Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

Etnolojiye Dayanan Cihan Tarihinin Işığı Altında İlk Türklük Ve İlk İndo-Germenlik

0 12.671

Burada verilen izahatta ilk Türklük ile ilk İndo-Germenlik karşı karşıya tutuluyorsa, bundan, her iki kıymet, kayıtsız ve şartsız olarak aynı mukayese müstevisi üzerinde bulunuyor addedilebilirmiş gibi bir mana anlaşılmasın. Malum olduğu veçhile Türkçe, Altay dil ailesinin bir rüknünü teşkil eder. Bu aileye, Moğolcadan maada, -muhtelif tali lisanlariyle, daha doğrusu lehçeleriyle, -Türkçenin kendisi, ve şüpheli olarak, Altay dili olduğu, malum olduğu üzere, Shirokogoroff tarafından ısrarla reddolunan Manço-Tunguz dili mensuptur. Maalesef Altayın Ural’la olan münasebetleri vazih surette meydana çıkarılmış değildir. Fakat günün birinde, hem kültür tarihi, hem dil bakımından, ilk İndo-Germenliği, yine kültür tarihi ve kısmen de dil manasında alınan bir “ilk Ural (Samoyed)-Altay”lıkla karşılaştırmamız icap etmesi ve burada Altay’dan (biraz evvelki izahatımızın ruhuna uygun olarak) yalnız Türk-Mogol’a mensup, anlaşılması mümkündür. Binaenaleyh, izahatımızın çerçevesi içinde, Türklük, yahut ilk Türklük tabirleri, umumiyetle, mutad olan manadan daha geniş bir manayı haizdir. Fakat aşağıdaki tafsilatta, sıklet merkezi kültür tarihi tarafında bulunduğundan, ve mukayeseler, neticede, kompleksden komplekse yapıldığından, (ve verilen isimlerin ehemmiyeti tali bir dereceye düştüğünden) hareket tarzımızın bir zarar vereceği pek memul değildir; bununla beraber, bu mülahazaları önceden arzetmeği faydalı, hatta zaruri gördük.

***

En aşağı otuz seneden beri Etnoloji ile meşgul olan alimlerin bir iki sene evvel vefat eden, tanınmış Alman Etnologu Prof. Fritz Grabner’in izinde yürüyen bir kısmı, Etnoloji sahasında umumiyetle yazı şeklinde olmayan mutat kaynak malzemesinin müsaade ettiği mikyasta, tamamen tarihi prensiplere uygun bir tarzda çalışmağa gayret ediyor. Bu tarihi etnolojinin zemini üzerinde “Kültür Münasebetleri” cephesinin tamamen ön safta bulunması, işin mahiyeti ile alakadar bir keyfiyettir. Bu gibi münasebetleri araştırmak için evvelemirde şekil ve kemiyet kıstaslarının yardımiyle yapılan araştırmalar, netice olarak, bir taraftan esasta birbirleriyle bağlı kültür kompleks’lerini, diğer taraftan esasta bunların birbirine nazaran-bittabi mutlak değil, ancak izafi-yaş münasebetlerini meydana çıkarmakla mükelleftir.

Tarihin kendisine has usulünün, etnoloji sahasına, yani yazı ihtirağ etmemiş, binaenaleyh henüz yazılı kaynaklara malik olmayan kavimlerin ve kültürlerin tarih ve tekamülüne tatbikini, sistematik olarak ilk defa, tarihçilikten gelme olan, biraz evvel mezkur Profesör Fritz Grabner, 1911’de çıkardığı “Die Methode der Ethnologie” (Etnolojinin metodları) adlı kitabında başarmıştır. Bundan biraz evvel, tarihi Etnoloji’ye ait yeni bir usulü, W. Schmidt’in kaleminden ve W. Koppers’in makaleleri ile birlikte çıkarmağa muvaffakiyet elvermiştir. Eserin adı: “Handbuch der Methode der kulturhistorischen Ethnologie” (Kültür Tarihi Etnolojisinin metoduna dair El Kitabı). Hacmi 300 sahifeden aşağı olmıyan bu kitapta, Fr. Grabner’in küçük kitabının intişarından beri, bilhassa metodoloji bakımından yapılmış olan terakkilerle, elde edilmiş tecrübeleri kıymetlendirilmeğe ve böylece, ilim sahalarımızın arzettiği araştırma durumunu, insan yapısının daima cari ve malum bakasızlığının müsaade ettiği mikyasda, nnazarı itibara alan bir el kitabı vücuda getirmeğe teşebbüs olunmuştur.

Burada tarihi Etnoloji (yahut kültür tarihi etnolojisi)nin metoda ait temellerinin teferruatına tabiidir ki girişilemez. Yalnız şuna işaret edeyim ki, şimdiden hem eski hem yeni dünyanın çok etnologları, mukayeseli çalışmalarında, etnolojinin kültür tarihine dayanan metodunu esas ittihaz ediyorlar. Fakat tarihi etnolojik araştırmaların ilk toplu neticelerinin bazılarına karşı biraz daha muhteriz davranılmaktadır. Bu toplu neticeler, vaktiyle -bundan 25-30 sene evvel- ilk defa bilhassa Fr. Grabner, B. Ackermann ve W. Schmidt tarafından kurulan kültür tabakalarında, yahut kültür çevrelerinde temsil olunmaktadır. Bu kuruluşlara karşı muhteriz davranmak haklı olabilir; onları yapanlar da öyle düşünüyorlardı ve hâlâ öyle düşünüyorlar. Bilhassa onlar, tarihi-etnolojik metodla, bu metodun yardımı ile mazi için kurulan kültür çevreleri arasında mutlaka bir tefrik yapılması icap ettiğine bir defa değil, bir çok defa, pek büyük bir ısrarla işaret etmişlerdir. Tarihi-etnolojik metodun, esas hatlarında baki kalacağı büyük bir emniyetle söylenebilirse de, aynı şey kültür çevreleri hakkında aynı mikyasta muteber değildir. Bu çevreler, şimdiye kadar malum ve tarihi noktai nazarlara göre işlenmiş olan etnolojik malzemeye istinaden kurulmuş ve kurulabilmiş kültür birlikleri ifade eder. Şüphesiz ki yeni araştırmalar, bu kültür çevrelerinin manzarasında bir takım değişiklikleri, itmamları ve tashihleri zaruri kılacaktır.

Fakat bir kere kurulmuş kültür çevre yahut komplekslerinin tadil ve tashihine daima çalışmak elzem olmakla beraber, eski kuruluşlarda herşeyin zamanla çürüdüğünü kabul etme de yanlıştır. Hakikat hiç de öyle değildir. Ehemmiyetli olan epey şeyler mevcudiyetlerini muhafaza etmiş ve, tahmin edilir ki, daha da muhafaza edecektir. Fakat burası, bu hususta daha fazla tafsilata girişmenin yeri değildir. Şimdi, ilk Türklükle ilk İndo-Germenliğin tarihi etnolojinin kültür kompleksi yahut çevresiyle ne gibi alakaları olduğu ve ilk Türklükle ilk İndo-Germenlik araştırmaları, bu zaviyeden yapılırsa, ne derecede ilerleneceği meselesine geçiyorum. Burada bahse mevzu münasebet, mütekabildir. İlk Türklük ve ilk İndo-Germenlik kompleksleri, bu kavimlerin daha yazısız ve binaenaleyh yazılı kaynaktan mahrum oldukları zamanlara sevk ettiği takdirde tabiidir ki her ikisi esas itibariyle etnoloji ilmimizi alakadar eder ve biz de, bu ilmin mümessilleri sıfatiyle bu noktainazardan, İndo-Germen ve Türk Dil ve Eski Çağlar ilimlerinin kendi başarılarından memnuniyetle istifade ederiz. Fakat buna mukabil tarihi etnoloji, daha eski kardeş ilimlere, hazırladığı kompleks yahut kültür çevrelerini, ilk İndo-Germenliğin yahut ilk Türklüğün çevrelerine tatbik ve böylece anakökler üzerine yeni ışıklar dökmek suretiyle, yardım edebilir. Ve nihayet, kolayca göstereceğimiz gibi, ilk İndo- Germenliğe ve ilk Türklüğe ait meselelerin daha iyi aydınlatılması için, alacağımız etnoloji, evrensel tarih durumu, yalnız nazari bir şart değil, aynı zamanda hakiki bir teşvik ve ilerletmedir. Bu suretle, ilk Türklükle ilk İndo-Germenliğin arasındaki münasebetlerin yeni bir ışıkta görünmesi kabili izahtır. Ve bilhassa bu mesele ayrıca alakamızı uyandırmakta ve bu alakaya layık bulunmaktadır.

Bütün meseleyi vazetme tarzımıza tevfikan ilk sual, tabii olarak ancak şu şekilde olabilir: Bugünkü araştırmaların ışığı altında, ilk Türklük ve ilk İndo-Germenlik kompleksleri nasıl bir manzara arzederler? İkinci sual olarak daha az alaka uyandırıcı ve ehemmiyetli olmayan şu sual takip eder: iki kompleks biribirine tarihi ve jenetik bakımdan bağlı mıdır? Bağlı ise, bu bağlar hangileridir? Demek oluyor ki önce dikkatimizi ilk Türklüğün ve ilk İndo-Germenliğin kısa bir tasvirine hasredeceğiz.

Prof. Dr. Wilhelm KOPPERS

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.