Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

Eski Türk Yazıtları

0 12.838

Prof. Dr. Hüseyin Namık ORKUN

Göktürk adını verdiğimiz ve genel olarak Türk adı altında tanınan yani altıncı asırda Çinlilerin Tukiüe diye bahsettikleri ulus, tarihte ilk defa olarak KinŞan dağları havalisinde gözükmekte ise de bu adın eskiliğini Çin tarihlerinin bu kayıtlarıyla başlatmak doğru değildir. Evvela Edkinsin dikkatini çeken, bilahara Franke ve De Groot tarafından da zikrolunan Hiungnulardan evvel varlığını bildiğimiz Tik ulus adınm Türk adıyla birleştirilmesi bu ismin zannedildiğinden daha çok eski olduğunu ortaya koymağa kafidir.[1]

Türk adının manasını da ilk defa olarak F. W. K, Müller Uigurica II de göstermiş, ondan sonra Le Coq da Thomsen Festschriftde bu mananın ulus ismi olan Türk ile alakasını ortaya koymuş, Thomsen de 1922’de bu ciheti kabul eylemişti. En son olarak da Mémeth 1927 de bu husustaki bütün literatürü toplayarak bu ciheti takviye etmişti. Artık bilgi âleminin kabul ettiği veçhile bu isim kuvvet, kudret manasına gelip Türkler arasında baş kabileye, hâkim unsura verilen bir isimdir.

Göktürkler tarihte ilk ortaya çıktıkları dönemde onları Juan Juan denilen Avarlara tabi olarak görmekteyiz, Bunlar Kin Şan dağlarında demir işleri yapmakla meşgul olup yay ve ok yapmakta temayüz etmişlerdi. Daha sonra 546 senesinde Avarlar Çinlilerin Tiele dedikleri bir Türk kavminin hücumuna maruz kaldıkları vakit Göktürkler derhal bunların üzerine hücum etmişler ve Tieleleri mağlup etmişlerdi. İşte bu sıralarda ilk defa olarak Göktürk hakanının ismini Çin tarihleri kaydetmişlerdir. Tumen namı verilen bu han bu muzafferiyetten sonra kendisini tahkir eden JuanJuan’ların aleyhine dönmüş, 552 de bunları da mağlup ettikten sonra aynı senede ölmüştür. Tumen hanın ismini Türk yazıtları Bumin diye yazmaktadır. Bumin Han tahta çıktığı vakit Türk an’anesi veçhile garp taraf hidivi olarak kardeşi Şetiemiyi tayin etmiş, Şetiemi de Onokların yani on kabilenin ve diğer garpte bulunan Türklerin idaresini eline almıştı. Çinlilerin Şetiemi dedikleri bu ismi Türk yazıtları İstemi diye yazmaktadır.[2] Bumin’den sonra oğlu Kolo Göktürk hükümdarı olmuş ise de Kolo bir sene hükümet sürdükten sonra ölmüş, yerine Bumin’in diğer oğlu Kolo’nun küçük kardeşi Mukan tahta çıkmıştı.[3] Mukan Göktürk hükümdarları içinde en meşhurlarından biridir.

Yapmış olduğu fütuhat neticesinde Türk ülkesi şarkta Mançurya’dan garpte Semerkand ile Belh arasında meşhur bir geçit olan Demir Kapı’ya kadar uzamış bulunuyordu. Garpte Eftalit denilen büyük ve kuvvetli bir kavmi mağlüp ile buralarda memleketi büyültüp kudretini arttırdıktan sonra Mukan nazarını şarka çevirmiş, Çinlilerle münasebete başlamıştı. Bu esnada amcası İstemi han da garp hidivliğini idare ediyor, Bizans ve İran ile münasebette bulunuyordu. Bizans hükümeti Türkler nezdine sefir göndermiş, bu sefirler memleketlerine döndükleri vakit Türkler hakkında mühim malûmat getirmişlerdi. Bu malûmat Menandros ve Theophylaktos Sımokatta gibi Bizans müverrihlerinin eserine de geçmiş olup Türklerin ne derece yüksek bir medeniyet seviyesine vardıklarını göstermesi itibarıyla son derece mühimdir.

Mukan 572’de ölünce yerine Bumin’in üçüncü oğlu Topo geçmişti. Topo Çin ile iyi bir şekilde münasebette bulunmuş, bir Çinli prenses ile izdivaç etmiş, fütuhattan ziyade din ile meşgul gözükmüştü. 581 senesinde Topo da ölünce Göktürk tahtına çıkacak Bumin hanın oğlu kalmamıştı. Binaenaleyh ya Topo’nun veya Mukan’nın bir oğlunun tahta geçmesi icap ediyordu.

Memleketin ileri gelenleri Muka’nın oğlu Talopien’i tahta geçirmek isterken halk da buna itiraz ederek Topo’nun oğlunu iktidar mevkiine çıkarmak istiyordu. Nihayet Topo zamanından beri şark hidivi olan Kolo’nun oğlu Asparuh işe müdahale etmiş, Toponun oğlunu tahta çıkarmış ise de Talopien buna razı olmamış, Topo’nun oğlu da hükümdarlığı Asparuh’a terk eylemişti. Çin tarihlerinin Şapolio şeklinde yazdıkları bu ismin Türkçe telaffuzu Asparuh’dur.

Bu esnada Türkler nezdine sefaretle gelen Şangsunçing Çin imparatoruna Türklerin vaziyetini bildiren bir layiha vermiş, Türkleri kuvvetle mağlûp etmenin imkansızlığını göstermiş, ancak hile ile bu işlerde muvaffak olmanın imkanını anlatmıştı. Bu proje imparator tarafından da tasvip edilmiş, tam tatbik edileceği sıralarda da Türk orduları Çin hudutlarına doğru ilerlemeye başlamıştı. Türk ordularına karşı Çinliler kuvvetle mukabele edemiyorlar, ordular Çin içinde istedikleri gibi hareket ediyorlardı. Binaenaleyh yine hileye müracaat olunmuş, Asparuh hanın oğluna Tielelerin isyan ettiği haberi gönderilmiş, fakat bu da bir netice vermemiş, Türk orduları gene Çin hudutlarında gözükmeye başlamıştı. Müthiş muharebeler netice vermiyor, Çinlilerin bütün gayreti boşa gidiyordu. En nihayet Çin ümerası teke tek harp etmeye karar vermişler, buna Türkler de razı olmuştu. Teke tek harpte Türk muharibi mağlûp olmuş, orduları da geri çekilmişti. Çinliler hile siyasetinde devam ediyorlardı. Bunun neticesi olarak Talopien ile Asparuh’un arası açılmış, dahili mücadeleler baş göstermişti. Nihayet Asparuh Han Çine tabi olmaya mecbur olmuş, bu suretle Türkler tamamıyla değilse de kısmen istiklallerini kaybetmişlerdi. Zaten garp hidivliği de Topo’nun ölümünden sonra İstemi’nin oğlu Tardu zamanından beri Şarkî Göktürk Hanlığı’ndan ayrılmış bulunuyordu.

Asparuh’un ölümünden sonra tahta çıkabilecek kardeşi ve oğlu vardı. Diğer milletlerin tarihlerinde pek tesadüf edilmeyen hadiselerden biri işte bu sırada amca ile yeğen arasında cereyan etmişti. Bunların her ikisi bir müddet birbirlerine tahtı teklif etmişler, nihayet Asparuh’un kardeşi ağabeysinin vasiyeti mucibince Moho namıyla Göktürk tahtına geçmişti. Moho Han kısa bir müddet hükümran olabilmiş, bir harpte kendisine ok isabet ederek ölmüştü. Bu devirlerde Göktürk hükümdarlığında dahili kargaşalık devam edip gitmekte idi. Bu mücadeleler kendilerini zaafa düşürmüş, Çinliler de bu kargaşalıktan ve zaaftan istifadeye başlamışlardı. Çin orduları Göktürk Hükümdarlığı dahiline girince Türkler mukavemet edememişler, daha şimale çekilmeye mecbur olmuşlardı. Çin’in himayesinde hareket eden Kimin han da yavaş yavaş diğer Türkler arasında şöhret kazanıyor ve handan yüz çevirenler buna iltihak ediyordu.

Diğer taraftan Çinliler de hile siyasetlerinde devam ediyorlardı. Kimin Şarkî Göktürk tahtına geçtiği vakit Türklerin müstakil olmaları tamamıyla zahiri idi. Bütün Türkler hakikatte Çin’e tabi olarak yaşamakta ve onların arzusu veçhile idare edilmekte idi.

Çin boyunduruğunda yaşamak Türklere pek ağır geliyor, müstakil yaşamaya alışmış bir ulus için bu tahammül edilmez esaret hayatına bir nihayet vermek arzuları uyanıyordu. Diğer taraftan Çinliler de Türkleri Çinlileştirmek için her türlü gayreti sarf ediyorlar, Türk ahlak ve adâtını değiştirmeye çalışıyorlardı. Kimin’in yerine geçen Şipi Göktürk Hükümdarlığı’nı tekrar diriltir gibi olunca Çinliler bundan telaşa düşmüşler, hile siyasetlerine devama çalışmışlar ise de bu sefer muvaffak olamamışlardır.

Türkler Çin üzerine muvaffakıyetli akınlar yapmaya başlamışlar, bu sefer de Çin’de çıkan kargaşalıktan Türkler istifade etmişlerdi. Şipi’nin ölümünden sonra tahta geçen Çulu zamanında da Türkler Çinlilere karşı tefevvuklarını göstermişler, fakat Türk sarayında Çinli prenseslerle izdivaç her zaman fena neticeler çıkardığı gibi bu defa da han, zevcesi Çinli prenses tarafından zehirlenmişti.

Çulu’nun vefatından sonra küçük kardeşi Kieli han Göktürk hükümdarlığı tahtına geçmiş ve ilk işi kardeşini zehirleyen prenses ile izdivaç olmuştu. Çin imparatoru ise Türkleri savsaklıyor ve Türklere tâbi olan kavimleri kendi tarafına celbe çalışıyordu. İmparatorun Türklere tabi olan Hitanlarla münasebeti Göktürkleri telaşa düşürmüş, Çin sefirlerini tutarak hapsetmişlerdi. Bunu haber alan Çin İmparatoru da Türk sefirlerini hapsetmişti. Bu hal muharebeyi intaç etmiş, Türk orduları Çin’e girmişti. İmparator Türklere karşı kuvvetle mukabele edemeyeceğini bildiğinden Hana hediyeler takdim etmiş, sulh teklif ederek muahede aktolunmuştu. Bu sulh de uzun sürmemiş, kısa bir müddet sonra harbi mucip olan sebepler ortaya çıkmış, Türk orduları tekrar Çin’e girerek Çinlileri birçok zayiata uğratmıştı. İlerleyen Türk ordusuna karşı koyamayan imparator nihayet birçok vaatlerle Türkleri sulha razı etmiş, Çin’den çıkarmaya muvaffak olmuştu. Kieli Han her fırsatta Çin içerisine giriyor, Çinlileri mağlûp ve perişan ediyordu. Bir defasında da merkezi hükümetin yakınına kadar gelmişti.

Kieli Han’ın iyi idare edememesinden ve Çinlilerin mütevali teşvikleri neticesinde Göktürklere tâbi olan Bayırko, Hoeihe ve Sieyento gibi bazı kabileler isyan etmişler ve üzerlerine gönderilen Toli han kuvvetlerini mağlûp etmişlerdi. Kieli han Toli’nin mağlûp olmasına kızmış, onu zincire vurarak hapsettirmişti. Bilahare hapisten çıkan Toli, Hana düşman olmuş, derhal isyan ederek Çin’den de yardım istemişti. Çin İmparatoru Türkleri Türklere kırdırmak siyasetini takip ettiğinden bu teklifi reddetmiş, fakat aralarındaki nifakı çoğaltmak için isyan eden Sieyento reisi Inan’ın hanlığını tasdik etmişti. Artık yavaş yavaş Göktürklere tabi olan bütün kabileler isyan ediyorlar, Çin’in de manevi yardımlarına mazhar oluyorlardı. Göktürkler için pek müşkül olan bu zamanlarda Çin imparatoru da fırsattan istifade etmek istemiş, ordusuyla Türk ülkesine girmiş, Hanı firara mecbur etmişti. Artık Hana tabi olan bütün kabileler Çin’e iltihak ediyorlardı. Hanın firarı üzerine Çin imparatoru Türkleri takip için büyük bir ordu göndermiş, Türkleri müthiş bir hezimete uğratarak Kieli Han’ı da esir almıştı.

Bu tarihten sonra Göktürk hükümdarlığı tamamıyla inkıraz bulmuş, Türk kabileleri Çin’e tabi olmuş, Türk ülkeleri Çin’in bir eyaleti gibi idare edilmeye başlanmıştı. Bütün Türk başbuğları Çinlilere itaat ediyor ve Çinlilerden birtakım unvanlar, rütbeler alarak bir Çin memuru gibi kullanılıyordu. Çinliler Türklerin tekrar baş kaldırmamaları için her türlü tedbiri alıyorlar, bir kısım halkı etrafa dağıtıyorlar, bir kısmını da Hami taraflarına hicret ettiriyorlardı.

Türk ülkesi altı eyalete bölünmüş, bu suretle idare edilmeye başlanmıştı. Fakat Çin’de yerleşen Türkler esaret hayatına tahammül edemiyorlar, istiklal için çareler düşünüyorlardı. Çinliler ise Şarkî Göktürkleri tamamıyla idareleri altına aldıktan sonra 659’da Garbı Göktürk memleketlerini de kısım kısım ellerine geçiriyorlardı.

Çin’de yerleşen Türklerin bazı istiklal için mücadeleleri akım kalmış, Çinlilerin takip ettiği şiddet politikaları hepsini de geri bıraktırmıştı. Nihayet 681 senesinde Çin tarihlerinin Kutluğ ve Türk kitabelerinin Elteriş han diye kaydettikleri bir prens maiyetinde pek az insanla ortaya atılmış, her istiklali seven Türk derhal etrafına koşunca kuvveti çoğalmış, Göktürk hükümdarlığını bu suretle tekrar kurmaya muvaffak olmuştu.

Kutluğ Han’ın vaziyeti pek nazik idi. Her taraf kendisine düşman idi. Memlekette iyi teşkilat yapmak, harice karşı müttehit hareket etmek icap ediyordu. Kutluğ bunlara muvaffak olmuş, düşmanlarına karşı müteaddit seferler yapmış, Türk ülkesini tekrar eski büyüklüğü kadar büyütmüştü. 682 de Çin akınlarına başlamış, birçok şehirleri zapt ve birçok da insan esir etmişti, Çin İmparatoru bu önüne geçilmez Türk akınlarına karşı ne yapacağını şaşırıyor, Türklerin hücumuna maruz kalmasın diye şehirleri tahribe kalkıyor, vükelası da hükümdarın bu şaşkınlığına mani olmaya çalışıyordu. Artık Türk orduları her sene Çin hudutlarında gözüküyor, Çinlilere bir hayli zayiat verdiriyordu. 685’te yine Türk orduları Çin’e girmiş, şimalî Çin’i istilaya başlamış. Çinlilerle yapılan harpte Çin ordusundan beş bin maktul düşmüştü, Çinliler Türklerle başa çıkamayacaklarını anlayınca diğer kavimlerden yardım istemeye mecbur olmuşlar, bunların yardımıyla şimali Çin’i istiladan kurtarabilmişlerdi.

Kutluğ Han 691 senesinde ölmüş, biri sekiz diğeri yedi yaşında iki oğul bırakmıştı. Cenaze merasimine birçok kavimler iştirak etmiş, defninden sonra da kabrine bir abide rekz olunmuş, hayatı üzerine yazılmış. Kutluğun ölümünden sonra Çinlilerin Meçüe Türklerin Kapagan han dedikleri kardeşi Göktürk tahtına geçmişti.

Meçüe han evvelâ Çin ile uğraşmaya başlamış, 694’te bir ordu ile Çin üzerine yürüyerek Çinlilerin hazırlanıp üzerlerine hücum edinceye kadar birçok esir ile geri dönmüştü.

Çinliler hudutlarının muhafazası için çalışırken öbür taraftan Hıtanlar isyan etmiş, bundan istifade etmek istiyen Meçüe bir ordu ile Çin’e girmiş, bir kumandanı esir almış ve Çin’de kalan Türkler iade edildiği takdirde bu isyanı bastıracağını bildirmişti.

Çinliler bu teklifi memnuniyetle kabul etmişler, bunun üzerine de Türk ordusu Hıtanlar üzerine yürüyerek bunları müthiş bir mağlûbiyete uğratmış ve birçok da esir almıştı. Türklerin bu hareketine karşı Çinliler Türk hanına unvanlar vermiş, fakat Türkleri vaatlerle avutmaya çalışmışlardı. Türkler bu harekete karşı Çin’e hücum etmiş, diğer taraftan Çin sarayına da bir sefir göndererek Çin’deki Türklerin iadesi, bir şehrin Türklere terki ve darı, sapan, demir, ipek verilmesini şart koşmuşlardı. Çin’de vükela toplanmış, Türklerle harp etmektense bu şartları kabul etmeyi daha muvafık bulmuş ve Türklerin istedikleri verilmişti.

Artık Türk şevketi Orta Asya’da pek ilerlemişti. Türkler Çin’in içişlerine bile karışıyorlardı, 698’de Türk orduları Çin’e girip birçok şehirleri istilaya başladığı vakit Çin dehşet ve heyecan içinde kalmış, Hanın başını getirene krallık dahi vadolunmuştu. Nihayet müsaleha aktolunmuş, Çinliler Türklere 300, 000 kilo darı, 50, 000 top ipek, 3, 000 ziraat aleti vermişlerdi.

Çin ile zahiri dostluk bir müddet devam etmiş, Meçüe Han Çinliler nezdine Mohatakan’ı [Bağa Tarkan?] sefir olarak göndermiş, bir kızını imparatorun oğluna vermek arzusunda olduğunu bildirmişti. Çinliler sefire pek hürmet etmişler, kendisine mihmandar tayin etmişler, Hanın teklifine de muvafakat etmişlerdi. Türklerle Çinliler arasında sulh epeyi müddet devam etmiş, fakat Çin’de imparator değişince siyaset de değişmiş, Türk orduları yine Çin’e girmişti. Artık her fırsatta Türk orduları Çin’e giriyor, Çinlilere kuvvet ve kudretlerini tanıttırıyordu. Çin’e akın başlamadan evvel Sarı Irmak’ın şimalinde bir mabede toplanıyorlar, burada ibadet edildikten sonra hareket ediyorlardı.

Bundan sonra Meçüe başka kavimleri itaati altına almaya başlamış, garp taraflarında sefere çıkmıştı. Diğer taraftan Hanın bu meşguliyetinden Çinliler istifadeye çalışıyorlar, hudutları tahkim ile kuleler yapıyorlardı. Meçüe son zamanlarda memleketi iyi idare edememeye başlamış, bir Çin prensesi ile izdivaç arzusuna düşmüş, Çin ile siyasetini bu esasa istinat ettirmişti. Diğer taraftan Basmiller isyan ediyor, Türkeşlerin üzerine de asker sevk etmek zarureti hasıl oluyordu. Türk orduları bütün bu isyanlarla meşgul olurken ve Kutluğun iki oğlu Bilge ve Kül Tegin (KölTigin) ordularıyla her tarafa seferler yaparken Meçüe de hâlâ Çinli bir prenses ile izdivaçtan vazgeçmemiş, Çin’in oyalama siyasetine kapılmıştı. Hanın fena idaresi Göktürklere tâbi olan kavimleri gittikçe soğutmaya başlamış, neticede Karluklar ve daha birçok Türkler Çin tâbiyetine geçmişti. Meçüe’nin tebaasının bir kısmı Çin’e iltihak ederken memlekette de isyanlar çıkıyordu. Tola ırmağı taraflarında sakin olan Bayırkolar isyan ederek Hanı tanımamışlardı. Bunun üzerine Han derhal ordusuyla üzerlerine hareketle Bayırkoların müthiş bir mağlûbiyete düşürmüş, geriye dönerken dikkatsizce hareket ettiğinden ormanda saklanan Bayırkoların hücumuna maruz kalarak bunlar tarafından katlolunmuştu [716].

Meçüe’nin katlinden sonra Göktürk hükümdarlığı daha büyük bir zaafa uğramış, artık inhitat devri başlamıştı. Hanlık mevkiine Kutluğun oğulları Bilge Han ile Kül tegin ve Meçüe’nin oğlu geçebilirdi. Bunlar arasında da mücadele baş göstermiş, iki kardeş birleşerek Meçüe’nin oğluna galebe çalınca büyük kardeş Bilge Han Şarkî Göktürk hükümdarı olmuştu. Çin tarihlerinin Mekilien diye kaydettiği ve Türk kitabelerinin «Tenri teğ tenride bolmış Türk bilğe kagan» diye yazdığı yeni Han kayın babası Tonyukukun âkilâne tedbirleri ve nasihatleri ile memleketi idareye başlamıştı.

Bu sırada Türkeşler isyan etmiş, dağılan kabile halkını toplayarak istiklal peşinde koşmaya başlamıştı. Aynı zamanda Izgil kavmi de isyan bayrağını açmıştı. Türk orduları Izgiller üzerine yürümüş, birçok kahramanlıklar gösteren Kül Tegin de harpte bulunmuş, Türkler galip gelmişti. Fakat diğer taraftan Türkeşlerin isyanı büyüyor, gittikçe kuvvetleri artıyordu. Bilge Han bunun üzerine kayın babasının nasihatlerine müracaat etmiş, bu sayede muvaffakiyet âsarı gözükmeye başlamıştı. Tonyukukun Bilge Han nezdinde bulunması onu seven diğer birçok kabilelerin Göktürklerin idaresine girmesine sebep olmuş, Türk kuvvetleri çoğalmıştı. Diğer taraftan Çin’e iltica eden kuvvetler de geri dönüyorlardı. Türkeşlerle kız alıp vermek suretiyle akrabalık kurulmuştu. Bilge Tan memleketi dahilinde Buda mabetleri inşa ettirmek istiyor, fakat Tonyukukun itirazına uğruyordu. Tonyukuk Türklerin cetlerinden gördükleri ulusal hayatı takip etmesini muvafık görüyor, onları bu hayattan uzaklaştırmanın Türk seciyesini bozacağını ileri sürüyordu. Nihayet Bilge Han da bu noktayı kabul etmişti.

Memlekette dahili teşkilat yapılmış, her şey yoluna girdikten sonra isyan eden kabileleri yola getirmek için hareket edilmişti. Bu esnada Çinlilerle olan münasebet bozulmuş, büyük bir Çin ordusu Türkler üzerine yürümüştü. Çin generali Türklerle doğrudan doğruya çarpışmaktansa Türklere tâbi kabileleri isyan ettirmek ve bu suretle muvaffak olmayı daha iyi bulmuştu. Bu plana göre Basmil ve diğer kabileler hep birden isyan ederek Türkleri her taraftan ihata edeceklerdi. Bu plan hanı pek kuşkulandırmış ise de âkil Tonyukukun fikir ve mütalaaları hanı teskin etmişti. Filhakika bu kavimler hudutlara kadar gelmişler, beklemişler, hiçbir şey yapamayarak geri dönmüşlerdi. Bilge Han derhal Basmillerin üzerine hücum etmek istemiş ise de Tonyukuk Basmilleri habersizce takip ile iyice yorulduktan sonra hücumu tavsiye etmiş, bu tavsiye veçhile hareket edilerek Basmiller müthiş bir hezimete uğratılmıştı.

Bu muzafferiyetten sonra Bilge Han’ın nüfuz ve kudreti artmış, o da ecdadı gibi bir Çin prensesiyle evlenmek sevdasına düşmüştü. Çinlilerden ret cevabı aldığı halde yine talebinde ısrar etmişti. Bu sevda dolayısıyladır ki Tibet hükümdarı tarafından Çinliler aleyhine bir ittifak teklifini reddetmiş, prensesin verileceği ümidiyle Çinlilerle iyi geçinmeğe çalışmıştı, Çin İmparatoru bu ittifakın yapılmamasından memnun olmuş, atlattığı tehlikeyi takdir ederek Türklerin Ortusun şimalinde ticaret etmelerine müsaade etmiş, senede on bin top ipek göndermeyi de vadetmiş ise de prensesi vermeye yanaşmamıştı.

730 senelerine doğru Hıtanlar yüzünden Çin ile devam eden dostane münasebet bozulmuş, bu sırada da Dokuz Oğuzlar isyan etmişlerdi. Bu isyan bir sene sürmüş, Türk orduları beş defa harp etmişlerdi. En son harbi müteakip Türk orduları Amga kurgan denilen yerde kışlarken ansızın hücuma uğramışlar, vukua gelen harpte düşmanı püskürtmüşler ise de Kül Tegin koyun yılının on yedinci günü vefat etmiş, dokuzuncu ayın yirmi yedinci günü de yuğ merasimi yapılmıştı. Türbesini, heykelini, kitabesini de maymun yılında yedinci ayın yirmi yedinci günü tesis etmişlerdi. Bu tarihlere nazaran Kül Tegin 731 Ağustos yirmibirinci günü defnedilmiş demektir.

Yuğ merasiminde bulunmak üzere Çinlilerden, Hıtanlardan, Tatabilerden, Kırgızlardan, garp kavimlerinden yani Türkeşlerden, Sugdaklardan, İrandan, Bukaraklardan adamlar gelmiş, birçok hediyeler getirmişti. Kül tegin’in türbe ve yazıtını yapmak üzere Çin’den altı sanatkar gelmiş, yeğeni Yolug tegin yirmi gün Koşu Çaydamda oturarak Kül Tegin yazıtını yazdırmıştı.

Bilge Han Çinlilerin göstermiş olduğu bu dostluktan istifadeye çalışmış, evvelki arzusunu tekrar izhar etmiş, nihayet İmparatordan muvafakat cevabı almış iken maiyetinden bir zabit tarafından zehirlenmişti. 734 senesinde vefat eden Bilge Han’ın vefat tarihini yazıtı it yılının onuncu ayı yirmi altıncı günü olarak kaydetmektedir. Domuz yılının beşinci ayı yirmi yedinci günü de yuğ merasimi yapılmıştır.

Bilge Han’ın yerine tahta geçen İjen Çin’den sanatkarlar getirerek babasının namına yazıt diktirmişti.

Yeni han tahta geçtikten sonra Çinlilerle iyi geçinmiş, Türkeş hanına kızını vermiş, Türkeş hanının kızını da kendi oğluna almıştı. Bu hanın zamanı sulh ve sükunet içinde geçmiş, fakat sekiz sene saltanattan sonra vefat edince vaziyet değişmiş, yerine geçen küçük kardeşi zamanında Şarki Göktürk devleti pek zayıflamış, inkıraz tam manasıyla başlamıştı. Yeni Göktürk hanı pek küçük olduğundan memleket idaresi annesine kalmış, o da bir Tarkanı sevdiğinden her şey onun arzusu veçhile yapılmaya başlanmıştı.

Bu vaziyeti gören şark ve garp hidivleri ve birçok başbuğ tenkit ediyorlar, hoşnutsuzluk gittikçe etrafa yayılıyordu. Bunun üzerine Han Bilge Kutluğ annesinin teşvikiyle garp hidivi olan amcasını katlettirmiş, bunu gören Şark hidivi de ayni akıbete uğrayacağını düşünerek isyan etmişti. Diğer beyler de derhal isyan bayrağım açmışlardı. Bu isyanlara karşı eli böğründe kalan Bilge Kutluğ Çin İmparatoruna müracaat ederek himayesine girmek istediğini bildirmişti. Ümera, hanın bu hareketine karşı Şark hidivi ile birleşerek Hanın üzerine yürümüşler, Bilge Kutluğ harpte maktul düşmüştü. Bundan sonra Göktürk tahtına Bilge Kutluğun bir oğlu geçmiş, fakat asıl idare Şark hidivinin elinde kalmıştı.

Bunu gören Bilge Kutluğ’un diğer bir oğlu derhal isyan ederek hanı katliyle küçük kardeşini tahta geçirmişti, Kutluğ unvanını taşıyan bu han zade bilahare küçük kardeşini de katlederek iktidar mevkiine kendi geçmişti.

Göktürk hükümdarlığının inkıraza yüz tuttuğunu gören Çin İmparatoru Uygurları, Karlukları ve Basmilleri teşvik ederek Türklerin üzerine hücum ettirmişti. Muharebede Göktürk hükümdarı maktul düşmüş, 742’de yerine Basmillerin reisi han olmuştu.

Göktürk hükümdarlığı mahvolduktan ve yerine Basmillerin reisi geçtikten sonra Şark Hidivi Uygurların reisi, Garp Hidivi de Karlukların reisi olmuştu. Fakat bu hale tahammül edemeyen birçok Türkler bir araya gelerek eski hanedanı tekrar mevkie getirmek için teşebbüste bulunmuşlar ve bu hanedandan bir prensi hükümdar ilan etmişlerdi. 742’de yeni Türk Hanı Usumişi namıyla tahta çıkmış, oğlunu da Garp Hidivi tayin etmişti.

Türk ülkesinde vaziyetin düzelmeye başladığını gören Çin İmparatoru derhal bir sefir göndererek Türklerin Çin’e tâbi olmasını teklif etmiş, ret cevabı alınca Karluk, Basmil ve Uygurları teşvike başlamış, Çin ordularıyla birlikte bu kavimlerin de Türkler üzerine hücumunu temin etmişti. Her taraftan müthiş bir hücuma maruz kalan Göktürk Hükümdarı firara mecbur olmuş ise de Basmiller tarafından tutularak katledilmişti.

Türkler yine bir mevcudiyet göstermeğe çalışıyorlar, maktul hanın yerine kardeşini hükümdar ilan ediyorlardı. Fakat artık Göktürklerin eski şevketi kalmamış, küçük bir hanlık derekesine düşmüştü. Dört bir taraftan düşman ile sarılmış olan Göktürkler bu küçücük hanlığı da barındıramamışlar, 745 senesinde Uygurlar Göktürklere ait olan bütün ülkeleri zapt ve istila ile bu hükümdarlığa nihayet vermişlerdi. İki asır devam eden Göktürk hükümdarlığı bu suretle münkarız olmuş, yerine Uygurlar kaim olmuşlardı.

Göktürklerin ahlak ve adetleri hakkında yalnız Çin kaynaklarından aynı zamanda Orhun yazıtlarından da bazı istihraçlar yapabilmekteyiz. Hana, Kagan namı verilirdi. Kraliçe de Katun ismini alırdı. Şehzadelere Tegin, zevcelerine de Konçuy adı verilirdi. Kağandan daha küçük rütbe Kandır. Kan müstakil olarak yaşayan bir kabilenin reisine ıtlak olunur. Göktürklerde sınıf farklarının pek itina ile ayrıldığını görmekteyiz: zadegân sınıfı Bey unvanını taşır ve bundan maada Buyruklar da bulunurdu. Daha sonra Yabgular, Şadlar da vardı ki bunlar ikişer tane olup Göktürkler zamanında bunlar Tölis ve Tarduşlar üzerine memur edilir. En sonra da Tudun, Çur, Apa, Tarkan gibi rütbeler ve unvanların da mevcudiyetini görmekteyiz.

Bütün Türk cemaatlerinin en büyük kısımlarında olduğu gibi Göktürklerde de hanlık iki kısma ayrılmıştır. Biri şarkta oturan yarım müstakil hidiv, diğeri garpte oturan hidivdir. Bunların başında Kagan bulunurdu. Şark hidivi daha büyük olup aynı zamanda veliaht da sayılırdı. Her memur rütbesinin derecesine göre muayyen askere kumanda ederdi. Bunlar küçük kumandanları, zabitleri kendileri tayin ederlerdi. Han ilan olunan zat bir keçe üzerine konur, etrafında dokuz daireyi gezinti yapılır, sonra hanı ata bindirirler ve bu esnada da boynunu ipek bir bez ile boğmamak şartıyla sıkarlar ve bu bezi gevşettikten sonra da kendisine şu suali sorarlardı: «Kaç sene bize hanlık etmeğe muktedir olacaksınız?…» Can acısı ile hükümdarın ağzından ne gibi bir kelime çıkar ise ondan saltanatının kısa veya uzun olacağını anlarlardı.

Bütün devletin ümerası senenin ilk ayında hükümdarın sarayında toplanır, devletin işleri görüşülürdü. Hükümdarın muhafızlarına Fulin yani Kurt namı verilirdi. Bu ismin Çincede r li kelime ekserya l ile ifade edildiğini bildiğimize göre Türkçede Böriden geldiği anlaşılabilir.[4]

Hükümdarın vazifesi kabile veya camia ittihadını bozmamak ve o zamanda diğer kavimlerin yaptıkları gibi etrafa akınlar yaparak mal ve ganimet elde etmek, bu suretle milletini refah ve saadet içinde yaşatmaya çalışmaktır.

Totem devrinde Göktürklerin Kurdu mukaddes addettiklerini gerek Çin tarihlerindeki menşe efsanesinden ve gerek sonraları bunun hatırası olarak taşıdıkları Kurt başlı sancaktan anlamaktayız. Daha sonraları Göktürkler göğe, yere ve ecdatlarının ruhlarına tapmışlardır. Gök kelimesi Tengri kelimesiyle ifade edilirdi. Yeri ve göğü yaratan büyük varlıkta gökte otururdu. Hayırlı ruhlar dağ başlarında, ırmak membalarında bulunur ve insanlara hayır işlerlerdi.

İnsan öldüğü vakit ruhu bir kuş gibi kendisinden çıkar, uçardı. Onun için metinlerde öldü yerine uçabardı tabirini görmekteyiz. Kitabelerde Umay adlı birde çocukları himaye eden ilâhe ismine rast gelmekteyiz. Her sene muayyen zamanlarda han ve başbuğlar toplanarak cetlerine kurban keserlerdi. Senenin beşinci ayında da hanın oturduğu Tukin dağının garbinde çimensiz ve ağaçsız çıplak bir tepe üstünde Gök tanrıya kurban takdim olunurdu; ki bu tepeyi Çin tarihleri Potemyli diye kaydetmektedirler. İlk cetleri için de yapılan kurban merasimi her sene yedinci ayın beşinde icra olunurdu. Kurban edilen hayvan at veya koyun idi.

Göktürkler saçlarını uzatırlar, elbiselerinin eteklerini sola atarlardı. Oturmak için daima sulak ve otlak yerleri tercih ederlerdi. Çünkü sürü beslemekle ve av ile esaslı bir surette meşgul olmakta idiler, Aynı zamanda ziraatle de iştigal ederlerdi. Herkesin bir arazisi vardı. Bu araziyi evde kalanlar ve esirler sürerler, gençler de harplerde kahramanlıklar gösterirdi. Silahları yay, ok, zırh, mızrak ve kılıçtan ibaretti. Kemerleri kabartmalar ve oyuntularla süslenmiş, üzerlerine birtakım resimler yapılmıştı. Son derece cesur insanlardı. Onlarca cesaret ve şecaat en büyük miyar olduğundan gençlere daha fazla rağbet ederler, harplere gidemeyenler, ihtiyarlar ihmal olunurdu.

Herhangi birisi bir kızın namusuna tecavüz eder ise onunla izdivaca mecburdu.

Kavgada mecruh olana carih nakdî ceza verirdi. At veya diğer eşya çalan onun bedelinin on mislini ödemeye mecburdu.

İzdivaçta küfüv daima aranılırdı. Yüksek mevkii olan kadınlar halktan birisi ile evlenemezdi.

Birisi vefat ettiği vakit müteveffayı çadırı dahiline koyarlar; oğulları, hafitleri ve diğer akrabaları çadırın önünde at veya koyun kurban ederlerdi. Sonra yedi defa atla çadırın etrafını dolaşırlar, bu sırada yüzlerini bıçaklarla keserler; kanlar göz yaşlarıyla beraber akardı. Bu yedi dolaşmayı müteakip cenazenin defni için münasip bir gün tayin olunur ve sağlığında bindiği at da yakılırdı. Bir adam ilkbahar veya yazda ölmüş ise gömülmesi için yaprak dökümünü beklerlerdi. Son baharda veya kışta ölmüş ise defni için yaprakların yeşillenmesi, nebatatın çiçek açması beklenirdi. Muayyen vakit gelince bir çukur kazılarak cenaze defnolunur ve ilk öldüğü vakit yapıldığı gibi yene yüzlerini bıçaklarla keserler, atla koşuşurlar, akraba ve taallûkatı da kurban keserlerdi. Tedfinden sonra kabrin yanına bir yazılı mezar taşı ile müteveffanın hayatında öldürdüğü adamın adedince taş dikilirdi. Kurban edilen at veya koyun mezar taşının üstüne konurdu. Cenaze merasiminden sonra şenlikler yapılır, müteveffanin ruhuna ziyafet verilirdi.

Göktürklerin yüksek bir medeniyete sahip olduklarını Bizans membalarının bazı kayıtlarından da anlamaktayız. Garbı Göktürk hükümdarı İstemi Han 568 senesinde Bizans’a bir elçi göndermiş, buna mukabil olmak üzere de Bizans hükümdarı Zemarhos’un idaresinde diğer bir elçi heyeti gönderilmişti. Bu elçi heyetinin verdiği izahata göre Göktürk hükümdar altın işlemeli bir tahtta oturuyor ve çadırı rengarenk halılarla süslenmiş bulunuyordu. Bizans müverrihlerinden Theophylaktos Simokatta ile Menandros Protektorun kaydettikleri bu izahat Türklerin medeniyet seviyelerini göstermesi itibarıyla son derece mühimdir.

Çin tarihleri Göktürklerin yazılarının diğer kavimlerin yazılarına benzediğini kaydetmektedirler. Anlaşılan bu yazı bütün Türkler arasında taammüm etmiş bulunuyordu. Filhakika aynı yazı ile yazılmış başka kitabeler bunu teyit etmektedir.

Göktürk takviminin Çinlilerden alındığı hakkındaki kanaatler de henüz taayyün etmiş değildir. Thomsen bu noktayı kabul ediyor ise de E. Chavannesın tetkikatı bunun aksini göstermektedir. Metinlerde görülen takvim şu suretledir: 1 Sıçan, 2 Öküz, 3 Kaplan, 4 Tavşan, 5 Ejder, 6 Yılan, 7 At, 8 Koyun, 9 Maymun, 10 Tavuk, 11 Köpek, 12 Domuz.

Göktürklerin hesapları bir değnek üzerine yapılan çentiklerden ibaret olduğunu Çin tarihleri kaydetmektedir. Elimizdeki mevcut vesaika göre on bine (=Tümen) kadar hesap bildiklerini ve ondan sonra bir tümen, iki tümen diye hesap yaptıklarını görmekteyiz.

Göktürklerin kullandıkları yazılar ve imla tarzları hakkında burada izahata lüzum görmüyoruz. Orhun yazısının harfleri 38 olup bunun dört tanesi seslidir. Kelimeleri birbirinden ayırmak üzere de üst üste iki nokta kullanılmaktadır.

Bu Türk yazısının menşeini Samî sayan alimler var ise de son zamanlarda bunların ideogramlardan teşekkül ettiğini ispat etmektedirler. 1923’tenberi çıkarılan Byulleteny Sredneaziatskogo Gosudarstvennogo Universitetanın dokuzuncu cüz’ünde Polivanov Türk harflerinden XXX harfinin Türkçe ok ideogramından çıktığını gösterdiği gibi D harfinin de Türkçe’de ay ve I harfinin ise süngüg yani süngü ideogramından çıktığını ispat etmektedir.

Aşağıya bütün Türk yazıtlarında geçen alfabeyi koyuyoruz:

Orhun Yazıtları

Türk yazıtlarının tarihi XVIII. asrın ilk yarısına kadar çıkar. İlk defa Türk kitabelerinden Alaeddin AtaMelik Cüveyni Tarihi cianküşasında bahsetmiş ise de bu kayıtlar kimsenin dikkat nazarını çekmemişti. Diğer taraftan Çin vesaikı da bu kitabelerin rekzedildiğini haber vermekte idi. Türk yazıtlarını ilk defa ilim alemine tanıtan Yohann von Strahlenbergdir. İsveçli bir zabit olan Strahlenberg meşhur Pultava muharebesine iştirak etmiş [1709 temmuz 8], Ruslara esir düşmüştü. Ruslar bu zabiti Sibiryaya sürmüşler, buralarda kendisinin serbestçe gezmesine müsaade etmişlerdi. Strahlenberg bu havalide 13 sene kalmış, 1722’de vatanına dönebilmişti. Esareti zamanında nefyedildiği yer muayyen olmadığından bu fırsattan istifade ederek bütün bu havalide dolaşmış, buralardaki kavimler hakkında pek önemli malûmat toplamıştı. Vogullar arasında bulundu: bir Vogul kurban merasimini gördü; Ostyaklar, Samoyedler, Yakutlar, Tatarlar ve Moğollar arasında dolaştı; etnografik birçok malûmat topladı. Vatanına döndükten sonra Das Nord und Östliche Theil von Europa und Asia adlı meşhur eserini neşretti. Bu eser derhal layık olduğu şöhreti bulmuş, bütün ilim aleminin dikkat nazarını çekmişti. İşte bu eserde ilk defa olarak müellif Türk kitabelerinden bahsetmiş, hatta kitabında bu meçhul yazılı yazıtların bazı kopyalarını da neşretmişti.

Bundan bir hayli müddet sonra Orta Asya’ya gidenler bu yazıtların kopyalarını getiriyorlar ve eserlerine dercediyorlardı. XVIII. asrın nihayetlerinde Rusya’da seyahat eden Pallasda seyahatnamesine bu meçhul yazılı kitabelerden bazılarının kopyalarını derceylemişti. Daha sonra Spassky de 1822 senesinde Petresburg’da Inscriptiones Sibiriacae; de antiquis qııibusdam sculpturls et inscriptionibus in Sibiria repertis adlı eserini neşretmiş, burada yirmi iki kitabenin kopyasını vermişti. Bu esnada Messerschmidt de iki kitabe daha keşfeylemişti. Artık bir sürü meçhul yazıtlar herkesçe malûm olmuş, fakat bunların kimlere ait olduğu ve neleri ihtiva ettiği meçhul kalmıştı. 1825 de Abel Remusat bu kitabelerin “Türklerin eski memleketlerinde olduğunu, söyleyerek bunlar hakkında mütalâa serdetmiş, fakat bunların halli meselesi XIXuncu asrın nihayetinde Kopenhag Üniversitesi mukayeseli filoloji profesörü Vilhelm Thomsene nasip olmuştu.

XIX. asırda Rus arkeoloğlarından Yadrintseff Asyadan Orhun Irmağı civarındaki Türk yazıtlarının kopyalarını ilim alemine arzettikten sonra bir Fin sefer heyeti Heikelin riyasetinde oralara seyahat etmiş, kitabelerin mükemmel fotoğraflarını ve stampajlarını getirmeye muvaffak olmuştu. 1892de sefer heyeti eserini neşretmiş, artık bu eserler de ilim alemince etüd edilebilecek bir hale gelmişti. Yazıtların başında Çince metinlerde olduğundan bunların tercümesiyle iştigal edilmiş ve Popoff, Gabriel Deveria, Schlegel ve Parker gibi âlimler 732 senesinde Çin imparatoru Hiuentsung tarafından rekzettirilen bu yazıt ile meşgul olmuşlardır. Yazıtın Almanca tercümesini Georg von der Gabelentz yapmıştır.

Bu yazıları halletmek şerefinin Thomsene müyesser olduğunu söylemiştik. Thomsen 1893 senesinde bu yazılan hallederek evvela Tengri, Türk, Kül tegin kelimelerini okumaya muvaffak olmuş ve Bulletin de 1’Akademie Royale des Sciences et des Lettres de Danemark da [s. 285 299.] yazıların anahtarını neşretmişti. Bunu müteakıp müteveffa alim yazıtların tercümesiyle meşgul olurken Rusyalı alim Radloff Türk yazılarının tercümesini [Petresburg 1895] Die alttürkischen Inschriften der Mongolei namıyla neşretmişti. Bundan birkaç sene sonra da Thomsen Orhun Yazıtlarını ilmı bir surette Fransızca tercümesiyle Helsingfors da Memoires de la Sosicte FinnoOugrienhein beşinci cildi olarak neşretmiştir.

Orhun Yazıtları bu adı taşıyan ırmağın eski mecrası ve Koşo Çaydam havalisinde olup iki yazıtın bulunduğu yer hemen hemen birbirine yakındır. Arada bir kilometre kadar mesafe vardır. Bu kitabenin daha sağlam kalmış olanı Bilge Han’ın küçük kardeşi Kül Tegin namına 732 senesinde dikilmiş olanıdır. Bu abide 3, 75 metre olup yukardan doğru inildikçe kalınlaşan bir şekilde ve kireç taşından mamuldür. Binaenaleyh abidenin yukarısı 1, 22 ve aşağısı 1, 32 metre genişliğindedir. Taşın her tarafı yazılarla kaplı olup Çince kitabeyi de havidir. Yazıtların üzerindeki cepheleri Profesör Thomsen dört ciheti gösteren E, N, S, W işaretleriyle göstermiş ise de biz eserimizde doğu, batı, şimal ve cenup adlarının ilk harfleriyle göstermeyi daha münasip bulduk. Yazıtın doğu cephesinde 40, cenup ve şimal cephesinde 13 satır mevcut olup bunlar şakulî bir tarzda yazılmıştır. Cenup cephesindeki satırlar hükümdarın milletine karşı nasihatlerini ve Çinlilere kapılmamaları hakkındaki tavsiyelerini ihtiva etmektedir; ki bunlar bir mukaddeme mahiyetinde telakki olunabilir. Binaenaley Thomsenin en son tercümesi gibi biz de eserin tercümesine bu cepheden başlamağı münasip gördük. Kitabe keşfolunduğu vakit yere devrilmiş bir halde iken bugün tekrar eski yerine dikilmiştir.

Abideden biraz ötede taştan yapılmış bir kurban kesilecek yer vardır. Bununla abide arasında toprak bir tepe bulunmaktadır; ki bunun bina enkazı olduğu çıkan kiremit parçalarından anlaşılmaktadır. Tepenin yanında mermerden yapılmış ve başları bilahare buralara yelen kavimler tarafından koparılmış olan yedi heykel vardır, Bütün bu arazinin bir duvar ile de çevrildiğini gösteren izlere tesadüf olunmaktadır.

İkinci yazıt 734 senesinde ölen Bilge Han namına 735’te dikilmiştir. Genel durumu ve tertibatı tamamıyla diğer yazıtın aynısıdır. Yalnız yazıt evvelkisinden biraz daha yüksekçe olduğundan şark tarafına 41 satır sığmıştır. Diğer cephelerde de 15’er satır bulunmaktadır. Bu kitabe maatteessüf birinciye nazaran daha harap olmuş bir halde olduğu gibi zamanın ve tabiatın da tahribine uğramıştır. Bunun da Çince kitabesi var ise de pek bozulmuş olduğundan ancak bazı yerleri okunabilmektedir.

Her iki kitabenin yekdiğerine benzeyen noktalarını Thomsenin usulünü takip ederek alt alta yazmayı biz de münasip bulduk. Aralarda fark olunca bunu da tıpkı Thomsende olduğu gibi ayrıca dercettik.

Asıl metne gelince: her iki kitabenin karşısına koyduğumuz bu metinde bilhassa birinci yazıt nazarı dikkate alınarak konmuş ve icabında İkinci yazıtın yardımıyla her halde birincide de kat’î olduğunu kestirdiğimiz yerleri biz ilavede bir beis görmedik. Bazı yerleri Thomsen okuyamamış, halbuki buralara Radloff bazı kelimeler veya harfler koymuştur. Biz de transkripsiyonda Thomsen’i esas ittihaz ettiğimiz halde Radloffun bu kelimeler veya harflerini de koymakta tereddüt etmedik.

Ayni sahifenin altında bulunan tercümelerde metinler transkripsiyonda mukayeseli olarak konduğu vakit birinci kitabeyi esas ittihaz ettik. Fakat İkinci Yazıtta fazla olarak bulunan kelime veya cümleleri de ayrıca < > işaretleri arasında yazdık.

Tercümeyi mümkün olduğu kadar esas metnin tam mukabili kelimelerle ifadeye çalıştığımız için bazen mana anlaşılamayacak veya noksan anlaşılabilecek yerlderde [=] işareti arasında izaha çalıştık.

Satırların başında yani sahifelerin kenarındaki işaretler mesala I D 5 işaretinde I, Birinci Yazıt demektir. D == doğu, beş de satırın sıra numarasını gösterir.

Transkripsiyonu yaparken asıl metinde gösterdiğimiz gibi her satırı müstakil olarak göstermeyip burada satırları yürüterek devam ettirdik. Binaenaleyh diğer satırın nereden başladığını tayin etmek lazım gelmekte idi. Burada da her iki yazıtın birinci satırdan itibaren son satıra kadar umumi sıra numarasını verdik.

Metinleri tercüme ederken asıl metindeki eski Türkçe sözlerin bugünkü Türkçemizdeki tam mukabillerini koyduğumuz vakit bu yanyana konan kelimelerden teşekkül eden cümlenin hiç de bozuk olmadığını gördük. Binaenaleyh esas metnin tam tekabül eden kelimelerini koymayı ve bu suretle dedelerimizin cümle teşkilatını aynen biz de muhafaza etmeyi bazen aksamasına rağmen tercih ettik.

0 harfi hiçbir sesli harf ile birlikte yazılmadığı vakit bunu °k diye yazdık. Halbuki sesli harflerle gösterildiği vakit altına Aişaretini koymayı ihmal ettik. Binaenaleyh), sözünü kunkrıkan diye yazdığımız halde sözünü de buyruk diye yazdık.

™ (= ük) ve A (=ık) gibi harflerde de aynı şekilde hareket ettik.

Biz transkripsiyonu yaparken mevcut alfabemizden katiyen dışarı çıkmamaya gayret ettiğimiz için yalnız zaruri olarak ayrılması lazımgelen harfleri işarete mecbur olduk. Binaenaleyh nazal olan n harfini italik olarak gösterdik. k sesini aynı şekilde gösterdik.

A harfini de mutlaka tasrih zarureti olduğundan italik n mukabili olarak * harfini gösterdiğimiz için bu harfi italik y ile işaret ettik.

V harfini alfabemizdeki g harfiyle ve £ yi de ğ ile işaret ettik.

Dedelerimizin bu kutsal anıtını bugünkü dilimize çevirirken hemen hiçbir güçlüğe tesadüf etmediğimiz için kelimeleri uzunboylu izaha da lüzum görmemekteyiz. Binaenaleyh notlar kısmı mümkün olduğu kadar kısadır. Burada ancak evvelce yanlış izah edilen tontanış, yalma gibi sözleri izah ile iktifa ettik.

Prof. Dr. Hüseyin Namık ORKUN

Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 3 Sayfa: 727-734


Dipnotlar :

[1] Hüseyin Namık Orkun; Ülkü. sayı 15, s. 195199; 17, s. 344-348.

[2] Thomsen, Turcica, s. 17 vft müteakip.

[3] Aynı eser, s. 14. Thomsen bu ismin Türkçede Bukan olabileceğini yazmaktadır.

[4] Çin tarihleri bu Türkçe unvanları Çin telaffuzuna göre kayd ile Türkçedeki manalarını da yazmışlardır. Bunlardan naklen bakınız,: D’Herbelot; Bibliotheque orientate cilt 6. s. 150; De Guignes, cilt II, S. 413 Hüseyin Cahit tercümesi..

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.