Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

Galip Erdem’in Nazariyeleri

0 14.157

Galip Erdem ismini duymam  Türk Ocakları İstanbul Şubesi’nde Cezmi Bayram Bey’in gençlerle sohbetlerine dayanır. Galip Erdem’i kâh Cezmi Bey’in, kâh İskender Öksüz’ün ve Nevzat Kösoğlu’nun  hâtıralarından tanıdıkça çileli hayâtı, parlak zekâsıyla Peyami Safa’ya benzetildiğini okusam da, Galip Ağabey için “müridlerin şeyhlerini ıslah etmeleri için kurdukları bekârlar tekkesinin bir garip Gâlibî şeyhi” olma vasfından değilse bile, nükte hazinesinden dolayı yaşadığı dönemin Nasreddin Hocası demekten kendimi alamamışımdır. Hayatını daha yakından okumak fırsatını bulduğumda da “Kara Kedi” adlı mizah mecmuasının macerasında bir kez daha haklı olduğuma kanaat ettim. Keskin muhâkeme kabiliyetini mizahla buluşturmakla mâhir Galip Erdem,Nevzat Kösoğlu’nun anlattıklarına göre “Kürşad’ın kırk çerisinden birisi” olmak için trenle Van’a gitmiş, oradan Ötüken’e yol bulmak için gayret göstermiş, Orta-Asya’ya nasıl gidileceğinin yollarını aramış, sonraları “Pars Ağabeyine ayıp olmasın” diye Almıla’ya gizli gizli sevdâlanan delikanlı olarak karşımıza çıkar.

Ağabeylerimizin arasında kaç kişi Atsız’ın romanlarındaki kahramanlara vurulmadı da, kızlarına onların isimleri koymadı? Hâlâ koyacağının hesabını yapanlar yok mu? Sonra isimleri Atsız’ın romanlarından ilhamla konanlara sevdâlananların sayısı da az değildir, ama o ayrı fasıl, hiç açmayalım; zirâ bu fakirin de yarası var

Galip Ağabey, tevazû âbidesi adam, makam ve mevkî sahibi şöhretli adamlarla konuşurken bütünüyle değişen, makam ve mevkî teklif edildiğinde, bu soysuzlaşma cüretkârlığına karşı mütekebbir bir adam.

Tercüman’da  yazmaya başladığında “Bu gazetede belki inandıklarımın hepsini yazamayacağım ama inanmadıklarımı asla yazmayacağım!” meâlinde bir cümleyle kaarilerini selâmlayan Galip Ağabey, yine Tercüman’da “Ülkücünün Çilesi” adlı makalesinde“Ülkücü, dünya nimetlerinden yana nasipsizdir. Gözü yoktur ki nasibi olsun. Bir lokma, bir hırka ona yeter. Paraya karşı o kadar müstağnidir ki, halkın hayretine sebep olur. Herkesin istediğini istemez, ne istediğini de herkes anlayamaz. Kendi zevkleri dışında zevk tanımayanların gözünde  ‘zevksiz’ bir adamdır! Küçümserler onu. Hayatı anlamamakla, üç günlük dünyanın hakkını vermemekle itham ederler. O, böyle davranışlara hiç önem vermez. Elverir ki, inandığına dokunulmasın!”  

“…….Ülkücünün en çok dinlediği ‘nasihat’tir. ‘Yapma’ derler, ‘Hayatını heba etme’ derler. ‘Gününü gün et’ derler. O kadar çok şey söylerler ki hiç bitmez. O hepsini dinler ama hiçbirini tutmaz, gene bildiği gibi yaşar.” demesinden de anlıyoruz ki, inandığı gibi yaşamış ülkü devi.

O, 12 Eylül’ün dar zamanlarında dâvâ arkadaşlarının ailelerine sahiplenmesinin ardından, sıkıntılar kısmen bitince, yeniden köşesine çekilen ve asla yalnızlaştığı zaman bile lütufkâr edâsıyla başa kakmayan bir cüce bedenli, dev gibi kocaman yürek sahibi “Er kişi darlık zamanda belli olur”sözünü hatırlatan adam.

“Birbirimizi yeterince sevmeyi hâlâ öğrenememiş olmamız” hâli hâzırda en büyük meselemiz, bizi dün olduğu gibi, bugün de kendi gerçeğimizle yüzleşmeye dâvet eden yine o.

Millet içinde benliğin yok olması anlamına gelen ve ilk kez İskender Öksüz’ün, Galip Ağabey’e  yakıştırdığı bir tabir var: Fena filmillet! O, milleti ve dâvâsı için kendini unutan adam! Anadan üryân gelip, öylece gideceğinin farkında, ölmeden evvel öldüğünü farzeden, eyyamperestleri, tabasbusu hiç sevmeyen, insana yakıştıramayanlar cümlesinden…

Ankara’da “Türk Milliyetçiliğinin Meseleleri”ni ele almak üzere kürsüden, ülkücülüklerine toz kondurmayan kalabalığa “Türk milliyetçiliğinin tek meselesi vardır, o da Türk milliyetçileridir!” cümlesini söyleyip kürsüden inen cesur ve biraz  kırgın adam.

Soyadıyla müsemma Galip Ağabey, hayat serencâmından okuduklarım ve yazdıklarımla kendimi hep ülkücü aday adayı olma hâlinde tutmama vesile olan, bir çırpıda “ülkücüyüm” dememenin de nefsiyle hesaplaşmaya dolayısıyla tekâmüle açık tarafına dikkat çekmeme vesile-i hâsene teşkil eden, bazen “ben ülkücü değilim, ülkücü aday adayıyım” demenin de bir had bilmek olduğunu yazdıklarından istihraç ettiğim pîr.

Galip Ağabey’in ülkücülüğüne dâir hatırı sayılır sayıda hâtıra nakledilebilir. Ben daha az bilinen bir tarafına dikkat çekeceğim: Nazariyelerine. Galip Ağabey’in nazariyelerini ilk kez Cezmi Bey’den Galip Ağabey derdi ki diye başlayan bir cümledeki “Kompartıman” teşbihiyle duymuştum. Kopartıman nazariyesini, prensipler temelinde değil, kişiye göre hüküm verenlerin beyinlerinin kompartımanlara ayrıldığını ve bu kompartımanlar arasında bir geçiş, bütünlük olmadığından bazen ak dediklerine, kara demelerini açıklayan bir nazariye olarak hatırlıyorum.

Bir diğeri Kazık Nazariyesi: Başkalarının yediği kazık sizi uyarmaya yetmez; ille de bizzat kazığı yiyerek ders alırsınız… 

Bırak Meçhûl Kalsın Nazariyesi: Başkalarının sizi sevip sevmediğini ve hakkınızdaki kanaatini öğrenmeye kalkmayın, belki üzücü bir neticeyle karşılaşırsınız. Bırakınız meçhûl kalsın…

En mühimi Ağrı Dağı Nazariyesi: Bizler dâvâyı Ağrı dağının zirvesine çıkaracaktık, yola koyulduk, bin bir zahmet ve  emekle, acılar çekerek dağa tırmandık. Zirveye vardığımızda sevincimiz sonsuzdu ama küçük(!) bir noksanımız olduğunu farkettik: Dâvâyı dağın eteklerinde unutmuştuk. Meğer bir dâvâyı değil, kendimizi zirveye çıkartmışız.

Nefsini unutmak, dâvayı Ağrı Dağı’nın eteklerinde unutmaktır. O yüzden hepimiz Galip Ağabey’in duasına kulak verelim: 

 “…Allah’ım, hırsımızı yenmenin yollarını öğret bize… Sana ve milletimize lâyık insanlar olalım… Önce Hakk’a, sonra da halka hizmet etmesini bilelim… Bize “Büyük Cihad”ın yollarını göster… Nefsimizi yenmenin sırlarını bildir, iyi görünmenin yetmediğini anlat bize, iyi olmanın yollarını öğret. ”  Amin.

Nuri Civelek – Kaynak: www.turkocagi.org.tr

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.