Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

Eski Önasya’dan Günümüze Yeni Yıl Bayramları, Bereket Ve Yağmur Yağdırma Törenleri

0 16.583

Doç. Dr. A. Tuba ÖKSE

1. Giriş

Tüm canlılarda olduğu gibi, insan hayatındaki en önemli mücadele besin elde etmeye yöneliktir. İnsanların besin gereksinimini karşıladığı bitkilerin yetişmesi için su ve toprak, hayvanların üremesi ve büyümesi için de su ve bitkiler gerektiğinden, insanlık tarihinin başlangıcından beri bu maddelere verilen önem, bunları dinsel kavramlar haline getirmiştir. Toprak, su ve bitki­ler tanrısallaştırılmış, doğanın mevsimlere göre gösterdiği yaşam döngüsü mitolojik öykülere konu edilmiştir. Canlılara hayat veren suyu ve kış sonunda doğanın yeniden canlanmasına bağlı olarak ortaya çıkan bereketi elde ede­bilmek için çeşitli dinsel törenler düzenlenmiş ve bunlar için tapınaklar yapıl­mıştır.

Bu çalışmada insanların en çok gereksinim duyduğu su ve besinin bereketli olmasına etki ettiğine inanılan mitolojik öykülerin ışığı altında çeşitli inanışlar ve bu inanışlar doğrultusunda uygulanmış çeşitli dinsel törenler ele alınmıştır. Eski Önasya yazılı kaynaklarında anlatılan bu uygulamalar, belirli zaman dilimlerinde kutlanan bayramlara dönüşmüştür. Kutlamaların gerçekleştirildi­ği kutsal mekanlar ile uygulanan ritüellere ilişkin kalıntıları içeren arkeolojik veriler, antik kaynakları desteklemektedir. Her ne kadar araştırmamız daha ziyade antik dönem ve Roma Bizans çağlarında yoğunlaşsa da, günümüze uzanan bazı uygulamalara da değinilmiştir. Nitekim etnolojik verilere göre bazı gelenekler günümüzde yaşatılmaya devam edilmektedir.

2. Toprak ve Su

Tarım bereketli toprak ve yeterli su kaynaklarına bağlıdır ve suyun miktarı da iklimsel değişimlere göre değişir. Toprak canlıları içerisinde barındıran ve besleyen, yaşam mekanı sağlayan koruyucu alan, su ise yaşam iksiridir. Top­rağın içindeki su pınarlar, nehirler, göller halinde ortaya çıkarken, yağmur olarak da gökten inmekte ve toprağa katılarak bitkilerin çoğalmasını sağla­maktadır. Bu nedenle canlıların büyüyüp geliştiği toprak ile yer altı suyu ve yağmuru getiren gök, Eski Önasya toplumlarının ana dinsel ögelerini oluş­turmuştur. Bu iki öge zamanla toprağı simgeleyen Ana Tanrıça (Toprak Ana) ve suyu simgeleyen Su Tanrısı veya Hava Tanrısından oluşan baş tanrı çifti haline gelmiştir.

Tanrı Çiftleri

Eski Anadolu’da Ana Tanrıça Kubaba idi (Gusmani 1969: 158-161; Showerman 1969; Klengel 1989: 465; Haas 1994: 406). Hititlerin “Arinna Kenti Güneş Tanrıçası” ve Hava Tanrısı’nın eşi, Toprak Tanrıçası Wurunsenu (Klengel 1989: 53-54, 243) ile eşdeğer sayılan Kubaba Alalah’da yaşamın ve hayvanların bereketinden sorumlu olan tanrı LAMMA nın eşi, MÖ. 18. yüz­yılda Karkamış kentinin tanrıçasıydı. Ana Tanrıçanın farklı isimleri Eski Assur kaynaklarında Kubabat, Frig kaynaklarında Kybele, Lidya’da Kybebe, Lik- ya’da Kuvava olarak geçmektedir (Gusmani 1979) ve Eski Yunan’da Arte­mis adını almıştır.

Eski Mezopotamya inancında dünyanın yaratıcısı olan AB.ZU/apsu “yaşam suyu” ve “taze su okyanusu” anlamına gelir ve yer altı sularını, pınarları ve nehirleri besler (Ebeling 1938: 375-376). Sumerlerin baş tanrısı ENKI “Abzu’nun efendisi”dir ve Semitik Mezopotamya toplumlarının Su Tanrısı Ea ile eşdeğerdir. Yağmura dayalı tarımı Sumerlerde “Rüzgarın efendisi” olarak nitelenen ENLIL ile Hava Tanrısı AN sağlamaktadır. Hititlerde de hava tanrı­sı aynı işleve sahiptir ve Hitit Ana Tanrıçasının eşidir (Klengel 1989: 53-54, 243). Bu tanrı çifti Eflatunpınar anıtında tahtlarında oturur biçimde betim- lenmiştir (Bittel 1953: 4; Kohlmeyer 1983: 40).

Pınar tanrıçaları da çoğu kez bitki tanrılarının sevgilileriydi (Haas 1994: 446). Suriye pınar tanrıçası Sala ile Dagan, Hitit pınar tanrıçası Hatepuna/Hatepinu ile Telipinu ve Hatti tanrıçası Tassuwassi ile “Nerik Hava Tanrısı” birer tanrı çifti olarak nitelenmişlerdir. Bitki tanrıçaları da genellikle yer altı su kaynakları ile ilişkilendirilmişlerdir. Emar’da Bitkiler Tanrıçası Ishara’nın ırmaklar ve pınarlara da hükmettiğine inanılmış ve çoğu kez ır­makların tanrıçası Balıha (Balih) ve Haburıtum (Habur) ile birlikte anılmıştır (Haas 1994: 393-397). Kizzuwatna’lılar, bitkilerin büyümesi üzerinde etkisi olduklarına inandıkları bu tanrıçaya, dünyayı terk etmemesi için ilkbahar bayramlarında yakarmışlardır. Ugarit bitkiler tanrıçası Astart da su kaynakla­rından sorumlu olan yer altı tanrısı Astar ile bağlantılı görülmüştür (Klengel 1989: 279).

Kutsal Su Kaynakları

Eski Önasya’da yer altı su kaynakları, kuyular ve içlerinden su çıkan mağraların tanrıların ve ruhların dünyaya çıktıkları geçitler olduğuna inanılır (Macqueen 1959: 173; Segal 1970: 48-49, 53-54; Hawkins 1990: 314), diriliş ritüellerinde tanrıların pınarlar, denizler, nehirler, ateş, dağlar, gök ve sunular için kazılmış olan çukurlardan gelmesi beklenirdi (Haas ve Wilhelm 1974: 145, 177, 243).

Boğazköy “Südburg” yazıtında (Hawkins 1990: 314; 1995: 23, 44-45) ve Elbistan Karahöyük stelinde geçen dKASKAL.KUR, “yer altına yapay giriş” olarak tercüme edilmektedir (Hawkins 1993: 274-275, 277). Bu terim yer altı sularının yer yüzüne çıktığı noktalar için de kullanılmıştır (Gordon 1967: 70 v.d; Otten 1976-1980: 464). Troia’daki kaynak mağara (Korfmann 1998:57) ve Boğazköy-Yazılıkaya B odası (Hawkins 1998: 76) dKASKAL.KUR olarak nitelenmektedir.

Assur kralları I. Assur-uballit (Oberhuber 1972: 158) ve Sanherib (Ebeling 1954: 6) Akıtu tapınaklarının bahçelerindeki sulama kanallarına serin pınar suyu sağlamak için kuyular açtırmıştır (Ebeling 1931: 50, 135; Heinrich 1982: 276). Boğazköy 1. Tapınak yakınındaki yer altı su kaynağına ulaşan merdivenli yapının da ritüellerde kullanmak üzere temiz kaynak suyu elde etmek için inşa edildiği öne sürülmektedir (Neve 1969-1970: 98-99).

Hitit (Bittel 1976: 185-197; Bittel v.d. 1967; Ökse baskıda) ve Frig (Barnett 1953: 80-82; Haspels 1971) kaya tapınakları bir nehir, pınar ya da havuz yakınlarındaki kayalara oyulmuşlardır. Fenike’deki Astarte tapınakları da pınarlar ya da nehir kenarları gibi su kaynakları yakınına kurulmuştur (Groenewoud 2001: 141-151). Bunlar arasında kutsal olduğuna inanılan Afqa (Nahr el-İbrahim) ırmağının kaynağı da yer alır. Palmyra’daki Bel tapı­nağı da kutsal sayılan bir pınar yakınına kurulmuş ve sunular bu pınara akı­tılmıştır (Segal 1970: 48). Buradaki su kültü kapsamındaki kutlamalar tanrı Nabu ve Bel için Selevkoslar döneminde de sürdürülmüştür. Sâbîler ünlü Ortaçağ kenti Harran’da bulunan Ay Tanrısı Tapınağı yakınındaki “Su İdo- lü”nün bulunduğu kutsal mekana her 20 Nisan’da sunular yapmışlar, Hierapolis’deki kutsal havuzlar Hristiyan döneminde ve sonrasında da öne­mini korumuştur (Segal 1970: 54). Anadolu’da halen bazı pınarlar ya da kuyuların kutsal olduğuna inanılmaktadır. Bunlar arasında Şanlıurfa’daki Halil ür-Rahman gölü de yer alır.

3. Mevsimlik Yaşam Döngüsü

İlkbahar’da havaların ısınmasıyla birlikte eriyen karlar su kaynaklarını güç­lendirir, topraktan tohumlar filizlenir ve bitki dünyası yeni bir yaşama başlar. Su kaynakları yazın azalır, sonbaharda ürün hasat edilir ve bitkiler ölür, to­humları toprağın içine düşer ve bir sonraki ilkbaharda yeni bitkiler halinde yaşama döner. Bu yaşam döngüsü Eski Önasya’da bereket tanrılarının ölme­leri ve yeniden doğmaları ile simgelenen Mitolojik öykülere konu olmuştur (Macqueen 1959: 173-175; Steiner 1957-1971: 314). Bu öykülerin çoğunda esas konu bir tanrı ya da tanrıçanın yer altı dünyasına inişi ve tekrar dünyaya dönüşüdür. Bereket tanrılarının bu yaşam döngüsü, bitkilerin yaşam döngü­sünü etkiler. Tanrıların yer altına inişleri sırasında bitkiler ölür ve tanrılar dünyaya geri dönünce bitkiler de canlanır.

Ölen ve Dirilen Tanrılar

Mezopotamya bereket tanrısı DUMUZI/Tammuz’un yer altı dünyasına inişi, doğanın yaşam döngüsünü simgeleyen bir mitolojik öyküdür (Kramer 1973, 83-85). Tammuz Savaş Tanrıçası INANNA/Istar’ın kardeşi ve eşidir. Tanrının Yeraltı Tanrıçası ERES.KI.GAL/Ereskigal’in (Ugaritice Arsy, toprak anlamına gelir) hükmettiği yer altı dünyasına inişi ile bitkilerin büyümesi durur ve hay­vanlar çiftleşmez olur. Tanrı EN.AN.KI/Ea Tammuz’un yılın yarısında dünya­ya dönmesini ve Istar ile birleşerek doğanın yeniden canlanmasını sağlar. Bu öyküde Tammuz’un Istar ile birleşmesi tohumlanmayı, Ea da bu tohumların su ile birleşerek filizlenmesini simgeler.

Eski Mısır mitolojisinde Osiris, bitkiler tanrısıdır ve erkek kardeşi ve yer altı tanrısı Seth tarafından Nil nehrinde öldürülür (Erman 1934: 40 ff., 68-75). Kız kardeşi ve eşi olan savaş tanrıçası Isis, Osiris’i tekrar yaşama döndürür, ancak Seth onu tekrar öldürür ve gövdesini parçalara ayırarak dağıtır. Isis, Osiris’in parçalarını toplar, gövdesini tamamlayarak onu tekrar yaşama dön­dürür. Isis’in Osiris’in parçalarını topladığı yerler daha sonra “Osiris Mezarla­rı” olarak tapınılan yerler haline gelmiştir. Bu yerlerde Eski Mısırlılar tanrının heykellerini gömerlerdi ve Osiris’in ölümü ürünün hasat edilmesini simgeler­di. Tanrının tekrar tapınağına dönmesi tohumların filizlenmesini simgeler ve bu olay kutlanırdı (Erman 1934: 378).

Bereket tanrısı Ba’al’in öyküsü de buna benzer. Mitolojik metinler, yer altı tanrısı Mot’un erkek kardeşi Ba’al’i öldürdüğünü anlatır. Kız kardeşi, savaş tanrıçası Anat, yer altı dünyasına inerek onu dünyaya geri getirir, Mot’u kılıç­la parçalar, parçalarını yakar, öğütür ve tarlalara serper (Dussaud 1934: 302; 1935: 179-180; Aistleitner 1964: 11-23; Driver 1956: 10-20, 72-120; Pope ve Röllig 1965: 300-301; Ginsberg 1973: 93 v.d, 112-114; Caquot 1993: 179). Anat’ın bu davranışı tohumların tarlaya serpilmesini simgeler. Mot’un ölümü Ba’al’in doğumudur ve doğanın yeniden canlanışı ile yeni yılın baş­langıcını simgeler. Marduk için yazılmış olan bir şarkı metni, Bel’in nasıl ya­kıldığını ve nasıl tekrar yaşama döndüğünü ve tohumların nasıl büyüdüğünü anlatır (Ebeling 1931: 24-25). Bu öyküde Anat’a Ba’al’in yeniden doğması çabalarında yardımcı olan Baştanrı El’dir. Bu öykü Ba’al’in evinde cenaze sunuları yapılması ve barış yemeği yenmesi ile son bulur (Ginsberg 1973: 119).

Ba’al’in Ugarit’de bulunan stelleri, bu tanrıyı hava tanrısı kimliğinde göster­mektedir (Dussaud 1935; Pope ve Tigay 1971: 119, 124; Koch 1979: 465­468; Wiggins 2000: 578, 597-598). Yağmurun hava tanrısı ile ilişkili olduğu ve tohumların yağmurla temas etmesi sonucunda bitkilerin büyümesi göz önüne alındığında, Ba’al aynı zamanda bereket tanrısı kimliğine sahip gö­rünmektedir.

Fenike mitolojisinde Adon/Eshmun ile Astarte, Tammuz ve Ba’al öykülerinin daha geç dönemdeki örnekleridir (Groenewoud 2001: 151). Bu tanrıların tapınımı yıllık yaşam döngüsünü simgeleyen kutsal su ile ilişkilidir. Kutsal suyun yükselmesi ilkbaharı, düşmesi kuru mevsimleri simgeler. İbrani mitolo­jisinde bereket tanrısının rolünü Yahweh üstlenir (Hermann 1979: 374). Yer altına inen tanrı ve onu kurtaran tanrıça öyküsü MÖ. 1. binde Anadolu’da görülmeye devam eder. Frig mitolojisinde Attis ve Kybele öyküsü de aynı motifleri içerir (Çapar 1979: 178-180). Pessinus da geçen öyküde Ana Tan­rıça Kybele, Sakarya nehrinin torunu Attis ile birleşir, böylece toprakta gö­mülü olan tohumlar da su ile birleşerek filizlenir (Barnett 1953: 80).

Eski Yunan ve Roma mitolojisinde aynı öyküyü Adonis/Bacchus ve Aphrodite/Venus canlandırır. Adonis’in ölümü ve yeniden doğuşu, pınarlar­daki su seviyesindeki değişiklikleri simgeler (Schaeffer 1939:49 Groenewoud 2001: 139-159). Demeter inancı da mevsim döngüsü ile ilişki­lidir. Demeter/Ceres/Cerere’nin adı “tahılı büyüten toprak” (Robertson 1996: 302), oğlu Pluton’un adı “toprağın içinde saklı olan tohum” anlamına gelir. Bu öyküde Yeraltı Tanrısı Hades/Pluton/Orkus Demeter’ in Zeus’tan olan kızı Core/Persephone’yi kaçırarak yer altı ülkesine götürür ve bereket dünyaya veda eder (Moortgat 1949: 144; Showerman 1969: 21, 73; Robertson 1996: 290 ff). Baştanrı Zeus dünyada tekrar ürün yetişmesini sağlamak için Demeter ile Hades’ in buluşarak tanrıçanın kızını yılın üçte birinde yanına alması için anlaşmalarını sağlar. Bu anlaşma tanrıçanın Eleusis’deki sarayın­da yenen yemek ile kutlanır.

Kaybolan Tanrılar

Hitit mitolojisinde yaşam döngüsünü konu alan öykülerden bazıları hiddetli bir tanrının ortadan kaybolmasını konu almıştır. Hitit bereket tanrısı Telipinu diğer tanrılara kızdığı için ortadan kaybolmuştur (Götze 1973: 87 v.d; Steiner 1957-1971: 314) ve bunun sonucu olarak tohumlar büyümemiş, hayvanlar yavrularını beslememiştir. Bunun üzerine diğer tanrılar onu arayıp bulurlar ve bereket dünyaya döner.

Hitit mitolojisinde bir diğer kaybolan tanrı öyküsü Nerik Hava Tanrısına aittir (Haas 1994: 603-605). Öyküde tanrı insanlara kızarak yeraltı dünyasına inmiş ve bu nedenle kurak bir dönem başlamıştır. Büyük olasılıkla kurak bir dönemde Kızılırmak’ın kollarından bazılarının kuruyarak kayboluşlarından esinlenilen bir başka öyküde tanrı, Marassanta (Kızılırmak) nehrinin yatağını değiştirmiştir. Bu öyküde de tanrının geri gelmesi için dinsel törenler düzen­lenmiştir.

Tanrıların Mücadeleleri

Hitit mitolojisinde yaşam döngüsünü konu alan diğer öyküler iki tanrının veya kıtlık ile bolluğun mücadelesi ile simgelenir. Hitit ve Hurri mitolojisinde yer alan Kumarbi öyküsü, tahıllar tanrısı Kumarbi ile hava tanrısı Tessop’un mücadelesini konu alır. Bu öykü Hurrilerin Hazzi dağı, Ugarit’in Ba’al dön­güsünde adı geçen Sâpön dağında, Asi ırmağının güneyindeki modern Cebel al-‘Aqra dağında geçer (Haas 1994: 82-85, 99). Kumarbi, Tessop’u yer altı dünyasına götürür. Bu davranış ilkbaharda ve yeni tarım mevsiminin başın­da tarlaların tohumlanmasını simgeler.

Başka bir öykü hava tanrısı ile yılan ejderi Illuyanka arasındaki mücadeleyi konu eder. Ejder Kumarbi’nin yanında büyümüştür ve Mısır’daki Motu ile eşdeğerdir (Haas 1994: 104-105). Bu öyküde de hava tanrısı dünyayı yılın bir yarısında yönetirken, yılan ejderi diğer yarısında yönetir. Bu mitolojik döngü, Eski Yunan ve Roma döneminde Hesiod’un Theogoni’sindeki Kronos inancı ile sürmüştür.

4. Yeni Yıl Bayramları

Doğanın canlanması Eski Önasya’da bahar aylarında düzenlenen bayramlar­la kutlanmış, tanrılara su ve çeşitli içecekler ile kurban edilen hayvanların parçaları ve çeşitli tarım ürünlerinden oluşan besin maddeleri sunulmuştur (Pallis 1926: 167-168, 215; Ebeling 1931; Köcher 1952: 198-200; Kühne 1993: 265-271).

Bu bayramlarda yaratıcı nehri simgeleyen tütsü (Ebeling 1931: 91; Köcher 1952: 198; Kühne 1993: 267) sedir, çam ve selvi gibi kokulu ağaç kabukla­rının yakılmasıyla elde edilmiştir (Köcher 1952: 200). “Istar’ın yer altına ini- şi”ni konu alan metinde tütsünün Tammuz ve ölülerin ruhlarını dünyaya çağırmak için yakıldığı anlatılmaktadır (Kramer 1973: 85). Tütsünün göğe doğru yükselen dumanının tanrılarla iletişimi sağladığı inancı doğrultusunda Eski Anadolu’da (Haas ve Wilhelm 1974: 145, 235; Haas 1994: 152, 297) ve Osiris ritüellerinde tütsü yakılmıştır (Erman 1934: 177). Bitkilerin tekrar canlanması ve büyümesine ilişkin mevsim döngüsü, tahıl ile sembolize edil­miştir ve kutlamaların sonunda toplu yemek yenmiştir (Frankena 1953: 67; Postgate 1974: 56-61).

Mısır

Eski Mısır’da tarım mevsiminin başlangıcı, Haziran ayında batı Afrika’da yağan muson yağmurları sayesinde Nil nehrinin kabarmasıyla bağlantılıydı. Nil nehri Temmuz’da kabarmaya başlayarak Ekim ayına kadar dört ay bo­yunca tarım yapılmasını sağlar. Nehrin Haziran ortalarında kabarmaya baş­ladığı Hoiach ayında bayram kutlamaları yapılmıştır (Erman 1934: 377-378; Montet 1975: 25-26). Köklenmiş tahıl Osiris’in dirilişini simgelemekteydi ve bu bayramda çamur ve tohumlarla biçimlendirilen figürinlerin (Osiris Yatak­ları) filizlenmesiyle Osiris’in, dolayısıyla doğanın dirildiğine inanılırdı (Raven 1982: 30-33). Bu uygulama Eski Yunan ve Roma’da da devam etmiştir.

Mezopotamya

Eski Mezopotamya’da yeni tarım mevsiminin, dolayısıyla yeni yılın başlangı­cı, akıtu bayramları ile kutlanırdı (Pallis 1926; Frankena 1953: 71-73; Brinkman v.d. 1980: 265; Garelli ve Leibovici 1993: 122; Sallaberger 1999: 291-294; Pongratz-Leisten 1999: 294-297; Haas 1999: 298) ve bahar baş­langıcı Mezopotamya yılının ilk ayı olan Nisan/Nisannu ayının dördüncü günüydü. Bir Yeni Assur kralının yer altı dünyasına inişini konu alan metinde (Pallis 1926: 144; Ebeling 1931: 2, 7) anlatılan aqit-seri bayramında libasyon, kurban ve tütsü yakma dışında, ölülere de sunular yapılmıştır (Pongraz-Leisten 1999: 294). Assur ve Babil’de kutlanan akıtu bayramı sıra­sında tanrıların heykelleri şehrin duvarlarının dışına çıkan geçit yolu boyunca taşınır ve bir kanal yakınına ya da bir akıtu tapınağına getirilir, Tammuz ile Istar’ın birleşmesi bayram sırasında Istar rahibelerinin rol aldığı “kutsal evli­lik” ile canlandırılır, tapınağın bahçesinde tanrılar ve ataların ruhları için kurbanlar yapılır ve topluca yemek yenirdi (Postgate 1974: 59). Nuzi takvi­mine göre bu mevsim Martta tarlalara tohum atılmasıyla başlar ve Haziran- Temmuz aylarında hasatla son bulur (Haas 1994: 82-85, 99).

Mezopotamya’da yeni yılın başlangıcı akıtu tapınaklarında kutlanmıştır (Zimmer 1926: 20; Falkenstein 1959: 147-166; Heinrich 1982: 275-277; Haas 1994: 603). “Akitu evi” kentteki bir tapınağın ya da sarayın bir bölü­münde yer alabileceği gibi (al-Khalesi 1977), “steplerdeki akıtu evi”nde de kutlanmaktaydı. Bu tapınaklar genellikle yerleşimlerin dışında pınarlı bir mağara, bir ırmak ya da bir sulama kanalı yanına kurulmuşlardır (Pallis 1926: 33–40, 71-72; Zimmer 1926: 20; Ebeling 1954: 5-8; Postgate 1974: 61-62, 67; Heinrich 1982: 249-251). M.Ö. 1. binde şehir dışına inşa edilen görkemli yapılara dönüşen bu tapınaklarda avlular, depo odaları, kutsal odalar, mutfaklar ve bahçeler bulunmaktadır (Postgate 1974: 56; Heinrich 1982: 250, 276). Yeni tarım mevsiminin başlangıcı ve dolayısıyla yeni yılın başlangıcının kutlandığı törenlere ev sahipliği yapan bu tapınaklar Selevkoslar dönemi sonuna kadar kullanılmışlardır (Frankena 1953: 69-70).

Anadolu

Hititler bereket tanarısı Telipinu’nun dönüşünü kurbanlar ve sunularla kut­lamışlardır. İlkbahardaki AN.TAH.SUM bayramı, bu bayrama adını veren çiğdemin (crocus) ilk çiçeğini açtığı zaman kutlanırdı (Macqueen 1959: 175; Güterbock 1960: 90-92; Houwnik Ten Cate 1986: 95-100; 1988: 167-179, 194; Kühne 1993: 234-238, 266; Hawkins 1998: 70; Nakamura 2002: 10­14; Haas 1994: 602 v.d; 1999: 298). Kutlamalar sırasında hayvanlar kurban edilmiş, tanrılara tahıl ve içecek sunulmuştur.

Anadolu’da baharın başlangıcının kutlanması için Boğazköy’deki Hava Tan­rısı ile Güneş Tanrıçası’na adanan Büyük Tapınak (Haas 1994: 775 v.d., 789 v.d.) ile Yazılıkaya’nın, Hitit panteonunun kabartmalarının bulunduğu A odasında (Bittel 1976: 210) kutlandığı öne sürülmektedir. Kuşaklı yakınında­ki, Kulmaç dağlarının tepesinde yer alan Suppitassu Gölü ile yakınındaki, avlusunda huwasi taşları bulunan Hava Tanrısı tapınağında bahar bayramı kutlamalarının yapıldığı düşünülmektedir (Müller-Karpe 1996: 307, 312; Wilhelm 1997: 10). Benzeri bir tapınak alanı, MÖ. 8. yüzyıla tarihlenen Göllüdağ’da bulunmaktadır (Schirmer 2002: 214).

Eski Yunan ve Roma

Thera, Ionia, Cronia ve Atina’da bahar ve yaz bayramları Cybele ve Demeter tapınımı ile bağlantılıdır. Pessinus’da Cybele bayramları Nisan ayı­nın dördüncü ve onuncu günleri arasında, tapınaklarda müzik eşliğinde kut­lanır, süt ve arpa sunulur, bir tepe üzerinde kurbanlar kesilirdi (Çapar 1979: 178-180). Eski Roma’da 21-22. Martta kutlanan Lavatio bayramında ayrıca tütsü yakılırdı (Showerman 1969: 57; Robertson 1996: 243 v.d, 281 v.d).

Hasat bayramında ise Adonis/Bacchus öyküsünde tanrının kendisini hadım etmesi ürünün hasadını simgelediğinden, tanrının ölümü için düzenlenen yas törenleri sırasında Adonis rahipleri de kendilerini hadım etmişler, katılımcılar dans, müzik ve çan sesleri arasında ağlamışlar, hasatı simgelemek için tahıl ve ekmek kurban edilmiş ve törenler kurban edilen hayvanların yendiği toplu yemekle sona ermiştir.

Ortaçağ ve Sonrası

Şanlıurfa’daki ünlü Ortaçağ kenti Harran’da Sâbî’lerin Ta’uz için yas tutma­ları (Segal 1970: 44; Papke 1989: 195), Ezekiel’de İbrani kadınlarının Tammuz için yas tuttuklarının anlatılması (Hooke 1981: 41) ve günümüzde Yezidiler’in yas dönemleri (Frankfort 1934), bu eski geleneğin yansımaları­dır. Bu yas sırasında Tammuz’un gövdesini simgelemesi nedeniyle tahıl öğü­tülmez ve yenmez. İlkbahar bayramı Edessa’da (Şanlıurfa) MS. 5. yüzyıl sonuna kadar Mayıs ayında kutlanmıştır (Segal 1970: 105-106). Kutlamalar sırasında bir su kaynağı yanında tütsü ve lambalar yakılmış, sunular yapılmış ve müzik eşliğinde dans edilerek şarkılar söylenmiştir.

İlkbaharın başlangıcı halen 22 Martta Nevruz bayramı olarak kutlanmaktadır. Anadolu’da Mayıs ayının altıncı gününe rastlayan Hıdrellez bayramı, Hızır (Hıdır) ve İlyas peygambere göre adlandırılmıştır (Hasluck 1929: 319-322; Oğuz 1980: 117; Yörükân 1998: 120, 282). Bu isim Yunanca Eliyas, İbrani- ce Eliyah, Ilya ve Elisha, Süryanice Iliya ile özdeştir. Bayram kutlamaları sırasında ateşler yakılır, toplu yemekler yenir, yöresel olarak kutsal sayılan mezarlar ziyaret edilir, kesilen kurbanlar dağıtılır (Oğuz 1980: 1161; Türk 2002: 43-47, 131-132). Altı Mayıs, Hrıstiyan dünyasında Hagia Yorgi (St. Georges) günü olarak kutlanır. Hrıstiyan aleminin ilkbahardaki ilk dolunay­dan sonraki pazar günü kutlanan Paskalya bayramı ile Yezidi’lerin Ida Isa bayramı (Showerman 1969: 110; Türk 2002: 128-130) da baharın başlangı­cını simgeler.

Kitab-ı Mukaddes’te Nuh Peygamber’in gemisinde tufanın sonlarına doğru buğday ve baklagillerle yapılan aşurenin yenmesinden sonra suların çekilerek geminin karaya oturduğu anlatılmıştır. Bu kapsamda aşure, tufandan (ölüm­den) sonra yeni başlangıcı (dirilişi) simgeler. Geçen yüzyıla kadar Bursa’daki Sultan I. Murat türbesine ilk hasat edilen buğdayın kavrularak bırakılması ve ziyaretçilerce yenmesi (Hasluck 1929: 106) ile halen Şanlıurfa’da bazı toplu­lukların baharın başlangıcını kavrulmuş buğday yiyerek kutlamaları, Eski Önasya geleneğinin günümüze yansımasıdır.

5. Kıtlık-Bolluk Döngüsü ve Yağmur

Dünyada küresel iklim değişikliklerinin dışında, bölgesel olarak yıllarca süren sulak ve kurak dönemlerin yaşandığı bilinmektedir. Bölgesel iklimlerde orta­ya çıkan bu tür döngüler, zaman zaman canlıların besin bulmada zorluk çekmeleri ve bölgeyi terk etmek zorunda kalmaları ile sonuçlanmaktadır. Eski Önasya’nın yağmura dayalı tarımla geçinen toplumları için de bu dönemler zor geçmekteydi. Bu döngü de tanrılarla ilişkilendirilerek mitolojik öyküler üretilmiştir. Suriye’de yedi, Anadolu’da dokuz yıla yayılan bazı bayramlar, bölgede yaşayanların inançlarında önemli yer tutan kıtlık ve bolluk ya da yaşam ve ölüm arasındaki mücadeleye dayanmaktadır. Bu bayramlar yedi ya da dokuz yıl süren kuraklık dönemlerinde yağmur yağmasını sağlamak için uygulanan bazı büyü ritüelleri de içerir.

Yedi ve Dokuz Yıllık Bayramlar

Suriye’nin bereket tanrısı Ba’al’e ilişkin bir öyküde kızkardeşi ve eşi olan Savaş Tanrıçası Astart, bitkiler tanrıçası kimliğinde gösterilmiştir. Bu öyküde tanrıça yedi yıl boyunca tutsak tutulmuş ve ancak Ba’al’in Jam ile mücadele­sinden sonra özgürlüğüne kavuşmuştur (Klengel 1989: 279-281).

Kuzey Suriye’de Hava Tanrısı olarak tapınılan Dagan yağmurdan sorumlu olması nedeniyle, aynı zamanda tahıl ve tarım tanrısıdır. Dagan Ugarit, Feni­ke ve İbrani dilinde tahıl anlamına gelir (Schmöckel 1938: 99-100; Edzard 1965: 49; Pope ve Röllig 1965: 277). Dagan’ın Orta Fırat havzasında tahıl ve yağmur anlamına gelmesi, Ugarit dilin’de dgn kökünün “bulutlu ve yağ­murlu” anlamında da kullanılmasından kaynaklanmaktadır (Fleming 1992: 240 ff, 245). Dagan için her yılın ilk ayında yedi gün süren zukru bayramına ilişkin ritüeller yedi yıla yayılmıştır (Haas 1994: 571-574; Fleming 1992: 231-255). Emar’da ele geçen zukru takvimine göre MÖ. 13. yüzyılda yeni yıl kutlamaları yılın ilk ayının 14-15. günlerine rastlamaktaydı. Bayram sırasında Istar ile sulama kanalları ve tahılın efendisi Dagan için nehir kenarlarında hayvanlar kurban edilmiş, çeşitli unlu gıdalar, bira, yağ ve yemiş sunulmuş ve “kutsal birleşme” ritüelleri uygulanmıştır.

Hititlerin dokuz yılda bir kutladıkları EZEN-purulliyas (Macqueen 1959: 175; Haas 1994: 465-467, 698-699), Suriye’nin zukru bayramı ile aynı nitelikte­dir. Hititlerin Istar’la özdeşleştirilen Tanrıça Pirinkir için uyguladıkları Babilili ritüeli sırasında yedi/dokuz pınara şarap, bira ve çeşitli ekmekler sunmuş, tütsüler yakılmış ve koyunlar kurban edilmiş, törenler Eski Önasya bereket ritüellerinde olduğu gibi, bir kayık modelinin nehre bırakılmasıyla son bul­muştur (Beckman 2002: 37, 39).

Mısır Firavun’unun gördüğü, yedi cılız devenin yedi tombul deveyi yuttuğu rüyayı, Hz. Musa’nın, yedi bolluk yılından sonra gelecek olan yedi kıtlık yılı olarak yorumlaması, bu inancın daha geç dönemlerde de sürdüğünü gös­termektedir.

Yağmur Yağdırma Törenleri

Eski Önasya’da tarım ürünlerinin bereketli olması için gereken yağmuru sağlamak amacıyla çeşitli törenler düzenlenmiştir. Telloh kentinde Yeni Sumer çağında inşa edilen ve “La Chapelle” olarak adlandırılan yer altı oda­sı “Baba-kutsal alanı” yakınlarında yer alır. H. De Genouillac (1936: 13 v.d.) bu odayı kanallar tanrıçası Nanse ile ilişkilendirmiş ve kutsal alanın bir parça­sı olarak nitelemiştir. P. Neve (1971: 31) bu kutsal alanın bir yağmur kültü alanı olduğunu düşünmektedir.

Hititlerin KI.LAM bayramı da bir sunağın üzerine ekmek bırakılarak uygula­nan bir yağmur yağdırma töreni içermektedir (Wegner 1978: 404-406; Haas 1994: 760, 765). Bu tören sırasında iki çıplak insan bir teknenin içerisine çömelir, bir rahip ya da rahibe bu teknenin etrafında üç kez dönerek tekne içerisindeki insanların omuzlarından bira ve çeşitli içecekler dökerler, bir boynuza üfleyerek gök gürültüsü sesini taklit ederlerdi. Yağmur yağdırma törenleri sırasında çıplak insan yerine bir hayvan ya da bir kukla üzerine pınar suyu dökmüşler ya da onları nehre, göle, pınara ya da içinde su bulu­nan bir tekneye batırmışlardır. III. Hattusili döneminde Nerik kentinde yapı­lan yağmur yağdırma törenleri, içinde bir pınar bulunan mağralarda, pınara kan, çeşitli içecekler ve çeşitli hayvanlar kurban edilerek tanrının dünyaya geri dönmesini, dolayısıyla yağmurun yağmasını sağlamayı amaçlamıştır (Haas 1994: 603-605).

Hitit başkenti Boğazköy’de “Südplateau” üzerindeki, büyük olasılıkla kentin su deposu olarak inşa edilen havuzlar (Seeher 2001: 343, 348, 357), “Büyükkale”deki “Oberstadt 3” dönemi havuzu, 11. Tapınak yakınındaki tekne ve “Südteich”ın mille dolmasından sonra buraya bırakılmış olan çok sayıda adak kabı (Seeher 2001: 353, 360) ile “Büyükkale” IVb tabakasındaki havuzda libasyon kapları bulunmuştur. P. Neve (1971: 13-19, 31 v.d.) bu havuzları Hitit kaynaklarında geçen pınar tanrıçalarına ait kutsal havuzlarla (Haas 1994: 627) ilişkilendirilmekte ve buralarda yağmur yağdırma törenleri düzenlendiğini düşünmektedir. Hitit inancına göre dağlarda yaşayan Hava Tanrısı’na yağmur getirmesi için düzenlenen törenler için çeşitli dağ ve kaya tapınakları inşa edilmiştir. Bunlar arasında bir havuz kenarına kaya blokları ile inşa edilmiş olan Eflatunpınar anıtı ile Splos dağındaki Niobe anıtı önemli yer tutar. Eflatunpınar’da baştanrı çiftinin üzerine oturduğu dağ tanrılarının su kanalları ile olan ilişkileri (Özenir 2001: 539-540) ile Niobe anıtında bir dağ üzerinde oturan hava tanrısı kabartmasının kayalardan akan pınarlarla olan ilişkisi (Kohlmeyer 1983: 31), bu açık hava tapınaklarının da yağmur yağdırma törenleri için kullanılmış olabileceğini düşündürmektedir.

J. Börker-Klahn (2000: 38-41) Frig döneminde Döğer Asar Kale yakınındaki kayaya oyulmuş havuzun bir su kaynağı yakınındaki dağ üzerinde bulunması nedeniyle bu tür havuzların yağmur yağdırma törenleri sırasında kullanılmış olabileceğini öne sürmektedir. Anadolu’da halen kutsal olduğuna inanılan bazı mezarların yer aldığı ve yakınında pınarlar bulunan tepelerde halen yağmur duaları düzenlenmektedir.

Eski Roma’da 27 Martta yağmur yağdırma amacıyla mevsimlik festivaller düzenlenmiş (Başgöz 1967: 305), Palmyra, Hierapolis ve Dura Europos’da su ve bereketin sağlanması için 20 Nisanda festivaller düzenlenmiştir (Segal 1970: 47-49).

Önasya’da halen bereket ve yağmur yağmasını sağlamak için çeşitli ritüeller uygulanmaktadır. Anadolu’da bazı dağları, pınarları ve üzerinde bir evliyaya ait olduğuna inanılan bir mezar ya da büyük bir ağaç bulunan dağ tepelerin­de yağmur yağdırma ritüelleri uygulanmaktadır. Örneğin Boğazköy yakınla­rındaki “Yağmurbaba Tepesi” üzerinde kutsal sayılan bir mezar ve çevresin­de dairesel olarak sıralanmış taş bloklar yer almaktadır (Neve 1971: 37). Köyün yaşlıları bu tepede toplanıp taş bloklar üzerine oturarak yağmur için dua ederler, dua bitiminde tepenin kenarındaki pınardan su içerler, yanla­rında getirdikleri ekmek ve taze soğanı topluca yiyerek töreni tamamlarlar. Bundan sonra yağmur yağdığı takdirde kadınlar derenin içerisine girip “Al- lah”ın adını zikrederek yağmuru kutlarlar. Bazı yörelerde yağmur yağdırmak amacıyla bir bez bebek üzerine su dökülmekte ve daha sonra bu bebek de­reye atılmakta, yağmuru getirmeleri için melekleri uyandırmak amacıyla çanlar çalınmakta, kurban kesilip toplu yemek yenmektedir (Başgöz 1967).

Benzeri uygulamalar Önasya’nın bazı yörelerinde halen sürdürülmektedir. Horsabad yakınlarındaki bir köyde uygulanan yağmur yağdırma ritüeli sıra­sında birisi kadın kılığına girmiş, diğeri keçi postuna bürünmüş iki erkek dans ederken törene katılanlar sopalar ve çanlarla birlikte el çırparak şarkı söyle­mektedir (Frankfort 1934). Bundan sonra erkeklerden bir tanesi ölü taklidi yapar ve katılımcılar onun üzerine su atarak dirilmesini sağlamaya çalışırlar. Bunu izleyen danstan sonra katılımcılar, yanlarında yetirdikleri yiyecekleri topluca yerler ve yağmur için dua ederler.

6. Sonuç

Doğanın canlanması, bitki ve hayvanların büyüyüp çoğalarak yeni bir yaşa­ma başlaması, Eski Önasya inancına göre her yıl sonbaharda ölüler ülkesine giden ve her ilkbaharda yaşama dönen bereket tanrılarıyla ilişkiliydi. Tohum­lar Ana Tanrıçanın simgelediği toprağa, yani toprak anaya düşerek her ilk­baharda yeniden canlanmak üzere kış mevsimini ölüler ülkesinde geçirirlerdi. Bütün bu inançlar kapsamında yer altı tanrılarına, hava tanrılarına ve bere­ket tanrılarına sunular yapılarak toprağın ve dolayısıyla doğanın bereketli olmasının sağlanması gerekirdi.

Ürünün ve doğanın bereketini sağlayan yağmur ise hava tanrısı ile pınar tanrıçalarının elindeydi. Yağmurun dağlardan ovalara gelmesi ve pınarlar ile ırmak kaynaklarının dağlarda bulunması nedeniyle hava tanrısı dağlarla ilişkilendirilmiş, dağlar ve su kaynakları kutsal sayılmıştır. Yaşamın vazgeçil­mez öğelerinden olan su hem kutsaldı, hem de tanrılara sunulan en önemli içecekler arasındaydı. Tütsü ve ateş yakılarak tanrılara yer yüzüne gelmeleri için dilekler gönderilirdi, yiyecekler sunulurdu ve tohumlar aracılığıyla doğa­nın canlandırılmasını simgeleyen törenler yapılırdı.

Zaman içerisinde tanrıların adları ve inançlar değişse bile bu uygulamaların günümüze kadar devam ettiğini görmekteyiz. Doğaya bağımlı yaşayan insan­lar için yeni bir yılın başlangıcı, doğanın canlanması, suların çoğalması, to­humların köklenmesi ve dolayısıyla ilkbaharla özdeşdi. Bu nedenle yeni yıl karların erimeye başladığı ve çiğdemlerin açmaya başladığı Mart ayı içerisin­de başlardı ve yeni yıl kutlamaları da bu kapsamda ilkbahar ayları içerisinde gerçekleştirilirdi.

Günümüzde baharın başlangıcı ve doğanın canlanmasının kutlandığı bahar bayramları olan paskalya, hıdırellez ve nevruz, Eski Önasya’daki yeni yıl kutlamalarının devamı niteliğindedir. Bu kutlamalar için özel tapınaklar ya­pılmasa da, kırlarda düzenlenen ve baharın gelişini kutlayan toplu piknikler sırasında eski gelenekler kısmen sürdürülmekte, mezarlar ziyaret edilmekte, pikniklerde müzik eşliğinde halay çekilmekte, şarkılar söylenmekte ve ateş yakılmaktadır. Günümüz insanı Eski Önasya’nın inanç dünyasındaki köken­lerini bilmeden bu en eski geleneği sürdürmektedir.

Doç. Dr. A. Tuba ÖKSE

Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, Arkeloji Bölümü / ANKARA okse@hacettepe.edu.tr

Bilig Dergisi Kış – 2006 ♦ sayı 36 © Ahmet Yesevi Üniversitesi Mütevelli Heyet Başkanlığı

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.