için de kullanılmış olabilir. Hititlerde “göğün kara demiri” Yunancada sözcük karşılığı “sideros” olup anlamı göksel kökenle ilgilidir. Bütün bu bilgiler, henüz demir çağını başlata­cak kadar zengin değildir. Demirin kullanımı da çok kıymetli olmasından dolayı ritüel amaçlıdır. Maden çağlarının başlayabilmesi için madenlerin eritilmesinin keşfedilmesi bek­lenmiştir. Zaten demir eritildikten çok kısa bir süre sonra endüstrileşmiştir. Ancak bunlar gökten gelen demir için söz konusudur. Yerden çıkarılan demir ise henüz işlenme safhasına gelmemiştir. Demirin eritildikten sonra sertleştirilmesinin tekniği M.Ö. 1200-1000 yılların­da bugünkü Kafkas bölgesindeki dağlarda olduğu tespit edilmiştir. Daha sonra Mezopotam­ya, Anadolu ve Yakın Doğu üzerinden de Akdeniz ve Orta Avrupa’ya yayılmıştır. Ancak yine de demir, endüstriyel bir mal olmaktan çok süs eşyası, muska ve heykelcikler yapmakta kullanılmıştır. İnsanoğlunun askerî ve siyasî tarihine girmeden önce demir, daha çok ruhsal konulardaki yaratmalarda kullanılmıştır. Dinî törenlerde kullanılan demir, güneşin simgesi ve güneş tanrısının örneği, hayali gibi düşünülmüştür. Savaş arabasının keşfi de güneş çarkı sembolünün anlaşılmasından sonra mümkün olmuştur. Demir çağına gelmeden önce, insa­noğlu pek çok ayini, miti ve sembolü doğurmuştur. Metalürjinin keşfinden sonra yeraltın­dan çıkarılan demirin işlenmesine başlanabilmiştir. İnsanoğlu, düalist düşünceyi demir ko­nusunda da kullanmıştır. Meteoritlerin göksel kutsallığının yanı sıra maden ve maden filiz­lerinin de yersel kutsallığı karşımıza çıkmaktadır M.Ö. 6000-5000 yılları içine alan Neolitik çağda insanoğlu bakırı kullanmış, fakat bunu taş ve kemik gibi işlemiştir. Henüz bakırın bir maden olduğu fikrine sahip değillerdir. Eriterek işleme, ilk defa M.Ö. 4000-3500 yıllarında ortaya çıkmıştır. Demir, bu dönemlerden sonra ayinler ve simgelerle insanlığın hizmetine girmiştir. Demirle ilgili pek çok yasak, tabu, büyüsel işlem, tunç ve bakırı geride bırakması­nın sonucudur. Demirci, mitolojileri, ayinleri ve metalürji sırlarını yayan başlıca kişidir. Demir dökümünün ritüel işlemi ve demircinin ateşe hakim olma gibi üstünlüğü, madenlerin ve bu madenler dünyasının bizi, ana baba cinsiyetleri ve bunlarla ilgili tasavvurların ortaya çıkması, kısaca anormal doğma, büyüme, hızlandırılmış büyüme fikirlerini kapsayan ritüel bir bütünlük ortaya çıkarmıştır[4].

İnsanlık tarihinde demir, ister gökten ister yerden gelmiş olsun, kutsal güçlerle yüklü­dür. En medeni halklarda bile kutsallık hep korunmuştur. Demirden yapılmış ok uçları, bir fetişizm doğurmuştur. Buradaki temel felsefe, tanıdık bir evrene ait olmama, başka bir yer­den gelme, öte dünyaya ait olma ve dolayısıyla bu yabancıya karşı duyulan saygı şeklinde yorumlanmaktadır. Sina Çölündeki bedeviler, meteor demirinden yapılmış kılıca sahip olan kişinin bütün düşmanlarını yenebileceğini ve hiçbir zaman yaralanmayacağına inanmaktay­dılar. Diğer taraftan göksel metal yere yabancıdır ve üstündür, çünkü yukarıdan gelmekte­dir. Harikalarla doludur, mucizeler yaratabilir. Mitler, bilindiği gibi insanların olağanüstü yetilerle ve güçlerle donatıldıkları, yarı tanrı sayıldıkları masalsı bir dünyayı anlatırlar. Mit­sel bir zaman kavramı ile tarihî zaman arasında bir kesinti vardır. İşte bu kesinti, düşüş sa­yılmaktadır. Gelişmiş kültüre sahip toplumlarda bile demir, olağanüstü büyüsel dinsel öne­me sahiptir. Türkiye’deki bu konudaki inanmalara ileride temas edeceğiz. İran’da, Hindis­tan’da ve diğer bazı kavimlerde demir ve demirden yapılan inançlar ve aletler, kavmî özel­liklere de sahiptir. Demirin şeytanları kovduğuna özellikle demirden yapılan bıçakların ekinleri, kötü havaya karşı, kem gözlere karşı koruduğuna inanmaktadırlar. Demirciler ise bir taraftan bu güce hâkim olmanın verdiği üstünlük paradoksal bir nitelik ortaya çıkarır. Bir taraftan uygarlık yoluyla zaferi kazandırır tarımı vs. işleyerek bir taraftan da savaş yoluyla üstünlük sağlar. Yani askerî zaferle şeytanî zaferi temsil eder. Demirci aletleri çekiç, örs bu kutsal alandadırlar. Hatta bunların demirci olmadan kendi büyüsel güçleri ile demiri işleye- bildiklerine inanılmaktadır[5].

Sonuç olarak bu ve benzeri inançlar metallerin kutsal gücüyle sınırlı kalmazlar. Alet yapma sanatı da kutsaldır. Bunlar eski taş devrine ait mitolojileri de metallerle ilgili mitolo­jiye ekler, onlarla kaynaştırır.

Türklerdeki metal ve demir inancına gelince, şamanlar ve onlara ait başlıkların kenar­ları demirden yapılmaktadır. Bu inanca göre daha çok Kuzey ve Kuzey Batı Sibirya’da geyik elbiselerine örnek olarak bir şaman başlığında, başlığın kenarlarının ve önündeki hotozun demirden yapılmış olması, muhtemelen demir çağının birer hatıralarıdırlar. Ancak Orhun Yazıtlarından beri Türk kaynaklarında gördüğümüz demir ve demirle ilgili verilen bilgiler bize, demirin Türkler tarafından çok eski zamandan beri bilindiğini göstermektedir. Bu ko­nuda başta Abdülkadir İnan ve Bahaeddin Ögel olmak üzere pek çok araştırıcının çeşitli görüşleri mevcuttur[6]. A. İnan’a göre, “ Tarihin bildiği devirden beri Türklerin yaptıkları bü­yük fütuhatta en mühim rol oynayan iki sanatları olmuştur. At yetiştirme ve madencilik, bilhassa demircilik.”[7]. Çin ve Arap kaynakları da Türklerle demirin ilişkisi hakkında ısrarla tarif edilmiştir. Firdevsi’nin “Şehname”sinde de Zal, Türklerle savaşa giden oğlu Rüstem’e Türkleri şu şekilde tarif etmektedir[8]:

(…)
Bayrakları zırhları siyah demir,
Bilekleri ve külahları demirden,
Sen yeryüzü demir diyeceksin.
Süngüleri havada bir zırh sayacaksın,
Yer ve dağ demir oldu diyeceksin.

Demirciliğin Ergenekon Destanına kadar uzanan bir inançla birleştiğini ve Türklerin kurttan türeyiş efsanesini anlatan semboller içinde kutsal dağın ve göğün büyük yer tuttu­ğunu biliyoruz. Kurdun eteklerinde dolaştığı dağın demir dağ olarak anılması pek çok alego­rik efsanede karşımıza çıkmaktadır. Mesela; Göktürkler zamanında onların menşei ile ilgili bir efsanede komşu ülkenin kralı Göktürkleri mağlup eder ve bütün Göktürkleri kılıçtan geçirir. On yaşlarında bir çocuğun ellerini ve ayaklarını keser, bataklığa bırakırlar, çocuğun etrafında bir dişi kurt peyda olup ona et vererek besler ve büyütür. Sonunda kurt çocuğu kaçırarak bir mağaradan içeri girer. Orada on çocuk doğurur, dışarıdan kızları getirerek on­ları evlendirir. Aşina ailesi bu on boydan türer. Bu olayı anlatan kaynakta “Onların oğullan ve torunları çoğaldılar… Hep birlikte mağaradan çıktılar… Juan Juan devletine tabi oldular.” denmektedir. Aynı türeyiş efsanesinin ikinci varyantında da kurdun girdiği mağara geniş bir ovaya çıkar ve Aşina sülalesi burada çoğalır. Fakat artık oraya sığamazlar ve sonunda bir demirci, demir dağı eriterek onları dünyaya çıkarır. Güney Sibirya ve Altaylardaki pek çok masalda demir dağdaki halkları yenmek için ordu gönderilmektedir[9].

Altay dağlarının kuzey kısmında yaşayan Türk boylarının demircilikle ilgilerinden dolayı bu dağlara “Kuznitskiy Alatav” (Demirciler Aladağı) denilmekte, ayrıca bir de demirci kentten söz edilmektedir[10].

Türklerde kozmosla ilgili görüşler arasında evren tasavvuru olarak, göğün kutbu yani merkezi Kutup yıldızı sayılmakta ve buna “altun kazguk” denmektedir. Türkçedeki Yitiken yıldızı (yedihanlar yıldızı) yani Büyükayı, hükümdarın arabası sayılmakta ve bu kutup yıldı­zına bağlı olarak onun etrafında dolaşmaktadır. Bugün Anadolu’nun pek çok yerinde aynı şekilde kutup yıldızına “demir kazık yıldızı” denilmektedir[11].

Demirin genel olarak sağlamlık, sertlik, dayanıklılık, keskinlik gibi sembolik anlamları olduğu Dictionnaire des Symboles Sözlüğünde de belirtilmektedir. Eski Çin’de ve bütün kutsal kitaplarda demir, düalist zıt karakterleri kendinde barındıran bir metal olarak düşü­nülmüştür. Nasıl ki su ateşin, siyah beyazın zıttı ise bakırın ve bronzun zıttı da demir olmuş­tur. Demir çağının başlaması bakır ve tunç devrinin sona ermesi anlamına gelmektedir. Mi­tolojik kahramanların hepsinde de demir ve bakır levhalar bulunmaktadır. Demir, pek çok millette korkulan, bu yüzden de kutsal sayılan bir değere sahiptir. Yukarıda da bahsettiğimiz gibi bunun iki sebebi vardır. Ya gökten düştüğü için korkulmuş ya da topraktan çıktığı için değerli bir varlık olarak kabul edilmiştir. Bu kutsallıkta çift taraflılık söz konusudur. Bir ta­raftan durağan, işe yaramayan maddeyi değişikliğe uğratıp, güç ve kuvvet aracı hâline getir­mekte yani saban, bıçak, kılıç vs. yapmakta veya savaşın ve ölümün şeytani bir aracı olarak kabul etmektedir. Bu yüzden Hindistan’da ve Mısır’da demir kullanımı ikinci derecede Tan­rılara ait bir üstünlük vasıtası olmuştur. Mısır’da Karanlıklar Tanrısı Setin’in kemikleri ile bir tutulmuş, şamana güç ve etkinlik vermiştir. Kökeni cehennem tanrılarına dayanan de­mir, eski Greklerde de dinle ilgili görülmemiştir. Çünkü Heside “soyların mitosu” adlı bö­lümde zamanların art arda gelişine göre demiri beşinci soy olarak dehşetle anar. Bunu belir­tirken şunları söylemektedir: “Tanrı hoşnut olsun. Ya daha erken ölmüş olsaydım ya da daha sonra doğmuş olsaydım. Çünkü bu dönemde ne günler yorgunluk ve sefalet çekmeyi durdu­racak ne de geceler Tanrıların gönderdiği müthiş sıkıntılardan kurtaracaktır. Hiçbir değer artık tutulan yemine, namusa, iyiliğe bağlanmayacak (…) Tek hukuk, kaba kuvvet olacak ve vicdan yok olacaktır. Utanma insanları terk edecek ve Tanrıya doğru gidecektir.”[12].

Platon, Atlantis’in sakinlerinin demir olmayan silah kullandıklarını, bu silahların da kargılar ve fileler olduğunu söyler. Demir, katı, iç karartıcı, pis ve şeytani bir gücü sembolize etmektedir. Türklerde de gerek mitolojide, gerek destanlarda hatta masallarda demir ve de­mircilik kutsal sayılmıştır ve M.Ö. 1022 yılına ait Çince bir kayıtta geçen King Luk kelimesi “satır” veya “bıçak” anlamına gelen eski Hunca bir sözcük olarak kaydedilmiştir. Aynı şekil­de M.Ö. 47 yılına ait bir kaynakta da bu sözün Türkçede “iki yüzlü bıçak” anlamında kulla­nıldığını, bugün kullanılan “kingirlik” kelimesinin ilk Türkçe kelimelerden birisi olduğunu Fr.Hirt kaydetmiştir. Ergenekon Destanındaki en önemli unsurlardan biri olan demircilik geleneği, ebedileşmiş görülmektedir. O günün kutsal bir bayram olarak kutlanması demirin de kutsal kabul edilmesine sebep olmuştur. Oğuz Kağan, destanında geçen “Gergedan hem geyiği hem de ayıyı yedi/ Öldürdü kargım onu, çünkü bu bir demirdi!’[13] ifadesinde de demi­rin başka yaratıklara ve düşmanlara karşı hakimiyet için önemli bir unsur olduğunun far­kında oldukları görülmektedir. Türklerde ihtişam, güç ve kuvvet sembolü olan demirin daha sonraki yüzyıllarda çok çeşitli sembolik anlamlarda kullanıldığını da biliyoruz. Tarihçiler, sağlamlık ve dayanıklılığın Türk eserlerinde (Oğuz Kağan, Kutadgu Bilig gibi) sık sık kulla­nıldığını göstermektedirler. Balkan Türkleri arasında da Paskalya Bayramı sırasında ateşten atlanırken söylenen bir tekerleme şöyledir: “Gâvurun başı hamur, Türk’ün başı demir.”. Ga­gavuz Türkleri arasında da gök gürlediği zaman, özellikle kıştan sonra gelen ilk gök gürle­meleri sırasında, bir demir alınarak vücudun çeşitli yerlerine dokunulduğunu, böylece o dokunulan organların demir kadar sağlam olacağına inanılmaktadır. Aynı durum Anado­lu’nun muhtelif yerlerinde de görülmektedir. Mesela Kastamonu’da gök gürültüsü işitilince demire sarılan kişinin kuvvetli olacağı düşünülmektedir. Yine Anadolu köylerinde gelin, oğlan evine girerken bir demire bastırılmakta ve onun demir gibi güçlü olacağına inanılmak­tadır.

Yemin sembolü olarak da demirin kullanıldığı bilinmektedir. Divanü Lügati’t-Türk’te “Kök temür kerü turmas” (“Demir, dokunduğu şeyi yaralar”) şeklinde bir söz kaydedilmiştir. Bu sözün bir başka anlamı daha vardır. Kırgız, Yabaku ve Kıpçak Türklerinde ant içme sıra­sında kılıç kınından çıkarılarak “Gök girsin, kızıl çıksın.” denilmektedir. Bu formel ifade “Sözünde durmazsan kılıç kanına bulansın; demir, senden öcünü alsın.” anlamına gelmekte­dir[14]. Aynı şekilde kılıç üzerine ant içmelerde kılıç ve bıçak yalamak, demirle ilgili inançla­rın başka görüntüleridir.

Demir, bir güç sembolü olması sıfatıyla aynı zamanda koruyucudur. Hastalıklardan, ölüm ve büyülerden, tabii afetlerden, doğum, evlenme ve ölüm olaylarının içinde, halk he­kimliğinde hep demirin koruyuculuğundan faydalanılmıştır[15]. Mesela aynı obada aynı hafta içinde iki ayrı doğum olursa, bu çocukların anneleri kırkıncı gün karşılaşarak birbirlerine ya demir parçası ya da iğne verirler. Böylece çocukların kırk basma tehlikesinden uzaklaşacak­larına inanılır. Bütün Türk boylarında kırkı çıkmamış çocuk yalnız bırakılacağı zaman başu- cuna Kur’an-ı Kerim, demir ve demirden yapılmış aletler konur ve loğusanın çevresinde de “Demirigeldi.” diye bağırılır. Çocuğun göbeği kesilince annenin saçıyla bağlanarak ılık suda yıkanır. O sırada leğene, nazardan korunsun diye, demir parçaları atılır. Düğün âdetleri sıra­sında da yine koruma sembolü olarak bütün Türk dünyasında düğünden sonra gelinin başına bir hâl gelmesin, diye hançer, tahra veya balta konur. Bazı bölgelerde de gelinin erkek kar­deşi tarafından gelinin kapısına bıçak saplanır. Yine koruma sembolü olarak ölen kişinin öbür dünyada şeytan azabından korunması için, tabutunun üzerine bıçak, demir veya makas gibi demir eşya konmaktadır. Eski Türklerde, özellikle Hunlarda kahramanın kılıcı, kalkanı, ok ve yayı ile birlikte gömülmesi inancının aynı temele dayandığı şüphesizdir. Makedon­ya’da Türkler aynı geleneği devam ettirmektedirler. Hatta Karaçay, Balkar ve diğer Kafkas Türkleri arasında herhangi bir kimsenin ölüm haberi duyulduğu anda, anneler, çocuklarını bir demir bıçak veya at nalı ısırtmak sureti ile bekletirler ve böylece çocukların ölümden korunacağına inanırlar.

Bugün meteorolojik olaylardan korunma sembolü olarak da demir kullanılmaktadır. İnsan ve tabiattan gelecek kötülüklere karşı, demirin koruyuculuğundan faydalanmak, he­men hemen bütün Türk dünyasında ortak inançlardandır. Mesela buhur yeli denen, 31 Temmuz-7 Ağustos arasında esen rüzgarlarda, ki bizde buna samyeli de denir, yıkanmak gerekirse demir borudan akan suda yıkanmak, denize veya hamama girilecekse bir demir çiviyi suya atmak veya bazen süs eşyası olarak veya mayo ceplerine birer çengelli iğne koy­mak, samyelinin zararlarından korunmak için başvurulan pratiklerdendir. Aynı şekilde vah­şi hayvanlara karşı korunmak için “ağız bağlamak” Anadolu’da hâlen en yaygın inançlardan­dır. Dışarıda kalan hayvanları korumak için köydeki ocaklarda “kurt ağzı bağlama” denilen bir pratik yapılmakta, açık bir bıçak dua edilerek kapatılmakta, kötü rüya görüldüğü zaman aynı rüyayı bir daha görmemek için, yastığın altına bir demir parçası koymak, demirin ko­ruyuculuk sembolü ile ilgili pratiklerdendir. Demir, gücü dolayısıyla dilek sembolü olarak da bütün Türk dünyasında küçük değişiklikleriyle uygulanan pratiklerdendir. Mesela Kırgızis­tan’da, gelinin eteğine demir ve demir araçlar konulmaktadır. Bütün bunlar demirin düalist özelliklerinden ileri gelmektedir. Yani, bir taraftan koruyucu güç sembolü, diğer taraftan da bir ölüm, bir savaş, bir kötülük aracıdır.

Şamanisttik dönemden günümüze kadar çok değişik dinî inançlarda demir, tedavi un­suru olarak da kullanılmıştır. Şamanların giriş ayinlerinde, şaman adayı mesleğe girerken, oymak toplanmakta, bir dağ veya tepeye çıkılmaktadır. Adaya da özel bir giysi giydirilmekte ve adayın eline, ucunda at kıllarının bağlı olduğu, kamçı verilmektedir. Sağ ve sol tarafına dokuzu erkek dokuzu kız önde de yaşlı şaman, adaya, mesleğe sadakat yemini ettirmekte ve dualar okunmaktadır. Dua aynen şöyledir: “Saka ulusuna kudretli demirciler ihsan eden Kıtkay baksı toyuna saygı göstereceğim. Kurbanın ciğer ev böbreklerini, demircinin ocağına gömeceğim.”. Ayrıca hâlen devam eden bir uygulamada yaralar kızartılmış demirle dağlan­maktadır. İnsanlığın ortak inançlarından biri olan yeni evlere demirden yapılmış at nalı asılması, bu inancın değişik görüntülerinden biridir.

Demir, görüldüğü gibi sadece Türklerin değil bütün dünya halklarının hayatında çok önemli bir yer tutmuştur. Ancak akıncı milletler, demiri ve demirciliği hep kutsal saymışlar, bu konuda çeşitli inançlar ve pratikler geliştirmişlerdir.

Demirin Türklerle ilişkileri hakkında, hem kendi hem de komşu ülkelerin kaynakla­rında son derece zengin malzeme bulunmaktadır. Kısaca birkaç örnekle yetinmek zorunda kaldığımız bu konunun derinliğine incelenmesi gerekmektedir. Mitoloji, destan, masal, hi­kâye, türkü, atasözü vb. türlerin hepsinde demir, hem sağlam hem de korkulan ve bu yüz­den de kutsal sayılan önemli bir metal olmuş ve bütün inanç sistemine sinmiştir. Gerçekten kozmik düşünceden günlük hayata kadar hayatın bütün safhalarında demir, bu özellikleriyle karşımıza çıkmaktadır. Kısaca söylemek gerekirse Ergenekon’dan günümüze kadar, demir hep üstün bir metal muamelesi görmüş ve kuvvetin, sağlamlığın sembolü olmuştur.

Prof. Dr. Fikret TÜRKMEN

İzmir Ekonomi Üniversitesi Türk Dili Koordinatörü,

fikret.turkmen@ege.edu.tr.

Yard. Doç. Dr. Ferah TÜRKER

Yard. Doç. Dr., Ege Üniversitesi, Türk Dünyası Araştırmaları Enstitüsü,

ferahturker@hotmail.com.

Not: Bu makale, VII. Milletlerarası Halk Kültürü Kongresi (27 Haziran-1 Temmuz 2006, Gaziantep)’nde sözlü bildiri olarak sunulmuştur.

Kaynak: Türk Dünyası İncelemeleri Dergisi / Journal of Turkish World Studies, XIV/1 (Yaz 2014)


KAYNAKÇA
♦  ACIPAYAMLI Orhan, Türkiye’de Doğumla İlgili Âdet ve İnanmaların Etnolojik Etüdü, Erzurum 1961.
♦  ATALAY Besim, Divanü Lûgat-it-Türk, C. I., TDK Yayınları, Ankara 1992.
♦ CHEVALİER Jean – Alain Gheerbrant, Dictionnaire des Symboles (Semboller Sözlüğü), “Fer (Demir) Maddesi”, C. II, Robert Laffond ed. Jupiter., Paris, 1969.
♦  EBERHARD Wolfram, Çin Simgeleri Sözlüğü, Kabalcı Yayınları, İstanbul 2000.
♦  ELİADE Mircea, Demirciler ve Simyacılar, Kabalcı Yay., İstanbul 2000.
♦  ESİN Emel, Türk Kozmolojisine Giriş, Kabalcı Yay., İstanbul 2001.
♦  İNAN Abdülkadir, Makaleler ve İncelemeler, C. I-II, TTK Yayınları, Ankara 1987.
♦  ÖGEL Bahaeddin, Türk Mitolojisi, C. I-II, TTK Yayınları, Ankara 1995.
Dipnotlar: 
[1] Mircea Eliade, Demirciler ve Simyacılar, Kabalcı Yay., İstanbul 2000, s. 19.
[2] Age, s. 20-21.
[3] Wolfram Eberhard, Çin Simgeleri Sözlüğü, Kabalcı Yay., İstanbul 2000, s. 93.
[4] M. Eliade, age, s. 22-27.
[5] Age, s. 28-30.
[6] Ayrıntılı bilgi için bk. Abdülkadir İnan, Makaleler ve İncelemeler, C. I-II, TTK Yayınları, Ankara 1987; Bahaeddin Ögel, Türk Mitolojisi, C. I-II, TTK Yayınları, Ankara 1995.
[7] A. İnan, “Türklerde Demircilik Sanatı (Tarihte ve Folklorda)”, Makaleler ve İncelemeler, C. II, TTK Yayınları, Ankara 1991, s. 229.
[8] Agm, s. 229.
[9] B. Ögel. Türk Mitolojisi. C. I. s. 20-21, 59, 68, 88.
[10] A. İnan, agm, s. 230.
[11] Emel Esin, Türk Kozmolojisine Giriş, Kabalcı Yay., İstanbul 2001, s. 41.
[12] Jean Chevalier – Alain Gheerbrant, Dictionnaire des Symboles (Semboller Sözlüğü), “Fer (Demir) Maddesi”, C. II, Robert Laffond ed. Jupiter, Paris 1969.
[13] B. Ögel, age, C. I., s.117.
[14] Besim Atalay, Divanü Lûgat-it-Türk, C. I., TDK Yayınları, Ankara 1992, s. 361-362.
[15] Ayrıntılı bilgi için bk. Orhan Acıpayamlı, Türkiye’de Doğumla İlgili Âdet ve İnanmaların Etnolojik Etüdü, Erzurum 1961.
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.