Hz. İsa’nın Filistin’de tebliğ etmeye başlamasıyla ortaya çıkan Hıristiyanlık, 380 yılında bütün İmparatorluğun resmî dini oldu. Kadıköy Konsili’nde 451 yılında bu durum teyit edildi. VI. yüzyılın başlarında İstanbul Piskoposu’nun resmî adının Yeni Roma Başpiskoposu (Patrik) olarak kabul edilmesine Papa I. Grigorios karşı çıkarak protesto etti.
Bizans’ta 717-775 yılları arasında baş gösteren “tasvir kırıcılık hareketi” Roma ile yeni anlaşmazlıklara sebep oldu. 1054 yılında Rusya’nın İstanbul Patrikliği’ne bağlanmasıyla Papa ve Patrik karşılıklı olarak birbirlerini aforoz ettiler ve böylece iki kilise tamamen ayrıldı. Papalık IV. Haçlı Seferi’yle İstanbul işgal edilince 1204 yılında, İstanbul Patrikliği İznik’e taşındı. İstanbul, 1261 yılında Latinlerin terk etmelerinden sonra tekrar Patrikhane’nin merkezi haline getirildi.
Bütün bunlara rağmen Doğu ve Batı Kiliselerinin birleşmeleri zaman zaman ele alındığı hâlde, mezhepler arası nefretten dolayı başarı sağlanamadı. Osmanlı Türklerinin Balkanlar’daki ilerlemesinden çekinen İmparator VIII. loannes, Papa’dan yardım istediği zaman, kiliselerin birleştirilmesi şartıyla karşılaştı. Patrikhane’nin itirazına rağmen İmparator, 1439’da kiliselerin birleştirilmesini kabul etti. Karara Patrikhane ve diğer Doğu Kiliseleri karşı çıkarak, 1443’te Kudüs’te yaptıkları toplantıda bunu tamamen geçersiz saydılar. Türk tehlikesi arttıkça sık sık ortaya atılan kiliselerin birleştirilmesi düşüncesi, son Bizans imparatoru XI. Konstantinos tarafından da kabul gördü. Hatta 1452 yılında Ayasofya’da Katolik usûllerine göre âyin dahi yapıldı. Fakat Patrik II. Anastosios buna tepki göstererek istifa etti.[1]
II. Mehmet, İstanbul’un fethinden sonra Katolikler’in baskısı altındaki Ortodoksluğu yeniden hayata döndürdü.[2] Katolikler ile birleşme planları yapan Bizans İmparatoru’nu protesto eden din adamlarının başında Papaz Gennadios da bulunuyordu.[3] I. Anasatasios’un istifasıyla boşalan Patriklik makamına Fatih’in, fetihten sonra yeni bir Patriğin seçilmesini emretmesi[4] üzerine Georgios Kurtesios Skolarios, Sen Sinod tarafından metropolitlikten patrikliğe yükseltildikten sonra Fatih’in huzuruna getirilerek, Patriklik alâmetleri verildi ve II. Gennadios adıyla Patrik olarak görevlendirildi.[5] Yeni dönemde Fatih Sultan Mehmet tarafından Patrik ve dolayısıyla Patrikhane’ye geniş yetkiler verildiği belirtilmekle birlikte[6] daha da ileri gidilerek Patrikhane’nin tamamen özerk bir duruma getirildiği de ifade edilmektedir.[7]
Kanuni Sultan Süleyman zamanında Patrikhane, Devletin gücünden aldığı destekle etkisini Ortodoks Dünyası’nın diğer patrikleri üzerinde de hissettirmeye başladı ve I. Yeremiyos, Patrikler üstü bir sıfatla Kıbrıs ve İskenderiye’yi, hatta Venedik’i ziyaret ederek, Patrikhane’nin nüfuzunu öne çıkarmaya çalıştı.[8] Yetkileri arttırılan Patrik, Bosna’da yaşayan Kotoliklerden dahi vergi toplayabiliyordu. Ancak patriklerin sonradan bu hususu istismar etmeleri ve cemaatın bundan dolayı devlete olan güvenlerinin sarsılacağından endişe duyulduğu için bu yetki 1597 yılında kaldırıldı.[9]
1637 yılında tekrar Patrikliğe getirilen I. Kirillos, yaptığı çalışmalar ile Osmanlı Devleti topraklarında Katoliklere hareket imkânına fırsat vermediğinden dolayı, Katolik dünyasının tamamen nefretini kazanmıştı. Bundan dolayı Fransa’nın etkisiyle I. Kirillos, 1638 yılında yeniçeriler tarafından boğularak öldürüldü.[10] Yerine geçen II. Kirillos ise, Papa VIII. Urban’a sadakat yemini edince Sen Sinod’un tavsiyesi ile azledilerek, 1639’da Kuzey Afrika’ya sürüldü.[11]
Köprülü Mehmet Paşa zamanında İstanbul’da meydana gelen yağma olaylarını Yeniçeri kıyafeti giyen Rumların gerçekleştirdikleri ve kullanılan kıyafetlerin Patrikhanede muhafaza edildiği belirlendi.[12] Ayrıca Patrik III. Parthenios, Eflak Voyvodası Kostantin’i isyan etmesi yönünde kışkırttığını da bizzat kabul edince, 1657 yılında IV. Mehmet’in emriyle Parmakkapı’da idam edildi.[13]
A. Sultan II. Mahmut Dönemi
1. II. Mahmut’un Reform Çabaları ve Patrikhane
A. Patrik V. Grigorios’un İdamı ve Tepkiler
Osmanlı Devleti’nde yaptığı reformlardan dolayı adlî mahlasıyla da anılan Sultan II. Mahmut, 1808 yılında tahta geçtikten sonra,[14] düşüncelerini hayata geçirmek istediğinde, bunların özellikle Rumların önde gelenleri tarafından engellenmeye çalışıldığını fark etti. Ayrıca bu kışkırtıcı ve muhaliflerin pek çoğu Rusya’da eğitilmişler ve şimdi de casus ve propagandacı olarak faaliyet göstermekteydiler.[15] Bunun önüne geçmek isteyen Sultan II. Mahmut’un Patrikhane’nin faaliyetleri hakkında daha fazla bilgi sahibi olabilmek için muhbirler kullanmak da dahil olmak üzere tedbirlerini arttırdı.[16] Bu önlemler alınırken Patrikhane’nin olağan işleyişine kesin olarak müdahale edilmiyordu ve VII. Kirillos’un yerine, daha önce 1808 yılında Sırpların başkaldırmalarında etkili olduğu gerekçesiyle görevinden uzaklaştırılan,[17] V. Grigorios 1818 yılında üçüncü defa tekrar Patrik olarak görevlendirildi.[18] Yeni Patriğin göreve başlaması dolayısıyla Bâbıâli, uyarılarını yineleyerek tedbirlerini devam ettirdi. Buna rağmen olumsuz faaliyette bulunmaktan geri durmayan Patrik V. Grigorios da fesat faaliyetlerine devam ettiğinden, Fenerli Rumlar ve Filiki Eterya Cemiyeti üyeleriyle işbirliği ve Eflak-Mora isyanlarıyla ilgisi tespit edilmesi üzerine paskalya günü görevinden uzaklaştırıldı. Bundan sonra II. Mahmut’un emri ile 1821 yılında V.Grigorios, Patrikhanenin orta kapısında ve isyan ile yakından ilgileri olduğu belirlenen Kayseri, Edremit ve Tarabya Metropolitleri de Balık Pazarı, Kaşıkçılar Hanı ve Parmakkapı’da asılarak infaz edildiler.[19] Ayrıca yine isyanla ilgisi olan ve Edirne’de bulunan eski Patrik Kirillos ve onunla birlikte fesada karışan Rumlar’dan bazılarının da idamları gerçekleştirildi.[20] İnfazın delillerinden kabul edilen mektuptan Rus Elçisi General İgnatiyef’in hatıralarında; Patrikhane ve Rum âsiler ile bunlara destek veren Rusya, İngiltere ve Fransa gibi devletlerin ilişkileri açıkça belirtilmiş olup, mektubun müsveddesini Patrik Yermanos’un kendisi Elçi İgnatyef’e okumuştur.[21] Patrikhane çalışanları ve Rumlar, yaptıklarının farkında oldukları için sükûnetlerini muhafaza ettiler. Sultan II. Mahmut bu durum karşısında; “Rum milletini anlamak mümkün değil, hiç telaşlanmıyorlar” diyerek hayretini gizleyememiştir.[22]
Nitekim özellikle Rusya’nın Ortodoksları himaye etmesi, Rumları Osmanlı aleyhinde hareket etmekte cesaretlendiriyordu. Rusya, Temmuz 1821 yılında Bâbıâli’den Ortodokslar’ın durumlarının iyileştirilmesini istedi. Beklentilerine cevap alamayan Rus elçisi, Osmanlı Devleti’ni protesto ederek İstanbul’dan ayrıldı. Rus elçisi Rusya’ya döndükten sonra Çarın emri ile Odesa’da, idam edilen Patrik V. Grigorios anısına 29 Haziran 1821 yılında bir tören düzenlendi. Bir iddiaya göre patrik idam edildikten sonra ibret-i âlem için üç gün asıldığı yerde kalmıştır. Diğer bir iddiaya göre ise, Patriğin cesedi asıldığı yerden Yahudiler tarafından alınarak sokaklarda sürüklenerek denize atılmış ve Rumlar, cesedi denizden çıkararak Odesa’ya götürmüşlerdir.[23] Papa ve diğer Avrupa Devletleri, Patriğin idam edilmesini protesto ettiler. Fakat en sert tepkiyi her zaman olduğu gibi Rusya gösterdi.[24]
B. Bâbıâli’nin Patrikhaneyi Denetim Altında Tutmak İstemesi
Alınan bütün tedbirler ve uygulamalara rağmen Patrikhane’nin devlet aleyhindeki faaliyetlerinin önüne geçilemediğinden dolayı Salih Paşa’nın Sadareti (1822) zamanında da Arnavutköy Başpapazı ve 11 Rum daha idam edildi.[25] Bu arada Türk topraklarında yakalanan casusların verdiği ifadelerden elde edilen deliller nedeniyle başta Rumlar olmak üzere müslim ve gayrimüslim hiç kimsenin tezkeresiz seyahat etmesine izin verilmemesi emri yinelendi.[26]
Patrik II. Evgenios’un ölümünden sonra Temmuz 1822 yılında patrikliğe tayin edilen III. Anthimos zamanında da Patrikhane’nin gayrimeşru faaliyetlerinin devam ettiği görülmektedir. Sultan II. Mahmut’un uyarılarına rağmen metropolit tayinlerinde rüşvet aldığı sâbit görülen Patrik III. Anthimos, 1821 yılında Mora isyanı ile ilgisinden dolayı zindana atılması[27] da göz önünde bulundurularak görevinden uzaklaştırıldı.[28]
Bâbıâli, Patrik vasıtasıyla Ortodokslar üzerinde nüfuzunu tesis etmeye çalışıyordu. Devlet aleyhine faaliyet gösteren Patrik ve ruhanîleri cemaat aracılığıyla denetim altında tutmak amacıyla Rum milleti kimi seçerse onu atayacağını ve Patriğin yapacaklarından bütün Ortodokslar’ın sorumlu olacaklarını belirterek, Serez Metropoliti Hrisanthos’u Patrik olarak atadı.[29] Anthimos örneği de gösteriyor ki, Rum din adamları devlete karşı olan faaliyetlerinden zindanlarda yatma pahasına da olsa, geri kalmıyorlardı. Bundan sonra da mümkün olduğu kadar Rum isyanını önlemek için, âsilerin ellerinden alınan silahlar İstanbul’da toplanmaya çal ışıl ıyordu.[30]
Rumların devlete karşı faaliyetleri çoğaldıkça, devletin aldığı karşı tedbirler ağırlaştırılarak, arttırılıyordu. Buna paralel olarak da Avrupa Devletlerinin, Osmanlı Devleti’ne karşı baskıları da yoğunlaşıyordu. Baskılar karşısında bunalan Sultan II. Mahmut, 9 Haziran 1827 tarihinde bir avuç çapulcuyla masaya oturamayacağını ve devletin bekâsı için gerekeni yapacağını açıkladı.[31]
Sultanın tedbirlerine bağlı olarak fesada karışmış bazı Fenerli Rumlar, Anadolu’ya sürüldü, Bununla güç kaynaklarının kurutulmaya başlandığını fark eden Patrik Agathangelos, Bâbıâli’den ileri gelen elli kişinin affedilmesini istedi.[32] Sultan Mahmut, bu isteği reddederek suçluların cezasız kalmayacağını ortaya koyarken, diğer taraftan da yayınladığı “Adalet Fermanı” ile saltanatın, dehşet değil, merhamet kaynağı olduğunu belirtti.[33]
Patrikhane’nin çabalarından ve Yunanistan’ın bağımsızlığından cesaret alan Rumların başıbozuk hareketleri daha da arttı. Bunda metropolit ve piskoposların büyük etkisi vardı. Patrik I. Konstantinos, bunları denetim altına alabilmek için metropolit ve piskoposların adlarının yer aldığı listeyi[34] Bâbıâli’ye göndererek, asayişin sağlanması için işbirliği yapacağını belirtme gereğini duydu.[35] Patrikhane ile Bâbıâli arasında başlayan bu yeni süreçte, Bâbıâli’nin gösterdiği yapıcı tavrı, bu defa Patrik Konstantinos da göstermeye çalışıyordu. Bu sırada 1833 yılında meydana gelen Beyoğlu yangınında çok sayıda Rum’un zarar görmesi[36] üzerine bunların zararlarının karşılanması için Sultan’ın ihsanda bulunması ve evleri tamamen yananların uygun mahallere yerleştirilmesi için alınan kararlardan dolayı Patrik teşekkürlerini bildirdi.[37]
C. Bâbıâli ve Patrikhanenin Karşılıklı Güven Tesis Etme Çabaları
Patrikhane ile Bâbıâli arasında başlayan bu olumlu süreç bazı metropolit ve piskoposlar tarafından istismar edilmeye başlandı. Bundan dolayı yeni Patrik atanan VI. Grigorios’a, konu ile ilgili iki yıl önce Patrikhaneye gönderilen irâde hatırlatılarak metropolitlerle ilişkileri ve asayişle ilgili hususlarda dikkat etmesi gereken yetki ve sorumlulukları hatırlatılarak bir daha dikkati çekildi.[38] Ayrıca patriğe kurallar içerisinde hareket serbestliğine sahip olduğu ve böyle davrandığı takdirde Bâbıâli’nin desteğinin kendisiyle beraber olacağı belirtildi. Patrik, kendisine tanınan serbestlikten bahseden buyrulduyu alınca teşekkür ederek, Rumların artık fesada bulaşmalarına izin vermeyeceğini bildirdi. Bütün bunlara rağmen Patrikhane’nin, Avrupa devletleri ile münasebetlerde bulunması Bâbıâli’de sürekli bir tedirginlik oluşturuyordu. Bundan dolayı Patrikhane’nin, Bâbıâli’ye sadakatini artırmak için Patriğe at hediye edilmesi ve böyle bir hareketin aynı zamanda Avrupa kamuoyunda da olumlu etkileri olabileceği gündeme geldi. Bâbıâli’nin bütün iyi niyetlerine rağmen Patrikhane, özellikle cismanî meclis vasıtasıyla imtiyazlarını istismar ederek devlet aleyhindeki faaliyetlerine devam etmekten geri kalmadı.[39]
B. Tanzimat ve Islahat Fermanları Dönemi
1. Tanzimat Fermanı Dönemi’nde Patrikhane
Tanzimat Fermanı 3 Kasım 1839 tarihinde Padişah, ulema, ümera ve ruhanîler önünde ilân edildiğinde, genel bir memnuniyetsizlik vardı. En fazla rahatsız olanların başında Rum Patriği geliyordu. Çünkü cemaatı üzerinde, nüfuzunun azalacağı endişesini taşıyordu. Bununla beraber Batılı Devletler, Osmanlı Devleti’nin içişlerine daha kolay müdahale edebileceklerinden fermandan memnun kaldılar da denilebilir.[40]
Tanzimat Fermanı ilân edildiğinde Patriklik görevinde VI. Grigorios bulunuyordu. Haziran 1840’da Patrikliğe seçilen IV. Anthimos’un, cemaatın şikayetiyle Patrikhane’nin mâlî işlerinden sorumlu Logofet ile birlikte yolsuzluklarının yanında Fenerli bazı Rumların Patrikhaneye müdahale ettikleri tespit edildiğinden Patrik ve Logofet’in azline karar verilirken, Logofetlik de kaldırıldı.[41] Fakat daha sonra ihtiyaca binaen Patrikhane’nin isteği üzerine Logofetlik tekrar tesis edildi.[42]
Tanzimat Fermanı ile tebaanın can ve malının korunması, değişmez bir ilke olarak kabul edildi.[43] Yeni oluşturulan meclislerde gayrimüslim tebaaya dinî reisleri ve temsilcileri vasıtası ile temsil hakkı tanındı. Ancak Rumlar bu imtiyazı fırsat buldukça devletin aleyhine kullanmaktan kaçınmadılar.[44]
Bundan sonra Patrikhane’nin sıkı bir denetim altına alınmasından Anthimos’u, menfaatleri için kullananlar rahatsız oldular ve bunların başında Rusya gelmekteydi. Rusya, Antimos’un azlinin Rumların imtiyazlarının gaspı anlamına geldiğini ileri sürerek, İngiltere ve Fransa’nın da dikkatini çekmek istiyordu. Bâbıâli bu tepkiyi, alınan tedbirlerle imtiyazların gaspının değil, istismarının önlenmek istendiğini belirterek yumuşatmaya gayret ederken,[45] yeni Patrik V. Anthimos’a görevini yaparken dışarıdan ve içeriden gelebilecek baskılara aldırmaması için yetkilerini ve sorumluluklarını hatırlatan bir buyruldu gönderilerek, Rusya’nın tahrikleri önlenmeye çalışıldı.[46]
Patrikhane, cemaat memnun olduğu halde kendi çıkarlarına hizmet etmediği zaman bazı ruhanîleri azletmek istiyordu. Böyle durumlarda Bâbıâli meseleyi tetkik ederek ahalinin lehine karar vermeye çalışıyordu.[47] Patrik IV. Yermanos, 1844’de Çorlu Piskoposu’nun görevden alınmasını istedi. Fakat cemaatın tavrı göz önünde bulundurularak Patriğin isteği tetkik edilmek üzere ertelendi.[48] Patrik, zaman zaman kuralları çiğnemekte ve cemaat ile anlaşamamaktaydı.[49] Bu sebeple görünüşte Bâbıâli’nin tetkik kararını protesto etmek amacıyla ama ve aslında kendisinin suçlu olduğunun anlaşılacağı endişesiyle istifa etti.[50]
Ortodokslar, medenî hayatın gereği olan her şeyi Patrikhane’nin denetimi altında yerine getiriyorlardı. Patrikhane’nin cismanî ve ruhanî vazifeleri tam olarak ayrılmadığından, Patrikler bunları istismar edecek faaliyetlerde bulunmaktan sakınmıyorlardı.[51] Patrikhane’nin faaliyetlerine en büyük dış destek Rusya’dan geliyordu. Çünkü 21 Temmuz 1774 tarihinde imzalanan Küçük Kaynarca Antlaşması ile Ruslar, İstanbul’da sürekli elçi bulundurma ve Ortodoksları himâye haklarının yanında İstanbul’da kilise kurma imtiyazına da sahip olmuşlardı.[52]
Ayrıca Yunanistan da boş durmuyordu. Batılı devletlerin, Osmanlı Devleti üzerindeki nüfuzlarını kullanarak, Avrupa devletlerinin istifade ettikleri kapitülasyonlardan Yunanistan’ın da yararlanması için çaba sarf etmelerini istiyordu. Yunanistan özellikle adlî kapitülasyonlardan yararlanarak Rumlara daha imtiyazlı bir statü kazandırmak düşüncesindeydi. Bu fikrin kaynağında ise Patrikhane vardı.[53]
Tanzimat Fermanı’nın meydana getirdiği rahatlık, açık olarak istismar edilmeye ve ehil olmayanlar, metropolit ve papaz olarak tayin edilmeye başlandı. Bu da Rum cemaat arasında tedirginlik meydana getirerek, ihtiyaçlarına cevap verebilecek düzeyde din görevlilerinin olmaması hem Patrikhane’ye, hem de Devlete olan güvenlerinin sarsılmasına sebep oldu. Patrikhaneye rüşvet verenlerin metropolit tayin edilmesinden dolayı, tayin edilen metropolit de verdiklerinin daha fazlasını toplamak için cemaat üzerinden kanunlara aykırı olarak vergi topluyordu. Patrik Anthimos zamanında böyle olaylara sıkça rastlandığı için metropolitlerin ıslahı amacıyla, çalışmalar yapılarak istismar önlenmeye çalışıldı.[54]
Patrikhane’nin bünyesinde bu çalışmalar için gayret edilirken, Yunanistan’ın sürekli olarak fesat işlerinin içinde olduğu bilindiğinden, istismarını önlemek amacıyla hiçbir fark gözetmeksizin bütün tebaaya eşit davranarak, fesada fırsat vermemeleri hususunda bütün memurlar uyarıldı.[55]
Bâbıâli’nin bu iyi niyetli yaklaşımlarına rağmen, Bükreş ve Yaş Metropolitliklerine yeni metropolit seçimine Rusya’nın açıkça müdahale ettiği[56] yetmezmiş gibi, Bursa’da bulunan Rus Konsolosu halkı devlete karşı kışkırtmaktan geri kalmıyordu.[57] Çar’ın Şubat 1853’te İstanbul’a gönderdiği Prens Mençikof Bâbıâli’ye, Rusya’nın, Osmanlı topraklarında yaşayan bütün Ortodoksların hâmisi olarak kabul edilmesine dair bir ültimatom verdi. Devlet bu ültimatoma ancak İngiltere ve Fransa’nın desteği ile karşı gelebildi.[58] Bununla beraber Bâbıâli, bir yandan Patrikhane görevlilerini memnun etmeye diğer yandan dış bağlantıları kesebilmek amacıyla azledilen Patrikleri dahi maddî ve manevî olarak ödüllendirilmeye gayret etti.[59]
Rusya, Kırım harbi öncesinde, Nisan 1854’den itibaren ajanları vasıtasıyla Çarın, İstanbul’u Yunanlılara kazandırmak için savaşmakta olduğu propagandasını yaptırıyordu. Bu propaganda Rumlar arasında kısa sürede etkisini gösterdi. Nitekim Rumlarda bir yıl içinde Osmanlı Devleti’nin sonunun geleceği ve Patriğin Ayasofya’da âyin yapacağı inancı oluştu.[60] Bu durum cemaatı üzerinde denetim gücünü kaybeden VI. Anthimos’un azledilerek yerine VII. Kirillos’un atanmasına sebep oldu (Eylül 1855).[61]
2. Islahat Fermanı Döneminde Patrikhane
Osmanlı Devleti’nin 1856 yılında yapılan Paris Konferansı’na katılabilmesine bir kolaylık olması için ilân edilen Islahat Fermanı’nda, Tanzimat Fermanı’nda ifade edilenler tekrarlanırken, bir adım daha ileri gidilerek bütün tebaaya vatandaşlık statüsü verildi. Bununla din ve mezhep hürriyetiyle ilgili olarak fiilen olmayan engeller de ortadan kaldırılarak ve herkese eşit hak ve imtiyazlar verilerek gayrimüslimlerin devlete sâdık kalacakları ümit edildi.[62] Kendilerine sağlanan bu imkânlardan dolayı Patrikhane, Bâbıâli’ye memnuniyetini ifade etmiş olduğundan Bâbıâli, Patrikhanenin devlete sadakat göstereceğini ümit etmekteydi.[63]
Yunan millî siyasetini izlemeyi düstûr edinen Patrikhane, Islahat Fermanı’nın sağladığı rahat ortamda faaliyetlerini arttırdı. Rusya ile de sıkı işbirliği içerisinde oldukları bilinen Patriklere bu hizmetlerinin karşılığı olarak sâbık Rum Patriği Konstantinos’un Rus Çarı’ndan aldığı nişan gibi taltif amaçlı ödüller de verilmekteydi.[64]
Islahat Fermanı’nın hayata geçirilebilmesi için teşkil edilen geçici komisyonlar,[65] 4 Ekim 1858’de yapılan değişikliklerle yeniden oluşturuldu. Başkanı Patrik olan bu komisyonda papazlar ile birlikte cemaattan patriğin tasvip ettiği yedi kişi bulunuyordu. Bunlar güvenilir ve mezhep işlerine vakıf kişilerden oluşuyordu. Bu komisyon metropolit ve piskoposların tayininde de söz sahibi idi.[66] Bâbıâli’nin böyle yapıcı tutumuna rağmen, Patrikhane gizli faaliyetlerine devam etti. Şehremâneti’nin ikâzı üzerine yapılan soruşturmalar sonucunda bazı ilmühaber ve ruhsatnâmelerin uygunsuz bir şekilde, mektep ve hastanelerin masraflarına karşılık düzenlendiği tespit edilmiştir.[67]
Patrikhane’nin fesat faaliyetlerine rağmen Bâbıâli bütün vatandaşlarını kucaklayan çalışmalarına devam etti. Daha önce başlatılan ve II. Yovakim[68] zamanında hızlandırılarak taslak hâline getirilen çalışmalar,[69] Patrikhane’nin iyileştirilmesi ve devlet ile bağlarının güçlendirilmesini sağlamak amacıyla, eski [sözde][70] hak ve imtiyazlar da göz önünde bulundurularak, 1862 [1865] yılında “Rum Patriği Nizamatı” olarak yürürlüğe girdi.[71] Fakat yine de Rum din adamlarının davranışlarında olumlu mânâda fazla bir değişiklik olmadığı gibi, bazı metropolitlere Yunanistan tarafından hizmetleri karşılığında nişanlar verilmekteydi.[72]
Ortodokslar ile yakından ilgilenen Rusya ve büyük devletlerin konsoloslukları Osmanlı tebaası olan gayrimüslimlerin koruyuculuğu misyonunu üstlenmişlerdi. Bu nedenle gayrimüslimler, sıkıntılarını Bâbıâli’ye değil, konsolosluklara bildiriyorlardı. Dış güçler de bu durumu fırsat bilerek Osmanlı Devleti’nin iç işlerine müdahale ediyorlardı.[73] Sultan, dış müdahalelere fırsat vermemek için, bazı kanunsuz uygulamaların artmasını ve meclis üyeleriyle anlaşamamasını da göz önünde bulundurarak, Patrik II. Yovakim’i Temmuz 1863’de görevinden azletti.[74] Yerine Amasya Metropoliti III. Sofrinos’u atayarak,[75] Yovakim’in düştüğü hataları tekrarlamaması hususunda uyardı.[76]
Patrik III. Sofronios ile Meclis-i Cismani ve Meclis-i Ruhani azalarından meydana gelen Meclis-i Muhtelit azaları arasındaki anlaşmazlık ortaya çıktı. Yapılan tahkikat sırasında, kurallara uymadığı anlaşılan Patrik, azledildi.[77] Sofronios’tan sonra, VI. Grigorios Şubat 1867’de ikinci defa Patriklik makamına getirildi.[78]
Bâbıâli’nin her şeye rağmen Patrikhane’yi kazanma çabaları devam ederken, Avrupa Devletleri mezhep serbestliği konusunda Islahat Fermanı’nda belirtilen hususların gerektiği gibi uygulanmadığı iddiasıyla, Osmanlı Devleti’ne karşı baskılarını arttırdılar. Patrikhane ise meclislerinin daha geniş yetkilere sahip olmasını istiyordu. Bunun üzerine kiliselerin tâmir ve inşası için ferman gerekli olmasına rağmen, yoğun baskı ile karşılaşan Bâbıâli, taşrada bulunan yetkililere bu konuda rahat hareket edebilmeleri için gerekli inisiyatifi tanımak mecburiyetinde kaldı.[79]
Patrikhane fesat faaliyetlerine destek verdiği için gelir ve gider dengesini ayarlayamıyordu. Çünkü Rum eşkıyaya ne zaman yardımda bulunacağı belli olmuyordu. Bu durum Bâbıâli tarafından bilindiği hâlde, cemaatı, devletin yanına çekmek ve istismara fırsat vermemek için, Girit ayaklanmasında bizzat devlete yönelik hareketler sırasında zarar gören kiliselerin tamiri için Şubat 1896 tarihinde olduğu gibi yardım da yapılıyordu.[80]
Bâbıâli’nin bu yaklaşımına 1870’de Patrik VI. Grigorios, Padişaha şükranlarını bildirmesi üzerine Padişah da buna övgü dolu ifadelerle karşılık verdi.[81] Patriğin bu iyi niyet gösterileri fazla uzun sürmedi. Bulgarlar’ın dinî bağımsızlıklarını elde etmeleri,[82] Patrikhane’nin gizlemeye çalıştığı gerçek yüzünü ortaya çıkardı.[83] Bulgar Eksarhlığı’nın kurulmasıyla ilgili olarak ilân edilen fermanın[84] dinî ve mezhebî açıdan sakıncalı olduğunu belirten Patrik, bunun uygulanmasında yetkili olmadığı gerekçesiyle Ekümenik Konsilin toplanması için harekete geçerek, buna izin verilmezse istifa edeceğini söyledi. Fakat Rusya ve Sırbistan sinodu üyeleri fermanın Osmanlı hukukunu ilgilendirdiğini ve toplanması düşünülen konsile katılmayacaklarını bildirdiler. Sultan Abdülaziz de şimdiye kadar Osmanlı Devleti tarihi içerisinde böyle ekümenik bir konsilin toplanmadığını, bundan sonra toplanmasının sakıncalı olacağı için de izin veremeyeceğini, ancak Patriğin sıhhî sebepler ileri sürerek görevinden ayrılmasının uygun olacağını belirtti.[85] Bundan sonra Patrik azledileceğini anlayınca istifa etmek mecburiyetinde kaldı ve yerine VI. Anthimos Eylül 1871’de üçüncü defa seçildi.[86] Yapılan değişiklikler ve alınan tedbirlerle Bâbıâli huzuru sağlamaya çalışırken, Patrikhane bir Osmanlı kurumu olduğunu gözardı ederek, faaliyetlerine devam etti. Özellikle Bulgar Eksarhlığı’nın kurulmasından sonra Rusya ile münasebetlerinde eski sıcaklığını muhafaza edemeyen Patrikhane, Yunanistan ile daha sıkı bir işbirliği içerisine girdi.[87]
C. I. Meşrutiyet Dönemi
1. Bâbıâli ve Patrikhanenin Tavırlarının Sertleşmesi
A. Patrikhanenin Olayları Tırmandırma Çabası
I. Meşrutiyet’in ilânı ile birlikte, Bâbıâli ve Patrikhane arasındaki ilişkilerin iyiye gideceği beklentisi hâkimdi. Fakat ümit edilen olmadı. Patrikhane her zaman olduğu gibi yeni dönemde de mevcut şartları istismar etmeye devam etti.[88] Bu durum Meclis-i Mebusan’ın süresiz tatil edildiği süreçte de görüldü. Bu dönem içerisinde de Patrikhane’ye girip çıkanlar eksik olmuyordu. Hatta gözle görülür bir artış olduğunu da söylemek mümkündü. Öyle ki, Patrikhane’ye gelen ziyaretçilerin fazlalığı, Patrikhane’ye yakın bir yerde oturan ve devlete sadık olan gayrimüslimlerin bile dikkatini çekmeye başladı. Bunlardan Evram adında bir Rum durumu yetkililere bildirme gereğini hissetti.[89]
Patrikhane’de, bu hareketlilikten daha önemli olan bazı gelişmeler gözlenmeye başladı. Patrikhane, devlete karşı faaliyette bulunan ruhanîleri koruyan bir tavır sergiliyordu. Bu amaçla suç işleyenlerin yargılanmasına karşı çıkıyor ve zanlıların Patriğin başkanlığında bir mahkemede yargılanmalarını istiyordu.[90] Bâbıâli, Patrikhane’nin bu teklifini uygulanamaz bularak kesin olarak kabul etmedi. Bâbıâli’nin bu tavrı Patrikhane’yi çok rahatsız etti. Buna bağlı olarak aralarındaki ilişkiler yeniden gerginleşmeye başladı.[91]
Bâbıâli kararında ısrarlıydı. Çünkü Patriğin başkanlığında yapılacak bir yargılama, doğrudan doğruya devletin varlık sebebine halel getireceği gibi, Patrikhane’nin kuvvet kazanmasına sebep olacaktı. Devletin bu tutumu, Rumca gazeteler tarafından Patrikhane’nin sahip olduğu [sözde] imtiyazat-ı kadimenin ortadan kaldırılması şeklinde yorumlanarak, Rumlar tahrik edilmek isteniyordu.[92] Fakat bu uygulama sadece Rumlar için geçerli olmayıp, bütün tebaayı içine alan ve Osmanlı hukuk sisteminde zaman içerisinde meydana gelen değişikliklerin tabii bir sonucuydu.[93]
Devletin taviz vermez tutumuna, Patrikhane zaman zaman patriklerin istifasını gündeme getirerek karşı koymaya çalıştı.[94] Bâbıâli ile uzlaşamayan Patrik III. Yovakim de istememesine rağmen, Patrikhane’nin [sözde] imtiyazlarının iâdesi hususunda Bâbıâli’ye geri adım attırmak için, Sen Sinod üyelerinin baskısı ile istifa etmek mecburiyetinde kaldı.[95] III. Yovakim’den sonra Patriklik makamına getirilen IV. Yovakim de özellikle aynı meseleden dolayı üç yıl kalabildiği görevinden 1887 yılında istifa etmişti.[96] Yeni Patrik seçilen V. Dionisios zamanında da aynı meseleye yenileri eklenmeye başladı.[97]
Meclis-i Mebusan’ın kapatılmasıyla, Patrikhane’nin biraz daha sıkı denetim altında tutulmak istenmesi, her zaman olduğu gibi Patrikhane’yi çok rahatsız etti. Bâbıâli’nin bu düşüncesine rağmen, Patrikhane her fırsatta kanun dışı uygulamalarla öne çıkıyordu. Patrikhane kiliselerin yanında özellikle mekteplerde Ortodoks cemaatın çocuklarını kendi emelleri doğrultusunda eğitmek için Yunanlı müdürlere görev veriyordu. Bu müdürlerin görev yaptığı yerlerde, Devlet aleyhine propaganda daha yoğun bir şekilde yapılıyordu.[98] Devlet aleyhine propagandaların yapıldığı yerlerden olan mekteplerin yararına düzenlenen balolarda, daha fazla gelir sağlamak için faaliyetlerin Padişahın himâyesinde yapıldığını davetiyelerde belirtiyorlardı. Bunun farkına varan Bâbıâli, Sultan yerine Sadrazamın himâyelerinde ifadesinin kullanılmasının daha uygun olacağı hususunda Patrikhane’yi uyardı.[99] Bu ve benzeri uygulamaları ortadan kaldırmak isteyen Bâbıâli, Rum mektepleri üzerinde tam bir denetim sağlamak istedi. Bu amaçla, öğretmen atamaları ve müfredatın hazırlanması konularında kendisinin bilgilendirilmesini ve habersiz bir uygulama yapılmamasına dikkat ediyordu. Ayrıca Bulgar metropolitlerine yeni beratlar verilirken, Patrikhane’nin görüşü alınmıyordu. Böylece Patrikhane’nin Bulgarlar üzerindeki etkisi de azaltılmaya çalışıldı. Bu durum Patrikhane’nin rahatsızlığını daha da artırdı.[100]
Patrikhane, aleyhine tezahür eden bu uygulamaların hepsinin ortadan kaldırılmasını istedi. Patrik aksi takdirde istifa edeceğini söyledi. Hatta Patrik V. Dionisios istifa ettiğini, fakat bu istifasının Meclis-i Muhtelit tarafından kabul edilmediğini belirtti. Şayet istekleri yerine getirilmezse bütün Ortodoks kiliselerine durumu bildirerek, bunlar aracılığıyla Avrupa Devletlerini harekete geçireceğini, gerekirse meclis üyeleriyle birlikte istifa edeceklerini ifade etti.[101]
Bütün bunlara rağmen beklediği sonucu alamayan Patrikhane, gizli emirler vererek bazı yerlerde kiliseleri kapattırdı. Kiliselerin kapatılmasının arkasında da Bâbıâli’nin olduğu izlenimini vererek devleti zor durumda bırakmak istedi ve bunda başarılı oldu.[102] Patrikhane’nin Avrupa devletleri nezdinde yaptığı şikâyete ilk cevap Yunanistan’dan geldi ve Yunan Hariciyesi’ne çağırılan Osmanlı sefirine, kiliselerin kapatılma sebebi soruldu. Yunanistan’ın îmâlı tutumu karşısında Osmanlı Sefiri Patrikhane’nin iddiasını reddederek, kiliselerin Osmanlı Devleti tarafından kapatılmadığını, bunun Patrikhanenin Avrupa kamuoyunun dikkatini çekmek için uyguladığı bir plan olduğunu ve böylece Bâbıâli’nin zor durumda bırakılmak istendiğini belirtti.[103]
Patrikhane’nin kilise kapatma eylemine bütün Ortodokslar destek vermeyerek, kiliselerin açılmasını istiyorlardı. Alasonya ve Kandiye gibi bazı yerlerde kiliseler kapalı olduğundan âyin yapılamıyor ve cenazeler defnedilemiyordu.[104] Bu durum Ortodokslar tarafından Patrikhane’nin protesto edilmesine sebep oldu.[105] Kendi cemaatinin dahi destek vermediği Patrikhane, Ermenileri de olayların içine çekerek Avrupa kamuoyunun baskısı ile Bâbıâli’ye geri adım attırmak istedi.[106] Bunun üzerine Bâbıâli, Ortodoks cemaatin Patrikhane’ye karşı olan tutumundan da aldığı cesaretle tavrını sertleştirdi. Bu sertlik karşısında Patrikhane, kiliselerin kapatılmasının bazı metropolitlerin şahsî uygulamalarından kaynaklandığını açıklamak mecburiyetinde kaldı. Böylece mazeret göstermek suretiyle sorumluluktan kurtulmaya çalıştı.[107] Bâbıâli, samimi bir şekilde kiliselerin açık olmasını ve cemaatın ihtiyaçlarının karşılanmasını istiyor ve bundan dolayı da yoğun bir çaba sarf ediyordu. Sultan II. Abdülhamit, Patrikhane’nin kiliseleri kapalı tutmak hususundaki ısrarından rahatsızlık duyduğundan bu hususta Sadaretin daha fazla çaba göstermesi için emirler verdi.[108]
Bâbıâli’nin kararlı tavrı karşısında isteklerinin hepsinin gerçekleşmeyeceğini anlayan Patrik V. Dionisios, Bulgar metropolitlerine berat verilmesine karşı çıkmaktan vazgeçmek mecburiyetinde kaldı. Sâdece beratlar verilirken kendilerinden muvafakat alınmasını istedi.[109] Patrikhane yetkilileri bu geri adımdan başka, Bâbıâli’den bir yetkilinin gönderilerek kendileriyle bu konuda görüşülmesi arzularını da dile getirdiler. Fakat, Bâbıâli aldığı kararları uygulamada ısrarlı olduğunu göstermek istiyordu. Çünkü Patrik ve Patrikhane taraftarlarının bu durumu istismar edebilecekleri düşüncesiyle Bâbıâli, Patrikhane’nin bu teklifini kabul etmeyerek, kendilerinden kiliselerin kapatılmasına destek vermemelerini istedi.[110] Diğer taraftan Yunanistan dışında, Avrupa Devletleri’nden beklediği desteği bulamayan Patrikhane, Bâbıâli’ye temsilci göndermeye karar verdi. Bu görev Ereğli Metropoliti’ne verildi. Ereğli Metropoliti İstanbul’a gelerek görüşmelere başladı. Meselelerin kısmen hâlledildiği düşünülürken, Patrik için düzenlenen isim töreni sırasında, bazı kiliselerin protesto amaçlı olarak açılmamış olması, Bâbıâli’nin rahatsızlık duymasına neden olduğu içini[111] Meclis-i Vükelâ, kiliseler konusunda alınan kararlardan geri adım atılmayacağını bir defa daha yineleyerek, tavrını açıkça ortaya koydu.[112] Patrikhanenin bu tutumunda Yunanistan’ın etkili olduğu, Yunan basınında çıkan haberlerden açıkça anlaşılmaktaydı.[113] Meselelerin henüz bir sonuca bağlanamadığı, karşılıklı ilişkilerin sertleştiği bir anda Ağustos 1891 yılında V. Dionisios öldü. V. Dionisios Bâbıâli’yi çok uğraştırdığı hâlde, Sultan II. Abdülhamit’in Ortodoks cemaata başsağlığı dilemesi Rumlar arasında memnuniyetle karşılandı.[114]
V. Dionisios’un ölümü üzerine, 1891 yılında Patrikliğe Preveze Metropoliti VIII. Neofitos getirildi.[115] VIII. Neofitos, Bâbıâli ile ilişkilerin düzelmeyeceği kanaatinde olduğu için, hiç olmazsa maddî yönden güçlü bir Patrikhane oluşturmak düşüncesindeydi. Patrikhane, gelir seviyelerini göz önünde bulundurarak, Ortodoks cemaattan iâne adı altında yardım toplamaya başladı. Bu yardım kampanyası cemaatın bir kısmında rahatsızlık uyandırdı. Bu sırada Dolapdere Rum Mektebi’nde olduğu gibi pek çok yerde zorla para toplanıyordu. Şikâyet üzerine yapılan soruşturma sonunda, paranın zorla toplanmadığı, gönüllü olarak verildiği şeklinde Patrikhane tarafından bir mazeret ileri sürülerek mesele örtbas edilmeye çalışıldı.[116] Bâbıâli, bunların önüne geçmek için tedbirlere başvurduğu zaman, Patrik hemen [sözde] imtiyazat-ı kadimesine halel geldiği iddiasında bulunuyordu.[117]
Patrikhane para toplamak için değişik yollara başvurdu. Beyoğlu’nda Rumların izinsiz bir şirket kurduğu tespit edildi. ilk sorgulamada amaçlarının kâr olmadığını, şirketin ihtiyacı olan Rumlara yardım amacıyla kurulduğu açıklandı. Fakat yapılan incelemelerde, elde edilen paraların Yunanistan’da “Millet Bankası”nda muhafaza edildiği tespit edildi.[118] Patrikhane’nin kanun dışı gelir sağlamasını engellemek üzere Sadaret Müsteşarı Tevfik Bey, Adliye Nazırı Rıza Paşa ve Dahiliye Nazırı Rıfat Paşa’dan oluşan bir komisyon kuruldu. Bu komisyon yardım toplanmasını belirli bir düzene koymak için bir nizamnâme hazırladı. Nizamnâmeye göre yetkililere önceden haber verilmeden kesinlikle yardım toplanamayacaktı.[119]
Patrik VIII. Neofitos, kanunî ve gayrikanunî yollardan elde ettiği gelirlerle maddî bakımdan Patrikhane’ye rahat bir nefes aldırmasına rağmen, seleflerinden bazılarının da istifasına sebep olan, imtiyazat-ı kadimelerine halel getirildiği iddialarından vazgeçmedi. Bununla beraber Yunanistan’ın desteği ile protesto amaçlı kilise kapatma eylemleri yer yer devam etti.[120] Bâbıâli ile Patrikhane arasında anlaşmazlığa sebep olan meselelerin hiçbirisinde kendileri için olumlu bir gelişme kaydedemeyen VIII. Neofitos istifa etti.[121]
B. Papa XIII. Leon’un Kiliseleri Birleştirme Teklifi ve Patrikhane
Bizans döneminde de defalarca uygulanması düşünülen, fakat bir türlü gerçekleştirilemeyen Doğu ve Batı Kiliseleri’ni birleştirme çabaları 1894 yılında tekrar gündeme geldi. Bu amaçla Roma’da bir konferans düzenlendi.[122] Belçika’da yayımlanan Patriot Gazetesi’nde yer alan Roma kaynaklı bir haberde, Büyük Britanya’nın, Papa’nın iki kilisenin birleştirilmesi hususunda gösterdiği gayretlerin takdire şayan olduğu ve desteklenmesi gerektiği üzerinde duruluyordu.[123] Papa XIII. Leon, Patrikhane’ye bir mektup yazarak, birleşme teklifinde bulunmuştu. Patrik, Papa’nın mektubuna 1895 yılında verdiği cevapta çok sert ve olumsuz ifadeler kullandı. Bu mektupta özellikle Katolik Kilisesi’nin bid’atleri belirtilerek, itikadî farklılıkların tekrar göz önüne serilmesi nedeniyle bu teşebbüs de başarısızlıkla sonuçlandı.[124]
Patrik VII. Anthimos’un, Papa’ya olumsuz cevap vermesinde, her zaman olduğu gibi her iki kilisenin dünya görüşlerinin farklı olması temel etkenlerden birisidir. Fakat cevabın sert olmasında Anthimos’un atanması sırasında Sadaretin Anthimos’tan yana tavır koymasının etkisi de göz ardı edilemez. Anthimos bu tutum ve davranışından dolayı Avrupa kamuoyunun tepkisini çekmişti. Patrikhane’nin cismanî ve ruhanî meclisleri de Anthimos ile ilgili olarak Avrupa gibi düşünüyor ve O’nun pasif olduğu kanaatini taşıyorlardı. Bundan dolayı Patrik VII. Antimos istifa etmek mecburiyetinde kaldı.[125]
2. III. Yovakim’in İkinci Patriklik Dönemi
A. III. Yovakim’in Patrikhane’yi Güçlendirme Çabası
VII. Anthimos’tan sonra ikinci defa tekrar patrik seçilen III. Yovakim’in beratının verilmesi bir müddet gecikti. Bunun üzerine selefi VII. Anthimos 1901 yılında Bâbıâli’ye yazdığı arzuhâlde, patriklik beratının verilmesini istedi. Yovakim’in patrikliğinin onaylanması biraz daha gecikince, bundan rahatsız olan Patrikhane mahfilleri, rahatsızlıklarını Rusya sefirine de bildirmiş olmalılar ki; Sefir beratın verilmesini diplomatik bir dille Bâbıâli’ye bildirdi.[126] Biraz geç de olsa patrikliği onaylanan III. Yovakim, Patrikhane’nin faaliyetlerine hız verdi. Osmanlı toprakları dışında yaşayan Ortodokslardan alınan yardımlarda da gözle görülür bir artış sağladı. Sivastopol Rumlar’ı bazı kiliselerin tamiri amacıyla kullanılmak üzere 300 ruble gönderdiler. Diğer taraftan metropolitlikler tarafından Patrikhane’ye gönderilmesi gereken tahsisatın, şartlar içerisinde değişikliğe uğramasından dolayı yeni cetvellere göre bunun düzenlenmesi için çalışmalara başlandı.[127] Bu arada metropolitlerin, Patrikhane merkez sandığına göndermeleri gereken para yardımının hepsi gelmemişti. Göndermeyen metropolitler uyarıldı.[128] Ayrıca Bâbıâli’nin bütün önlemlerine rağmen zaman zaman izin alınma gereği duyulmadan Patrikhane’nin görevlendirdiği meclis üyeleri tarafından bol miktarda yardım toplanmaya devam edildi. Yardımların nerelerde harcandığı sorulduğunda ise genellikle tatmin edici bir cevap alınamıyordu.[129]
Yovakim, maddî bakımdan Patrikhane’yi güçlü hâle getirmeye çalışırken, aynı zamanda Avrupa ülkeleriyle de değişik yollarla bağlarını kuvvetlendirmeye çalıştı. Eğitim amacıyla Osmanlı Devleti sınırları dışından Patrikhaneye papazlar geldiği gibi, irtibatı artırmak için, dışarıya gönderilenler de vardı. Patrikhane, İzmir’de vaazlık yapan Papaz Grigoriyadi’yi Petersburg’a gönderdi.[130] Fener Patrikhanesi’nde bulunan bir çok din adamı, yabancı ülke temsilcileri ile irtibat hâlinde idi. II. Abdulhamit döneminde uygulanan sıkı denetime rağmen Patrik Yovakim zaman zaman Yunan ve Sırp sefirlerini ziyaret ediyor[131] ve bunlar da iâde-i ziyarette bulunmaktaydılar.[132] Bu görüşmelerin yapıldığı sırada Patrikhane’nin Avrupa Devletleri’nden gördüğü destekten dolayı uygulamalarında aşırıya kaçması, diğer cemaatler tarafından, Patrikhane’nin kendilerini ibadet dili olarak Rumcayı kullanmaya zorladığı hususunda şikayetler de arttı.[133]
1905 yılında yapılan bir nüfus sayımı, Türk memurları ve cemaatlerin güvenilir temsilcilerinin katılımıyla yapılmasına rağmen, Patrikhane’nin telaşlanmasına sebep oldu. Patrik, Hükümete ültimatom niteliğinde bir mektup yolladı. Mektup, Adliye ve Mezâhip Nezareti, Dahiliye Nezareti ve Sadaretçe incelendi. Mektupta, nüfus sayımı esnasında Patrikhane’ye bağlı Rumlar ve kendi dillerinden başka Rumcayı da konuşan bütün cemaat, Ortodoks-Rum şeklinde ortak ad altında kaydedilmeleri istenmekteydi. Ayrıca Sırplar, Ulahlar ve Arnavutlar ise Patrikhane’ye mensup Ortodokslar olarak belirtileceklerdi. Nüfus sayımına, cemaatlerin mahallî temsilcilerinin de katılmaları işi zorlaştırmıştı. Bulgarların ve Rumların aynı şahısları kendi listelerinde bulundurmak istemeleri kavgalara neden oldu.[134]
B. Patrikhane’nin Taşradaki Faaliyetleri
Patrikhaneye bağlı Rum din adamları merkezde olduğu gibi, taşrada da bölücü faaliyetlerine devam etmekteydiler. Bunlardan bir tanesi de Razlık’ta ortaya çıktı. Razlık Metropolit Vekili’nin eşkıya reislerinden olduğu ve ailesi ile birlikte tamamen faâl bir şekilde çete faaliyetlerinin içerisinde yer aldığı anlaşıldı. Bunun tespit edildiğini fark eden Metropolit Vekili firar etmek mecburiyetinde kaldı.[135]
Patrik Yovakim’in Patrikliğinin ikinci döneminde bazı papaz ve metropolitlerin ikâmet ettikleri kiliselerin hâricinde faaliyetlerini arttırdıkları açık bir şekilde görülmekteydi. Özellikle Prizren Metropoliti’nin Geylan’da ikâmet ettiği hâlde, Priştine’de Rumları fesada teşvik amacıyla dolaştığı[136] Geylan Hıristiyan Mektebi Muallimi’nin şahitliği ile tespit edildi.[137]
Patrik Yovakim’in tavsiyesi ile taşrada görev yapan metropolitler, devletin işleyişi üzerinde de etkili olmaya gayret ediyorlardı. Komanova’da inzibat olarak görev yapan Hüseyin Efendi, görevinden uzaklaştırıldığı zaman, adı geçen metropolitin aracılığıyla tekrar görevine döndü.[138]
İpek Sancağı’na bağlı Deçar köyünden Rüstem oğlu Bilal, Rum din adamlarına zaman zaman yardımcı olduğu için Geylan Metropoliti’nin tavsiyesi üzerine ödüllendirildi.[139] Ustrumca Metropoliti, iyi anlaştıkları Kaza Nâibi Şevket Efendi’nin görev süresinin uzatılmasını istedi.[140] Bundan başka Filorina Metropoliti de Kaymakamın başka yere tayin edilmemesi için çaba sarf ederken,[141] Ustrumca Rum Metropoliti de Mal Müdürünün değiştirilmesine engel olmak için, Patrikhane’yi harekete geçirdi.[142]
Rum Patrikhane’sinin faaliyetleri genellikle rumlaştırma yönünde olduğu için diğer Ortodokslar üzerinde de baskı kurmaya çalışmaktaydı. Patrikhane’nin bu hareketine karşı koymaya çalışan Rum olmayan Ortodoks unsurlar ile Rumlar arasındaki mücadeleden dolayı asayiş bozuluyordu. Diğer taraftan Rumlar sayıca az oldukları yerlerde kiliseyi uhdelerinde tutamayınca, eşyalarını aldıklarından, bu ve benzeri olaylar da devletin otoritesine halel getirmekteydi.[143] Bu gibi eylemlerle olduğu gibi Rumlar, Rum kültürünü baskın bir kültür haline getirmek için her türlü yolu denemekteydiler.[144] Patrikhane Rum nüfusu fazla göstermek için de bütün Ortodoksların Rum kaydedilmelerine gayret etmekteydi.[145]
Patrikhane verdiği emirlerle, Bâbıâli’nin mümkün olan tedbirleri almasına rağmen Prizren’de olduğu gibi çeşitli yerlerde görev yapan din adamlarını daha faal olmalarını istediğinden; Prizren Metropoliti, Sırp Metropolitlerini de yanına alarak daha etkili bir şekilde Prizren’de faaliyetlerini sürdürdü.[146] Vodine Kaymakamlığı’ndan, Rumeli müfettişliğine verilen bilgide; Vodine Bidayet Mahkemesi’nin, Sabuncu Toşi’yi katleden Rum eşkıyaya yataklık eden Uçurum Manastırı Papazı Riştova ve manastırın diğer görevlileri ile aynı eşkıya içerisinde yaralı olanları tedavi ettiği tespit edilen tabip Rizo ve arkadaşları tutuklandıkları anlaşılmaktadır.[147] Yine Prizren Metropoliti tutuklanan eşkıyalar ile Patrikhane’nin irtibatının devam ettirilebilmesi amacıyla, hapishanelerdeki Ortodokslar için papazların hapishanelere serbest olarak giriş yapmaları isteğinde bulundu.[148]
Manastır’a bağlı Nasliç’in Viroşan köyüne gelerek teslim olan Yunan eşkıya komitesine mensup Dimitri’nin verdiği bilgilere göre; Kesriye ve Nasliç’te Rumlar’ı kışkırtmak için kendilerine Yunan Hükümeti’nin, Konsoloslar ve Metropolitler aracılığıyla görev verdiğini, ihtiyaçlarını da yine aynı yoldan temin ettiklerini, yaralanan Rum eşkıyaların Rum doktorlar tarafından tedavi edildiği anlaşılmaktadır.[149]
Fener Patrikhanesi, Osmanlı Devleti’nin nüfuzunu içte ve dışta her fırsatta azaltmak için çok çaba sarf ediyordu. Bazı mahallerde Ortodokslar arasında kilise ve mekteplerin münavebeli olarak kullanılması gerekirken, Patrikhâne buna genel olarak uymuyor ve diğer Ortodoks unsurlara ait yerleri işgal ediyordu. Patrikhane’nin bu uygulaması tebaa arasında husûmetin artmasına sebep oluyordu. Bunun sonucu olarak meydana gelen veya gelebilecek olayları önlemek için Bâbıâli güvenlik tedbirlerini arttırdığı için masraflar da artıyordu.[150]
Bâbıâli’nin uyguladığı güvenlik tedbirleri arasında, olayları meydana gelmeden önlemek amacıyla muhbirler kullanmak da vardı. Muhbirler özellikle Türklerden başka Bulgarların da ağırlıklı olarak kullanıldığı hafiye teşkilatı içerisinde görevlendiriliyorlardı. Böylece Rumlar’ın hareketleri izlenerek, gerekli tedbirler alınmaya çalışılıyordu. 1905 yılında merkezî büyük şehirler için 300, kazalar için bu amaçla kullanılmak üzere 200 lira tahsisat ayrılmıştı. Ancak 1906 yılında bütçeye fazla yük getirdiğinden muhbirler için gerekli tahsisat konmamıştı. Bundan dolayı fesat faaliyetlerinde artış görüldüğü için yeni düzenlemelere gidildi. Çünkü daha önce maaşlı olarak görevlendirilen hafiyeler, maaşlarını düzenli olarak alamadıklarından, geçici görevli olan muhbirler de iş yapsalar da yapmasalar da ücretleri işlediği için fazla gayret göstermiyorlardı. Bunun üzerine yeni bir düzenlemeye gidilme ihtiyacı hissedildi. Bundan sonra, yapılan işe göre ücret verilmesi yöntemi uygulanmaya başlandı. Bütün bunlar da gösteriyor ki, askerî ve polisiye tedbirler bir tarafa bırakılsa dahi olabilecek hadiseleri önlemek için önceden haberdar olunması amacıyla elde edilmesi gereken bilgiler devlete fazladan yük getirmeye başladığından farklı tedbirler uygulanmaya çalışılmaktaydı.[151] Yanya ve çevresinde Yunan hududuna yakın ve özellikle Rumların yoğun olarak yaşadıkları yerlerde çeteler köylerden her türlü yardımı alıyorlardı. Bu yardımlar bilhassa Rum papazlar tarafından organize ediliyordu.[152]
Girit Rumlarından oluşan 200 kişilik bir eşkıya grubu Manastır’a gelerek burada 21 Yunan kaptanı tarafından eğitime tâbi tutuldular. Bunların çalışmaları için gerekli olan her türlü ihtiyaçlarını Manastır Rum Metropoliti karşıladı.[153] Langaza’da, Rum komitesi azaları satılan her malın fiyatı üzerinden çeteler için belli bir oranda para topluyorlardı. Ruhanîlerin emriyle, Rumlar’ın Müslümanlar’a sebze ve meyve satışı yasaklanarak, buna uymayanlar ağır para cezalarına çarptırıldılar. Rumların bu boykotunu kırmak için Langaza’nın ihtiyacı karşılanmadan Selanik’e mal gönderilmesine izin verilmiyordu. Malları ellerinde kalan ve Müslüman komşularının ihtiyaçlarını karşılayamamanın ezikliğini hisseden bazı Rumlar, komite azalarının baskılardan çekindikleri için mallarını Belediyenin önüne gizlice bırakmayı tercih ettiler.[154] Rum çetelerinin ihtiyaçları sürekli olarak Patrikhane’ye bağlı ruhban tarafından temin ediliyordu. Bu durum çok yaygın ve alışılmış bir hâle gelmişti. Çeteler ihtiyaçlarının karşılanmasında gecikme olduğu veya yapılan yardımları yeterli görmediklerinde bunun hemen telafi edilmesini istediler. Aksi takdirde Aynaroz Rum Kilisesi papazına yaptıkları gibi, din adamlarını kaçırarak fidye talep etmekteydiler.[155]
Patrikhane sürekli olarak metropolitlerin yaptığı fesat faaliyetlerini ve onların eşkıya ile olan bağlarını örtbas etmek istemekteydi. Ancak bir çok yerde özellikle Ortodoks Rum din adamlarının faaliyetleri gizlenemeyecek kadar açık ve çok sayıda cereyan ediyordu. Şöyle ki; Manastır ve çevresindeki ruhban ve mektep görevlileri asıl görev yerlerini terk ederek sürekli olarak eşkıya ile işbirliği içerisindeydiler.[156] Prizren Metropoliti’nin görev alanından daha geniş bir alanda görev yaptığı[157] ve denetimi altındaki okullara da usulsüz bir şekilde öğretmenler tayin ettiği tespit edildi.[158] Yenice ve Vodine’de görevli papazların Yunan Konsolosluğu’dan maaş alarak Devlet aleyhine eşkıya ile birlikte hareket ettikleri Yenice Metropoliti’nin ihbarı sonucunda ortaya çıktı.[159] Siroz Metropoliti’nden de eşkıya ile irtibatı olduğuna dair şüphelenilmesi üzerine Patrikhane’den metropolitin siciliyle ilgili bilgi istendi.
Patrikhane, metropolitin kesinlikle böyle davranış içerisinde olamayacağını bildirdi. Fakat yapılan tahkikat derinleştirilince Siroz Metropoliti’nin, Siroz’un Dovişte köyünde oluşturulan Rum çetesine yardım ve yataklık ettiği, hatta çevreyi iyi tanıdığı için eşkıyanın nasıl hareket edeceğine dair planlar hazırladığı ortaya çıkmış ve böylece doğrudan doğruya eşkıya ile münasebeti tespit edilmiştir.[160]
Ağustos ve Karaferiye’de Metropolit vekillerinin kiliseye yardım amacıyla Rumlar’dan ve Ulahlar’dan topladıkları paraları fesat işlerinde kullandıkları belirlendi.[161] Ustrumca’nın Kolen karyesinde bir Rum papazının oğlunun teşkil ettiği çete ile girişilen çatışmada kendisiyle birlikte iki arkadaşı ölü olarak ele geçirildi.[162] Karaferiye’de Rum Kilisesi’ne lağım kazıldığı tespit edildi.[163] Prizren’de artık sanki devlet yokmuş gibi hareket edilmeye başlandığından, Rusya ve Avusturya konsoloslarının katıldıkları ve Rum mektebinde öğrencilerin oynadıkları oyun için hiçbir izin alınma gereği duyulmadı.[164] Hatta bazı ruhanîler Kesendire Metropoliti’nin yaptığı gibi, daha da ileri giderek, Karakol Çavuşu’ndan memnun olmadığı için değiştirilmesini istedi.
Kesendire Metropoliti’nin bu teşebbüsü, böyle bir istekte bulunamayacağı belirtilerek, reddedilirken, yazışmasını Rumca yaptığı için, Osmanlı ülkesinde resmî yazışmalarda Rumca kullanılamayacağı konusunda da uyarıldı.[165] Gerebne Metropoliti Agatankilos, Rum eşkıyası ile muhabere hâlinde bulunarak, onlara yardım ettiği için suç ortağı Antas ile birlikte tutuklandılar.[166]
Sonuç
Rum Ortodoks Patrikhanesi, Bizans Dönemi’nde, Bizans İmparatorları’nın emri altında sıradan bir memur olmaktan da öte, sürekli olarak Roma Kilisesi ile birleştirilme tehdidi altında ve bunun sıkıntısı ile bütünleşmiş durumdaydı. İstanbul’un fethinden sonra Türk kültürünün genel müsamahası çerçevesinde üzerinde yaşadıkları coğrafyanın hâkimi Devlete sadakatleri nispetinde kendilerine gereken önemle birlikte, değer de verilmişti.
Fakat Patrikhane ve bağlı kurumları, hem önemli, hem de değerli olma vasfını taşıyamadılar. Kendilerine bu vasfı kazandıran Osmanlı kimliğini hazmedememe, hatta ona karşı faaliyette bulunma
noktasına geldiler. Fırsat buldukça Avrupa ülkeleri ile irtibat halinde bulunarak, Osmanlı Devleti’ne karşı açık ve gizli bir mücadeleye başladılar. Bu mücadeleyi verirlerken de kendilerine tanınan müsamahayı istismar ederek, bunların bir hak ve imtiyaz olduğu iddiasıyla dünya kamuoyunda mazlum bir görüntü vererek, haklı bir konum elde etmeye çalıştılar. Zaten sürekli olarak Osmanlı Devleti aleyhinde kullanmak üzere türlü bahaneler arayan Batılı Devletler, bu fırsatı da değerlendirmeye çalıştılar.
Özellikle Osmanlı siyasî hayatında, yasalaşma sürecinde yapılan bir takım değişiklikleri Patrikhane, kendisine yönelik bir hareket gibi değerlendirmek istedi ve bunlara engel olmaya çalıştı. Bâbıâli bu dönemde bir taraftan yeniden yapılanmaya çalışırken, diğer taraftan da Patrikhane’nin milletlerarası platformda önüne koymaya çalıştığı engelleri aşmak için yoğun bir çaba sarf etmek mecburiyetinde kaldı. Böylece Devletin maddî ve manevî gücünü daha doğru bir şekilde kullanarak, vatandaşına yapıcı bir takım hizmetler verebilecekken, Patrikhane ve O’nun tahrik ve teşvikleri ile hareket eden bazı kurumların engellemelerinden dolayı aynı gücünü varlığını devam ettirebilmek için kullanmak mecburiyetinde kalmıştır. Bu ve buna benzer engellerden dolayı da gerekli reformlar zamanında yapılamamıştır. Türk yenileşme tarihini bir bütün olarak değerlendirmek durumundayız. Bundan hareketle Osmanlı Devleti döneminde, zamanında gerçekleştirilemeyen reformlar tabii olarak, Türkiye Cumhuriyeti’nde yapılmak istenen yenileşme hareketlerini de dolaylı da olsa olumsuz etkilemiştir.
Trakya Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi / Türkiye
Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 13 Sayfa: 87-98