Günümüzde, Türkiye Cumhuriyeti’nden toprak talebinde bulunanların ya da ülkemizi bölmeye çalışan bazı bölücü unsurların değişik kitap, makale, internet üzerinden yazıp çizdikleri ilmî olmayan yazı denemelerinin bir neticesi olarak kamuoyu ve bilhassa gençliğimiz beyinsel kirliliğe götürülmekte ve bu tür yazılar bölücülüğü destekleyen siyasiler için de bir ciddi malzemeymiş gibi kullanılmaktadır. Bilindiği üzere, Ermeniler MÖ 1300’lerden itibaren Anadolu’nun doğusunda bir kültür kavmi olarak var olan Urartululara sahip çıkmaya çalışmışlar, Tevrat’ta geçen bugünkü Ağrı Dağı’nı kastederek siyasi anlamda toprak talebinde bulunmaktadırlar. Yine bölücülük yapan ve dış güçler tarafından her anlamda finanse edilen unsurlar, Eski Çağda Anadolu ve Mezopotamya’da yaşamış olan kültürlere sahip çıkarak kökü eskilere giden suni bir tarih alt yapısı oluşturmaya çalışmaktadırlar. Bu anlamda yakın zamana kadar Kürt dilinin kimi zaman Sumerce kimi zaman ise Akadca (Asurca, Babilce), Hititçe, Urartuca, Medce gibi dillerle bağlantılı olduklarını iddia eden kalemler,[1] siyasi lider olarak gördükleri bölücü başının yazdığı iddia edilen iki cilt hâlinde bastırılmış Sumerler başlıklı kitapta yukarıda saydığımız bütün dil ve kültürlerden vazgeçirtilerek yeni bir kavim üzerinden siyaset yapmaya soyunmaktadırlar. Bu yeni kavim ise Gut ya da Guti olarak ifade edilen bir dağ kavmidir. Yazılı ve görsel basında boy gösteren, bölücülerle iç içe olan siyasilerin son beyanatlarında Kürtlerin atasının Gutlar olduğu çok yoğun şekilde ifade edilir olmuştur. Peki, bu Eski Çağ kavimleri kimlerdir?
Bu sahanın bir çalışanı olarak bu mesnetsiz ve fütursuzca yazılmış olan ya da öyle organize edilen çalışmalara ilmî dayanaklı cevap vermeyi bir görev olarak kabul ediyorum ve bu anlamda Eski Çağ Dönemi kültürlerinin Türklerle bağlantıları çalışmamı aşağıda sunuyorum:
1. Sümerler
MÖ 4500’lerden itibaren Asya içlerinden geldiğini düşündüğümüz[2] Sumerler, geldikleri coğrafya olan bugünkü Irak (Mezopotamya)’ta yazıyı ilk defa kullanarak yeni bir çığır açmışlardır. Bu önemli buluş ile geldikleri bölge ve yaşadıkları coğrafyada elde ettikleri kültür birikimini, bu coğrafyaya olan komşu halklara iletmişler ve onların kendi dillerinde ve çivi yazısı ile eserler meydana getirmelerine de etken olmuşlardır.
Öncelikle Sumerler kimdir sorusuna cevap vermeye çalışalım: Sumer adının, Mezopotamya’ya gelen bu toplumun orada yaşayan komşuları Akadlar tarafından bu isimle ifade edilmesi neticesinde ilim dünyasınca kullanıldığı açıktır. Sumer’in ne anlama geldiği konusu henüz açıklığa kavuşmamış bir sorun olarak karşımızdadır. Ancak, Eski Çağdan günümüze toplumlara isim verilmesi konusu genelde komşuları tarafından ve bir tek isimle ifade edilmesi şeklindedir. Sumerler için durum farklıdır. Sumer belgeleri ve Sumerlerden bahseden Eski Çağ dünyasının diğer dillerinde yazılmış vesikalarda bu kavim adı hep Sumerler olarak görülmektedir. Fakat ilginç olan Sumerlerin belgelerinde kavimleri için “KI.EN.GI” ya da “KI.EN.GIR” adının da kullanıldığını söylemeleri gerçeğidir. Bu kayıtlar bizim için çok önemlidir. Çünkü, Eski Çin kaynakları Kırgızları “KIEN-GUN” yazılışı ile isimlendirmektedirler.[3] Bu isimlendirmelerin birbirine yakınlığı, Sumerlerin bugünkü Irak bölgesine Asya içlerinden gelmiş olma düşüncesini kuvvetlendirmektedir. Bu görüşümüzü destekleyecek başka bulgularımız da vardır: Rus Arkeolog Nikolsky Sumerlerin ana vatanı olarak Türkmenistan’ı işaret eder. Bu ülkenin kurganlarından çıkarılmış olan arkeolojik buluntular, Sumer mezar buluntularıyla benzerlik gösterir.[4] Bunun yanında Masson tarafından hazırlanmış olan ve aşağıda tablo hâlinde sunduğumuz arkaik Sumer dönemi çivi yazılı semboller ile İran (Ön Elam Dönemi), Güney Türkmenistan ve Hindistan (Harappa Bölgesi) belgelerinin paralellik göstermesi yine bizim tezimizi destekler niteliktedir.[5]
Yani, Sumerler Asya içlerinden Mezopotamya’ya gelmişlerdir. Yukarıda bahsettiğimiz Sumerlere verilen “KI.EN.GI” ya da “KI.EN.GIR” isimleri, bu bölgede henüz bu insanlar yaşarken bize göre o bölgenin güçlü kültürlerinden Çinlilerce verilmiş olma ihtimali dikkate alınmalıdır.
Sumerler Mezopotamya gibi çok mevsimli bir coğrafyada yaşamalarına rağmen kaleme aldıkları ve mitolojik olarak anlattıkları belgelerde mevsim anlayışlarını “yaz” ve “kış” olarak ifade etmektedirler. Yaz adını “emeş” karşılığı ile kışı ise “enten” yazılışı ile ifade etmektedirler. Bu mevsim anlayışı, Asya bozkırlarında yaşayan kültürler için geçerli olacak bir kullanım şeklidir. Hakikaten o bölgede ya yaz vardır ya da kış vardır. Ara mevsimler yoktur. Yine destekleyici bir diğer bulgu, Sumerlerin giyim kuşam tasvirlerinde, ayaklara kadar uzayan ve elleri tamamen kapatan uzun ve kalın bir giyim motifi ile betimlenmeleri onların soğuk bir bölgeden Mezopotamya’ya geldiklerinin bir başka delilidir. Üçüncü destek bulgumuz ise Sumerlerin ilk kaleme aldıkları yazılı belgelerde Gök Tanrı olarak ifade ettikleri tanrı An’a çok büyük bir önem verdikleri bilinmektedir. Bu anlamda önemli şehirlerinden biri olan Ur’da, MÖ 3000’lere tarihlenen ve tanrı An’a adanmış olan tapınağın mimari özellikleri bizde Asya bozkırlarındaki Türk ve Budist inancına sahip kültürler tarafından yapılmış ibadet ya da kutsal mekânların çağrışımını yapmaktadır. Bu mimari şöyledir: Mabedin iç duvarları renkli boyama ve süslerden oluşmaktadır. Bu bezeme genellikle kırmızının bir tonu ile yapılmış düz renkte bir şerit boyama ile ifade edilir. Bu şerit bir metre yüksekliktedir. Bu şeridin üzerine 30 cm kalınlıkta geometrik süsler oluşturulur. Daha yukarı şeritte ise beyaz zemin üzerine insan ve hayvan figürleri betimlenir.[6] Bu duvar tekniğini, 2000-2003 yılları arasında TİKA desteği ile Moğolistan’ın Orkun bölgesinde tarafımızdan gerçekleştirilen Bilge Kağan Külliyesi’ndeki kazılar neticesinde ortaya çıkarılan duvar süsleme ve bezeme örnekleri ile karşılaştırabiliriz.[7] Bir diğer karşılaştıracağımız husus, hem Mezopotamya’da kurulmuş olan Sumer şehri Mari ile Türkmenistan’daki aynı ismi taşıyan Mari şehirlerinin isim paralelliği ve Türkmenistan’da MÖ 2000’lere tarihlenen bir eski tapınağın varlığı ve bu yapının Sumer mabet mimarisi ile paralelliği gerçeğidir.[8]
Resim: 1
Yukarıda saydığımız deliller, Sumer dilinin yapısı ve bünyesinde bulundurduğu yüzlerce Türkçe kelime ile desteklendiğinde, bunların Türk kültürü ile yakın bağlarının olduğu açıkça ortaya konulmuş olmaktadır. Bu dil, Türkçe-Moğolca gibi bitişken dediğimiz eklemeli dillerden olup Eski Çağ yazılı belgeleri içinde en eskiyi temsil etmektedir. Bu dildeki Türkçe kelimelerin karşılaştırmalı çalışmasını derli toplu olarak Osman Nedim Tuna yapmış, bir kitapçık hâlinde de yayınlamıştır.[9] Sumerce, o dönemin dillerine sayısız kelime vermiş ve bu kelime dağarcığı günümüz modern dillerine de geçerek etkisini devam ettirmiştir. Burada Sumer-Türk irtibatını ortaya koyan birkaç kültür kelimesi üzerinde durmakta yarar vardır. Bunlardan en önemlisi bizim “Tanrı” olarak ifade ettiğimiz kelimenin karşılığı olan Sumerce “Dıngır” kelimesidir. Bu kelimeyi yalnızca Sumerler ve Türkler kullanmaktadır. Bizim “börü” olarak ifade ettiğimiz kurt kelimesini yine Sumerler “buru” şeklinde kullanmaktadırlar. Bu kelime de bizim ve Sumerlerin ortak kültür kelimesidir. Bir başka ilginç olabilecek kelime bağlantısı Sumerce “sılım”dır. Bu kelime bugünkü Arap ve İbranilerin Eski Çağdaki temsilcileri olan Sami dil Akadcasına Sumerceden geçmiş ve salamu fiili şeklinde kullanılmış ve bugünkü Arapçadaki seleme fiilinin de kökü olarak kullanılagelmiştir. Bunun neticesinde İslam-Müslim gibi bizim kültürümüz için önem arz eden kelimelerin ortaya çıkmasına da temel teşkil etmiştir. Elbette bu kültür kelimelerini tek tek incelemeye kalkarsak sayfalar dolusu liste yapmak gerekecektir. Bu kelime bağlantılarını merak eden ve ilgi duyanlar Osman Nedim Tuna’nın kitapçığına başvurabilir. Bu Sumerce-Türkçe için bir el kitabı özelliği taşımaktadır. Ayrıca bu konuda, Salih Çeçen ve L. Gürkan Gökçek isimleriyle “Sumercede Kültür Tarihimize Dair İzler” başlıklı makalemiz de Sumer-Türk irtibatını destekleyici bir deneme makalesi olarak görülebilir.[10]
2. Gutiler
Gutiler, MÖ 3000’lerden itibaren doğu Toroslar ve Zagros Dağları’nda yaşamakta olup Sumerlerin ve Akadların yıkılmasına sebep olan çok güçlü bir kavim olarak görülmektedirler. Bu kavmin kimler olduğu hakkında Gutların kendilerine ait kral listelerinden hareketle farklı görüşler ortaya konmuştur. Bunlardan ilki, Yahudi asıllı ve ATATÜRK döneminde Sumeroloji kürsüsünün kurulması için Almanya’dan Türkiye’ye getirtilen Benno Landsberger, Gutlarla ilgili makalesinde bunların şahıs isimleri bağlantısıyla Türk olabilecekleri tezini ortaya koymuştur.[11] Bu kral adları El Ulumuş (memleketi büyütmüş), Yarlagan (haber veren), Tirigan (yardım eden, diri kan), Şarlak (kanatlı ve memeli hayvan adı) şeklinde Türkçe anlamları ile ortaya konmuştur. Yine Kemal Balkan, paralel görüşleri dile getirmiştir.[12]
Bundan başka, Ekrem Memiş, yukarıdaki tezleri destekleyen görüşler ortaya koymuştur.[13] Türkiye kaynaklı bu görüşlerin dışında J. Derakhshani, Gutilerin Tukri yani Turani bir kavim olduğunu ifade etmektedir.[14] Pavel Dolukhanov, Diakonoffa atıf yaparak bu kavmin bugünkü Dağıstan dilleri ile uzaktan akraba olduğunu ifade etmektedirler.[15] Bu görüşler, hemen hemen ortak bir yöne parmak basmakta olup Gutilerin Turan bölgesi ile bağlantısına işaret etmektedirler. Zaten, yakın dönemde Hakkari dağlarında bulunmuş olan ve Veli Sevin tarafından yayınlanan taş steller, bu bölgede Turani motiflerin etkisinin olduğuna işaret eden en kuvvetli arkeolojik belgelerdir.[16]
Türk oldukları hakkında genel kanaatin bulunduğu Gutilerin, kutsal kitap Kur’anı-Kerim’de geçen ve Nuh tufanı bahsinin işlendiği ayetlerde Nuh’un gemisinin konduğu dağ olan Cudi kelimesi ile bağlantısının olduğunu düşünmekteyim.[17]
Tufan birtakım kavimlerce tanrıların kendilerine karşı günah işleyen insanlarla birlikte bütün canlıları ortadan kaldırmak üzere yapılmasını kararlaştırdıkları ve dünyanın tamamının su istilasına uğratıldığına inanılan büyük bir felakettir. Hem kutsal kitaplarda hem de Eski Çağ dünyasının çivi yazılı ve arkeolojik belgelerinde tufan kıssası geniş bir şekilde yazılmış ve genelde dünyada yaşayan bütün toplumlara da etkileşim yoluyla geçmiştir. Kitab-ı Mukaddes tufan olayını evrensel bir olay gibi bize aktarırken Kur’an-ı Kerim, Hz. Nuh’un yaşadığı bölge ile bağlantılı bir olay olarak bize aktarır. Çivi yazılı belgelerden tufanı işleyen Sumerce Gilgameş / Bilgameş Destanı’na ait on birinci tablet konu olarak tamamen kutsal kitaplarda bahsedilen Nuh tufanına paralel bilgiler aktarmaktadır. Tufan hikâyesinin Sumerce versiyonu, Sumerliler ile birlikte Mezopotamya’da bulunan Sami kavimlere geçmiş ve daha çok da Babilce yazılmış nüshaları ile günümüze ulaşmıştır. Bunun dışında Anadolu’da Hititçe ve Hurrice, Mısır’da El-Amarna bölgesinde Akadca, Suriye’de, bugünkü modern adı Tell-Mardik olan Ebla şehrinde ise Eblaca nüshaları bulunmuştur. Kutsal kitaplar ve çivi yazılı belgelerdeki tufan hikâyesi ilgili çivi yazılı belgelerin çıkması ile birlikte günümüze kadar tartışılan bir konu hâline gelmiş ve birçok kitap, dergi ve günlük gazetede işlenmiştir. Bu kaynaklar vasıtasıyla hem kutsal kitaplar arasında hem de çivi yazılı belgeler ile mukayesede farklılıklar ve paralellikler ortaya konmuştur. Yine tartışmalı bir konu olan tufandaki geminin hangi dağa konduğu ve bugünkü coğrafyada nereye lokalize edildiği fikrini değişik görüşler istikametinde sizlere aktarmak istiyorum.
Tevrat bilgilerine göre kastedilen bu dağın adı Ağrı’dır. Genelde Tevrat kaynaklı çalışan din bilimcileri de bu dağın Ağrı Dağı olduğuna işaret ederler.
Bunun paralelinde Aramca yazılmış Tevrat üzerinden bu konuda araştırma yapanlar, dağın adının Ture Kardu olarak geçtiğini ifade etmektedirler; bu dağın bugünkü Süryanilerin yoğun yaşadığı Anadolu topraklarındaki Cudi bölgesine lokalize edilmeye çalışıldığı anlaşılmaktadır.[18] S. Frymer, Süryanice ve Aramca Tevrat’ın tekvin 8: 4’te Ture Kardu’ya konduğuna işaret ederek buranın Van Gölü’nün güneydoğusundaki dağlar olduğunu ifade etmektedir.[19] Kur’an-ı Kerim ise bu dağın Cudi olduğunu ifade etmekte olup genelde Cizre ve Şırnak bölgesindeki Cudi Dağı ile aynı yer olduğu düşüncesi hâkimdir.
Çivi yazılı belgelerden, Sumerce yazılmış tufan hikâyesini anlatan Gılgameş Destanı’nın on birinci tabletinin geminin konduğu yerle ilgili dağ adı, kırık olduğu için bilinmemektedir. Babilce yazılmış olan paralel belgelerde bu dağın adı Nisir olarak kayda geçirilmiştir. Daha sonra kaleme alınmış Yeni Asurca belgelerde Nisir dağ adı sık sık geçmekte olup bu dağın lokalizasyonu konusunda bizlere ipuçları sunmaktadır. Bu anlamda çivi yazısı ile uğraşan filologlar, bu dağın yeri hakkında farklı yorumlarda bulunmuşlardır. Bunlardan Speiser, bu dağın bugünkü Pir Omar Gudrun olduğunu söylemektedir.[20] J. Skinner, Tevrat’ta Ağrı Dağı olarak kastedilen bu dağın, Asur topraklarının doğusundaki aşağı Zap Nehri ile Dicle’nin doğusu arasında bulunması gerektiğini ve bu yerin Cudi Dağı’nın olduğu kesim olacağını ifade etmektedir.[21] K. Hecker, Nisir Dağı’nın Yeni Asur dönemi krallarından II. Asurnasirpal yıllıklarında da geçtiğini ve bu dağın Anadolu’nun doğusunda olduğunu ifade etmektedir.[22] Son olarak Simo Parpola-Michael Porter tarafından yayına hazırlanmış olan ve Eski Çağ döneminin bölge haritaları ve lokalizasyonunu gösteren ve bizim Helsinki Atlası olarak ifade ettiğimiz kitapta[23] Nisir Dağı’nın bugünkü Pir-i Mukurun olduğunu yani Süleymaniye’nin İran istikametine doğru olan dağlarını ifade etmektedir.
Nisir dağ adı II. Asurnasirpal’e ait yıllıklarda aynı metinde üç farklı yerde geçer. Bu dağ Habite şehri, Lulla ülkesi ve Bunaşi şehirleri ile birlikte geçmektedir. Aynı zamanda Asurluların Nisir olarak ifade ettiği bu dağ, Lulla ülkesi insanlarının Kinipa adını verdiklerini de bilmekteyiz. Yukarıdaki bilgiler istikametinde aşağıdaki değerlendirmelerimi sizlerle paylaşmayı istemekteyim:
Kitab-ı Mukaddes’te ifade edilen dağ adı, MÖ XIII. yüzyıldan itibaren bugünkü Mezopotamya Ovası’ndan sonra Anadolu ve İran’a doğru yükselen doğu Toroslar yani Cudi Dağı’nın da içinde bulunduğu bölge başlangıç olmak üzere Doğu Anadolu, bugünkü Ermenistan’ın bir kısmı ve İran topraklarının Türkiye sınırlarına yakın olan bölgeleri, Asurlu komşuları tarafından “Uru adri” olarak isimlendirilmiş ve genel literatüre de Urartu adıyla kazandırılmış olan bu kavim adının değişik bir varyantı şeklinde bu isimle ifade edilmiştir. Bu isim, bir bölge adını ifade etmekte olup etimolojik olarak yukarı ya da yüksek ülke anlamlarını içermektedir. Bu bölge adı zaman içinde genelde Doğu Anadolu’da yaşayan insanların kavim adı olarak da kullanılmaya başlanmıştır. Bize göre burası, Ağrı Dağı değil, Mezopotamya’dan Anadolu’ya yükselen dağlar grubu olmalıdır. Keza, Aramca yazılmış Tevrat’ta bu dağ adı, Ture Kardu olarak ifade edilmiş olup bu dağın yukarıda ifade ettiğim bölgede olduğunu Süryani tarihi üzerine çalışan din ve bilim adamlarının da kabul ettiği malumdur.
Kur’an-ı Kerim’de ifade edilen Cudi Dağı ismi çok ilginçtir. Çünkü Eski Çağ dünyasında Doğu Toroslar’dan Zagros Dağları’na kadar olan bölge, Sumerlerin yıkılmasına da sebep olan ve bir dağ kavmi olarak ifade edilen Gutilerin yaşadığı bölgedir. MÖ III binlerden itibaren bu dağlık bölgede oturan Gutiler, bu dağların bir bölge adı olarak Kur’an-ı Kerim’e de kaynak olduğunu göstermektedir. Nitekim, çivi yazılı belgelerde “g” ile başlayan kelimeler, Kur’an-ı Kerim’in yazılmış olduğu Güney Arapçasında “c” ile ifade edilmektedirler. Buna birkaç örnek vermek istersek, “iyi”, “güzel” anlamındaki gamâlu “cemâl” olarak; Dicle Nehri’ni ifade eden idigna, “Dicle” şeklinde; “deve” anlamına gelen gammalu “cemel”, “korkutmak”, “sert olma” fiili ile bağlantılı galâdu, “cellad” şeklinde karşımıza çıkmaktadır. Yani, Guti şeklinde geçen bu kavim adı, bir dağ silsilesi olarak Kur’an-ı Kerim’e Cudi şeklinde geçmiştir.
Sumer ve Gutların, bilimsel düşünen yerli ve yabancı bilim adamları tarafından Türk kültür şemsiyesi içinde düşünüldüğü güçlü örneklerle ortaya konmuştur. Yine aynı kavimlerin kutsal kitaplarda yer alan ve bizlerin de önem verdiği insanlığın başından geçmiş olan olayların anlatıldığı destan ya da mitolojik anlatımları yazının kullanılmasından itibaren bildiği anlaşılmaktadır. Sumerleri kendi belge ve bilgilerinden tanımamıza rağmen, Gutileri ancak komşusu olan kavimlerin belge ve bilgilerinden tanıma fırsatı bulmaktayız. Gelecekte yapılacak arkeolojik ve filolojik araştırmaların onları daha iyi tanımamıza önayak olacak bilgi ve belgeleri ortaya koyması en büyük temennimizdir.
3. Turkiler ve Turukkular
MÖ 3000’li yıllarda Anadolu’da Akadlı tüccarların ticari faaliyette bulunduğu ve meşhur Akad Kralı Naram-Sin döneminde, adı geçen kralın Mezopotamya’dan Anadolu’ya doğru bir askerî sefer yaptığı bilinmektedir.[24] Bu bilgiler içinde 17 Anadolu şehir devletinin Naram-Sin’e karşı birleşip ittifak yaptığı anlaşılmaktadır. Bu şehir devletlerinden bir tanesinin adı etimolojik olarak bizi ilgilendirmektedir. Bu devletin adı Turki’dir. Kralının adı ise İlşu- Nail’dir. Ekrem Memiş, bu ismin Türk kelimesi ile bağlantısında şüphe etmediğini ifade etmektedir.[25]
Turukku kavim adı, MÖ 2000’lerdeki Eski Babilce yazılmış Mari arşivlerinde geçmektedir. Musul-Kerkük bölgesinde yaşayan bu kavmin geçtiği belgeler, Sadi Bayram tarafından bir kitapçık hâline getirilerek onların Türk ismi ile ilk kullanılan kavim adı olduğu savını ortaya koymuştur.[26] George Dossin, yayımlamış olduğu Mari belgelerinin birinci cildinde 16 ve 69 numaralı belgelerde, IV’üncü ciltte 21, 22, 23, 24, 25, 41, 45, 52, 70, 78 ve 79 numaralı belgelerde Turukku kavim adı geçmektedir.[27] Türk bilim adamlarının yanında Histoire du Monde kaynaklı makale Turukku adının Türk kelimesi ile bağlantılı olabileceğine atıf yapmaktadır.[28]
AÜ DTCF, Sumeroloji Anabilim Dalı Başkanı
YAZILANLARA KATILIYORUM.
ÇÜNKÜ, YAZININ REFERANSLARINDA OLMASA DA BU KONU HAKKINDA FİRİDUN AĞASIOĞLU CELİLOV (AZER HALKI, DOKUZ BİTİK), YUNUS OĞUZ (İLERİ YAYINLARI), BAHTİYAR YAVUZ (BİLGEOĞUZ YAYINLARI) GİBİ BİLGİNLERİN KİTAPLARINDA DA BENZER VE DESTEKLEYİCİ BİLGİLER VAR.
PROF. DR. ÖZDAL DİLLİOĞLUGİL