Yrd. Doç. Dr. Yusuf Ziya BİLDİRİCİ
Türkleri, Fransa’da Germen asıllı Frank hanedanlarının hüküm sürdüğü yıllarda düzenlenen I. Haçlı Seferi sırasında Fransızları tanıdılar. Hıristiyan Avrupa dünyasının XI. yüzyıl sonlarında Kudüs’ü kurtarma söylemi ile Türkleri Anadolu’dan atmak ve bütün Orta Doğu’yu ele geçirmek için başlattığı dini, siyasi, ekonomik amaçlı seferlerin düzenlenmesi amacıyla ortaya atılan 100’ün[1] üzerindeki projenin büyük çoğunluğunda Fransız teorisyenler adlarını duyurdular.
Janglörlerinin köy köy dolaşarak halkı teşvik ettiği Fransa, Haçlı seferlerinin başlangıcından itibaren etkin bir rol oynamış, tüm seferlerde kuvvetlerini bulundurmuştur. Papalık merkezince yapılan sefer çağrılarına katılan Fransa kralları özellikle II., III., VII. ve VIII.[2] Haçlı seferlerinde çok etkiliydiler. Rama ve Bizans’ın politikaları gereği Arminia bölgesinden Anadoluya dağıtılan Ermeni toplulukları Fransızlar bu seferler sırasında tanıdılar. Çukurova Ermenileri Bizans baskısıyla sığıntı olarak yaşadıkları bölgeye gelen konuklarını sevinçle karşılayıp, onlara erzak, asker ve danışman yardımlarında bulundular. Frank asılzadesi I. Baudoin, Ermeni danışmanı Bagrat’ın yönlendirmesi ile 6 Şubat 1098’de geldiği Urfa’da yaşlı ve varisi olmayan Ermeni Prensi I. Toros tarafından evlatlığa kabul edildi. I. Baudoin beraberindeki şövalyeleri Ermeni zenginlerinin varlıklı kızlarıyla evlenmeye teşvik etti. Karısı ve çocukları bu sırada öldüğünden, kendisi de bir Ermeni soylusunun kızı ile evlenerek[3] onlara örnek oldu. Franklar Adana, Tarsus ve Misis gibi merkezleri de kontrollerinde bulundurdular. Bölge Ermenileri ile hakimiyet mücadelesi için çatışmalarına rağmen yakınlık ve ilgilerini devam ettirdiler.
Kutsal amaçlarla Haçlı seferlerine çıkan Franklardan Renaud de Chatillon, 1153 ilkbaharında Antakya hakimesi Contance[4] ile evlendikten sonra Ermeni Prensi I. Toros’un asker desteğiyle çıkartma yaptıkları Kıbrıs’taki Rumlara tarihin utançla kaydedeceği cinayet ve tecavüzlerde bulundular. Kiliseler, manastırlar ve adadaki herşey yağmalanıp ateşe verildi. Kadınlara tecavüz edildi. İleri yaştakiler ve çocuklar boğazlandı. Burunları kesilerek ağır hakaretler edilen papazların İstanbul’a[5] gönderilmesi, Hıristiyanın Hıristiyana zulmü olarak tarihe geçmiştir.
Çukurova Ermenileri II. Hetum’un (1298-1305) marifetiyle Papalık merkezi ile haberleşerek yardım sağlamaya ve Roma Kilisesi’nin halkasına girmeye çalıştılar. Kardeşi Oşin (1306-1320) ve onun oğlu V. Leon (1320-1341) zamanlarında Fransa’dan yardım alınması, Papalık aracılığıyla bölgeye Haçlı seferi yapılması amacıyla girişimlerde bulundular. V. Leon geride evlat bırakmadığından, Rupenyan-Hetumyan soyu sona ererken, Çukurova Ermenilerini akrabalık kurdukları Kıbrıslı Frank reisler[6] yönetmeye başlayacaktır. Batılılarla ilişki kurarak varlılıklarını sürdürmeye çalışan bölge Ermenilerinin maceraları yönetim sınıfının Franklaşması sonucunu doğuracak, son Ermeni reisi IV. Leon da Batı’ya kaçacak ve sürgün yaşarken 1393’te Paris’te[7] ölecektir.
Fransızlar Haçlı seferleri sırasında “Kutsal Kudüs” yolunda ilerlerken Suriye ve civarının zenginliğini görmüşler, bölgeyle yakından ilgilenme gereği duymuşlardı. Bu sırada Marunilerin 1250 yılındaki yardımlarına karşın, dört yüz yıl sonra XIV. Lui zamanında Lübnan’da yaşayan bu topluluk Fransa’nın[8] himayesine alındı. Fransa’nın Osmanlı Devleti bünyesindeki azınlıklarla ilgisi sadece bu bölgeyle sınırlı kalmadı. Aynı ilgi Çukurova ve diğer bölgelerdeki Ermeni tarih ve kültür varlıkları üzerinde, XIV. yüzyılın sonlarıyla XVII. yüzyılın başlarında özel görevli Fransız araştırmacıların[9] tespitleriyle yoğunluk kazanacaktır. Fransa’nın Çukurova ve diğer bölgelerdeki Ermeni tarihi varlığını yayın yoluyla kamuoyuna yansıtması, ilmi araştırmadan ziyade Suriye -Musul- Çukurova üçgeninde bir hakimiyet alanı oluşturmaya zemin hazırlamak şeklinde gelişme göstermiştir.
İran Ermenilerinin XVIII. yüzyılın ikinci yarısında Adana ve civarlarına yerleşmeleri[10] için ileriye yönelik yatırımlar yapan Fransa, Mısırlı İbrahim Paşa’nın Çukurova’da askeri kontrol sağladığı yıllarda (1832-1840) bir hayli ümitlenecektir. Mısır, Suriye ve Çukurova üzerindeki etkinliğini İngiltere’nin çabalarıyla[11] geçici olarak kaybeden Fransa, 1852-1853 yıllarında Fransız Bilim Akademisi elamanları aracılığıyla Sis, Haçın, Anavarza, Misis Ermenilerinin kültür ve arkeolojisini inceletip, bölgedeki etnik nüfus üzerinde çarptırıcı yayınlarda[12] bulunarak “Kilikya Ermenistanı” imajını canlandırmaya çalışmıştır. Bu proje; Osmanlı Devleti ile ilgili olarak Fransa Dışişlerine 1581’de gönderilen raporda: “Eğer doğudan İran, batıdan İspanya ve Avusturya, içeriden de azınlıklar birlikte harekete geçtikleri takdirde…” bu devletin kısa sürede yok olacağının belirtilmesi[13] düşüncesinden hareketle, Fransa’nın iktisadi çıkarları üzerine bina edilmişti.
Yunanlıların Osmanlı Devleti’nden koparılarak Türkler üzerinde katliam yapılmasına İngiltere ile destek veren Fransa, Anadolu’daki Ermenilerin fikri ve fiili değişimleri için de çalışmalarda bulundu. Osmanlı gayrimüslim vatandaşları üzerinde yabancıların ve özellikle Fransızların yakın ilgisi sonucu, 1860’lı yıllarda Anadolu’daki Ermenilerde Çukurova’yı vatan edinerek dış dünyaya açılacak[14] sahile ulaşma fikri yoğunlaşacaktır.
Sıcak denizlere inmek, zenginlik kaynaklarına sahip olmak Rusya’nın da tarihi emellerindendi. Rusya 93 Harbi sonunda Osmanlı topraklarındaki Ermeni toplumu üzerinde koruyuculuk hakkına sahip olmuştu. İngiltere ve Fransa’nın araya girmeleriyle Ayestafanos Antlaşması’nın 16. maddesinin Berlin Antlaşması’ndaki 61. maddeyle değiştirilmesi sonucu “Ermeni Meselesi” diye siyasi amaçlarını yürütecekleri bir zemin hazırlamışlardı. Hindistan yolu ve dünya politikası üzerinde Rusya’nın Ermeniler üzerindeki girişimlerini gören İngiltere’nin bu toplumla ilgilenmesi, Osmanlı Devleti toprakları üzerinde Ermeni komitelerinin[15] isyan, terör ve katliamlarının planlı zaman dilimlerinde gerçekleşmesine neden olacaktır.
Alman Generali Moltke’nin “Ben onları Hıristiyanlaşmış Türkler zannettim” diye tanımladığı, ülkenin pek çok yerinde ibadetlerini bile Türkçe yapan sadık vatandaş Ermenileri Osmanlı Devleti’ne ihanet durumuna getiren ruh ve fiil değişmesinde, Amerika[16] ve Avrupalı[17] misyonerlerin XIX. yüzyıl başlarından itibaren yoğun çalışmaları ile akabinde açtıkları mektep, kolej gibi kuruluşlardaki telkinlerinin büyük önemi vardır. Alman emperyalizminin XX. yüzyıl başlarında iyice belirginleşmesi
İngiltere ve Fransa’yı ürkütmüş, Osmanlı Devleti’ni koruma politikası bırakılarak Rusya ile ittifaka girilmişti. Bu devletlerin teşvik ve yardımlarıyla Ermenilerin Türkler üzerinde yaptıkları katliamların devam ettiğini, suni bir Ermeni meselesinin Osmanlı coğrafyasında Ermenistan teşkiline yönelik olduğunu gören Osmanlı devlet adamları yeni bir denge unsuru olarak[18] Almanya ile ittifaklaşmada bir sakınca görmeyeceklerdir.
Osmanlı Devleti XIX. yüzyıl başlarında kurumlarının çağı geriden takip etmelerine karşın, Anadolu, Balkanlar ve Ortadoğu’da stratejik konumunu koruyan bir güç olarak varlığını hissettiriyordu. Söz konusu yüzyıl ortalarından itibaren Osmanlı devlet adamlarının çağın ilerlemelerine ayak uydurabilmek amacıyla açtıkları okullar Fransız eğitim sistemi ağırlıklı olacaktır. Buna paralel olarak Osmanlı ülkesinde açılan azınlık ve yabancı okullar arasında Fransızlar, Ermeniler üzerinde Katolik mezhebinin yaygınlaştırılması, Bulgar öğrenciler arasında milliyetçiliğin[19] uyandırılması yönünde yoğun çalışma yapacaklardır. Azınlıklar üzerindeki fikri eğitimin fiili yansıması, Müslüman Türkler üzerinde imha metodu kullanılarak bağımsızlığın sağlanması hareketleri şeklinde görülecektir.
Osmanlı Devleti XIX. yüzyıl sonlarında Doğu Anadolu’da Ermeni ihtilal komitelerinin Türkler üzerindeki öldürmelere yönelik isyanlarla sarsılırken, Fransa marifetiyle güney topraklarında gelişen Zeytun Ermenilerinin[20] sürekli isyan ve yok etme siyaseti yoluyla bağımsızlığa ulaşma hareketleri ile uğraşmak zorunda kalıyordu. Fransa Zetunluların isteklerini Babıâli nezdinde desteklerken, devlet yönetimini değiştirmeyi amaçlayan Jön-Türklerin ülkesindeki çalışmalarına da[21] ev sahipliği yapmaktan çekinmeyecektir.
Anadolu’da Rusların ve Batılıların teşvikiyle gelişen Ermeni komitelerinin katliam hareketlerinin yanı sıra, 1911 Fransız-İtalyan sömürge antlaşmasına karşılık olarak gelişen Trablusgarp’daki Türk- İtalyan Savaşı’na Türk vahşeti yakıştırılması yapılmış, olaylar Fransız kamuoyunda ters yüz edilmeye çalışılmıştır. Tarafsız tespitleriyle tanınan Fransız yazar Pierre Loti 10 Aralık 1911 tarihli yazısında[22] Bu üzüntülü itirazlarım yalnız İtalyanlara karşı değildir. Sözlerim hepimizi, Avrupa’nın bütün Hıristiyan halkını içine almaktadır. Yeryüzünde en fazla insan öldüren biziz. Dudaklarımızda kardeşlik kelimesi olduğu halde, her yıl daha da çoğalan yakıp yıkıcı maddeler icad ederek, Afrika’da, Asya’da yağma ve çapul düşüncesi ile kan ve ateş saçan bizleriz. Kendi medeniyetlerine uymayanları, bizim kadar silahlanmamış oldukları için, hiçbir şeyi umursamadan, incelemeden hor görüyor, top gülleriyle eziyoruz. Öldürebildiğimiz kadarını öldürdükten sonra, onları gayemize uygun şekilde işletmeye başlıyoruz” demek suretiyle kendi devletinin ve basının gerçek yüzünü ortaya koymuştu.
Dünyada gelişen sömürgecilik yarışında Almanya’nın Osmanlı Devleti toprakları üzerinde gelişme sağlamasına karşı, ezeli rakibi İngiltere ile ittifak kurarak karşılık veren Fransa Çanakkale Muharebelerine iki torpido botu, dört denizaltı, bir kruvazör, on beş mayın tarama gemisi ve deniz uçaklarıyla[23] katılmış, 253.000 Türkün cephede şehit edilmesinde ortak rol oynamıştı.
I. Dünya Savaşı sırasında Osmanlı topraklarını paylaşım anlaşmalarında bulunan Fransa, pamuk ve diğer kaynaklarını sömüreceği Çukurova ile Suriye, Musul’un petrollerinin taşınmasında kullanacağı İskenderun’a[24] sahip olmak için ortaklarıyla anlaşacaktır.
1909 Adana Olayları
Geçmişte Çukurova için yoğun ilgi gösteren Fransa ile bölge Ermenilerinin[25] istekleri karşılıklı uyum göstermekteydi. Doğu Anadolu’daki isyan hareketlerinin sonuç vermediğini gören Adana Piskoposu Paul Terziyan 6 Temmuz 1898’de hazırladığı bir projeyi Fransa Hariciye Nazırlığı’na göndermiş, Rusya’ya kaçan 30.000 kadar Ermeninin bölgeye yerleştirilmesi sonucu kurulacak Ermeni Devleti’nde siyasi üstünlüğün Fransa’ya ait olacağını, bu sayede Fransa’nın Orta Doğu’daki konumunun kuvvetlenebileceğini[26] söylemişti. Doğu Anadolu’da ve İstanbul’da Türk katliamı yaparak kargaşa ortamında Avrupalı devletlerin müdahalesi ile büyük Ermenistan’ı kurma hayalleri gerçekleşemeyen Ermenilerin Adana, Dörtyol taraflarına sürekli nüfus kaydırmak suretiyle küçük Ermenistanı kurma hazırlığı yaptıkları bir gerçektir. Adana Gregoryen Ermeni Piskoposu Muşeg’in silahlandırdığı Ermeniler 14 Nisan 1909’da Adana’da, hemen ardından Dörtyol’da Türkleri öldürüp[27] yabancı müdahalesine yönelik isyan çıkardıklarında, her iki merkezde de Doğu Anadolu’dan gelip doluşan Ermeniler büyük bir nüfus yoğunluğu oluşturmuşlardı.
Adana, Sis (Kozan), Cebel-i Bereket ve İç-il sancaklarından oluşan Adana Vilayeti’nde, 1909 itibariyle 60.000 Ermeni, 15.000 Rum, 25.000 Arap, 450.000 nüfus[28] bulunduğu Cemal Paşa’nın kayıtlarında geçer. İngiliz kaynaklarına göre Adana Vilayeti’ndeki nüfusu 75.000 Ermeni, 290.000 Müslüman; Osmanlı kayıtlarına göre 57.686 Ermeni, 341.903 Müslüman[29] bulunduğu şeklinde bilgiler vardır. Adana nüfusunun gayrimüslimler lehine artması aslında daha öncelere dayanan bilinçli hareketlerden kaynaklanmaktadır. Bahçe, Kars (Kadirli), Kozan ve Haçın (Saimbeyli) dışında, Adana ve diğer kazalarında 1525’te toplam nüfusun %1.4’ünü oluşturan gayrimüslümler, 1547’de %2.3’e yükselmiş, 1572’de ise %2’ye düşmüşlerdi. Adana Şeriyye Sicillerinde 1175/1761 yılı cizye beratında geçen Eramine-i Acem ifadesi[30] bize XVIII. yüzyılda doğudan Ermeni nüfusunun yönlendirildiğini gösterir.
Bölgede yaşayan Ermeni halkının çoğunluğu Türk kültürüne adapte olmuşlardı. Türkçe konuşurlar, iktisadi yapıyı[31] kontrol ederlerdi. Bizans Devleti’nin siyaseti gereği İslam dünyasına bir set olmaları için önceden bu bölgeye yerleştirilen Ortodoks Ermenilerinin dini merkezi olan Sis Katagikosluğu da burada bulunmaktaydı. Rusya’nın bölge Ermenilerini Eçmiyadzin Kilisesi’ne bağlama girişimlerine karşın, Osmanlı Devleti onların inançta daha bağımsız yaşamaları için[32] bu merkezi kurdurmuştu. Böylece Rusya’nın kontrol bölgesi oluşturma çabasının geçici olarak kırılmasına rağmen, III. Napoleon zamanında Fransızların,[33] daha sonraları da İngiliz papazlarının telkinleri sonucu, XIX. yüzyılın sonlarında borçlandırdıkları[34] Türklerden geniş topraklar edindiler. Çukurova Ermenileri ile birlikte bölgede ekonomik nüfuz sahası oluşturmak isteyen Fransız sermeye grupları, 1906 yılında şimdiki geniş ve verimli Mercimek Çiftliği topraklarını[35] ele geçirmeye çalıştılar.
1885 yılında Aladağlar da üç firması vasıtasıyla maden işletme ruhsatı alan Fransızlar,[36] 1913’te çiftliği 75 yıl süreyle[37] kiralamayı[38] başarmışlardı.
Eskiden Kilikya diye anılan Adana, Maraş ve çevresine bir kontrol sahası oluşturarak Akdeniz’e inmek, buradan Orta Doğu’ya sarkmak amacı Fransız, İngiliz ve Rusların bölgeyle yakın ilgilerinde yarışa girmelerine neden olmaktaydı. Ermeni komiteleri Anadolu’yu kan gölüne döndüren eylemlerine rağmen, Batılıların müdahalesini alamamışlar, yeni bir ümitle Çukurova’yı hedef edinmişlerdi. Ermeni komiteleri 1905 yılında Paris’te yaptıkları bir kongrede Kilikya’nın istiklali için müdahale yönünde karar[39] bile almışlardı.
İstanbul ve Doğu Anadolu olaylarını tertipleyen Taşnak., Hınçak komitecilerinin girişimiyle Van, Muş, Bitlis, Harput, Diyarbakır, Maraşlı Ermeniler[40] bölgeye doluştular. Adana ve Cebel-i Bereket köylerine anormal sayıda Ermeni yerleşti.[41] Hükümetin resmi kayıtlarına göre, Ermeni evlerine nüfusta gösterilmeden 5-6 aile yerleştirildiği ve yalnız 1903’ten 1909 yılına kadar geçen sürede Adana’da Ermeni nüfusunun %40 oranında[42] arttığı görülmekteydi. Adana İğtişaşı olarak anılan olaylar sırasında bir evde barınan aile sayısının 10-15’e[43] çıkması komitelerin planlı çabalarının ürünüydü.
Taşnak ve Hınçak komiteleri üzerinde etkisini arttıran Adana Gregoryen Ermeni Piskoposu Muşeg Efendi Dörtyol’daki Ermenilerden Bedros kumandasında üç yüzü aşkın[44] Postallı adıyla gerilla kuvveti oluşturdu. Amerika ve Rusya’da eğitilmiş Ermeni fedailerinden subaylar tayin ederek[45] silahlı eğitimlerini sağladı. 1908 Meşrutiyeti’nin silah taşıma serbestiyetinden yararlanan komiteciler Kıbrıs, Beyrut ve İzmir’den gizlice silah getirirlerken,[46] Muşeg Efendi “1895’in her Ermenisi için bir Türk” söylemiyle intikam alınmasını, “bir ceketi olan onu satıp silah almalıdır” vaazıyla[47] da Ermenileri silahlanmaya teşvik ediyor, köy köy dolaşarak sattığı silahlardan[48] önemli bir kâr sağlıyordu. Olaylar öncesi yalnız Dörtyol’da 50.000 silahlı Ermeni fedaisinin[49] bulunması, Türklere yönelik imha planını açıklamaktadır.
Muşeg Efendi aylar öncesi başlattığı isyan hazırlıklarını tamamlayıp, bir bahane ile Mısır’a gitti.[50] 9 Nisan 1909 Cuma günü İsfendiyar ve Rahim adındaki iki Müslüman gencin Ermeni Ohannes tarafından[51] Adana’da vurulmasıyla[52] ortam gerginleşti. Başkent İstanbul’da 13 Nisan 1909’da (31 Mart 1325) 31 Mart Vakası’nın patlak vermesini fırsat bilen Ermeniler tarafından aynı akşam birkaç Müslümanın öldürüldüğü söylentisinin[53] çıkması tarafları hareketlendirdi. Müslüman evlerine haç işaretleri çizen Ermeniler köylerinde, yollarda ve kasabalarda erkek ve kadınlara saldırıp, jandarma ve halkı katlederek[54] Türkleri karşılık vermeye zorladılar. Adana’nın önde gelen dava vekillerinden Gökdereliyan Karabet[55] ile Papaz Tatılyan[56] Adana’da, Papaz Deyr Sehak, Beyr Rupen, Dersak, Hınçak Karabet İskender[57] ve Bedros[58] Dörtyol’da katliama yönelik isyanları yönlendirdiler.
Akşam başlayan çatışmalar 14 Nisan 1909 Çarşamba günü Adana merkez ile Hamidiye kasabasına, Erzin’e, 15 Nisan’da Hasanbeyli’ye, Ocaklı’ya, 17 Nisan’da Nacarlı, Bahçe, Osmaniye, ve Payas’a[59] sıçradı. Zeytun, Haçın, Sis ve diğer merkezlerdeki Ermeniler önlerine çıkan Türkleri katlederek Dörtyol’daki[60] isyana katıldılar. Bu sırada çatışmalar Tarsus ve Mersin taraflarına sirayet etmeye başladı. İstanbul’daki olayın şaşkınlığını hemen atlatamayan Hükümet’in sevkettiği askeri kuvvetlerin tamamı bölgeye henüz ulaşmamış, İngiliz, Fransız, İtalyan, Alman ve diğer savaş gemileri 25 Nisan dolaylarında Mersin ve İskenderun’a gelmişlerdi.[61] Yerel kuvvetler ve redif taburlarının devreye girmesiyle bölgede kısmen sükunet sağlanmıştır.
Yabancı savaş gemilerinin varlığını fırsat bilen komiteciler sinsice bir plan uyguladılar. 25 Nisan 1909’da[62] Dede ağaçtan Adana’ya gelen Rumeli kuvvetlerine Komiteciler kurşun ve bomba yağdırdılar. Böylece Adana Olayı’nın ikinci safhası başlamış oldu.[63] Yabancı müdahalesini sağlamaya yönelik bu kanlı girişimden sonuç alamayan bu komitecilerin genişlettikleri olaylar 30 Nisan’dan itibaren[64] kontrol altına alındı. Bölgede göreli İngiliz subayı ve görevlilerin amirlerine verdikleri raporlar ile isyan mahalline gelen savaş gemilerinin dengeleyici dağılımı açık şekilde olaylara yabancı müdahalesini önlemişti. İstanbul ve Avrupa basınlarındaki Ermenilerin taraflı yayınlarına karşın,[65] Alman filo komutanın Avrupa basınına yatıştırıcı bilgiler vermesi[66] komitecilerin planlarını alt üst edecektir. Olayların yatışmasından sonra dış basın ve Meclis-i Mebusun milletvekilleri marifetiyle Ermeniler olaylarda mazlum taraf olduklarını, suçluların cezalandırılması[67] gerektiğini gündemde tuttular. 2 Mayıs 1909’da bölgede sıkıyönetim ilan edilmesi kararı alan Hükümet, Tekirdağ Millet Vekili Agop Babikyan, Kastamonu milletvekili Yusuf Kemal (Tengirşenk), Danıştay Başkatibi Arif Bey ve Yargıç Musdigyan Efendi’den oluşan bir soruşturma komisyonunu[68] görevlendirdi. Hınçak cemiyetibaşkanı Muradyan (Hamparsum Boyacıyan),[69] Babikyan’ı ölümle tehdit ederek[70] olayları ve ölü sayılarını çarptırmaya çalıştı. Dahiliye Nazırı Ferit Bey’in Müslümanlardan 1924 ölü, 533, yaralı Ermenilerden 1455 ölü 382 yaralı olduğunu Mecliste[71] açıklamasına rağmen, Ermenilerin sayı oyunlarına kanan Adana Valisi Cemal Paşa, toplam 1700 Ermeni ve 1850 Müslümanın[72] yaşamlarını yitirdiklerini belirtmiştir.
Osmanlı hükümetinin olaylarla ilgili resmi tespitlerine rağmen,[73] Cemal Paşa’nın Ermeni kayıplarını yüksek tutması, bazı yetkililerin bölgeye yabancı müdahalesinden kaynaklanan tedirginlik ve endişelerinden kaynaklanmıştır. Nitekim, tutuklanan[74] Müslüman sayısında büyük artışlar olması, Cemal Paşa tarafından astırılan 47 Müslümanın idam edilmesine hazırlanan dayanaktır. İdama mahkum edilen 29 suçlu Ermeninin cezalarının müebbet hapse çevrilmesi[75] ise İttihat Terakkicilerin[76] tarihi yanlışlıklarının[77] bir taraftan diğer halkasını oluşturmuştur.
Soruşturma Komisyonu üyesi Yusuf Kemal Bey tüm belgeleri İngiliz Konsolos Yardımcısı Doughty Wylie’ye vererek raporundaki gerekli gördüğü değişiklikleri yapmasını istemişti. İstanbul’a dönen Yusuf Kemal Bey Babikyan’a raporlarını yeniden yazıp Meclise sunmasını önermesine rağmen, Babikyan devamlı şekilde kaçamak yapıyordu. 1 Ağustos sabahı Doughty Wylie’nin sekiz sayfalık Fransızca raporunun bir suretini veren Yusuf Kemal Bey, ondan sonuç bölümü olan sekizinci sayfayı Türkçeye çevirerek imzalamasını önerdi. Ertesi gün raporunu bir zarf içerisinde Yusuf Kemal Bey’e iade eden Babikyan[78] sonuç bölümünü kasıtlı olarak kaybedecek, Yeşilköy’deki evinde şüpheli bir şekilde ölü bulunacaktır. Babikyan’ın raporlarının Meclise ulaşamaması nedeniyle Hükümet,
Şeyhülislam Hayri Bey, Hallaçyan, Zöhrap, Vartkes, Ali Münif Bey’in de aralarında bulunduğu sekiz kişilik heyeti olayların raporunu hazırlamaları için görevlendirdi. Heyetin hazırladığı rapor[79] Ermenilerle Türkleri karşı karşıya[80] getirdi. Her iki taraf olaylar nedeniyle birbirlerini sorumlu tutuyorlardı. Adana mebusu Ali Münif Bey’in Ermeni tanıkların ve Babikyan’ın olayları Ermenilerin başlattığını açıklamalarını alan Dahiliye Nazırı Talat Bey şu sonuca varmıştı: “Olaylardan maksat halkı kargaşa çıkartmaya kışkırtmak, Avrupa’nın dikkatini çekmek ve Çukurova’da özerk Ermeni Devleti’ni kurmaktı”.[81] Hükümetin bu yönündeki iddialarını geri çekmesini isteyen Ermeni Patriği Turiyan istifa tehdidinde bulunuyor, ardından Ermeni idamlarını engellemek amacıyla 7 Eylül’de istifasını Sadrazama gönderiyordu. Ermeni Ulusal Kurultayı da istifa tehdidinde bulundu.[82] Diğer etkenlerle[83] zaten bocalayan Sadrazam Hüseyin Hilmi Paşa, aksini vaat etmesine rağmen, Divan-ı Harplerde verilen idam kararlarını tasdik edince Talat Paşa görevinden[84] ayrılmak zorunda kalacaktır.
Böylesine ikilemlerin olduğu 1909 Adana Olayları, sonuçları itibariyle canlarını ve namuslarını müdafaa eden Türklerin cezalandırılmasına yönelik İttihat Terakkicilerin tarihi yanlışlıklarını ortaya koymuştur. Devlet ve millet ahengi yerine denge politikasının üstün tutulmasındaki yanlışlık, I. Dünya Savaşı sırasında da casusluk, ihanet ve katliamları görülen aynı Ermenilere güvenen İttihat Terakkicilerin sonlarını hazırlayan zincirin halkası olmuştur.
Ermeni Lejyonu ve Adana’da Yaptıkları Katliamlar
I. Dünya Savaşı öncesi kilise, kolej, azınlık ve yabancı okullardaki misyonerler marifetiyle Anadolu’daki Ermenilerin fikri ve fiili değişimleri sağlanmıştı. Daha önceleri ileri karakolu görevini yapmaya devam edeceklerdi. Ermenilerin Zeytun’da yapacakları isyan Dörtyol’dan başlatılacağı hükümet tarafından öğrenilmişti. İngilizlerin denetimindeki Mısır’da ermeni komitelerince yapılan toplantıda Adana ve çevresinde bir isyan yapılması kararlaştırılmış. Taşnak Sütyun Komitesi mensubu Sivaslı Gazaros 20 Mayıs 1914’te[85] bölgeye gelerek çalışmalarını başlamıştı. İtilaf Devletleri Yunanistan’dan silah, Kıbrıs’tan silah taşınmasını sağlayacaklar, Maraş Adana ve İskenderun’daki[86] ayaklanmayı çıkarma hareketi ile destekleyeceklerdi. Bölgedeki Ermeni isyanlarına destek amacı ile 23 Ocak 1915’te 60 kişilik müfrezeyi Adana’ya çıkaran İngilizler[87] ateşler karşılık görünce geri çekilmişlerdi. Bu olaylara 1915 Şubat ayı içerisinde Abraham Salcıyan, Artin, Bedros, Köşker Torosoğlu, Muallim Agop ve Dağlıoğlu Artin’in İskenderun Kıyılarında İtilaf Devletleri hesabına casusluk[88] faaliyetleri eklendi. Bölgede yapılan aramalarda ele geçirilen yüzlerce silah, bomba, dinamit ve barut[89] Ermenilerin direniş hazırlıkların göstergeleri idi.
Osmanlı Devleti bir çok cephede Çanakkale’de olumsuz şartlarda vatan savunması için çarpışırken Ermenilerin casusluk sabotaj, ihanet ve isyanlarıyla uğraşmak, kuvvet ayırmak zorunda bırakılmıştır. İsyanın genişlemesini önlemek isteyen Hükümet 24 Nisan ve 23 Mayıs 1915 talimatları ile Adana, Antakya ve İskenderun bölgesinde zararlı faaliyetleri tespit edilenlerin Halep’in Güneydoğusu ile Zor ve çevresine[90] sevk edilmesine karar vermek zorunda kaldı. Alınan sevk kararına uymak istemeyen bölge Ermenileri[91] Samandağı’na bağlı yedi köydeki isyancılarla birlikte Musa Dağı’na[92] çekilerek 41. Tümen kuvvetlerine direnmişlerdir. 21 Temmuz’da başlayan direniş, geceleyin sahile gelen Victor Hugo, Henri Quatre ve bazı İngiliz savaş gemileri 5000 yakın isyancıyı Mısır’ın Port Sait[93] Limanı’na kaçırmaları üzerine sona ermişti.
Ermeni göçmenleri Fransa’ya kaçınılmaz bir fırsat vermişti. İngilizlerin bilgisi içinde Fransa Savaş Bakanlığı 15 Kasım 1916’da Kıbrıs’ta bunlardan Legion d’Orient kurulmasına karar verdi.[94] Her biri 200’er kişilik altı bölükten kurulu bu Doğu Lejyonuna[95] 160 Suriyeli gönüllü Ermeniden oluşan bir bölük dahil edildi. Kıbrıs’taki Magosa yakınlarında bulunan askeri kampta sıkı bir disiplin ile eğitim Lejyon,1917’de Filistin’de[96] Suriye’de[97] Albay Allenby’ye göre hakkın ve Medeniyetin savunucuları (!) ile birlikte cephelerde.” dövüşen lejyona Fransızlar, Ermeni Lejyonu[98] adını vererek, I. Dünya Savaşı’nın galibi sıfatıyla, 1918 Aralık ayının ortalarında işgale başladıkları Çukurova’ya taşıdılar.
Haçlı seferlerinden itibaren Ermenilerle kültürel bağlarını sürdüren Fransızlar, Çukurova’nın zengin kaynaklarına sahip olmak için, onların 1915 tehcir olayından kaynaklanan intikam alma duygularından yararlanmak isteyeceklerdir.
Fransız hükümeti, Çukurova’ya 1918’de ve 1919 yılının sonlarına kadar Ermenistan adını vermişti. Başbakan Clemenceau, Suriye ve Çukurova için Suriye ve Ermenistan Yüksek Komiseri unvanı ile Georges Picot’u askeri idareci olarak atamıştı. Albay Bremond’un Ermenistan Baş Yöneticisi sıfatıyla seçildiği Çukurova’da sancak ve kazalara Gouverneur[99] denilen Fransız subayları tayin edilecektir. Posta, demiryolu, polis teşkilatlarında ise Ermeni asıllı memurlar görev başına getirilecektir. İşgalin ardından Fransızların çabalarıyla bölgeye Amerika, Mısır, Suriye, Kıbrıs ve Fransa’dan 120.000 civarında[100] Ermeni göçmen getirildi. Cezayir ve Tunuslu Müslüman askerler[101] de Fransa adına işgal hareketine dahil edildiler.
İngilizler, başlangıçta Rusya ile doğrudan komşu olmamak için Musul’u Fransa’ya bırakmıştı. 1917 Bolşevik İhtilali ile Rusya ortaklıktan çıktığına göre, Orta Doğu’da fedakarlık yapmaya gerek yoktu. İngilizler, Suriye,[102] Kilis ve Toros geçitlerindeki askerlerini geri çekmek tehdidinde bulundular. Petrol alanlarına yönelik görüşmeler sonunda 15 Eylül 1919’da Suriye İtilafnamesi taraflarca kabul edildi. Buna göre, 1 Kasım 1919 tarihinden itibaren İngiliz kuvvetleri Çukurova ve Suriye’den çekilecek, Şam, Hama, Humus ve Haleb Arap Devleti sınırları içinde kalacak, Sykes-Picot çizgisinin batısındaki garnizonlar Fransızlara bırakılacak; Filistin, Musul dahil olmak üzere Mezapotamya’nın[103] kontrolü İngilizlerde kalacaktı. İngilizler Suriye ve Çukurova’yı Fransızlara devrederken, Suriye’deki Arapları onların aleyhinde silahlandırmak[104] suretiyle sonuç alamayacakları bir maceraya itiyorlardı.
Adana’da 1919 Yılı Katliamları
Fransızlar Ermenilerden 70.000’ini Adana köylerine 12.000’ini Dörtyol’a 8.000’ini Haçın’a (Saimbeyli) diğerleriniz de Osmaniye, Kars (Kadirli) ve Sise (Kozan) yerleştirdiler.[105] Sömürgelerinden getirdikleri Müslüman askerlere, Türklerin İslamiyet’ten ayrılarak Bolşevik olduklarını ve halifeye karşı isyan ettiklerini[106] devamlı telkin ettiler.
Batılıların ve Komitecilerin tahrikleriyle şartlanmış Ermenilerden uysallık göstermeleri beklenemezdi. Adana’da Türklerin elindeki silahlar tehdit yoluyla toplanıyor, silahlandırılan Ermeniler tarafından her gün birkaç Türk katlediliyor, Ermenilere kurdurulan Tesviye-i Mesalih Komisyonları marifetiyle Türklerin emvaline el konuluyordu.
10 Ocak 1919’da Kahyaoğlu Çıvarında Abdo Ağa’nın Çiftliği’ni basan askeri kıyafetli 15 Ermeni, Abdo Ağa, kızı ve savunmasız 15 işçisini katlettiler.[107] Adana Emniyet Müdür Muavinliği’ne getirilen Kel Parsumoğlu Vahan marifetiyle Ermenilerin yağma ve katletme olaylarını[108] artırmaları üzerine, 19 Şubat’ta toplanan İngiliz-Fransız savaş komitesi Ermeni lejyonlarından bir kısmının[109] dağıtılmasına karar verdi. Adana Valisi Haşim Bey[110] Anadolu dışına sürgüne gönderildi. Adana bağlarında ve mahallelerinde adları tespit edilemeyen Türklerin katlinden sonra 25 Şubat 1919 Salı gecesi sarraf Vanlı Ahmet Efendi’nin Saracan Mahallesi’ndeki evi komşusu Agop ve 15 kadar Ermeni askeri tarafından basıldı. Ahmet Efendi katledildi. Çocuğu dipçikle yaralandı. Boğulmaya çalışılan karısının feryatları üzerine kaçan Ermeniler evden çok sayıda para ve mücevheri gasp ettiler. [111]
Adana 4 Mart’ta bağ evinde katledilen Dellal Ahmet’in[112] haberi ile çalkalandı. Şehrin saygın ailelerine dayak atılmak, ucu telli kırbaçlarla çarmıha germek suretiyle[113] gözdağı veren İngiliz- Fransız askeri yetkililerinin ve Ermeni zulmü nedeniyle Türkler, Ermenilerin semtlerine[114] gidemez oldular.
Kolonel Normand adlı İngiliz subayı, Kara Yusuf çetesini arama bahanesiyle avdan dönen Sislioğlu Ali Ağanın infazını Ermenilere yaptırdı. Kayıkçılar ve çiftliklerdeki Türklerden yakalananlar, çeteye yardım ettikleri iddiasıyla, Karşıyaka ve Kumluk meydanında[115] Ermeniler tarafından kurşuna dizdiriliyordu. Adana’da güzel sesiyle tanınan Dabağoğullarından Ragıp, Kızıl-dağ Yaylası civarında dönüş hazırlıklarını yaparken, Kuzucuoluk Ermenileri tarafından gözleri oyulmak suretiyle şehit edildi. Hafızın iki arkadaşı ise başları kesilerek[116] katledildi. Bremond, çete oldukları suçlamasıyla birçok Müslümanı kurşuna dizdirdi.[117]
Heyet-i Temsiliye Çukurova’da olanlardan haberdardı. Bölgenin milis kuvveti kullanılarak kurtarılması amaçlanmıştı. Bu yönde yayın yapan basında Fransızları tahrik edici ifadeler yer almazken, Ermenilerin yaptıkları mezalim için zaman zaman “vahşet”[118] yakıştırması yapılmıştır.
“Zavallı Adana daha ne kadar katil ellerde kalacaktır” diye yakınılan Adana’da hükümetin acizliği[119] Türk milletine şikayet edildi. Fransızlar Adana Vilayet bütçesine el koymuşlar,[120] silahlandırmaya devam ettikleri Ermenilere her gün sekiz on Türkü[121] kurşuna dizdirmeyi sürdürdüler. Halk can, ırz ve namusundan emin olmadan gün geçirmektedir.[122]
22 Aralık 1919 Pazartesi Adana’nın Eski İstasyon civarındaki Ermeni mahallesinde 14 yaşlarında parçalanarak öldürülmüş bir Türk çocuğunun cesedi bulundu.[123] Gülek Boğazı’nda 3 Türk jandarması da Ermeniler tarafından çok feci şekilde katledilmişti.[124] Fransızlar zulümde Ermenileri aratmıyorlardı. İloğlu Köyü’nü işgal ettikleri sırada İslam halkı bir eve toplanarak, çoluk-çocuk demeden 20 kadar nüfusu katletmişlerdi.[125]
Adana’da 1920 Yılı Katliamları
Ermenilerin taşkınlıkları nedeniyle Adana esnafı dükkanlarını kapatmış, halk komitecilerin nutuklarıyla intikam naraları atan Ermenilerin insafına terkedilmişti. Kenarda bucakta yalnız yakalanan Türkler üzerinde imha politikası devam etmekteydi. 2 Şubat 1920’de Ermeni gençlerine silah dağıtılacağı haberinin[126] ardından, 10 Ocak’ta biri İncirlik yolu üzerinde, diğeri Şakirpaşa yönünde şehre gelen iki Türk komiteciler tarafından şehit edildi[127] Fransız subayları Ermenilerle birlikte varlıklı Türklerden tehditle rüşvet ve para toplamaya[128] başladılar.
Maraş’taki Türk direnişi üzerine, Fransızlar 27 Ocak-4 Şubat tarihlerinde Beyrut’tan altı tabur asker sevki yaptılar.[129] Ermeni ve Asurilere silah dağıtımı[130] yapılırken, Avrupa kamuoyunu yanlış haberlerle[131] etkilemeye çalışıyorlardı.
22 Şubat’ta Sırkıntı nahiyesinden hayvan almak üzere Adana’ya gelmekte olan Beğceli Köyü’nden Hacı Mehmed oğlu Mehmed ve arkadaşı Emir Ali, aynı nahiyenin Danacılar Köyü’nden Hatib’in oğlu Abdulkadir ve amcazadesi Osman ve Sarıgeçit merkez nahiyesinin sabık muhtarı Hallacoğlu Mehmed güpe-gündüz önlerine çıkan 7 silahlı Ermeni tarafından feci şekilde katledildiler.[132]
6 Mart 1920’de Bağlar bekçisi Karaköse oğlu Mustafa’nın yeğeni Dadağ Mahmut, Ermenilerin pususuna düşerek öldürüldü. Aynı gün, Kozan’a yarım saat mesafede Uyuzpınar mevkiinde posta sürücüsü olan Hasan Ağa da Ermeni çetelerince katledildi. 7 Mart gecesi Kayarlı Karakol Kumandanı Mustafa Efendi’yi karakolda bulunan Ermeni Jandarmaları, uyurken öldürerek firar ettiler.[133] 13 Martta şehirde müthiş bir patlama oldu. Abidinpaşa Caddesi’nde Ermeni Kilisesi Piskopusu Muşeg’in evinden papazın kardeşinin, Arşak’ın ve 5 Ermeninin cesedi çıkarıldı. Yıkıntılar arasında yapımı yarım kalmış 600 bomba, 8 Alman mavzeri ve binlerce mermi bulunması[134] masum! Ermenilerin ne tür oyuncaklarla uğraştığının göstergesiydi.
6 Nisan’da Adana’nın eski ailelerinden olan Abuzade Ali Efendi, bağına giderken gündüz vakti Ermeniler tarafından öldürüldü. Aynı gün gece yarısı 6 kişilik bir Ermeni çetesi Bahçelidam’da Kaplan Bey’in çiftliğini basarak iki ameleyi, bir bekçiyi öldürdüler.[135] 10 Nisan’da Belemedik’i düşüren Milli Kuvvetler, Ermenilerce yüzlerine katran sürülerek, güneşin altında günlerce bırakıldıktan sonra ölen birçok Müslümanın cesediyle karşılaştılar. 30 Nisan’da demiryoluna bomba koydukları iddiasıyla üç Türk kurşuna dizildi[136] Ermenilerin şuursuzca Türklere saldırmalarının nedeni, 11 Şubat 1920’de Maraş’tan atılmalarının kızgınlığından kaynaklanan intikam alma saplantısıydı.
Fransızların en güvendiği Pozantı Garnizon Kumandanı Binbaşı Mesnil, 19-21 Mayıs 1920 II. Kavaklıhan Muhaberelerinde taburu ile küçük sayıdaki Milli Kuvvetlere yenilmiş, daha sonra da çıkış yapmak için geldiği Karboğazı’nın Panzın Çukuru mevkiinde 42 Türk köylüsüne[137] teslim olmuştu. Çukurova’da Türk direnişinin gelişmesi karşısında TBMM hükümetini muhatab kabul eden Fransız hükümeti, Robert’de Caix başkanlığındaki heyetin Mustafa Kemal Paşa ile 23 Mayıs 1920’de görüşmesini sağladı. Sonuçta 29-30 Mayıs 1920 gece yarısından geçerli olmak şartıyla 20 günlük ateşkes anlaşması imza edildi.[138]
Geçmiş tarihte olduğu gibi, Fransızlar bu ateşkesi kuvvetlerini takviye etmek, Antep, Maraş ve Pozantı bozgununun olumsuz izlerini silmek amacıyla yapmışlardı. Ateşkese rağmen, 3 Haziran’da Gök Alioğlu Duran Ali ile 5 adamının, Karaoğlanlı Köyü’nden 10 Türkün Ermenilerce katledilmesi[139] bunun göstergeleriydi. 15 Haziran’da topluca imhasına çalışılan İncirlik’in boşaltılmasının ardından köy Ermenilerce yakıldı.[140] Olanlardan habersiz ele geçirilen Cingöz Bekir, İskender, Mehmet Şerifi karısı Hediye ve iki oğlu Ermenilerce katledildi.[141] Kozan’ın Karacaali Köyü’nden olan Arap Mehmet’i kurşunla yaralayan[142] Ermeniler 4 çobanı öldürdüler. Kulaklarını ve diğer uzuvlarını keserek[143] vahşet sergilediler.
11 Haziran 1920 Kahyaoğlu Katliamı’nda 43 erkek, 21 kadın ve sayısı belirlenemeyen çocukların acıklı sonu[144] Adana’yı ve Ankara’yı yasa boğdu.
Ermeniler 12 Haziran 1920 Cumartesi günü Adana bahçelerinde halka ateş açarak 2 kişiyi öldürdüler 7 kişiyi de yaraladılar.[145] 14 Haziran’da Çameli ve Gürcüler köylerinde 5 kişi hariç toplu katliam yapıldığı haberi[146] şehir halkını inletti. 15 Haziran’da Camili ve Dedepınarı[147] köylerini basan 575 kişilik Ermeni-Asuri çetesi toplam 95 nüfus Türkü Ceyhan nehri kıyısında katlederek suya attılar.[148]
Osmaniye’nin Hasanbeyli nahiyesinde Ermeni Cumhuriyeti kurduğunu ilan eden[149] Manok Şişmanyan, Abidinpaşa Caddesi’ndeki Ermeni Kilisesi’ni katliam yeri haline getirmişti. Katledilen Türklerin kemiklerinden yığınlar oluşmuştu.[150] Kozan’da binlerce Türk acımasızca katledildi. Muhasebeci Hamdi, Yazı İşleri Müdürü Ali Rıza, Emekli Yüzbaşı Mehmet Beyler Ermenilerin işkencelerinden sonra fırına[151] diri diri yakılmak suretiyle katledildiler.
Osmanlı idaresinde Türlere göre çoğunlukta bulunan Ermenilerin etkin olduğu Haçın sayesinde Ermeniler mebus çıkarmışlar, Amerikalı misyonerler burada kolej bile açmışlar[152] çoğu zaman Fransa, Rusya ve Amerika ile temas ederek bağımsızlık yollarını araştırmışlardı.
Fransız işgaliyle birlikte 1915 tehcirinden dönen Ermeniler Haçın’a akın ettiler. Fransız işgali, yıllardır hayallerini kurdukları bağımsız Ermenistan düşünü gerçekleştirebilirdi. Bu nedenle Adana ve Haçın’a nüfusta görülmeyen organizatör ihtilalciler doluşacaktır. İlk iş olarak Türk memurların işine son verildi. 1909 Adana Olaylarında yönlendiricilik yapan Çalyan Karabet Kaymakamlıkla görevlendirildi. 12 kişiden oluşan intikam komitesinin başkanı Terziyan Manik’in oğlu Aram Çavuş’tu. Kazadaki Ermeni Milli Meclisi’nin aldığı karar üzerine her biri 700-800 kişiden ibaret silahlı iki tabur kuruldu. Fransız usulüyle talim yapan bu taburların komutanı Cebeciyan, Doğu Anadolu’da Türk kanı akıtmakta tanınan Antranik’in intikam alayında görev almış[153] bir Ermeni subayı idi.
Askeri teşkilatlanma işlerini tamamlayan Ermeni komitecileri kasaba içinde yerli ve yabancı Türkleri misafir etme bahanesiyle öldürerek, “kendi cenazemizdir” söylemiyle Ermeni mezarlığında bir çukura atıyorlardı.[154] Civar köylerin durumu da yürekler acısıydı. Köseler köyünde Ermeni jandarması Agop ile Artın’in sataşmasına karşılık veren Emine, yediği dayaklardan sonra altı aylık çocuğunu[155] düşürecektir. Gizik Duran’ın karısı Şerife, Kozan bölgesi işgal Komutanı Taillardat’nın emrine çalışan jandarma Teğmeni Misak tarafından tecavüze uğradı.[156] Taillardat, Feke’nin Bozat köyü Muhtarı Hamza ve kardeşi Musa’yı[157] kurşuna dizdirtti.
Saimbeyli merkezine yarım saat uzaklıkta, Ermeni fedailerinin 11 yaşlarında 2 Türk çocuğunu kuzu gibi boğazlamalarına müdahale eden Lozade İsmail adındaki genç, diğerleri gibi kulağı, burnu kesilmek ve gözleri oyulmak suretiyle katledildi.[158] Kasabadan tehditle uzaklaştırılan Halil İbrahim’in evine zorla giren Jandarma çavuşu Artin, onun kız kardeşine tecavüz etti.[159]
Bölge Kuvayı Milliye Komutanı Kemal Doğan Bey ile yardımcısı Osman Tufan’ın[160] Develide bulunmaları Ermenileri kızdırmıştı. Komiteciler yörede katırcılık yapan Develili Hikmet oğlu Kamil, Vahap oğlu Mehmet, Mehmet oğlu Halit, Derviş oğlu Emin ve Mehmet, Salih oğlu Ali ile Cırtlaz Mehmet’i koyun boğazlarcasına keserek[161] şehit ettiler. İğdebel Köyü’nden İsmail Bey Obruk belinde öldürüldü.[162] Maraş’tan kovulan Ermenilerin de bölgeye gelmesiyle, Mart 1920’den itibaren civar köylerdeki Türkleri toplayan komiteciler Saimbeyli’de adları tespit edilebilen 217 masum insanı türlü işkencelerle katlettiler.[163]
Ali Efendinin ayaklarından kan fışkırıncaya kadar dövülmesi, sobada kızdırılan çay taşının mazlumların koltuk altlarına konulması,[164] Cebeciyan’a namusunu teslim etmeyen Kaytancızade Mürsel Bey’in hanımı Fatma Hatun’un Kalekilise’de hazırlanan, idam sehpasında[165] Milli Kuvvetlere teşhir edilmesi yapılan vahşetin boyutlarını gösterir.
Saimbeyli kuşatmasını yöneten Kemal Doğan Bey’in isteği üzerine Doğu Bölgesi Komutanı Osman Tufan Bey cepheye çağrılmış ve göreve başlamıştı. Yaş grupları değişiklik arz eden gönüllü kuvvetler eğitimsiz ve acemi insanlardı. Askeri eğitimli, seçme Ermeni birliği ise kullandıkları silahlarla daha üstün durumdaydılar. 29 Mart’tan itibaren kuşatılan Saimbeyli’deki esirlere yerden işleyen siperler kazdırmışlardı. Milli Kuvvetler 15 Mayıs 1920 itibariyle Saimbeyli’nin kuzey yönündeki altı binadan oluşan mahalli[166] ele geçirmişler, dört mermisi kalan[167] top yardımıyla kuşatmayı sürdürmüşlerdi.
Fransızların Çukurova da batağa saplandıklarını gören pek çok Ermeni ailesinin Amerika’ya gitmek üzere bölgeden ayrılırlarken, Fransızların Milli Kuvvetlere karşı direniş[168] ve katliamları[169] devam etmekteydi. Bölgede milli hareketin başarı göstermesi, Fransız-Ermeni katliam, tecavüz ve tedhiş hareketlerinin[170] boyutlarında tırmanış göstermiştir.
Adana ve civarındaki gelişmelerinden tedirgin olan, bekledikleri erzak ve asker yardımını alamayan komiteciler Aram Çavuş’un 200 seçilmiş intihar timi ile l Ağustos 1920 başlarında Saimbeyli’den kuşatmayı yararak çıkış[171] yapmışlar, katliam yapılacağı endişesi kuşatma kuvvetlerinin bir kısmının dağılmasına[172] neden olmuş, kuzey yönünde çıkış yapanların Zeytun ve Göksun Ermenileriyle birleşme ihtimali[173] endişeleri artırmıştı. 23 Eylül’deki çıkış hareketi sırasında Rumlu Köyü’nde bulunan Doğan Bey katliamdan[174] yaralı olarak canını kurtarmıştı. Kozan taraflarında ateş gücü etkili silahlarıyla çarpışarak Ceyhan’a ulaşan Aram Çavuş’un timi, geridekileri kendi kaderleriyle baş başa bırakacaktır.
Dağlık arazi şartlarında dağınık kuvvetlerin yeniden toparlanmasıyla[175] Eylül başlarında Osman Tufan Bey komutasında harekete geçen Milli Kuvvetler 4 Eylül’de Şar’ı[176] ele geçirmişlerdi. Çarık, yemeni, cephane sıkıntısı[177] içindeki 10 kişilik Feke kuvveti 7 Ekim’de Amerikan Koleji’ni[178] işgal etti. Esir tutulan masum Türklerin insanlığa sığmaz işkence yöntemleriyle toptan katledildiği Saimbeyli, Osman Tufan Bey’in 15 Ekim gecesi[179] düzenlediği genel saldırı sonucu ele geçirildi ve Türk düşmanlığının odak noktası olarak yıllarca görev yapan bu katliam yuvası tamamen susturuldu.[180] Çukurova’da ise, acımasızca katledilenler üzerine yakılan ağıtlar, yıllarca değişik şekilde, dilden dile söylenip durdu.
Mustafa Kemal Paşa’nın organizesinde başarıya ulaşan Çukurova’daki milli direniş, emperyalistlere güvenerek Türk kanı akıtan Ermenilerin Ermenistan ümitlerini sona erdirmişti. Varlıklarının yegane teminatı Türk idarelerine karşı ihanet ederek bir çok ülkeye göçen soykırımcı Ermenileri vatansızlık ve aldatılmışlığın acılarıyla dolu yeni bir maceralı yaşam bekliyordu. Rüzgar ekerken fırtına biçeceklerini unutmuşlardı.
Sonuç
Milletlerin kültürel konumları ve çağdaşlıklarıyla ilişkileri tarihsel süreçte onların istikballerini belirler. Günümüzdeki Ermenilerin vatanı Ermenistan değildir. Bu coğrafi bölgeye sonradan gelen bu topluluk, bir çok etnik zümre ile kaynaşarak yaşamıştır. Mizaçlarının değişkenliği nedeniyle, hakimleri tarafından sürekli sürgün edilmişlerdir. Bu vesileyle geldikleri Anadolu’da Türk idareleri onların her alanda gelişmelerini sağladı. Aşağılanan toplum olmadılar, ayrıcalıklı millet örneği oldular. Sömürülmediler, devletin yönetim kademelerinde, bürokraside yer aldılar.
Dünyanın stratejisine ve hammadde kaynaklarına hakim olmak isteyen Ruslar ve Batılı devletler onların geleceklerini tayin etti. Sürekli bağımsızlık vaadinin etkisiyle XIX. yüzyılın başlarında ruh ve fiil değişimi gösterdiler. Dış tahriklere çabuk kapıldılar. Kendileriyle aynı Tanrı’ya el açan Türkleri tarihin ender kaydedeceği kıyıma uğrattılar. Yaklaşık sekiz yüzyıl varlıklarının teminatı olan devleti parçalamaya çalıştılar. Nankörlüklerinin bedelini müşfik Osmanlı Devleti tarafından kısmen göç ettirilerek ödediler. Servetlerini kullanarak hayali soykırım masalları ile dünya kamuoyunu kandırmaya çalıştılar.
Devlet kurma vaadiyle tekrar geldikleri Çukurova’da Türk soykırımı yaparken, yine kırıldıklarını propaganda ettiler. Devlet kurmalarına bile izin vermeyen emperyalist dostlarıyla Anadolu’dan ayrılırlarken maşa olarak kullanıldıklarını geç anladılar. Günümüzde servetlerini kendi devletlerinin kalkınmasından bile esirgeyerek dünyayı kandırmaya çalışan Ermenilerin Anadolu’da yaptıkları katliamlar, insan hakları adına insanları birbirine kırdıranların anısına kara bir leke olarak geçecektir.
Yrd. Doç. Dr. Yusuf Ziya BİLDİRİCİ
Pamukkale Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi / Türkiye
Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 13 Sayfa: 503-513