Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

“Ermeni Soykırımı” İddialarının Milli, Siyasi ve Dini Boyutu

0 12.258

Dr. Emin ARİF

“ERMENİ SOYKIRIMI” İDDİALARI
Öncelikle belirtmek gerekir ki, Ermeni Meselesi Türkiye Ve Azerbaycan’ın ortak sorunudur ve adından da anlaşılacağı üzere hep iddialar üzerine kuruludur. İddialar ise aksi ispat edilmedikçe asılsızdır. İddiaların öne sürülmesinde asıl amaç “Büyük Ermenistan” düşüncesini gerçekleştirmektir, bunun için önce Türkiye’ye soykırım iddialarını kabul ettirmek, sonra ise tazminat ve toprak iddialarını meşrulaştırmaktır.

Azerbaycan topraklarının işgal edilmesini de bu iddialar kap­samında değerlendirmek gerekir. Ermeniler 24 Nisan 1915 yılında Türkler tarafından soykırıma uğradıkla­rını iddia etmekte ve her yıl bu mesele­yi tüm dünya ülkelerinin parlamento­larının gündemine getirmekte ve mü­zakerelerine sunmaktadırlar. Gerçekte ise Ermenilerin iddia ettikleri soykırım Osmanlı devletinin kendi güvenliği­ni korumak için Ermeni isyanlarının ve Türklerin katledilmelerini önlemek amacıyla hazırlamış olduğu bir savun­ma tedbiri idi. Peki neden 24 Nisan tarihi? Çünkü bu tarihte Osmanlı ordu­sunu arkadan tehdit eden ve Osmanlı devleti aleyhine her türlü faaliyetin içinde yer alan bütün Ermeni komite merkezleri ve siyasal örgütler kapatıl­mış, komiteciler dağıtılmış, İstanbul’da 2345 Ermeni teröristi tutuklanmıştır.[1] Yani burada hiçbir cinayet ve katliam sözkonusu olamaz. Eğer konu Osman­lılar tarafından Ermenilerin tehciri ise, çatışma bölgeleri ile çatışma tehdidi altındaki bölgelerde yaşayan Ermenilerin yerlerinin değiştirilmesine karar verilen Tehcir Kanunu 27 Mayıs 1915 senesinde çıkarılmıştır.[2]

Bu kanunda “Ermeni” kelimesinin olmaması, ya­sanın yalnız isyan çıkaranlara ve düş­manla işbirliği yaparak casusluk ve hainlik edenlere yönelik çıkarıldığı 3 maddelik kararda yer almaktadır.[3] Bu olayların Ermeniler tarafından soykırım olarak dünya kamuoyunun bilinçaltı­na yerleştirilmeye çalışılması onların tarihi gerçekleri çarpıtması açısından son derece önemlidir. Onlar soykırım iddialarını gündeme getirirken din faktöründen büyük ölçüde yararlan­maktadırlar. Ünlü Amerikalı araştırmacı Samuel Weems bu konuda yazıyor: “… Ermeniler Hıristiyan dünyası içerisinde sık sık masallar anlatarak kendilerinin lisus yolunda ıstırap çeken millet olduk­larını iddia etmektedirler. Onlar Hıristi­yan olmayan her kesin ve her şeyin Hı­ristiyanlığa karşı zararlı, korku ve nefret olması düşüncesini oluşturmaktadırlar. Bu günlerde Ermenilerin bahsettiği en büyük masal ise güya onların 1,5 mil­yonluk atalarının 1915 senesinde Türkler tarafından katledilmeleridir ki, bu, 20. yüzyılın ilk genosit masalıdır…”[4]

Yazarın öfke dolu yazılarında şu ifadelere de rastlamak mümkündür: “Ermeniler 1,5 milyon kişinin önce öl­dürüldüğünü sonra ise çok iyi Hıristiyan olduklarından dolayı lisus gibi zuhur et­tiğini iddia etmektedirler. Her şey bir ta­rafa, Ermeniler sözde soykırımı “çarmıha gerilme”, yeni diktatör ülkenin kurulma­sını ise lisus gibi “zuhur etmek”le kıyasla­maktadırlar. Bu sahtekarlıktır!”[5]

“Ermeni Soykırımı” iddiaları devam etmektedir. “Uluslararası hukuk dalında Rus araştırmacısı” olarak tanıtılan ermeni kökenli siyaset bilimci Y.G.Barsegov’un kitabında yer verilmiş haritada görülün Ermenistan iddiaları

I – Ermenilerin Soykırım İddiaları ile Holokost Arasında Benzerlik Kur­ma Stratejisi

Özellikle son zamanlarda 1915 Tehciri ile Yahudilerin İkinci Dünya Savaşı sırasında Naziler tarafından tabi tutuldukları holokost arasında bağlantı kurma yöntemiyle Ermeniler kendi iddialarını yayma ve dolayısı ile bunların kabulü yönünde propagan­da yapma yöntemini benimsemiş­lerdir. Bu amaçla Batı’da Holokost’u anma günleri etkinliklerinde ”20. yüz­yılın ilk soykırımının kurbanları” olarak katılma teşebbüslerinde bulunmakta­dırlar. Bu çevreler çabalarının bir par­çası olarak Hitler’e atfedilen “kim artık Ermeni soykırımını hatırlıyor ki?” sözü­nü hemen her fırsatta kullanmakta[6] ve Hitler’in bile soykırım fikrini Türklerden aldığını ileri sürmekte, dolayısı ile 20. yüzyılda işlenen ve bundan sonra işlenecek tüm soykırımların suçlu­su olarak Türkleri ilan etmektedirler. Ayrıca Nazilerin yaptıkları soykırıma benzerlik sağlamak amacıyla Türklerin gizli yazışmaları adı altında Ermenile­rin vahşice öldürülmesini emreden belgeler sunmaktadırlar.[7]

Dikkat edilirse, burada Ermenilerin kendi iddiaları ile hep Yahudi felsefesi arasında bir bağlantı kurma içerisinde oldukları görülebilir. Bu strateji sadece soykırımla sınırlı değil­dir. Yahudi felsefesine ve kutsal kitap­larına göre, güya Tanrı tarafından se­çilmiş millet İsrailoğulları’dır ve Tanrı Hz. İbrahim’e rüyasında görünerek, “… Mısır nehrinden (Nil) ta … büyük nehir olan Fırat’a kadar Kenaniler, Keniziler … ve Yebusilerin memleketini senin evlatlarına verdim”, söyleyerek Nil’den Fırat’a kadar tüm toprakları İsrailoğulları’na hediye etmiştir.[8] Sonradan politik Siyonizm felsefesi doğunca, Yahudilerde bir cihan hakimiyeti mefkuresi meydana gelmiştir.

Aynı politika Ermeni ideolojisinin de bir parçası olarak şekillenmiş ve kendilerinin Tanrı tarafından seçilmiş bir millet olduklarını dünya kamuoyu­nun bilinçaltına yerleştirmek istemiş­lerdir. Yahudilerdeki cihan hakimiyeti mefkuresinin aksine, kendilerinde böyle bir mefkurenin gerçekleşe­meyeceğini anlayarak sadece Doğu Anadolu ve Kafkasya ile yetinmeyi amaçlayan Ermeniler iddia edilen bu toprakların Hz. Nuh’un torununun to­runu olan Hay’a vaat edildiğini öne sür­mektedirler. Ermeni ideolojisi işte bu iddialar üzerinde pekişmiştir.

Taşnaksutyun Partisinin kurucuları: R. Zoryan, H. Mikaelyan, S. Zavaryan

Halbuki konuya farklı bir açıdan yaklaşan Ermeni bilim adamı Keğam Kerovpyan “Mitolojik Ermeni Tarihi” isimli kitabında, Hayk ve haleflerini tarihsel simalar olarak değil, Ermeni halkıyla kaynaşan değişik ırkların kişi­leştirmeleri veya adlandırmaları olarak tanımlamıştır.[9] Böyle bir durumda, Hay tarihsel bir sima olmadığına göre onun Hz. Nuh’un torununun torunu olması da asılsızdır.

Soykırım ile Holokost arasındaki benzerlik kurma stratejisi de bu tür­dendir. Ama burada özellikle bir hu­susa dikkat çekmek gerekir. Ortaçağ Avrupası’ndan beri Hz. İsa’nın katilleri olarak görülen Yahudiler Hitler Almanyası döneminde de aşağı ırk olarak nitelenmiş, Yahudi düşmanlığı (anti-semitizm) artarak devam etmiştir. Bu ba­kımdan Holokost’un tarihsel ve ideolo­jik kökenleri vardır. Fakat Batı’daki anti-semitizme benzer bir Hıristiyan veya Ermeni karşıtlığı Osmanlı devletinde görülmemiştir. Dolayısı ile Holokost’ta görülen ideolojik arka plan iddia edilen Ermeni soykırımında mevcut değildir.

II – Soykırım İddialarının Tarihsel ve İdeolojik Kökenleri

Ermenilerin soykırım iddialarının tarihsel ve ideolojik kökenleri olmasa da, Batı Hıristiyan devletlerin Ermeni meselesi konusunda farklı tutum içe­risinde olmalarının tarihsel ve ideolo­jik kökenleri vardır. Küresel seviyede dikkat çeken Ermeni meselesi Batı’nın elinde tuttuğu en önemli araçtır. Batı Hıristiyan devletler soykırım iddiaları­nı daha geniş bağlamda Türk ve İslam karşıtı çerçevede değerlendirerek Hı­ristiyan Ermenistan’ı desteklemektedirler. Bu destek geçmişten miras ka­lan Haçlı zihniyetidir. Meseleye hem ırkçılık, hem de dini yönden bakmak gerekmektedir. Batıda Türkiye ve Türk karşıtı bir düşüncenin yaygın olduğu bir gerçektir ve bu düşünce tarihsel bir gelenek gibidir. Türklerin Batı’yla olan ilişkileri 1600 yıllık çatışmalarla dolu bir geçmişe sahiptir ve sürekli hale getirilen savaşlar üzerinde ku­ruludur. Orta Asya’dan gelen kuzeyli Hun akıncıları Batı Roma İmparatorluğu’nun yıkılmasına neden olarak kitle egemenliğine dayalı olan İlkçağ’ı sona erdirdiler ve Ortaçağ dönemini başlat­tılar. Fatih Sultan Mehmet Doğu Roma İmparatorluğu’nun varlığına son vere­rek çözülmeye başlayan ve serf ege­menliğine dayanan Ortaçağ’ın çö­küşünü hazırladı, Yeniçağ dönemini başlattı. Türkler Batı’ya karşı Batı Roma İmparatorluğu’nun çöküşünden 1699 Karlofça anlaşmasına dek tam 1300 yıl kesin bir üstünlük sağladı. Avrupalıla­rın Hıristiyanlığı kullanarak düzenledi­ği Haçlı Seferlerini Türkler göğüsledi ve onları yenilgiye uğrattı. Türkler 1453’te İstanbul’u ele geçirdiler ve 1529’da Viyana’yı kuşattılar.[10] Samuel P. Huntington’un da teşhis ettiği gibi, “neredeyse bin yıl boyunca İspanya’ya ilk Mağribi akınından Türklerin ikinci Viyana kuşatmasına kadar Avrupa sü­rekli bir İslam tehdidi altındaydı”.[11]

Daha sonra Hıristiyan aleminin musibeti Avrupa’nın “hasta adam”ına dönüştü. Birinci Dünya Savaşı’nın so­nunda Batı son darbeyi vurmak üzere harekete geçti ve Osmanlı toprakların­da dolaylı ve dolaysız hakimiyet kur­du. 1920’ye gelindiğinde Türkiye’nin toprak bütünlüğü tamamen tehlikeye girdi. 10 Ağustos 1920’de Sevr Antlaş­ması imzalandı. Bu antlaşmaya göre Doğu’da Doğubayazit, Van, Muş, Bitlis ve Erzincan’ı içine alan bir Ermenistan, Irak ve Suriye arasında da Kürdistan kuruluyordu.[12] Belirtmek gerekir ki, İngiltere Güneydoğu Anadolu halkının baş savunucusu rolünü oynarken, Er­menilerle Güneydoğu Anadolu halkı arasında bir anlaşma sağlamayı amaç­lıyordu. İngiltere’ye göre geçmişte Kürtler Ermenileri baskı altında tut­mak için görevlendirilmişlerdi. Fakat Türk yönetiminde onların da sıkıntı çektikleri görüşündeydi. İngilizler Sevr Antlaşması ile Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da Ermeni-Kürt işbirliği oluş­turma çabası içindeydiler.[13] Gerçekten de Sevr Antlaşması yakın tarihte bir ulusa ceza olarak kabul ettirilen en sert barış antlaşmalarından biriydi ve ülkenin savaş ganimeti olarak kasten ve oldukça cüretli biçimde bölüşülmesine yol açıyordu. Tabii ki, Türkiye Büyük Millet Meclisi bu antlaşmanın uygulanmasını önlemek için savaş­mak yürekliliğini zaten gösterdiler ve Sevr antlaşmasına karşı Misak-i Milli’yi seferber ettiler.[14] Bu konuya temas et­mek niyetinde değiliz, fakat şöyle bir soru ortaya çıkmaktadır: Bölgede Er­menistan ve Kürdistan’ın kurulması ile Türkiye’nin hayati mevcudiyetini sön­dürmekte ve haritadan silmekte amaç ne olabilirdi? Yani Ermenilerin ve Kürtlerin kaderi onları bu kadar yakından mı ilgilendirmekteydi? Kanaatimizce, bu sorunun cevabını tarihten miras kalan geçmişin intikamında, yani Haç­lı zihniyetinde aramak gerekir.

Dikkati çeken ikinci bir mesele ise Batı Hıristiyan dünyasının bilin­çaltında saklı bulunan “günahlardan arınma” psikolojisidir. Malum olduğu üzere, Hıristiyan Avrupa ülkeleri Yahudileri Hz. İsa’nın, dolayısıyla Tanrı’nın katilleri (Godkiller) olarak görmüş ve bu cürümden – ilk günah inancında olduğu gibi – bütün Yahudi neslini mesul tutmuştur. Böylece, Tanrı’nın öldürülmesi günahından arınması mümkün olmayan kanı kirli ikinci sı­nıf insanlardan oluşan bir güruh ola­rak görmüşler.[15] Hemen belirtelim ki, Milattan Önce’ki devirlerde de Asur, Babil ve Roma tarafından sürülen Ya­hudi toplumu 1290’da İngiltere’den, 1394’te Fransa’dan, 1492’de de İspanya’dan sürüldüler. Yahudilerin özellikle İspanya’dan sürülmeleri Hıristiyanlar tarafından bu milletin dini sebepler­den dolayı kovulmaları şeklinde karakterize edilmiş ve Hıristiyan dünya­sının en karanlık çağlarından biri gibi tarihe geçmiştir.[16] Sonuçta anti-semitizm ideolojisi ortaya çıkmıştır. Nazilerin yönetimi altında Alman Yahudile­rinin vatandaşlıkları ellerinden alınmış ve çeşitli resmi görevlere getirilmeleri yasaklanmıştır. İkinci Dünya Savaşı’nın başlamasıyla Yahudilerin toplu şekilde öldürülmeleri hükme bağlanmış, böy­lece Musevi Yahudilerin Nazi Almanyası tarafından soykırımı gerçekleşti­rilmiştir.[17] Yahudi soykırımının sorum­luluğu kuşkusuz Almanya’nın omuz­larına yüklense de, Hıristiyan olmaları nedeniyle tüm Batı Hıristiyan dünyası suçluluk duygusuna kapılmıştır. Holokost’un Batı Hıristiyan bilinci üzerin­deki etkileri o kadar derindir ki, onun sebep olduğu derin psikolojik gergin­lik Hıristiyanların hassasiyetine dokun­muş ve bu etki üzerinden yıllar geçse bile kendilerini suçlu hissetmelerine yol açmıştır. Onların Ermeni mesele­sine yaklaşımı daha çok bu şuurun tarihten miras kalan olaylarıyla ala­kalıdır. Bu günahlardan arınmak için güya Türkler tarafından yapılan sözde Ermeni soykırımının Yahudi soykırımı­na öncülük teşkil ettiği iddiası ortaya atılmış, hatta Musevilerin dolduruldu­ğu gaz odalarının Türkler tarafından icat edildiği ve Hitler’in böyle bir adım atmasında Türklerin başlıca rol oy­nadığı da öne sürülmüştür.[18] “Alman Parlamentosu Bilimsel Çalışma Servisi” adlı örgütün 3 Nisan 2000 tarihli ra­porunda yazılmaktadır: “1915 yılındaki soykırımda Alman Nasyonal Sosyalist­lerin 25 yıl sonra gerçekleştirdikleri toplu yok etme metotları önceden uygulandı; çalıştırarak yok etme, kurbanların hay­van vagonlarında taşınması ve insafsız tıbbi deneyler yapıldı. Ermeni askerlere ve sivillere tifo virüsü aşılandı. Trab­zon’da Ermeni çocuklar hamam süsü verilmiş odalarda zehirli gaz ile öldürül­dü. Görünen o ki, Adolf Hitler Türklerin soykırım hakkında çok iyi bilgi sahibi ol­makla kalmamış, bunu bir örnek olarak da almış”.[19]

“Galipler. 1917”. Rusya’nın Odessa şehrinde yayınlanmış karikatür. Rusya’nın şovenist basını Ermeni milliyetçilerini desteklemekteydi.

“Hitler soykırımı Türklerden öğrendi” tezisi gerçekte “aslında biz böyle şeyler yapmayız, ama Türklerden öğrendik ve bu işte Müslüman Türklerin parmağı vardır” mantığı ile işleyen bir meka­nizmayla günahlardan arınma meto­duna başvurulmuştur. Yani burada Yahudilerin düşmanı olarak Hıristiyanlar değil, güya Hıristiyanlara yol gösteren ve onları cinayet yapmaya teşvik eden Müslüman Türkler gösterilmektedir. Halbuki Yahudi asıllı Amerikalı tarihçi Dagobert Runes’in sözleri bu iddia­ları kökünden çürütmektedir. Annesi Naziler tarafından öldürülen Runes büyük katliam konusunda Hıristiyan kilisesini suçlayarak öfke dolu yazı­larından birinde şöyle yazıyordu: “…Hitlerin Musevilere yaptığı her şey, tüm o korkunç, anlatılamaz kötülükler zaten daha önce Hıristiyan kilisesi tarafından insanlara uygulanıyordu, bu ilk darbe değildi… Musevilerin gettolara sıkıştı­rılması, belirleyici işaretler taşıma zo­runluluğu, önce Musevi kitaplarının ve sonunda Musevilerin yakılması… Hitler bunların tamamını kiliseden öğrendi. Yine de kilise çocukları ve kadınları canlı canlı yakarken, Hitler onlara daha hızlı bir ölüm bağışladı, önce gaz odalarında öldürdü ve sonra yaktı”.[20]

“Kutsal dehşet: dinsel cinayetler ta­rihi” kitabının yazarı James A. Haught elde ettiği bilgilere istinaden yazıyor: “…İnsanlık tarihinin en affedilmez le­kelerinden olan Nazi katliamının din­sel bir boyutu vardı. Bu katliam elbette yüzyıllardır Hıristiyanlığın Musevilik hakkındaki öğretilerinin acı meyvesiydi. Eğer Tanrının adına yüzyıllarca Musevilerden nefret etmek öğretilmemiş olsaydı, tüm bunlar olmazdı. Naziler de aynen Hıristiyan geleneğine göre düşü­nüyorlardı. Hitlerin yaptığı katliam Musevilere karşı çok uzun süredir beslenen nefretin ulaştığı doruk noktasıydı. Hıris­tiyanlıktaki Musevi karşıtlığı Nazilerin amaçlarını pek çok yönde besledi. Bu, Nazilerin Museviler üzerine yoğunlaş­masını sağladı ve yok etme politikaları­nı çok az bir dirençle sürdürebilecekleri bir ortam yarattı. Ayrıca, Hıristiyanların Nazi emellerinin gerçekleşmesi yolunda yardımda bulunmaları ve onlara kar­şı çıkmamaları için de somut bir neden oldu. Birçok tarihçiye göre Musevi kat­liamının gerçekleşmesinde Hıristiyanlık­taki Musevi karşıtlığı en büyük suçludur. Nazilerin yaptıkları yeni bir canilik değildi… Sadece zaten bir cani olan 2 bin yıllık Musevi karşıtı Hıristiyan geleneğini devraldılar… Ölüm kamplarının kökleri Hıristiyanlığın tarihsel yapısında aranmalıdır. Musevilerin şeytani rolleriyle ilgili mitler yüzyıllar boyunca Hıristiyan­lığı onlara karşı harekete geçirmiştir.”[21]

Fransa’nın Osmanlı karşıtı basınında “Ermeni soykırımı” her zaman gündemdeydi. Fotolar ve diğer deliller bulunmayınca ressamlar hayal dünyalarına başvurmaktaydılar. “Le Petit” Dergisi, 1909

Geçmişte rahip olan ilahiyatçı bi­lim adamı Peter de Rosa 1988 yılında yayınlanan “Mesihin köy papazları” isimli kitabında “Papanın çıkardığı ya­salarla katliamlar, gaz odaları ve Nazi ölüm kamplarındaki insan fırınları arasındaki trajik bağın inkar edilemez” olduğunu belirtmekteydi.[22]

Yahudilere karşı nefretin belirli an­lamda diğer sebeplerle birlikte dini anti semitizm-anti judaizm, yani Hıristiyan-Yahudi düşmanlığı üzerinde kurulduğunu zaten itiraf eden Adolf Hitler “Kavgam”ında yazıyordu: “Her Yahudi’nin ruhu kendi mezheplerinin kurucusuna ne kadar yabancı ise, Yahu­di ruhu gerçek Hıristiyanlığa da o kadar yabancıdır. İsa Yahudi milleti hakkında beslediği düşüncelerini hiç bir zaman gizlememiştir. Hatta gerektiği zaman insanlığın düşmanı olan bu Yahudileri Allah’ın tapınağından kırbaçla kovmuş­tur”.[23]

Diğer bir yerde de “Yahudiler her zaman Katoliklik ile Protestanlığı birbi­rine düşürmüştür… Katoliklerle Protestanlar birbirileri ile mücadele ederken üstün ırkların ve bütün Hıristiyanların tek ve korkunç düşmanı olan Yahudiler oturdukları yerlerden keyifle gülmekte­dirler. Bu mezheplerin ve mensupların dayandıkları temeller uluslararası Yahudi’nin çıkardığı zehirle yok edilmekte­dir… Her kes kendi mezhebine mensup olanın diğer mezheplerle mücadele et­mesini önlemeli ve diğer mezhep men­supları ile birlikte Hıristiyanlığa karşı kavga etmeyi planlayan sahtekarlarla mücadele etmelidir. Mezheplerin her­hangi birinin bir yanını tenkit etmek, aramızdaki dinsel ayrılığı geliştirmekten başka bir işe yaramaz” diyerek, bütün Hıristiyanları Yahudilere karşı seferber­liğe çağırmıştır.[24]

James A. Haught Hıristiyan rahip­ler ve kilise tarafından insanların kafa­larına Musevi düşmanlığı sokulduğu­nun altını çizerek yazıyor: “Din adam­ları size kimi öldüreceğinizi söylemez, sadece kimden nefret edeceğinizi söyler. Hıristiyan din adamları gençlere en hassas çağlarında Musevilerin Tanrı’nın sevgili nazik çocuğu İsa’yı öldürdüğü­nü, Tanrı’nın kendisinin, yani Baba’nın Musevileri kutsal şehirlerini yakarak cezalandırdığını ve Tanrı’nın Musevileri sonsuza dek lanetlediğini öğretmeye başladılar. 2 bin yıl boyunca Musevilere karşı yapılan bütün savaşlarda kilisenin parmağı vardır. Her nerede Hıristiyan kilisesi varsa, orada Musevi düşmanlığı vardır… Naziler de yönetime geldikle­rinde kendi cinayetlerini işte bu gerçek üzerinde sağlamlaştırmışlardı”.[25]

Ölüm kamplarının korkunç du­rumlarının ortaya çıkmasından 15 yıl sonra Papa XXIII John şu duayı etti: “Tanrım, onların (Yahudilerin – E. Ş.) adına yanlışlıkla atfettiğimiz lanetten dolayı bizi bağışla”.[26]

Görüldüğü gibi, Yahudi soykırı­mında sorumluluğu Almanya yalnız başına taşımamaktadır. Bütün Yahudilerin düşüncesine göre, kilise aşılamış olduğu düşüncelerden dolayı Musevi katliamından mesuldür. Bu bakımdan tüm Batılı Hıristiyan dünyası suçluluk psikolojisi içerisindedir. Ermeni yasa tasarılarının neden hep gündeme geldiğinin açıklanmasında Batılı Hıris­tiyan bilincin suçluluk duygusunun ve mağduriyet psikolojisinin payı büyük­tür. Ama burada sorulması gereken bir soru vardır: İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Batı Hıristiyan dünyasında mağ­duriyet psikolojisi atmosferi egemen olmuştur, ama mağdurun kim oldu­ğuna kim(ler) karar verecektir? Doç. Dr. Erol Göka haklı olarak bu konuda yazıyor: “Gerçek anlamda mağduriyet psikolojisinden yararlananlar ve yararlandıranlar bu psikolojinin arkasında saklanan Batı Hıristiyan devletlerdir. Onlar ister I Dünya Savaşı’ndan, isterse de II Dünya Savaşı’ndan ve milyonlarca insanın ölümünden sorumludurlar. Asıl suçlular kendi bilinçlerini temize çıkar­mak için böyle bir mağduriyet oyununu istekle oynamaktadırlar”.[27]

Çok önemli bir meseleyi de özel­likle vurgulamak gerekiyor ki, I Dün­ya Savaşı’nın ortaya çıkmasından hiç bir şekilde sorumlu olmayan halklar arasına nifak salanlar günümüzde hakimlik cüppelerini giyinerek Türkleri itham etmektedirler. Kimse “iki büyük dünya savaşının başlanmasının asıl ne­denleri neydi?” gibi emperyalist emel­leri ve tutumları ortaya çıkaran sorular sormamakta, bunun yerine her kes “Ermeniler Türkler tarafından soykırıma uğradılar” şeklinde ithamlar yağdır­maktadırlar. Mağduriyet psikolojisinin altında işleyen asıl gerçek her iki dün­ya savaşının sorumlularının mazuriyet psikolojisidir. Yahudilere yapılanlardan sorumlu oldukları halde kendi cina­yetlerine hak kazandırmak için Batı Hıristiyan dünyası “aslında bu tür cina­yetler yapmayız, ama bu işin arkasında kesinlikle Müslüman Türklerin parmağı vardır” gibi çocukça bir düzeneğe sa­rılmakta ve böyle komik yolla günah­larından arınmayı ummaktadırlar.

Ortaya çıkan görüş şudur: Batı Hı­ristiyan devletler günahlarından arın­mak ve yaptıklarına hak kazandırmak için tarihte ilk soykırım yapanların Hıristiyanlar değil, aksine Hıristiyan Ermenilere soykırım uygulayan Müs­lüman Türkler olduğunu iddia etmek­tedirler. Bu bakımdan Batı Hıristiyan kamuoyunda kendi dini ve politik çıkarlarına uygun olarak Ermenilere sempati oluşturmak amacıyla “Hıristi­yanlığı resmen kabul eden ilk devlet ve millet Ermenistan ve Ermenilerdir. Tarihte ilk kez Hıristiyan Ermeniler Müslüman Türkler tarafından soykı­rıma maruz kalmışlar” şeklinde pro­pagandalar yaymaktadırlar. Kuşkusuz bu, sözde Ermeni soykırımının her sene uluslararası arenada dünya ülke­lerinin parlamentolarının gündemine getirilmesinin sebeplerinden yalnız biridir.

Sözüm ona Batılıların kökü eskiye giden Türk karşıtlığı bugün de devam etmektedir. Ünlü bilim adamı Prof. Dr. Fritz Neumark Avrupalıların Türklere bakışını açıklarken şunları söyle­mektedir: “İçtenlikle itiraf etmeliyim ki, Avrupalılar Türkleri sevmezler, sevme­leri de mümkün değildir. Türk ve İslam düşmanlığı Hıristiyanların ve kilisenin asırlardır hücrelerine sinmiştir. Avrupa­lılar Türkleri Müslüman olduğu için sev­mezler, ama laiklik şöyle dursun, Türkler Hıristiyanlığı kabul etseler bile yine de onlara düşman gözüyle bakmaya de­vam ederler”[28]

3 Ocak 2000 tarihinde Katolik ki­lisesine bağlı İtalyan piskoposlarının yayın organı olan “L’Avvanire” gazete­sinde Türk düşmanlığının Batı Hıristi­yan dünyasında hala sürdüğü ile bağlı şu yazılar yer almaktadır: “Unutmamalı ki, “Avrupalı Fikri” başlı başına “Düşman Türklere” ve Türkiye’nin başını çektiği İs­lam dünyasına karşı gelişti”.[29]

İslam’la birlikte Türkiye ve Türklüğe yönelik Haçlı zihniyetinin yarandığı görüldüğü gibi hiç de rastlantı değil­dir. Bu zihniyeti Avrupa Birliği’ne de şamil etmek mümkündür ve Avrupa Birliği’ne üyelik konusunda Türkiye karşıtı tutum bu denilenleri bir daha ispat etmektedir. Yine de “LAvvanire” gazetesinde yazılanlara dikkat çeke­lim: “Müslüman Türkiye’nin Avrupa Birli­ği’ne üye olması kimliğimize gölge düşü­rebilir. Bu üyelik gittikçe gelişen Hıristiyan gelenekleri ile şekillenen Avrupa medeni­yetlerinin temelindeki birliği sarsıtır”[30]

Fransa Cumhurbaşkanı Nikolas Sarkozy “İtiraflarım” isimli kitabında belirtmektedir: “Türkiye’nin Avrupa Bir­liği’ne üye olması yönünde yürüttüğü politika ve fedakarlık şahsen bana çok ters gelmektedir. Türkiye eğer Avrupa Birliği’ne üye olmakta kararlı ise mutla­ka ve mutlaka Ermeni soykırımını tanı­mak zorundadır”.[31]

Silahlı Ermeni Çetesi. 1896. Foto “mazlum ve barışcıl Ermenilerin” gerçek yüzlerini göstermektedir

SONUÇ

Genel olarak ele aldığımızda, geti­rilen bu görüşler basit bir gazete ha­berleri veya yorumlar değil, Batı Hıris­tiyan devletlerin başlıca meyarlarıdır. Günümüzde İslam’a ve genel Türklüğe yönelik yürütülen siyaset dünyaya hakim olmak isteyen yeni düzen ideo­lojisinin ve medeniyetlerin çatışması­nın asıl sonuçlarıdır. Dünya devletleri­nin, özellikle de Batı’nın müzakereleri­ne sunulan Ermeni meselesi, soykırım iddiaları, Ermenistan-Türkiye ilişkilerinde, aynı zamanda Ermenistan-Azerbaycan çatışmasında uluslararası kurumların, AGİT’in Minsk Grupu’nun kararsızlığı ve pasifliği, bu çatışmaya Batı’nın çifte standartlar çerçevesinde yaklaşımı ve diğer meseleler bu prizmadan değerlendirilmelidir.

Bu bağlamda Azerbaycan’ın da yüzleştiği Ermeni sorununu gözden geçirirsek eğer, durum Türkiye’ninkinden hiç de farklı değildir. Günümüz­de Ermenistan-Azerbaycan çatışması devam etmektedir. Fakat burada çok önemli bir meseleye dikkat çekmek isterim. Azerbaycanlı bilim adamı ola­rak ben bu çatışmanın yerel Ermenistan-Azerbaycan çatışması olarak değil, global Batı Hıristiyan-Türkiye çatışması olduğu kanaatindeyim. Burada Erme­nistan Batı devletlerinin çıkarlarının icracısı, Azerbaycan ise bu çıkarların gerçekleşmesi yolunda küçük bir en­geldir. Ermenistan’ın Batı dünyasında desteklenmesi ve Hıristiyan kardeşliği gibi önemli konular genel olarak Türk ve İslam karşıtı çerçevesinde değer­lendirilmelidir. Eğer çatışmada Azer­baycan lehine kararlar verilirse veya Ermenistan’a baskı uygulanırsa, o zaman “Ermeni kartı” kısmen de olsa zayıflar, günahlardan arınma psikolojisi ve Haç­lı felsefesi iflas edebilir. Yani din faktörü sırf Hıristiyan Ermenilere duyulan sem­patiden değil, daha çok kendilerinin suçluluk duygularından, ebedi leke­den kurtulma düşüncesinden ve Haçlı intikamından kaynaklanmaktadır.

Dr. Emin ARİF

Tarih Bilimci

Kaynak: www.irs-az.com


Kaynakça:

[1] Armaoğlu, Fahir: Filistin Mesele­si ve Arap-İsrail Savaşları (1948­1988), Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara 1991.
[2] Aydoğan, Metin: Bitmeyen Oyun: Türkiye’yi Bekleyen Tehlikeler, Kum- saati Yayınları, İstanbul 2003.
[3] Cerrahoğlu, Nilgün: “Kilise Türki­ye’nin AB Adaylığına Karşı” Milliyet Gazetesi, 10.Ocak.2000.
[4] Davutoğlu, Ahmet: Stratejik De­rinlik: Türkiye’nin Uluslararası Ko­numu, 30. Baskı, Küre Yayınları, İstanbul 2010.
[5] Göka, Erol: “Ermeni Sorunu’nun (Gözden Kaçan) Psikolojik Boyutu” Ermeni Araştırmaları, Sayı 1, An­kara 2001, s. 128-138.
[6] Haught, James A.: Kutsal Dehşet: Dinsel Cinayetler Tarihi, Çev. Uğur Alkapar, Aykırı Yayınları, İstanbul 1999.
[7] Hitler, Adolf: Kavgam, Ç. Mine Toker, 11. Baskı, Toker Yayınları, İstanbul 1994.
[8] Huntington, Samuel P.: Mede­niyetler Çatışması ve Dünya Dü­zeninin Yeniden Kurulması, Çev. Mehmet Turan, Y. Z., Cem Soyde- mir, 4. Baskı, Okuyan Us Yayınları, İstanbul 2005.
[9] Kaya, İbrahim: “Ermenilerin Yahu­di Soykırımıyla Benzerlik Kurma Stratejisi”, 2023 Dergisi, Sayı 12, Ankara 2002, s. 62-65.
[10] Kerovpyan, Keğam: Mitolojik Er­meni Tarihi, Aras Yayınları, İstan­bul 2000.
[11] Lowry, Heath: “The U. S. Congress and Adolf Hitler on the Armenians” Institute of Turkish Studies, Volu- me 3, Number 2, Washington, D.C. 1985, p. 111-139.
[12] Marschalko, Luis: Yahudi, Çev. Cüneyd Emiroğlu, Sebil Yayınevi, İstanbul 1993.
[13] Metel, Ali Balkan: Ermeni Mezali­mi, 4. Baskı, Yeni Batı Trakya Der­gisi Yayınları, Seri No.6 İstanbul.
[14] Özkan, Zafer: Tarihsel Akış İçeri­sinde Terörden Politikaya Ermeni Meselesi, Er Ofset San. ve Tic. AŞ, İstanbul 2001.
[15] Sarızeybek, Erdal: “Tehlike Ağır ve Yakın”Kurt Kapanı, Pozitif Yayınla­rı, İstanbul 2010.
[16] Sarkozy, Nicolas: İtiraflarım, Çev. Hasret Banu Bulut, Karakutu ya­yınları, İstanbul 2008.
[17] Sonyel, Salahi R.: Türk Kurtuluş Sa­vaşı ve Dış Politika, TTK Yayınları, C. 2, Ankara 1986.
[18] Türkiye Cumhuriyeti Tarihi – I, AK- DTYK Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara 2000.
[19] Uğur, Ali: Dünya Gündemindeki İs­rail, Burak Yayınevi, İstanbul 1998.
[20] Yahya, Harun: Kabala ve Mason­luk, Araştırma Yayıncılık, İstanbul 2003.
[21] Weems, Samuel A.: Ermenis- tan-Terörist “Hıristiyan” Ülkenin Gizlinleri, Çev. Zeydulla Ağayev, OKA Ofset Azerbaycan-Türkiye Neşriyat-Poliqrafya şirketi, Bakü 2004.
[22] http://www.1001kitap.com/ Guncel/Tamer_Andrea_Baci- noglu/modern_alman_oryantalizmi/almanyaveermeni.html.
[23] Adolf Hitler, Kavgam, Çev. Mine Toker, Toker Yayınları, İstanbul 1994, s. 314
[24] Adolf Hitler, a.g.e., s. 588-589
[25] James A. Haught, a.g.e., s. 109-110
[26] Adolf Hitler, a.g.e., s. 110
[27] Erol Göka, “Ermeni Sorununun (Gözden Kaçan) Psikolojik Boyutu”, Ermeni Araştırmaları, Sayı 1, Ankara 2001, s. 133
[28] Metin Aydoğan, a.g.e. s. 182
[29] Nilgün Cerrhaoğlu, “Kilise Türkiye’nin AB Adaylığına Karşı”, Milliyet Gazetesi, 10.Ocak.2000
[30] Nilgün Cerrhaoğlu, a.g.m.
[31] Nicolas Sarkozy, İtirafl arım, Çev. Hasret Banu Bulut, Karakutu Yayınları, İstanbul 2008, s. 192
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.