Eseri Olmayan Eşsiz Profesörler
Üniversiteler, milletlerin beyni olmalıdır. Çünkü orası en seçkin bilginlerin, araştırıcıların toplandığı yerdir. Türkiye’de böyle düşünüldüğü için üniversitelere muhtariyet verilmiş, öğretmeni ve öğrencisiyle üniversite seçkin bir çevre olarak tanınmıştır.
Fakat gerçek hiç de böyle değildir. Üniversitelerde gerçek bilginler ve araştırıcılar pek azdır. Profesörlük bir ilim unvanı değil, bir kazanç sertifikasıdır.
Üniversite tüzüklerine göre profesörlerin birkaç dil bilmesi, orijinal eser sahibi olması, inceleme için Avrupa’ya gittikten sonra bilgi kazancını belirtecek bir rapor veya etüd hazırlaması lazımdır. Ama nerede? Üniversite profesörleri hoca değil, tüccardır. Kendini bilim alanına vermiş sekiz on kişinin dışında, Avrupa’dan bilim ve bilgi değil, başta araba olmak üzere, geçer akça mal getirmektedir. Orijinal esere gelince Edebiyat Fakültelerindeki birkaç kişinin eserleri dışında ortaya konan kitaplar, yine kazanç vasıtası olan ders kitaplarıdır. Öğrencisi gayet kalabalık olan Hukuk ve Tıp Fakültelerinde astronomik fiyatlarla satışa çıkarılan bu kitaplar bayağı birer derlemeden ibaret olduğu halde tükenip sahibine kazanç sağlar ve zavallı Hukuklu ve Tıbbiyeli de güç bela edinebildiği veya iğreti olarak okuduğu bu kitaplarla sınıfını geçmeğe çabalar, durur.
Üniversiteler muhtardır. Oraya polis bile izin almadan giremez. Oraya yalnız profesörlerin maddî menfaati girer. Profesör, klinik şefi ise klinikteki yatak sayın profesörün özel muayenehanesinden geçer. Özel muayenehane ebedî çalışma halindedir. Sayın profesör inceleme için Avrupa’ya gittiği zaman asistanlar tarafından işletilir ve asistanların muayene ettiği hastalardan alınan ücreti kendisine mal etmekte profesör hiçbir ahlâkî sakınca görmez.
Sayın Hukuk Profesörleri 2.000 kişiye birden ders verecek kadar bilim ve hatta dehâ sahibidirler. Haftada dört saat dersi olan bu dâhiler, şu 2.000 garibi dörde bölerek 500’er kişilik guruplara ayrı ayrı ders vermeyi ve o hengâmeyi birer sınıf haline getirmeyi bir türlü düşünemezler. Hayır, düşünmesine düşünürler ama bunun için ayrı ücret beklerler. Çünkü haftada 8 veya 12 saat ders verirlerse, dışardaki hukuksal danışmadan gelecek kazanç baltalanacaktır.
Mühendis profesörlere gelince, onlar memleketi imar ve inşa ile o kadar meşguldürler ki, resmî makamları olan odaları bile dışarıya yapılan projelerle doludur.
Ya Üniversiteler talimatnamesine göre yazılması gereken orijinal eserler? Onlar istim gibi arkadan gelecektir.
* * *
Yalnız maddî kazanç peşinde olup şahsî çıkarlarıyla bu derece uğraşan kimselerin ne bilim gelişmeleri hakkındaki yeni eserleri okumaya, ne de bizzat araştırma yapıp eser vermeye elbette vakitleri olmayacaktır.
Birkaç yıl önce, Hamburg Üniversitesi Türk Tarihi ve Türkoloji Kürsüsü profesörü olan Spuler adında genç bir Alman bilgini İstanbul’a gelip konferanslar vermişti. Spuler, İngilizce ve Fransızca’dan başka Türkçe, Arapça, Farsça, Rusça, Moğolca da biliyor ve bu dillerdeki yayınları asıllardan takip ediyordu.
Bilim adamı, işte böyle olur. Bizim göstermelikler arasında böyle 7 dilden vazgeçtik, 3 büyük Batı dilini bilip de o dillerdeki yayınları takip eden kaç kişi var? Onlar ya ticaret ardındadırlar yahut, meslekleri ticarete elverişli olmayanlar klik yapmakla uğraşırlar.
Evet, onlar birbirleriyle gizli gizli konuşacaklar, sen benim dekanlığıma oy verirsen ben de senin asistanının doçentliği için oy kullanırım diyecekler, sohbete benziyen profesörler toplantısında nutuk çekme gösterisi yaparak günlerini gün edeceklerdir. Tüccarlara muhtariyet verilir de her türlü kontroldan uzak bırakılırsa elbette sonu budur: Kazanç için çürük mal sürerler ve halkı asla düşünmezler.
Göstermelik profesörlerin kötü bir huyu da kıskançlıklarıdır. Değerli asistanları ve doçentleri baltalamak için her şeyi yaparlar. Kendileri yükselemedikleri için onları alçaltmaya çalışırlar. Doğru konuşan, yanlışları yüze vuranlardan ödleri patlar. Ömürleri boyunca ciddî bir eser veremeyen, erdem örneği gösteremeyenlerin yapacağı iş budur.
Kıskançlığın en berbat örneğini birkaç yıl önce İstanbul Edebiyat Fakültesinde gördük: Profesörlüğe aday üç Fransız Edebiyatı doçentinden en değerlisi, en ehliyetli ve zekisi olan, eserleriyle Fransa’da da tanınıp takdir edilen Adile Ayda, sırf şahsiyetinin kuvveti yüzünden profesörlüğe seçilmedi ve yanlışları açığa vurması “geçimsizlik” diye adlandırıldı. Geçimsizlik iddiası sudan bahaneydi. Birbirlerine çelme takmak için klikler halinde sinsi bir mücadele yapan profesörlerin, mücadelesini medenî cesaretle herkesin içinde yapan Adile Ayda’ya geçimsiz demeleri gerçekten gülünçtü. İşin daha gülünç bir yönü de vardı: Kulis didişmelerinde bazı Anadolucu profesörler onun Tatar olmasını âdeta tehlike diye gösteriyorlardı. Zavallılar!… O Tatar kadar Türk olsalar, olabilseler daha ne isterlerdi? Tatar’ın, Yörük veya Türkmen gibi, Türklerden bir bölümünün adı olduğunu kavramayan bu profesörler Tatar’ın yerine bir Yahudi dönmesini getirmekle nasıl bir ahlâkî gaf yaptıklarının farkına varamadılar. Bu davranış o kadar çirkindi ki, Anadoluculuğun kurucusu olan ve Kazanlılarla Kırımlıları pek de sevmeyen merhum Mükrimin Halil bile bu Anadoluculardan biriyle tartışmış ve: “Ne yaptığınızın farkında mısın?” sorusuna, “Adile Ayda Tatardır. Türk olmaz!” cevabını alınca: “Kendisi olmazsa çocuğu Türk olur. Fakat Selânik dönmesinin bin yıl sonraki torunu da Yahudi’dir” diye karşılık vermişti.(1)
* * *
Böyle uzun boylu tablolar çizip eskiye doğru gitmemin sebebi İstanbul’daki Edebiyat Fakültesinde geçen ay oynanmak istenen bir oyundur. Bu oyun, Edebiyat Fakültesindeki bir kısım profesörlerini iyice hazırlandıktan sonra, ortamı elverişli sanarak, vaktiyle aşırı solcu olduğu için Üniversiteden çıkarılan birisini, oldu bitti ile tekrar getirme teşebbüsleridir.
Ankara’daki Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesinde doçent iken aşırı solcu davranışlarıyla huzursuzluk yaratan dört kişi (Muzaffer Şerif, Niyazi Berkes, Behice Boran ve Pertev Naili Boratav), nihayet Maarif Vekâleti tarafından Üniversiteden atılmışlardı. Bunlardan Pertev Naili Boratav’ın hikâyesi diğerlerinden daha ilgi çekiciydi. Almanya’ya Sümeroloji öğrenimi için giden Pertev, orada solcu faaliyete başladığı, solcularla düşüp kalktığı için arkadaşları tarafından önce ihtara maruz kalmış, dinlemeyince Maarif Vekâletine şikâyet edilmişti. Müfettiş olarak giden Reşat Şemsettin Sirer şikâyetleri doğru bulduğu için Pertevi Türkiye’ye geri göndermiş ve önce bir lisede ambar memurluğuna tayin edilen Pertev Naili, sonra Ahmet Kutsi Tecer gibi bazı ahbaplarının ve bazı mebus dayılarının aracılığı ile folklor doçenti olarak Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesine alınmıştı. Aşın solculuğu sabit olmuş bir kimsenin öğretmen yapılmasındaki yakışıksızlık ortada iken bunu düşünen çıkmamıştı. Fakat gördüğü himayeden şımarıp işi azıtınca nihayet diğer üç kişiyle birlikte atılmış, böylelikle mazarratına set çekilmişti. İşte Edebiyat Fakültesine getirilmek istenen Pertev Naili Boratav budur.
Edebiyat Fakültesi kurulunda teklifi ortaya atan, sosyoloji kürsüsü profesörü Nurettin Şazi Kösemihal olmuştur. Kösemihal, sosyoloji alanının gittikçe genişlediğini ileri sürerek bu kürsünün Üniversite dışından değerli elemanlarla takviyesini teklif etmiş ve hemen herkes bu fikri benimsemişken Pertev’in adı söylenince profesörlerin çoğu şaşırmıştır. Çünkü o, vaktiyle folklor doçenti idi. Şimdi ise sosyoloji profesörü olarak getirilmek isteniyordu.
Bu teklife yapılan itirazlar iki noktada oldu: 1- Folklorla uğraşmış bir adam yıllardan sonra sosyolojiye getirilemezdi. 2- Aşırı solculuğundan dolayı atıldığı için getirilemezdi.
Karşı taraf, yani Pertev Naili’yi getirmek istiyenler (ki buz gibi aşırı solcuyu getirmek istedikleri için artık bunlara solcu cephe diyebiliriz) onun büyük bir bilgin olduğunu, Üniversitede müsamaha göstermek gerektiğini ileri sürüp sosyal kanaatlerin dikkate alınamayacağını savundular.
Aleyhte olan (ki solcuların karşısında oldukları için bunlara da milliyetçi cephe diyebiliriz) Pertev Naili’nin ancak folklora ait basit bir iki eser sahibi olduğunu, folklor doçenti olmanın sosyoloji profesörü olmak için çok yetersiz bulunduğunu, solcu fikriyata sahip bir adamın getirilmesinin asla mümkün olamıyacağını, meselâ Rusya’dan bir Rus profesörününde getirilmesinin kesin olarak düşünülemiyeceğini ileri sürdüler ve bir Nurcu nasıl profesör olarak getirilemezse bir aşırı solcu da öylece getirilemez dediler.
Milliyetçilerle solcular arasındaki tartışma sert ve uzun oldu. Türk Edebiyatı profesörlerinden Fahir İz ile İngiliz Edebiyatı profesörü Vahit Turhan, solcu Pertev Nailinin getirilmesi fikrini şiddetle ve heyecanla desteklediler. Teklifi getiren Kösemihal ile Psikoloji Profesörü Sabri Esat ve sosyoloji profesörlerinden Cahit Tanyol da aynı düşünceyi ısrarla savundular. Buna karşı milliyetçi cepheden Pertevin hem ilmî yetersizliği, hem de ideoloji sapıklığı üzerinde konuşarak gelmesi aleyhinde bulunanlar çok oldu. Sanat Tarihinden Oktay Aslanapa, psikolojiden, Mümtaz Turhan, coğrafyadan İsmail Yalçınlar, tarihten Zeki Velidi Togan, İbrahim Kafesoğlu, şarkiyattan Ahmet Ateş, Türkolojiden Ömer Faruk Akün, Mehmet Kaplan, Sadettin Buluç, Muharrem Ergin ve Ahmet Caferoğlu türlü bakımlardan gelemiyeceğini söylediler.
Tartışmadan sonra, düşüncesini sözle belli etmeyen, fakat tutumu ile Pertevin gelmesi aleyhinde bulunduğu anlaşılan dekan Vehbi Eralp nihayet oya başvurdu. Pertev Naili’nin gelmesi lehinde oy verenler şunlardı:
1- Nurettin Şazi Kösemihal (Sosyoloji)
2- Fahir İz (Türkoloji)
3- Vahit Turhan (İngiliz dili)
4- Sabri Esat Siyavuşgil (Psikoloji)
5- Cahît Tanyol (Sosyoloji)
6- Macit Gökberk (Felsefe)
7- Halet Çambel (Arkeoloji)
8- Mina Urgan (İngiliz dili)
9- Cemal Tukin (Tarih)
10- Besim Darkot (Coğrafya)
11- Adnan Benk (Fransız dili)
12- Refia Şemin (Pedagoji)
13- Süheylâ Bayrav (Fransız dili)
14- Bedia Akarsu (Felsefe)
15- İsmail Tunah (Felsefe)
16- Tatyana Moran (İngiliz dili)
17- Arif Müfit Mansel (Tarih)
18- Jale İnan (Arkeoloji)
19- Takiyettin Mengüşoğlu (Felsefe)
20- Şâra Sayın (Alman dili)
21- Nermi Uygur (Felsefe)
Bu 21 kişilik listenin tahlili, doğrusu, çok ilgi çekici sonuçlar verecek değerdedir. Tatyana, Türkle evli bir Rus kadını olduğu gibi aralarında üç kişi aşırı solcudur. Hele 21’lerin etnik bölünümü pek hoştur. İçlerinde üç Selânik Dönmesi (yâni Yahudi) 1 Arap, 1 Arnavut, 1 Boşnak, 1 Kürt, 1 Rus bulunması, 1 kişinin de soyadı kanunundaki hükümlere rağmen Rumca soyadı taşıması ibret verici manzaradır. Hele yetmiş iki buçuk milletin tamamlanması şartmış gibi Üniversite öğreticileri arasında bir Moskof kadınının bulunması tarihî bir olaydır. İşin ibret verici bir yönü de bugün Pertev’in gelmesi lehinde oy veren Macit Gökberk’in vaktiyle onu komünist faaliyetinden dolayı şikâyet eden öğrenciler arasında bulunmasıdır. Edebiyat Fakültesindeki 9 kadın öğretim üyesinden 8’inin solcularla işbirliği yapması da ayrıca üzerinde durulacak bir noktadır.
Bu oylamanın en büyük sürprizi Fahir İz’in solcularla yaptığı işbirliği olmuştur. Fahir İz’i kimse böyle bilmiyor, tanımıyordu. Herkes kendi kendisinden sorumlu olmakla beraber, onun, Mahir İz gibi sağlam karakterli, milliyetçi ve mukaddesatçı bir öğretmenin kardeşi olması derin üzüntü yaratmıştır. Fahir İz’in bu davranışı hangi kulis taktiğinin ve hangi klik menfaatinin sonucu olursa olsun bu oylamadan sonra herhalde iki kardeşin arası açılacaktır.
Solcuların sağladığı 21 oydan sonra dekan, Pertev Naili’nin getirilmesi aleyhinde olanların oylarını saymaya başladı. Aleyhte olanlar şunlardı:
1. Oktay Aslanapa (Sanat Tarihi) 2. Mümtaz Turhan (Psikoloji) 3. Ömer Faruk Akün (Türkoloji) 4. Zeki Velidi Togan (Tarih) 5. Mehmet Kaplan (Türkoloji) 6. Sadettin Buluç (Türkoloji) 7. Muharrem Ergin (Türkoloji) 8. Ahmet Ateş (Şarkiyat) 9. Ahmet Caferoğlu (Türkoloji) 10. İsmail Yalçınlar (Coğrafya) 11. İbrahim Kafesoğlu (Tarih) 12. Cavit Baysun (Tarih) 13. Şahabeddin Tekindağ (Tarih) 14. Münir Aktepe (Tarih) 15. Faruk Timurtaş (Türkoloji) 16. Ahmet Ardel (Coğrafya) 17. Necdet Tunçdilek (Coğrafya) 18. Sırrı Erinç (Coğrafya) 19. Hamit İnandık (Coğrafya) 20. Afif Erzen (Tarih) 21. Sabahat Atlan (Tarih) 22. Tahsin Yazıcı (Şarkiyat) 23. Semavi Eyice (Sanat Tarihi) 24- Bahadır Alkım (Klâsik filoloji) 25. Zafer Taşlıklıoğlu (Yunan dili) 26. Faruk Perek (Lâtin Dili) 27. Fikret Işıltan (Tarih) 28. Nihat Keklik (İslâm Tetkikleri) 29. Beylan Toğrol (Psikoloji) 30. Adnan Pekman (Arkeoloji) 31. Sençer Tonguç (İngiliz dili)
Solcuların 21 oyu, oylama sırasında toplantıda bulunmayan ve Pertev Naili lehinde rey veremediği için eseflenen tarih profesörü Tayyip Gökbilgin’in de katılmasıyla yarın 22’ye çıkabilecektir. Bu muhteşem soyadının sahibi İslâm Ansiklopedisinde yazdığı çok sathî maddelere rağmen Moskoflar tarafından övülen biricik Türk tarih bilginidir.(!) Zaten solcu listede orijinal eser vermiş adam bulmak hemen hemen imkânsızdır. Bunlar ders kitapları müellifleridir. Aralarında Zeki Velidi Togan, Cavid Baysun, Kafesoğlu, Ahmet Ateş, Ceferoğlu, Aslanapa, Semavi Eyice, Faruk Timurtaş, Muharrem Ergin vesaire gibi orijinal eser veren, yani bilime yeni değerler katan ve Türk kültürüne yararlı olan tek kişi yoktur.
Son zamanlarda basında çok görülen, İmam-Hatip okulları, Yabancı okulları ve liselerin yetersizliğine dair haklı tenkitleri daha büyük ölçüde Üniversite için söylemek yerinde olur.
Devlet tarafından kurulmuş olan, bütçesi devletçe sağlanan Üniversiteler, kafası işlemeyen ve millî şuuru bulunmayan yetersiz hocalar, akıllarına esince oraya her zararlı adamı soksun diye yaşatılmıyor. Bu göstermeliklere fırsat verilirse bugün Pertev Naili yarın Niyazi Berkes, öbürgün Behice Boran derken sıra Pavlof ve Konriloflara gelecektir. Üniversite muhtariyeti ve fikir hürriyeti, milleti yok etmek muhtariyeti ve vatanı yıkmak hürriyeti değildir. Bir millet, bir vatan, kazma kürekle değil, onun düşmanlarını su başına yerleştirmekle yıkılır. En sağlam gövdenin yıkılması, ciğere yerleşen küçük bir koch basili ile başlar.
Bilim, özgürlük, anayasa, demokrasi teraneleri arasında korkunç baltalamalar var. Uyanalım… Artık uyanalım…
(6 Temmuz 1964), ÖTÜKEN, 16 Temmuz 1964, Sayı: 7
(1) Adile Ayda somatik olarak Türk ırkının tam örneklerinden biri olduğu gibi şuur ve ülkü bakımından da tam bir Türk olduğunu, Anadolucu profesörlerin miskin bir tevekkül içinde sustukları, vicdanı kanaatlerini yakınlarına ancak fısıldayarak söyledikleri kritik zamanlarda Türk milliyetçileri lehindeki yazılarıyla ispat etmişti.