Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

Enver Paşa

0 19.229

Yrd. Doç. Dr. Hasan BABACAN

Enver Bey, 23 Kasım 1881’de[1] İstanbul’da Divanyolu’nda eski Lisan Mektebi karşısındaki evlerinde dünyaya gelmiştir.[2] Altı yaşına kadar İstanbul’da çeşitli iptidâî mekteplerine devam etmiş, Fatih Mekteb-i İptidâî’sinin ikinci senesinde iken babasının Manastır’a tayini üzerine iptidâî tahsilini burada tamamlamıştır. Yine aynı şehirde askeri rüşdiye ve askeri idadi tahsilini tamamlayarak Mekteb-i Harbiye-i Şahane’ye girdi.[3]

Harbiye öğrencisi iken, o sıralarda yüksek okullarda yaygın olduğu üzere II. Abdülhamit aleyhtarı propagandalardan etkilendiği hatıralarından anlaşılan Enver Bey, Harbiye’de başarılı bir grafik çizer. Üç senenin not ortalamalarıyla dokuzuncu olarak erkân-ı harpliğe aday 40 öğrenci arasına girmeye hak kazanır.[4] Enver Bey, o dönemde harp okulunu ve kurmay okulunu saran siyasi olayların içine girmiş ve Yıldız Mahkemesi’nde sorgulanmıştır. Ancak bu dönemdeki İttihat ve Terakki cemiyeti faaliyetlerine katılmadığı kesindir.[5]

Enver Bey, kurmay okulunu bitirdikten sonra, stajlarını da tamamlayarak diğer mezunlar gibi büro vazifesi almak yerine 23 Ekim 1902’de Manastır’da 13. Topçu Alayı’nın birinci bölüğüne verildi. Enver Bey’in Makedonya’da çetelerle mücadelesi ilk burada başlamıştır. 1903 Mayıs’ında Napilhi köyünde on sekiz kişilik Bulgar çetesiyle müsademeye topçu zabiti sıfatıyla iki topla iştirak etmiştir. 1903 yılı Eylülü’nde, yani Makedonya olaylarının en şiddetli günlerinde kendi ısrarıyla Bulgaristan sınırında Koçana’daki 20. Piyade Alayı’nın 1. Taburu’na çetelerle savaşmak için gönderilir.[6] Nisan 1904 tarihinde Üsküp’teki 16. Süvari Alayı’nda görevlendirildi. Aynı yılın Ekim ayında İştip’teki alaya giden Enver Bey, iki ay sonra “sunuf-ı muhtelife görevini tamamlayarak Manastır’daki karargâha geri döndü. Burada erkân-ı harp dairesinin birinci ve ikinci şubelerinde çalıştı, ardından Manastır Mıntıka-i Askeriyesi Ohri ve Kırçova mıntıkaları müfettişliğine tayin edildi.[7]

Enver Bey’in bu yeni görevindeki asıl maksadı Bulgar ve Yunan çetelerini takip ve bunlarla mücadele etmekti. Çetelerle yapılan mücadelelerden birinde Enver Bey, sağ bacağından yaralanmıştır. İki sene içerisinde çetelerle kendi kumanda ettiği müfrezelerle elli dört müsademede bulunmuştur. Buradaki başarılarından dolayı dördüncü ve üçüncü Mecidî, dördüncü Osmânî nişanları ve altın liyakat madalyası ile ödüllendirildi. 13 Eylül 1906’de fevkalade olarak Binbaşılığa henüz 26 yaşında iken terfi etti.[8]

Bulgar çetelerine karşı yürüttüğü faaliyet onun üzerinde milliyetçilik fikirlerinin etkili olmasında önemli rol oynadı. Bu nedenle Selanik’te kurulan Osmanlı Hürriyet Cemiyeti’ne ilgi duydu. Enver Bey, 1906 Eylülü’nde Manastır’dan Selanik’e gelerek cemiyete giriş şartı olan ve büyük bir gizlilik içinde yapılan yemin merasiminden sonra cemiyete on ikinci üye olarak katılmıştır. Bundan sonra cemiyetin en faal üyelerinden biri olan Enver Bey, o günkü duygularını: “Artık kalbim vatanın kurtulacağına kuvvetle inanarak ertesi gün Manastır’a hareket ettim” şeklindeki sözleriyle ifade etmiştir.[9]

Cemiyetin amacı Abdülhamit yönetimini devirmek ve Kanun-ı Esasîyi yeniden yürürlüğe koymaktı. Cemiyet Kanun-ı Esasiyi yeniden ilan etmek için faaliyetlerine başlamıştı. Cemiyet’in faaliyetleri ordu tarafından da destekleniyordu. Selânik’te Cemiyet’in çekirdeği oluşturulduktan ve güçlendikten sonra Üçüncü Ordu’nun mıntıkasına giren Kosova vilayetinde, özellikle Manastır’da örgütlenme işine girişildi.

Bu konuda cemiyete yeni girmiş olan Enver Bey’in büyük faydaları olmuştur. Bu yörede örgütlenmenin ilk adımını atmış, Manastır’da karargahın birçok üyesini cemiyete kaydetmiştir. Rumeli Genel Müfettişi Hüseyin Hilmi Paşa: Saraya yazdığı bir telgrafında; “Benden başka İttihat ve Terakki’ye girmeyen kimse kalmamış” diyordu. Askerlerle beraber polis ve jandarma mensupları da İttihat ve Terakki Cemiyeti üyesi olmuşlardı.[10]

Binbaşı Enver Bey Manasıtır’da ciddi bir teşkilatçılık vasfı gösterir. Mümtaz kolağası Servet, Selanik’in tanınmış adamlarından Konyalı Hüseyin, Avcı Yüzbaşısı Süleyman Cemiyet’e girenler arasındadır. İşte Enver Bey’le beraber Hürriyet kahramanı olarak ün salacak olan Kolağası Resne’li Niyazi Bey de Enver Bey tarafından cemiyete alınır.[11]

I. Meşrutiyet’in İlanında Enver Bey

Siyasi ve askeri olaylar, 1908 yılına gelindiğinde Cemiyet’in tahmin edemeyeceği kadar hızla gelişmeye başladı. Büyük devletlerin Osmanlı Devleti’nin ve Rumeli’nin paylaşılması yönündeki niyetlerini Reval mülakatında iyice açığa çıkarmaları, cemiyeti, kesin olarak sonuç alınabilecek eylemlere yöneltmiştir. Faaliyetlerini o güne kadar gizli bir şekilde devam ettiren cemiyet için bu toplantı bardağı taşıran son damla oldu. Cemiyet ileri gelenleri Reval toplantısından üçlü bir antlaşmanın çıkacağını sezdiler ve toplantıdan sızan söylentiler çok olumsuzdu. Osmanlı üzerindeki denge bozulacak, Rumeli paylaşılacaktı. Yıldız yönetimi vatanı yabancılara terk ediyordu. Cemiyet açısından bu kabul edilemez bir sonuçtu.[12] Cemiyet tarafından Reval mülakatının sonuçlarının kabul edilemeyeceğine dair bir bildiri, büyük devletlerin konsolosluklarına dağıtıldı. Bu beyannamedeki fikirler; “Büyük devletlerin dört yıldır Makedonya’da yaptıkları ıslahat teşebbüslerinden hiçbir olumlu sonuç alınamamış, bunlar faydadan çok zarar getirmiştir. İttihat ve Terakki Cemiyeti, İslâm-Hıristiyan bütün vatandaşlarla birlikte vatanı korumak amacındadır. Bunun için de mevcut istibdat yönetiminden kurtulmak gerekmektedir” şeklinde özetlenebilir. Bu tepki cemiyetin ilk fiili teşebbüsü idi ve böylece cemiyet su yüzüne çıkmış oluyordu.

Konsolosluklara gönderilen layiha ile su yüzüne çıkan Cemiyet, artık olan bitene karşı daha duyarlı olmak zorundaydı. Bu sırada Padişah, Rumeli’de olup bitenleri anlamak için Selânik Merkez Komutanı Yarbay Nazım Bey’i görevlendirmişti. Bunu haber alan cemiyet, Nazım Bey’i öldürmeye karar verdi.[13] Bu arada Nazım Bey, yeniden İstanbul’a çağırılınca, Cemiyet harekete geçmeye karar verdi. Mustafa Necip, İsmail Canbolat ve Enver Bey’in yardımıyla 29 Mayıs 1908’de Nazım Bey’i vurur.[14] Yaralanan Nazım Bey, İstanbul’a götürülür. Enver Bey de Tikveş’e kaçıp gizlenir.

Bu olay üzerine Abdülhamit, güvendiği adamlarından İşkodralı İsmail Mahir Paşa başkanlığındaki bir heyeti incelemeler yapmak üzere Selânik’e gönderdi. Ayrıca Padişah, III. Ordu’da neler olduğunu ve neler düşünüldüğünü anlamak için Ordu’dan iki subay istedi. III. Ordu Müşirliği, Kurmay Ali Rıza ve Topçu Hasan Rıza Bey’i merkeze gönderdi. Bunlar İstanbul’da Müşir Ethem Paşa ile görüşmeleri esnasında İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin faaliyetlerinden ve olup bitenden habersiz yalnız askerlikle uğraşan kimseler oldukları intibaını uyandırdılar. Bundan sonra bu iki subay İstanbul’da alıkonuldular. Selânik’te ise bunların tutuklandıkları zannedilmişti. Cemiyet’ten, Müfettiş Hüseyin Hilmi Paşaya, bu iki kişinin iade edilmesi, yoksa daha kötü şeylerin olacağına dair tehdit telgrafları gönderilmeye başladı. Hüseyin Hilmi Paşa durumu telgraflarla merkeze haber verdi. Merkezi hükümetin itibarı sarsılmıştı. Rumeli’den gelen isteğe uyup iki subay geri gönderildi. Bu durum Rumeli’de artık işlerin bir hayli ilerlediğini ve karıştığını gösteriyordu.[15]

Bundan sonra Meşrutiyet’e giden yolda en önemli adım; 3 Temmuz 1908 günü Resne’de Kolağası Niyazi Bey’in[16] 200 kadar asker ve 200 kadar sivilden oluşan kalabalık bir çeteyle dağa çıkması oldu. Niyazi Bey’i bu isyana götüren olay 9 Haziran 1908’de toplanan Reval görüşmelerinin kamuoyundaki yankılarıdır.[17]

Niyazi Bey Cemiyet’ten izin alarak, dağa çıkmak ve açıkça mücadele etme kararını aldı. Dağa çıkmadan önce, tabur deposuna girerek birçok silah, cephane ve tabur sandığındaki paraları da alarak, 3 Temmuz 1908’de İstile istikametinde kasabadan çıkmıştır. Niyazi Beyle beraber isyan edip dağa çıkanlar arasında, Resne Belediye Reisi Hoca Cemal, vergi kâtibi Tahsin, polis komiseri Tahir, Mülâzım Yusuf Efendilerle Resne’deki Sırp mektebi muallimi vardı.[18] Niyazi Bey, Saraya, Rumeli Müfettişliği’ne ve Manastır Valiliği’ne yazdığı yazılarla, bölgedeki hafiye paşaların İstanbul’a geri dönmesini, Kanun-ı Esasi’nin hemen yürürlüğe konularak, Mebusan Meclisi’nin toplanmasını yumuşak sayılabilecek bir dille istedi. Bunu başka İttihatçı subayların da ihtilale katılması izledi. Niyazi Bey’in bu hareketi İttihat ve Terakki Cemiyeti tarafından desteklendi. Hareket tamamen örgütün malı oldu. Bu olaydan sonra, 5 Temmuz 1908’de Cemiyet’in Manastır şubesi üyeleri şehrin sokaklarına Kanun-ı Esasi’nin ilanını isteyen beyannameler yapıştırdı. Yörede bulunan Müslüman olan ve olmayan birçok çete Niyazi Bey’le işbirliği yaptı.[19]

Padişah, Rumeli’de duruma hâkim olmak için şiddetli tedbirlere başvurma kararı aldı. Bunu uygulamak için en iyi ve ideal adamı, Mitroviçe’de 18. Nizamiye Fırkası’nın Komutanı Arnavut Şemsi Paşa idi. Şemsi Paşa, Niyazi Bey’in isyanını bastırmakla görevlendirildi. Paşa, okuma yazması kıt, alaylı ve Padişah’a çok bağlı sert bir askerdi. Ayrıca, meşrutiyetçi subayların en azılı düşmanı idi. Şemsi Paşa, 7 Temmuz 1908 Salı günü Manastır’a gelerek derhal durum hakkında soruşturmaya ve bilgi almaya başladı. Paşa’nın Manastır’a gelişi İttihat ve Terakki mensupları üzerinde büyük bir korku meydana getirmişti. Şemsi Paşa buradaki tahkikatının bir sonuç vermemesi üzerine, Resne üzerine hareket etme kararı aldı. Yanında Prizren Belediye reisinin muhafız kuvvetleri vardı. Sarayla haberleşmek üzere Manastır telgrafhanesine girdi. Sarayla telgraflaşmasının[20] ardından telgrafhaneden çıkarken İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin fedai subaylarından Teğmen Atıf (Kamçıl) tarafından vurularak öldürüldü.[21] Paşa, yoluna devam edebilseydi, belki de Niyazi Bey’in hareketini bastırabilecekti. Bu hadise saray ve bağlı çevrelerde büyük bir şaşkınlık ve yılgınlık meydana getirdi.[22]

Şemsi Paşa’nın katlinin ardından, Niyazi Bey’in isyanını bastırmaya Müşir Tatar Osman Paşa tayin edildi. Bölgenin içerisine düştüğü askeri ve siyasi durumdan sonra Abdülhamid’in bu ayaklanmayı bastırabilmesi için Makedonya’daki III. Ordu ve Edirne’deki II. Ordu’dan faydalanmasına imkân kalmamıştı. Ayaklanmayı Anadolu’dan 47 tabur asker göndererek bastırmayı planladı. Ayrıca Makedonya’daki Rum çetelerinden faydalanılacaktı. Tatar Osman Paşa, Manastır’a geldiği sırada İzmir’den Selânik’e asker sevkine başlanmıştı.[23] Cemiyet Anadolu’dan gelecek askerlerin, Niyazi Bey üzerine gitmesini önlemek için Doktor Nazım Bey’i İzmir’e yolladı. 16 Temmuz’da, 27 tabur asker İzmir’den deniz yolu ile Selânik’e gönderildi. İzmir’deki cemiyet üyeleri olan Doktor Nazım, Bursalı Tahir ve arkadaşları da vapurlara binmişlerdi. Askerlerin bir kısmı daha Selânik’e varmadan diğerleri ise Manastır yolunda İttihat ve Terakki Cemiyet’ine katılmaya ikna edildiler.[24]

Niyazi Bey’in dağa çıkıp, isyanının bastırılamamasından sonra, Makedonya’daki bir diğer önemli olay da, Firzovik Toplantısı’dır. Haziran 1908 ortalarına doğru Kosova’da bulunan bazı yabancılar, Firzovik’te bir eğlence düzenlemeyi tasarlarlar ve hazırlıklarına girişirler. Herhalde Makedonya’nın Osmanlı Devleti’nden koparılması yönünde gelişen siyasi olaylardan rahatsız olan bölgenin Arnavutları, bu hazırlıkları, Avusturya’nın askerî bir işgal hareketini örtmek için düzenlenmiş bir hile olarak yorumladılar ve silahlı olarak Firzovik’te toplandılar. Bu haber dallanıp budaklanarak yayılır ve topluluğa katılanların sayısı ertesi ay 30.000’e kadar yükselir. Fakat, Avusturya’dan bir hareketin söz konusu olmadığı anlaşılır. Bu arada toplantının sükunetle dağılmasını sağlamak üzere Kosova Valisi Mahmut Şevket Paşa tarafından 8 Temmuz’da görevlendirilen ve İttihat ve Terakki yanlısı olan Miralay Galip Bey, bunu meşrutiyetten yana bir toplantıya çevirmeye çalışıyordu. Necip Draga gibi Arnavut ileri gelenleri kendisine yardımcı olurken, İsa Bolatin gibileri buna karşı çıkıyorlardı.[25] Galip Bey’in geliştirmek istediği tez: Rumeli’de yabancı müdahalesinin son bulması için meşrutiyet düzeninin geri gelmesiydi. Sonunda bunu başardı. 20 Temmuz günü Padişah’a sunulmak üzere sadrazam ve şeyhülislâma Kosova halkı adına 180 imza ile çekilen telgrafta bir millet meclisinin toplanması isteniyordu. Cevap çıkmayınca, 22 Temmuzda bir telgraf daha çekilerek, “Teskin-i heyecan kabil olmuyor, halk müsellahan aşağı doğru akın ediyor” diye ısrar edildi. Bu durum Ordu’daki bir isyana, bir halk isyanının da eklendiğini göstermekteydi. Üstelik bu isyan devletin en duyarlı ve en göz önünde bulunan bir yerinde oluyordu ve bunu yapanlar da Abdülhamid’in çok güvendiği Arnavutlardı.[26] Abdülhamit bu baskılar altında meşrutiyeti kabule razı olacaktır, ama buna son dakikada karar verecektir.

Bu arada İttihat ve Terakki Cemiyeti Manastır’ın ardından Ohri’de de faaliyetlerini iyice arttırmıştı. Ohri’deki sınıf-ı sani redif alayı kumandan vekili Eyüp Sabri Bey, asker ve ahaliden teşkil ettiği Ohri Millî Alayı birinci tabur kumandanlığını ele alarak 20 Temmuz 1908’de askeri depoyu açtırıp, dokuz yüz mavzerle, doksan beş sandık cephaneyi yanlarına alarak dağa çıkmıştır. Daha sonra Eyüp Sabri Bey kuvvetlerine Manastır’da bulunan rediflerle, Mitroviçe’den gelen nizamiye taburlarından bazı zabitler de iltihak etmişlerdir.[27] Bu gelişmeler karşısında Müşir Tatar Osman Paşa’nın Cemiyete ve üyelerine karşı sinsice tavır takınması sebebiyle Cemiyet tarafından, tutuklanması kararlaştırılmış, bu iş, Ohri teşkilatına havale edilmişti. Yani bu görevi Eyüp Sabri Bey ve Resneli Niyazi Bey yerine getireceklerdi.

Bunun üzerine her iki tabur gizlice tertibat alarak hazırlandıktan sonra Manastır üzerine hareket etti ve Nihayet 22 Temmuz’da, Niyazi Bey ve Eyüp Sabri Beyler Cemiyet’in emri üzerine Manastır’daki ordu kumandanı Tatar Osman Paşa’yı dağa kaldırdılar. Artık 22 Temmuz’da İttihatçılar bütün Makedonya’da yönetime el koydular. 23 Temmuz gecesi Manastır Komitesi, meşrutiyetin ilanı ve Meclis-i Mebusan’ın toplanması için bir irade yayınlanması isteğiyle Padişah’a bir telgraf çektiler. Bu telgrafta Sultan’a saygılı ancak kararlı bir ifade vardı. Askerlerden esnafa kadar, her zümrenin Kanun- ı Esasi’yi ilan ettirmek yolunda birlik içinde olduğu bildiriliyor, Meşrutiyetin ilanı ve Meclis-i Mebusan’ın açılması isteniyordu. 24 saat içinde bu isteklerinin yerine getirilmemesi halinde II. ve III. Orduların İstanbul’a yürüyeceği bildiriliyordu. Bu, İttihat ve Terakki Cemiyeti tarafından Padişah’a verilmiş bir ültimatom idi. Aynı gün 21 pare top atılarak, Manastır’da İttihat ve Terakki Cemiyeti tarafından Meşrutiyet ilân edilir. Yine o gün, İttihat ve Terakki, Rumeli’nin birçok merkezinde meşrutiyeti törenlerle ilân eder ve durum bir telgraf yağmuru halinde Yıldız Sarayı’na duyurulur.[28] Hükümetin de buna uyması istenir.[29] Aslında, Abdülhamid’in o sırada Makedonya’da dayanacağı hiçbir kuvvet kalmamıştı. Zaten özellikle Müşir Tatar Osman Paşa’nın dağa kaldırılmış olması bölgede Cemiyet’in her şeye hakim olması anlamına geliyordu.[30] Bu gerçeği gören Sultan Abdülhamit, Almancı diye tanınan Avlonyalı Ferit Paşa’yı 21/22 Temmuz gecesi azledip yerine Sait Paşa’yı getirmiştir.[31] Kâmil Paşa da Meclis-i Vükelâ’ya memur edilir. Her iki vezir de liberal oluşları ve İngilizlere yakınlıkları ile tanınırlar. Abdülhamid’in niyeti Meşrutiyeti ilan etmekten yana olmakla beraber, sarayda toplanmış bulunan kabine, işi ağırdan alıyordu. Saraya gelen telgrafların büyük miktarlara ulaşması Padişah üzerinde baskı oluşturuyordu. Sonunda Abdülhamit boyun eğmek zorunda kaldı ve 23/24 Temmuz 1908 gecesi Meşrutiyetin ilân edildiği bütün vilayetlere duyuruldu, 24 Temmuz’da da gazetelerde yayınlandı.[32]

Meşrutiyet’in ilânı üzerine Selânik’te sokaklar üç gün üç gece imparatorluğun bayraklarını taşıyan ve kendilerine şehir orkestralarının eşlik ettiği göstericilerle doldu taştı. Kısa bir süre için de olsa Makedonya’daki olaylar yatıştı. Meşrutiyet’in ilânından sonraki günlerde, Bulgar, Yunan, Sırp çeteleri Selânik’e inerek, İttihat ve Terakki Cemiyeti yöneticileriyle anlaştılar, silahlarını bıraktılar.[33]

Köprülü’de hürriyeti ilan eden Enver Bey buradan Tikveş’e gelir. Tikveş’te iken Selanik’ten Cemiyet’in davet telgrafını alır. Enver Bey buradan trenle Selanik’e geçer. Burada kendisine görkemli bir karşılama yapılır. Enver Bey artık hürriyet kahramanı Binbaşı Enver Bey olmuştur. Talât Bey, Meşrutiyet’in ilanını sağlayan olayların kahramanları Enver ve Niyazi Beylerin Selanik’e trenle geldikleri sırada, daha onlar trenden inmeden yanlarına giderek herkesten önce tebrik etmişti. Enver Bey’in elinden tutup trenden beraber inmişler ve sevinç gösterilerinde bulunan ahaliye “İşte kahraman-ı hürriyet yaşasın Enver yaşasın Niyazi” nidalarıyla onları tanıtmıştır. Talât Bey böylece, halk nazarında Enver Bey’in ön plana çıkmasını engellemeye, onların başarılarını Cemiyet’in başarısı olarak göstermeye çalışarak siyasi manevra yeteneğini ve zekasını göstermiş oluyordu.

II. Meşrutiyet’in İlanından Sonraki Askeri ve Siyasi Olaylar İçerisinde Enver Bey

Siyasi belirsizlik ve Cemiyet’in iktidara hazırlıksız yakalandığı ortamda, liderler bir müddet İstanbul’da kalarak siyasete müdahale etmeye çalıştılar. Fakat II. Meşrutiyet’in ilk kabinelerinden Hüseyin Hilmi Paşa kabinesinde Harbiye Nazırı olan Mahmut Şevket Paşa ilk iş olarak Meşrutiyet’in getirdiği yeni şöhretlerin politika sahasından uzaklaşmasını ve devletin üzerinde görünür bir kuvvet olmaktan çıkarak görevlerinin başına dönmelerini sağlamaya çalıştı. Bunun için genç subaylardan bazılarını da daha iyi yetişmeleri ümit ve arzusuyla yurt dışında görevler verdi. Enver Bey’i Berlin’e, Hafız Hakkı Bey’i Viyana’ya ataşemiliter olarak gönderdi. Cemal Bey’i Fransa’ya yolladı. Ali Fethi Bey’i de tahttan indirilen II. Abdülhamit’in muhafızı olarak Selanik’e gönderdi. Mustafa Kemal’i karargâh kurmaylığına memur etti.[34]

Enver Bey, 5 Mart 1909’da 500 kuruş maaşla Berlin askeri ataşesi olarak görevlendirildi. Çeşitli aralıklarla iki yılı aşkın bir süre devam eden bu görev Almanya’nın askeri durumuna ve sosyal yapısına büyük hayranlık duymasına yol açtı ve onu tam bir Alman hayranı haline getirdi.[35] Enver Bey, Berlin askeri ataşesi iken Almanlardan özel bir ilgi gördü. Onun zaten Alman ordusuna karşı bir hayranlığı vardı. Askeri yönden Almanlara hayranlık, Osmanlı Harp okullarının bir geleneği idi. II. Mahmut’tan beri askeri alanda ne zaman ıslahat yapılacak olsa askeri müşavir ve uzmanlar hep Almanya’dan getirilmişti. Ordunun silahları da çoğunlukla Alman silahları idi.

Enver Bey, Berlin’de iken Almanlardan gerçekten rütbesinin üstünde bir ilgi gördü. Mesela, Korgeneral Makenzen’in Yarbay Enver’in karşısında topuk selamı vermesi Osmanlı’nın bu genç subayını büsbütün gururlandırıyordu.

31 Mart olayları patlak verdiği zaman Enver Bey Berlin’de askeri ataşelik vazifesine yeni başlamıştı. Fakat olayı haber alır almaz hemen harekete geçip Selanik’e gelir, cemiyet merkezi ile gerekli temasları yaparak oradan Yeşilköy’e geçer. Hareket Ordusu’nda Mustafa Kemal’in uhdesinde bulunan kurmay başkanlığını alarak teşebbüste etkin bir rol alır. Olayların yatışmasından sonra tekrar Berlin’e gider.

Mart 1911’de İstanbul’a çağrılan Enver Bey, görüştüğü Mahmut Şevket Paşa tarafından Makedonya’daki çete faaliyetlerine karşı alınacak tedbirleri denetlemek ve bu alanda bir rapor hazırlamak üzere bölgeye gönderildi. Enver Bey dolaştığı Selanik, Üsküp, Manastır, Köprülü ve Tikveş’te bir yandan çetelere karşı alınacak tedbirler üzerinde çalışırken öte yandan İttihat ve Terakki Cemiyeti ileri gelenleriyle görüştü. 11 Mayıs 1911 tarihinde İstanbul’a döndü. 15 Mayıs 1911’de Sultan Mehmed Reşad’ın yeğenlerinden Naciye Sultan ile nişanlandı.[36] 27 Temmuz 1911’de Malisör isyanı sebebiyle İşkodra’da toplanan 2. Kolordu’nun erkânı harp reisi olarak Trieste üzerinden İşkodra’ya gitmek üzere İstanbul’dan ayrıldı. 29 Temmuz’da ulaştığı İşkodra’da Malisör isyanının bastırılması, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin Arnavut üyeleriyle olan meselelerinin hallinde önemli rol oynadı. Daha sonra tekrar Berlin’e geçtiyse de Trablusgarb’da meydana gelen gelişmeler üzerine İstanbul’a döndü.[37]

İtalya, 1902 yılında başlayan siyasi ve askeri temaslar ve anlaşmalarla Avrupa büyük devletlerini Kuzey Afrika’daki son Osmanlı topraklarını ele geçirme konusunda ikna etti. Ortamın uygun hale geldi 28 Eylül 1911’de Osmanlı Devleti’ne verdiği ültimatomla Trablusgarb ve Bingazi’yi boşaltmasını istedi. Osmanlı Devleti bu ültimatoma 29 Eylül 1911’de cevap vererek İtalya’nın iddia ve isteklerini reddetti. Bunun üzerine İtalya 29 Eylül 1911 günü Osmanlı Devleti’ne savaş ilan etti.

A. Trablusgarp Savaşı’nda Enver Bey

İtalyan taarruzu ve işgallerinin başladığı sırada Osmanlı Devleti’nin Trablusgarb’da ham yeterli askeri yoktu hem de savaş hazırlıkları yapılmamıştı. Hatta yardım ulaştırabilecek fiziki imkânlara da sahip değildi.

Bütün bu olumsuzluklara rağmen, o günlerde ordunun genç ve önde gelen subayları Trablusgarp yolunu tutarlar. Paris Ataşemiliteri Fethi Bey, Tunus üzerinden gider. Enver Bey’in amcası Halil Bey’de (Paşa) aynı yolu zorlar ve sonunda başarılı olur. Enver Bey’in kardeşi Nuri Bey (Paşa) ilk fırsatta Halil Bey’in yanında yerini alır. Mustafa Kemal ve arkadaşları Mısır üzerinden geçmeye çalışırlar ve başarırlar. Enver Bey de Trablus’a gitmek üzere 1911 Eylülü başlarında Berlin’den ayrılarak Selanik’e gelir. Burada Cemiyet’in merkez komitesi üyeleri ile görüşür ve burada İtalyanlara karşı yapılacak mücadele hakkında görüşlerini bildirir.[38]

Enver Bey, 24 Eylül’de Selanik’ten İstanbul’a geçer. Harbiye nazırı ve Sultan Mehmet Reşat ile görüşür. Amacı İtalyanlara karşı yapılacak mücadelede devletin desteğini sağlamaktı. Fakat bu konuda umduğunu bulamaz, Harbiye nazırı bu teşebbüsü lüzumsuz bulur. Bütün bunlara rağmen Enver Bey, Mısır üzerinden Trablus’a ulaşır.

Enver Bey, 24 Ekim’de Derne önlerine vararak İtalyanlara 15 km. mesafede olan Ayn-el Mansur’da karargâhını kurar. Derne’de cephe kumandanı kolağası Mustafa Kemal’dir. Daha sonra Enver Bey daha kıdemli olduğu için cephe kumandanlığını üzerine alır. Enver Bey’in Derne’ye varışında asker ve sivil olmak üzere ancak 500-600 kişiye varabilen Türk ve Arap direniş kuvveti sayısı kısa zamanda 20.000 kişiye çıkartılır. Bunların gayretleriyle İtalyanlar işgal ettikleri siperlerden neredeyse bir yıl, bir adım bile ileri gidememişlerdir.

Enver Bey’e Derne cephesi için Osmanlı Devleti her ay 15000 altın tahsis etmiştir, fakat bu para yeterli değildir. Onun için paranın yetişmediği zamanlarda Enver Bey ve cephe kumandanları kağıt para çıkarırlar. Bu para uzun müddet kullanılır ve itibarını yitirmez.

Enver Bey, Trablus’da son zamanlarda halkın moralini yükseltmek için büyük bir taarruz tertip eder, bunun için büyük hazırlıklar yapılır fakat netice beklenildiği gibi olmaz, büyük zayiatlar verilerek geri çekilir. Bu taarruzun ardından İtalyan kumandanı aracılığıyla Derne cephesi kumandanı Enver Bey’e 18 Ekim 1912’de Uşi’de İtalyanlarla yapılan antlaşmanın bir suretini verir. Bunun üzerine Enver Bey, Trablus’ta son hazırlıklarını yaparken de kendileri gittikten sonra yerli halkın savaşa devam etmesi için gerekli ortamı oluşturur, Enver Bey’den sonra da bu mücadele 1919 yılına kadar sürer.

Enver Bey, Balkan Harbi’ne katılmak üzere 25 Kasım 1912’de Derne’den memlekete dönmek üzere hareket eder. Takma isim kullanarak İtalya’dan geçip İstanbul’a gelir.[39]

B. Bâbıâli Baskını ve Sonrasında Enver Bey

Balkan Harbi’nin çıkmasıyla birlikte[40] Osmanlı Devleti Balkanlar’da umulmadık bir yenilgi aldı. Enver Bey, Trablusgarb’dan Berlin’deki görevine değil, hemen yeni muharebe alanı Çatalca cephesine koşmuştu (1 Ocak 1913). Yeni görevi X. Kolordu Kurmay Başkanlığı’dır. Fakat Enver Bey göreve başladığında Balkan Harbi fiilen kaybedilmiş, Rumeli elimizden çıkmıştı. Meydana gelen gelişmelere karşı dönemin Sadrazamı Kamil Paşa da, 23 Ocak 1913’te hükümeti toplayarak 23 Ocak 1913’te Bâbıâlî’de büyük devletlere verilecek notayı konuşmak üzere toplanacaktı.

Enver Bey ve arkadaşları önceden hazırlanan plan gereği Edirne’nin düşmana bırakılmasını protesto için Bâbıâlî’yi basacaklar ve hükümeti devireceklerdir. Bu planın 23 Ocak Perşembe günü saat 15’te gerçekleştirilmesi kararlaştırılmıştı. Çünkü hükümet üyeleri bu saatte sadrazamın odasında hazır bulunacaklardı. Hazırlanan plan uygulamaya konularak İttihat ve Terakki Merkez-i Umumisi’nde beklemekte olan Enver Bey kendisi için hazırlanan beyaz ata biner, İzmitli Mümtaz ve Filibeli Hilmi Beyler de korumayı sağlamak için atın çevresinde yürüyorlardı. Gurup Bâbıâlî’ye geldiği zaman Ömer Naci de burada çevresinde toplanan kalabalığı galeyana getirmeye çalışıyordu. Enver Bey yanında Yakup Cemil, Sapancalı Hakkı, Mustafa Necip, Hilmi Beyler olduğu halde sadaret binasına doğru yöneldi. Onları Talât Bey ve Mithat Şükrü izliyordu. Baskın ekibi fazla bir engelle karşılaşmadan sadaret binasına girdi.

Talât Bey ve Enver Bey, Sadrazam Kâmil Paşa’nın odasına girerler ve paşa onlara büyük bir soğukkanlılıkla neden geldiklerini ve ne istediklerini sorar. Enver Bey söz alıp, çok saygılı ve çekingen bir dille, milletin coştuğunu ve kan akmasının önüne geçilmesi için kendisinin sadaretten çekilmesi gerektiği yolunda konuşur. Kâmil Paşa devletin durumunun ağırlık ve kötülüğünü ve girişmiş oldukları işin ülke için doğuracağı tehlikeleri beyan eden birkaç söz söyler. Enver Bey utangaç bir tavırla onu dinlemektedir. Fakat Talât Bey sert bir tavırla biteviye: “İstifa! İstifa” diye Kâmil Paşa’nın sözünü kesmekte ve onu konuşturmamaktadır.[41] Bir müddet sonra Kâmil Paşa; “cihet-i askeriyeden vuku bulan teklif üzerine” şeklinde başlayan istifasını yazmıştı. Talât Bey ve Enver Bey bu istifanameye itiraz ederek, “Ahali ve cihet-i askeriyeden vuku bulan teklif üzerine” şeklinde, istifa isteğinin halkın da isteği olduğunu ilave ettirmişlerdir.[42] İstifa yazısını alan Enver Bey, derhal saraya gidip Padişah’a sunmuş, buna karşılık Mahmut Şevket Paşa’yı sadrazam yapan bir iradeyi alarak, Bâbıâli’ye getirip oradakilere tebliğ etmiştir.[43]

Bâbıâli baskını sonrası Cemiyet’in iktidarda daha çok söz sahibi olmasına ve bütün bunların Edirne’yi kurtarmak amacıyla yapıldığının ilan edilmesine rağmen 30 Mayıs 1913’te Londra’da yapılan barış görüşmelerinin sonunda, Edirne’nin Bulgarlara terki İttihat ve Terakki’yi çok zor durumda bıraktı. Cemiyet içine düşdüğü bu prestij kaybından kurtulmak için ne pahasına olursa olsun Edirne’nin geri alınmasını istiyordu. Tam bu sırada Cemiyet liderlerinin önüne yeni bir fırsat çıktı. Balkan devletleri Bulgaristan’a karşı savaşa başladılar, zor duruma düşen Bulgarlar askerlerini Edirne’den geri çekmeye başladılar. Bu durumdan istifade etmeyi düşünen Enver ve Talât Bey harekete geçtiler. Enver Bey, kurmay başkanı olduğu kolordunun kumandanı Hurşit Paşa’yı, Talât Bey de hükümet üyelerini Edirne’nin geri alınması için ikna etmeye çalıştı.

Bu arada, büyük devletler, özellikle İngiltere, harekâtın yapılmaması için baskı ve tehditlerde bulunuyordu.[44] Bu tehditlere aldırmayan hükümet, Edirne’nin geri alınması için, 13 Temmuz 1913’te (30 Haziran 1329) karar aldı. Aynı tarihli irâde-i seniyye ile padişah, hükümetin mazbatasını tasdik ederek, işgal altındaki toprakları geri alma emrini verdi.[45]

20 Temmuz’da hükümet, elçileri vasıtasıyla büyük devletlere Edirne üzerine yürüneceğini bir nota ile bildirdi.[46] Osmanlı ordusu büyük bir direnişle karşılaşmadan, Doğu Trakya’yı içine alan, Meriç ırmağına kadar ilerledi. Fethi Bey kumandasındaki kuvvetler Kırklareli’ni kurtarırken, 21 Temmuz 1913’te Enver Bey kumandasındaki kuvvetler de Edirne’yi istirdat ettiler.[47] Edirne’nin geri alınması ülkede büyük bir sevinç yaratmıştı. Osmanlı Devleti’nin makûs talihi ilk kez kısmen de olsa yenilmiş gibiydi. Bu başarı, İttihat ve Terakki’nin nüfuzunu büyük ölçüde arttırmış, ona büyük bir güç kaynağı teşkil etmiştir.

Edirne’nin geri alınması ve bu harekâtta Kaymakam Enver Bey’in aktif davranışları halk arasında onun şöhretine yeni halkalar ekledi. Hatta bu arada onun için “Edirne’nin ikinci fatihi” gibi övgüler de yazılmaya başlandı.[48]

8 Ocak 1914 tarihinde aynı zamanda Erkân-ı Harbiye-i Umumiye reisliğini de üslenen Enver Paşa yeni görevinde büyük bir gayretle, Balkan savaşında bozguna uğrayan Osmanlı Ordusu’nun yeniden düzenlenmesine çalıştı. II. Abdülhamit Dönemi’nin yaşlı paşalarının tamamına yakın bir kısmı emekli edildi ve genç subaylar Ordu’da önemli görevlere getirildi. Enver Paşa’nın bu alandaki çalışmaları bir anlamda Cumhuriyet’in kuruluşunda önemli rol oynayan askeri kadronun da Osmanlı ordu teşkilatında yükselmesini sağladı. Enver Paşa, Harbiye Nazırlığı sırasında “enveriye” adı verilen askeri başlıklar ve aynı adla anılan, sesli ve sessiz harflerin her birinin ayrı yazılması ile uygulanan bir yazı biçimi gibi yenilikler yaptı.[49]

C. I. Dünya Savaşı’nda Osmanlı Devleti’nin Tarafsızlığı veya Savaşa Sürüklenmesi Mesuliyeti Tartışmaları İçerisinde Enver Paşa

Enver Paşa, I. Dünya Savaşı öncesinde Osmanlı Devleti’nin Avrupa’nın büyük devletleri ile ittifak arayışları maksadıyla yaptığı girişimler çerçevesinde, İttihat ve Terakki Cemiyeti tarafından Almanya ile ittifak sağlamak için girişimlerde bulunmak üzere görevlendirildi. Enver Paşa’nın ilk girişim ve teklifleri Almanya’nın İstanbul Büyükelçisi Hans von Wangenheim tarafından reddedildi. Daha sonra Avusturya-Macaristan yetkililerinin de baskıları ile Wangenheim’ın ve Şansölye Betmann- Hollweg’in itirazına rağmen Kayser II. Wilhelm’in şahsi emriyle 2 Ağustos 1914’te tarihi ittifak anlaşması imzalandı.

Osmanlı Devleti, Almanya ile 2 Ağustos 1914 tarihinde gizli ittifak antlaşması imzalamasına rağmen, tarafsızlığını korumaya çalışıyor ve bunu her fırsatta diğer devlet elçilerine bildiriyordu. Buna rağmen Osmanlı Devleti’ni fiilen savaşa sokan olay, iki Alman gemisi, Goben (Yavuz) ve Breslav’ın (Midilli) Karadeniz’e açılıp Rus limanlarını bombalamasıdır. Bu iki gemi, İngiliz donanmasından kaçıp Osmanlı karasularına girerek 10 Ağustos 1914’te Çanakkale Boğazı’na geldiler. Çanakkale Boğazı’na sığınan bu gemileri bir Osmanlı kılavuz gemisi, boğaza daha önceden tahkimat maksadıyla döşenen torpil tarlaları arasından geçirerek, güvenli bir bölgeye getirdi. Enver Bey’in izniyle, bu gemiler Boğaz’da korunmuş oldu.[50]

11 Ağustos gecesi, her zaman olduğu gibi, Heyet-i Vükelâ sadrazamın Yeniköy’deki yalısında toplantı halindeydi. Enver Bey dışındakiler erkenden gelmişlerdi. Toplantıya biraz geç gelen Enver Bey: -Bir oğlumuz dünyaya geldi, diyerek Goben’in Çanakkale Boğazı’ndan içeri girdiğini bildiriyordu.[51] Heyet-i Vükelânın yapması gereken iki tercihi vardı: Ya bu iki geminin, Osmanlı Devleti’nin tarafsızlık şartlarına uygun olarak 48 saat içerisinde Çanakkale Boğazı’ndan çıkıp gitmelerini isteyecek veyahut da gemiler, silah ve toplarını söküp teslim edeceklerdi. Alman büyükelçisi, bu durumun müzakeresi için sadrazamın konağına çağrılmıştı. Büyükelçi, Osmanlı hükümetinin yukarıdaki iki şartını da kabul etmiyordu. Wangenheim’in bu tutumuna sinirlenen sadrazam, Talât Bey ve Halil Bey’i elçiyi ikna etmek için görevlendirdi. Bu sırada Halil Bey’in aklına gemilerin satın alınması fikri geldi ve bunu büyükelçiye teklif ettiler. Neticede gemilerin satın alındığı ilan edildi ve resmi satış sözleşmesi yapıldı.[52]

Yavuz ve Midilli’nin satın alınmasından sonra sadrazam Said Halim Paşa, Osmanlı Devleti’nin tarafsız olduğunu ilan etti. 15 Ağustos tarihinde Rus Büyükelçisi Sazanof, Osmanlı Devleti’nin savaşa girmemesi ve bunun mükâfatının ülkesinin bütünlüğünün korunması olacağını söyleyerek, diğer büyük devlet elçilerinin de desteğini almak suretiyle bu tarafsızlığa güvence istiyordu.[53]

Her ne kadar, başta sadrazam olmak üzere bazı devlet ricali tarafsızlığın korunması için çaba sarf ediyorlarsa da Almanya, Osmanlı Devleti’ni savaşa sokmak için her türlü tedbiri alıyordu.[54] Bu aşamada, Goben ve Breslav’ın komutanı olarak İstanbul’a gelen Amiral Souchon (Suşon), Enver Paşa tarafından Osmanlı donanmasının başına getirilmişti.[55] Amiral Suşon komutasındaki Osmanlı Donanması 27 Ekim akşamı Karadeniz’e açıldı. 29 Ekim 1914 gecesi Sivastopol ve Novorosisk ve 30 Ekim gecesi de Odesa limanları bombalandı. Ayrıca Suşon, karşılarına çıkan bütün Rus gemilerini de topa tutarak batırdı.[56] Böylece Osmanlı Devleti fiilen savaşa girmiş oldu.[57]

Osmanlı Devleti’ni savaş uçurumuna sürükleyen, Karadeniz limanlarını bombalama kararını kimin verdiği daima tartışılmıştır. Sadrazam Said Halim Paşa, savaş sonunda sorumlu olarak yargılandığı sırada verdiği ifadelerde: “Harbe taraftar olmadığımı anlayan Alman ricali Karadeniz vak’a-i müessifesini ihzar ve ihdas ettiler” diyerek kendisini savunurken, Çürüksulu Mahmut Paşa, bazı zabitanın ifadelerine dayanarak; “Alman Gemileri Karadeniz’e çıkmadan Cemal Paşa Türk gemilerindeki ümera ve zabitana Suşon Paşa’nın kumandasında olduklarına ve ne emrederse onu yapmalarına dair emir vermiş ve donanma Boğaz’dan çıktıktan sonra kumandanlar amiral gemisine çağrılarak, kendilerine kapalı zarflar verilmiş. Bu zarflarda, kimisinin Sivastopol’ü, kimisinin Kiyef ve Odesa’yı ve kimisinin Novorosisk’i bombardıman eylemesi yazılı imiş” şeklinde fikrini beyan ediyordu. Bizzat Amiral Suşon mektubunda: “Rusya’ya karşı ilk taarruz Türkler tarafından yapılmıştır”.[58] Cemal Paşa da savaşın başlamasından sonra, dördüncü ordu komutanlığı vazifesiyle Suriye’ye hareketinden önce nazırlara ve yerli ve yabancı gazetecilere verdiği ziyafette; Osmanlı Devleti’nin harbe girişinin ne kadar haklı sebeplere dayandığını uzun uzadıya anlattıktan sonra “-Efendiler, eğer Osmanlı Hükümeti bu harbe iştirak etmemiş olsaydı, memleketin istiklâli tamamıyla tehlikeye girmiş olacaktı” diyerek hükümetin bu karardaki haklılığını savunmaya çalışıyordu. Aynı toplantı ve ziyafette hazır bulunan Halil Bey de Cemal Paşa ve hükümetin fikirlerini savunarak şöyle diyordu: “-Umumî harp karşısında bulunduğumuz zaman bendeniz, devlet için iki ihtimal tasavvur ediyordum, o kanaatte idim ki; ufak bir vatanperverlik hissi ve tarihe hürmeti olan bir hükümet reculü, bu iki ihtimalin bir üçüncüsünü tasavvur edemezdi. Çünkü üçüncüsü; Moskofların Avrupa’da hâkimiyetini tesis için, onlarla yan yana harp etmek olurdu. Birisi tarihi ve ananevi düşmanımız olan Moskoflara karşı harp edenlerle beraber bulunmak ve devletin ne mevcudu, ne kuvveti varsa, onlara teşrik edip, hasımlarımızın galebesi halinde Moskofların Avrupa’da tesis edeceği hakimiyeti mümkün olduğu ve elden geldiği kadar men etmek, ikinci ihtimal de tarafsız kalmak… Tarafsız kaldığımız halde Yunanistan’ın uğradığından beterine maruz kalacaktık. Osmanlı Devleti Cihan Harbi’ne, iki gaye takip ederek karışmıştır: Devlet’in istiklâl ve tamamiyetinin muhafazası ve imparatorluk dışında kalan Müslüman ve Türklerin mahkumiyetten kurtarılması. Bu cihetle bu cihan cengi, Türkler ve Müslümanlar için, bir istiklâl ve kurtuluş cihadıdır.” Enver Paşa da harbe girmekle: “-Biz Allah’ın inayetiyle yalnız Osmanlı taç ve saltanatını muhafaza değil, bütün İslâm aleminin hukuk ve hayatını muhafaza ve istihsale muvaffak olacağız!” diyordu.[59] Talât Bey de hatıralarında: “..Arife gününde, Karadeniz donanmasıyla Amiral Suşon arasında bir muharebe vuku bulduğunu ve Goben’in Rus sahillerini bombardıman ettiği haberini aldık. Bu hadiseden hiçbirimiz daha önceden malumatdâr değildik. Fakat herkes gibi, ben de Enver Paşa’nın haberi olduğuna kani idim. Bayram günü meclisi mebusan reisi Halil Bey’in evinde toplandık. Ben Enver Paşa’ya epeyce hücum ettimse de, hiç haberi olmadığını yeminle temin etti. Bu hadise de harbi artık bir emri vaki haline getirmişti” diyerek kendisini savunuyor.[60]

Aslında Osmanlı Devleti’nin savaşa girmesinin gerçek sorumluları, kabine üyelerini ve kamuoyunu haberdar etmeden Almanlarla, 2 Ağustos 1914 tarihinde gizli bir ittifak antlaşması imzalayan, Sait Halim Paşa, Talât Bey, Halil Bey ve Enver Paşa’dır. Çünkü bu antlaşmanın ikinci maddesinde: “Rusya müessir askeri müdahalelerde bulunur ve bu durum Almanya için Avusturya- Macaristan ile ittifak sebebi oluşturursa, bu ittifak sebebi aynen Türkiye için de geçerli olacaktır” denilmekteydi. Bu demek oluyor ki, eğer Rusya, Avusturya-Macaristan veya Almanya ile savaşa girecek olursa, Osmanlı Devleti de tabii olarak Almanya’nın yanında savaşa katılmış olacaktı. Halbuki Almanya zaten bu antlaşmanın imzalanmasından bir gün önce, yani 1 Ağustos 1914’te Rusya’ya savaş ilan etmişti. Bu duruma göre, daha antlaşmanın imzalanmasından itibaren, Osmanlı Devleti savaşa girmiş sayılıyordu. Bu nedenle, savaşa giriş sorumluluğunu tek bir kişiye yüklemek doğru olmaz.

I. Dünya Harbi’ne girildikten sonra Enver Paşa, Harbiye nazırı olarak askeri harekatın yönetimini de ele aldı. Ancak kendisinin tamamen bir Alman kuklası olup onların isteklerini yerine getirmeye çalıştığı şeklindeki görüşler doğru değildir. Bizzat Alman belgeleri, Enver Paşa’nın çeşitli hususlarda Alman askeri yetkilileriyle çatıştığını göstermektedir. Enver Paşa’nın I. Dünya Savaşı sırasındaki fiili olarak tek kumandası Kafkas cephesinde olmuştur. Cephede maiyetindeki kumandanların itirazlarına rağmen ileri harekatı ağır kış şartları altında sürdürmüş ve Sarıkamış Harekatı olarak anılan bu harekatta 90.000 kişilik ordu mevcudunun çok büyük bir bölümünün donarak ölmesi veya Ruslar tarafından şehit edilmesi üzerine 10 Ocak 1915’te cepheyi terk ederek İstanbul’a döndü.[61] Bunun dışında savaş sırasında aktif cephe görevi yapmamış olan Enver Paşa’nın prestiji bu bozgun sebebiyle sarsıldı. 14 Ekim 1918 tarihinde Talât Paşa kabinesinin istifası ile Enver Paşa’nın da Harbiye nazırlığı sona erdi.[62]

D. Enver Paşa’nın Yurt Dışındaki Faaliyetleri ve Sonu

1-2 Kasım 1918’de İttihat ve Terakki’nin diğer liderleriyle birlikte Arnavutköy’den bir Alman denizaltısıyla Odesa’ya geçen Enver Paşa, memleketi terk ettikten sonra 1 Ocak 1919 tarihli irade ile askerlikten atıldı.

Enver Paşa, yurt dışına çıkan ittihatçıların en eylemcisi ve maceracısı olmuştur. Enver Paşa, Sivastopol’da arkadaşlarından ayrıldıktan sonra, Kafkasya’ya gitme planını kurmuştu. Bunun asıl nedeni, Şark’ta kurduğu iki Ordu’dan meydana gelen kuvvetlerin başına geçmek ve Bakü merkez olmak üzere geçici bir hükümet kurmaktı. Böylece ana vatanı kuvvetleriyle restore etmeye çalışacaktı. Talât Paşa grubundan bu nedenle ayrılmıştı.

Maceralı bir yolculuktan sonra Moskova’ya ulaşabilmiştir. 1920 yılı ortalarında Moskova’ya vardığı zaman, Kafkasya Bolşevik egemenliği altına girmişti. Cemal Paşa, Bedri Bey’le Afganistan’a geçmişti. Dr. Bahattin Şakir ve Halil Paşa oradaydılar. Enver Paşa, Bolşevik liderlerince iyi karşılanmış, burada Lenin, Radek, Çiçerin, Zinovyev gibi en ünlü komünist liderlerle görüşmüştür.

Bolşevikler paşa ile İngiliz emperyalizmine karşı ortak bir strateji planında anlaşmışlardır. “Ali Bey operasyonu” adı verilen strateji de böylece oluşmuş oldu.[63] Berlin’de temeli atılan İslam İhtilal Cemiyetleri İttihadı, Enver Paşa’nın başkanlığında Moskova’da somutlaşmıştır. Paşa, Bolşevik liderlerle beraber, Bakü’ye gitmiş ve Doğu Halkları Kongresi’ne bu Cemiyet’in temsilcisi olarak katılmıştır.

1920 Ekim’inde Bakü’den Moskova’ya, oradan Berlin’e ve Roma’ya gitmiştir. Yine Berlin ve Moskova yoluyla Batum’a dönmüştür ve Anadolu’ya geçmeyi planlamıştır. Ankara’nın ittihatçılara ve Enver Paşa’ya karşı tutumu ve Trabzon Vali vekili Sami Sabit Bey’in aldığı tedbirler ve Sakarya Zaferi’nin kazanılması üzerine gelişen siyasi başarılar üzerine Anadolu’ya geçemeyen Enver Paşa, dönüşü olmayan seferine başlamıştır.[64] Önce Ruslarla birlik olarak Orta Asya’ya yönelmiş, Ekim 1921’de Tiflis, Bakü, Aşkabat, Merv yoluyla Taşkent’e gelmiştir. 8 Kasım’da otuz kişilik bir kafile ile ava çıktığını söyleyerek, Taşkent’ten ayrılmıştır.

Enver Paşa, Taşkent’ten ayrıldıktan sonra Ruslara karşı Türkistan milli hareketlerini yönetmeye başlamıştır. Doğu Buhara’da Basmacı aşiretlerini toparlayarak başına geçmiştir. İlk çarpışmalar başarılı olmuştur. Ne var ki, başarıları çok sürmemiş ve 4 Ağustos 1922 günü, Duşanbe yakınlarında Bolşevik birliklerine karşı yaptığı bir saldırı sırasında vurulmuştur.[65] Cenazesi 3 Ağustos 1996’da askeri bir uçakla İstanbul’a getirilerek 4 Ağustos günü kılınan cenaze namazından sonra toprağa verilmiştir.[66]

Yrd. Doç. Dr. Hasan BABACAN

Süleyman Demirel Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi / Türkiye

Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 13 Sayfa: 263-273


Dipnotlar :
[1] Enver Paşa hatıralarında doğum tarihini “1297 senesi teşrinisani bidayetinde 1299 senesi Muharrem ayının birinci Salı günü.” olarak verirken birçok araştırmacı farklı tarihler vermektedir. Bu tarihlerden bazıları: 3 Kasım 1881, Şevket Süreyya Aydemir, Makedonya’dan Orta Asya’ya Enver Paşa, c. I, İstanbul 1972, s. 12; M. Şükrü Hanioğlu, Kendi Mektuplarında Enver Paşa, İstanbul, 1989, s. 253, adlı eserinde bu tarihi 6 Aralık 1882 olarak vermektedir.
[2] Ailesi Manastır’lı olup, Babasının adı Ahmet, annesinin adı Ayşe Hanımdır. Babası Nafia Nezareti’nin Manastır vilayeti şubesinde kondüktör yani fen memuru olarak çalışıyordu. Annesinin bu evliliği ikinci evliliğidir. Enver Paşa’nın baba tarafı Gagauz Türklerindendir. Ş. S. Aydemir, aynı eser, s. 180-182.
[3] Hanioğlu, aynı eser, s. 253; Ş. S. Aydemir, aynı eser, C. I, s. 186.
[4] Hanioğlu, aynı eser, s. 259.
[5] Halil Erdoğan Cengiz, Enver Paşa’nın Anıları, İstanbul 1991, s. 39-43; Ş. S. Aydemir,  aynı eser, c. I, s. 191-195; Hanioğlu “Enver Paşa”, TDV İA., c. 11, s. 261.
[6] Cengiz, aynı eser, s. 46; Hanioğlu, aynı eser, s. 260.
[7] Ş. S. Aydemir, aynı eser, c. I, s. 482; Cengiz, aynı eser, s. 51.
[8] Hanioğlu, aynı eser, s. 266; Cengiz, aynı eser, s. 56; Ş. S. Aydemir, aynı eser, c. I, s. 484.
[9] Cengiz, aynı eser, s. 61.
[10] Tahsin Paşa, Abdülhamit ve Yıldız Hatıraları, İstanbul 1931, s. 78.
[11] Ş. S. Aydemir, aynı eser, c. I, s. 97-99; Cengiz, aynı eser, s. 61-63.
[12] Tevfik Çavdar, Türkiye’nin Demokrasi Tarihi, s. 94-95.
[13] Nazım Bey, padişahın yaverlerindendi. Daha önce izin almadan İstanbul’a gittiği ve 2000 kuruş maaş zammıyla döndüğü, kumar oynadığı, gazinolardan ve rejiden para aldığı, Enver Bey’in kız kardeşiyle evli olduğu halde onu boşamak üzere olduğu biliniyordu. Sina Akşin, Jön Türkler ve İttihat ve Terakki, s. 74; Y. H. Bayur, Türk İnkılabı Tarihi, C: 1/1, s. 439, 227 numaralı dipnot.
[14] İsmail Canbolat Bey bir iş için Nazım Bey’in evine gelir, Enver’in delaletiyle onu görür ve o sırada Mustafa Necip Bey adında başka bir subay dışarıdan, pencereden sıktığı bir kurşunla Nazım Bey’i yaralar. Nazım Bey’in bacağını sıyıran kurşun karşısındaki İsmail Canbolat’a da isabet ederek onun da yaralanmasına sebep olur. Olay esnasında Enver Bey de Nazım Bey’in evinde üst katta bulunuyordu. Necip olaydan hemen sonra kaçarak kurtuldu. Nazım’ı kimin vurduğu anlaşılamadı. Nazım Bey, yarası sarıldıktan sonra trenle İstanbul’a gönderildi. Y. H. Bayur, aynı eser, s. 439; Ayrıca bkz: Kazım Nami Duru, İttihat ve Terakki Hatıralarım, s. 21-22.
[15] Y. H. Bayur, aynı eser, s. 440-441.
[16] İ. Hakkı Uzunçarşılı, “1908 Yılında II. Meşrutiyetin Ne Şekilde İlan Edildiğine Dair Vesikalar”, Belleten, C: XX, Sa: 77, Yıl: 1956, s. 107, n. 6; Bedi Nuri Şehsuvaroğlu, aynı makale, s. 311, n. 8.
[17] Reval buluşması, 9 Haziran 1908’de başlamıştır. Niyazi Bey’in bir çete teşkil ederek dağa çıkmak işini arkadaşlarına açması 15-28 Haziran’dadır. Arada geçen zaman Reval Mülakatı sonuçlarının Avrupa gazetelerince öğrenilip, yazılmaya ve yorumlanmaya başlaması, ondan sonra haber ve yorumların Osmanlı topraklarına gizlice sızıp Manastır’a ulaşması ve Niyazi Bey üzerinde onu harekete geçirecek etkilerde bulunması için gereken zamandır. Niyazi Bey, Reval Mülakatının sonuçlarını öğrendiği zaman neler hissettiğini hatıralarında şöyle anlatmaktadır: “Bu mülakatta Rusya ve İngiltere tarafından tertip olunan mukarreratın mülahaza-i vehameti ile üç gün üç gece heyecan ve helecan içinde çırpındım…”, Y. H. Bayur, aynı eser, s. 443.
[18] İ. H. Uzunçarşılı, aynı makale, s. 108.
[19] Y. H. Bayur, aynı eser, s. 444-449; Sina Akşin, Jön Türkler ve İttihat ve Terakki, s. 75.
[20] Paşanın saraya verdiği haberler arasında, Enver Beyin kıyafet değiştirerek asilere katıldığı ve Manastırda askeri inzibatın bozuk olduğu yer alıyordu. İ. H. Uzunçarşılı, aynı makale, s. 109.
[21] Atıf Beyin Şemsi Paşa’yı nasıl öldürdüğü, bunun için nasıl bir plan yaptığı ve hazırlıkları hakkında ayrıntılı bilgiyi, olaydan bir iki ay sonra 26 Ağustos 1324’de yakın arkadaşı Mülazim Kenan Bey’e yazdığı mektuptan alabiliyoruz. Ayrıca olayın ayrıntıları için bkz: Bedi Nuri Şehsuvaroğlu, İkinci Meşrutiyet ve Atıf Bey, Belleten, Sa: 23, Yıl: 1959, s. 307-325; İ. Hakkı Uzunçarşılı, aynı makale, s. 109-111; Tahsin Uzer, Makedonya Eşkiyalık Tarihi ve Son Osmanlı Yönetimi, Ankara 1979, s. 91-92; Ali Canip Yöntem, “Selânik’te 10 Temmuz Sabahı”, Yakın Tarihimiz, C: 2, Yıl 1962, s. 257.
[22] Sina Akşin, aynı eser, s. 75.
[23] İ. H. Uzunçarşılı, aynı makale, s. 111.
[24] İlhan Tekeli-S. İlkin, aynı makale, s. 376.
[25] Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyeti, Balkanlar’da yayılmasını hızlandırdığı dönemde bölgedeki Arnavutların Cemiyetle ve ittihatçılıkla tanışmalar veya başka bir deyişle İttihatçılığın Arnavutlar arasında yayılma kanalları; Bektaşi Tekkeleri ile Makedonya ordu subayları arasında yer alan Arnavut asıllı subaylar olmuştur. Arnavutları İttihatçıların liberal fikirleri de etkiliyordu. Ayrıca, Arnavutların Genç Türk hareketi içinde yer almaları konusunda Bektaşilik faktörü, diğer bütün Bektaşilerde olduğu gibi Arnavut Bektaşilerin de Halifeye değil, imamlık kurumuna bağlı olmalarından dolayı önemlidir. Bu nedenle, II. Abdülhamit’in hilafetine ve yönetimine karşı çıkan bir hareket olduğu için ittihatçılığı desteklemişlerdir. Bir başka açıdan bakıldığında; Talât Bey ve Ahmet Rıza gibi İttihatçı liderlerin de Bektaşi olmalarının İttihatçılığın, Arnavutlar arasında hızla yayılması ve taraftar bulmasında önemli olduğu görülür. Ayrıca, Firzovik olayları esnasında İttihatçılarla Arnavut liderleri arasındaki dayanışma ve olaylar için bkz: Nuray Bozbora, Osmanlı Yönetiminde Arnavutluk ve Arnavut Ulusçuluğunun Gelişimi, İstanbul, 1997, s. 264-270.
[26] Sina Akşin, aynı eser, s. 76; Ayrıca Bkz: Tahsin Uzer, aynı eser, s. 89 vd.; Y. Hikmet Bayur, aynı eser s. 469-472; İ. Hakkı Uzunçarşılı, aynı makale, s. 124-128.
[27] İ. H. Uzunçarşılı, aynı makale, s. 115-116.
[28] İ. H. Uzunçarşılı, aynı makale, s. 150 vd.
[29] “9 Temmuz (23 Temmuz) günü İttihat ve Terakki Cemiyeti Manastır Merkezi doğrudan doğruya Abdülhamit’in şahsına: ‘Vilayet içindeki mülkî ve askerî memurlar, zâbitler, her dine mensup vatandaşlar yemin etmişlerdir ki; hemen millet meclisinin açılmasına müsaade edilmediği takdirde beklenmedik hareketler olacağını kararlaştırmışlardır’ manasını ifade eden bir telgraf çekmiştir. İşte bu telgraf Padişahın aklını kaçırttı.”, Ali Canip Yöntem, aynı makale, s. 259.
[30] Tahsin Paşa, aynı eser, s. 264.
[31] Sait Paşa’nın, yedinci defe sadarete getirilmesi, Rumeli’deki gelişmeleri anlatan telgrafların Yıldız Sarayı’nda yapılan olağanüstü toplantıda okunarak değerlendirilmesi, mevcut durum karşısında devlet ileri gelenlerinin ve vekillerin tutumları, meşrutiyeti ilan etme kararı hakkında bkz. Sadrazam Sait Paşa, “10-23 Temmuz 1908’de Yıldız Sarayı’nda Neler Olmuştu”, Yakın Tarihimiz, C: 2, Yıl 1962, s. 275-277.
[32] Sina Akşin, aynı eser, s. 77.
[33] “İstanbul meşrutiyetin yeniden ilan edildiğini bildiren resmî tebliğine rağmen 10 Temmuz gününü tereddüt içinde geçirdi. Fakat Manastır ve Selânik’le Rumeli’nin birçok yerlerinde toplar atılmış, hürriyet ilân edilmiş, halk sokaklara, meydanlara dökülmüş, hocalar, papazlar, hahamlar sarmaş dolaş olmuş, nutuklar söylenmeye başlanmıştı. Hürriyet uğruna silahlanarak dağa çıkan genç zabitlerden Enver ve Niyazi Beyler birer timsal gibi anılıyor; her ağızda:-Yaşasın Enver, Niyazi.”, Ali Canip Yöntem, aynı makale, s. 259.
[34] Cemal Kutay, Üç Paşalar Kavgası, İstanbul 1978, s. 38-39.
[35] Hanioğlu, aynı makale, s. 262.
[36] Naciye Sultan, Şehzade Süleyman Efendi’nin kızıdır. Enver Bey’den başka  Naciye Sultan’ın birtakım taliplileri vardır fakat Naciye Sultan onların arasından Enver Bey’i seçer. Padişah Mehmet Reşad’ın da bu evliliği onaylamasıyla Enver Bey’in annesi Dolmabahçe Sarayı’na gelir, padişahın huzurunda getirmiş olduğu nişan yüzüğünü Naciye Sultan’a takar. Nişandan sonra Enver Bey ile Naciye Sultan mektuplaşmaya başlarlar. Daha önce birbirlerini hiç görmemişlerdir. Bu mektuplaşmalar sayesinde birbirlerini tanırlar. Enver Bey yine uzakta iken 1911’de Dolmabahçe Sarayı’nda nikâhları Şeyhülislam Musa Kazım Efendi tarafından kıyılır. Daha önce apantist ameliyatı olan Enver Bey, ikinci defa Aralık 1913’te apantist ameliyatı olduğu sırada nişanlısı kendisini hastanede ziyarete gelir. Naciye Sultan’la Enver Bey ilk defa burada yüz yüze görüşürler. Düğün merasimleri 5 Mart 1914’te yapılır, böylece Enver Bey saraya damat olur ve “Damat-ı Şehriyâri” unvanını alır. Orhan Aşiroğlu, Enver Paşa’nın Eşi Naciye Sultan’ın Hatıraları, “Acı Zamanlar”, İstanbul 1990, s. 29-32.
[37] Hanioğlu, aynı makale, s. 262.
[38] Ş. Süreyya Aydemir, Enver Paşa, c. II, s. 225; Şükrü Hanioğlu, Kendi Mektuplarında Enver Paşa, İstanbul 1989, s. 75.
[39] Orhan Aşiroğlu, Enver Paşa’nın Eşi Naciye Sultan’ın Hatıraları “Acı Zamanlar”, İstanbul 1990, s. 37.
[40] Bulgarların topraklarımıza tecavüzlere başladığı sıralarda İstanbul’da öğrenciler ve halk, hükümeti savaşa teşvik etmek ve hükümeti bu konuda bir karara zorlamak maksadıyla gösteriler yapılıyordu. Bu günlerde Talât Bey ve Hallaçyan Efendi, ellerinde Osmanlı bayrağı ile avazları çıktığı kadar -Harp isteriz, harp! Diye bağırarak Darülfünun öğrencilerine önderlik yapıyorlardı. Cemil Paşa, 80 Yıllık Hatıralarım, s. 143. Balkan Harbi’nin ayrıntıları ile ilgili olarak bkz. Balkan Harbi (1912-1913), Genelkurmay Başkanlığı Yay., İkinci Baskı, Ankara 1993, C. 1; Y. H. Bayur, Türk İnkılabı Tarihi, c. II/II; A. F. Türkgeldi, Görüp İşittiklerim, s. 57-78; Leon Troçki, Balkan Savaşları, Çev: Tansel Güney, İstanbul 1995.
[41] Y. H. Bayur, Türk İnkılabı Tarihi, C: II/II, s. 270.
[42] A. F. Türkgeldi, Görüp İşittiklerim, s. 78-79.
[43] Bâbıâli Baskınının ayrıntıları için bkz. Samih Nafiz Kansu, İttihat ve Terakki İçinde Dönenler, s.104-119; Hüsamettin Ertürk, İki Devrin Perde Arkası, s. 91-96; İ. H. Danişmend, İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, C: IV, s. 397-401; Şeref Çavuşoğlu, “Benim Gördüğüm Bâbıâli Baskını”, Yakın Tarihimiz, C: 1, Yıl 1962, s. 193-195; Ali Canip Yöntem, “Bâbıâli Baskını’nın Bilinmeyen Tarafları”, Yakın Tarihimiz, C: 2, Yıl 1962, s. 387-389.
[44] Cemal Paşa, aynı eser s. 49.
[45] Hanefi Bostan, Said Halim Paşa, s. 36-37.
[46] Edirne’nin istirdadı için orduya ileri hareket emri verildiği sırada Hariciye Nezareti tarafından büyük devletler nezdindeki sefirlerimiz vasıtasıyla, bu teşebbüsteki maksadın, sadece Edirne’nin istirdadı olduğu, bu maksadın gerçekleşmesinden sonra ordunun duracağı ve herhâlükârda Meriç nehrinin sağ sahiline katiyen geçmeyeceği hakkında bir tamim neşredilmişti. Cemal Paşa, aynı eser, s. 51. Cemal Paşa hatıralarında, bu tamimin büyük bir siyasi hata olduğunu, Edirne’nin geri alınmasının yeterli olmadığını, meriç nehrinin batısına geçilmesi gerektiğini yazmaktadır. Böylece, bugün Batı Trakya dediğimiz bölgenin tekrar elimize geçebilme imkânının ve fırsatının yine kendi diplomatik hatamız sonunda kaçırıldığını söylemektedir.
[47] Hanefi Bostan, Said Halim Paşa, s. 37.
[48] Ş. S. Aydemir, Enver Paşa., c. II, s. 402.
[49] Hanioğlu, aynı makale, s. 262.
[50] Talât Paşa, Hatıralar, s. 25; ayrıca, Cemal Paşa, Hatırat, s. 128-129.
[51] Talât Paşa, Hatıralar, s. 25; ayrıca, Cemal Paşa, Hatırat, s. 129; Halil Menteşe’nin Anıları, s. 189; Goben ve Breslav gemilerinin Çanakkale’ye gelişi sırasında ve öncesinde Akdeniz’deki seyahati ve bazı olaylar hakkında bkz. Alan Moorehead, Çanakkale Geçilmez, Çev: Günay Salman, İstanbul 1972, s. 31-35.
[52] Talât Bey anılarında, bu satışın göstermelik olmayıp gerçek bir satış olduğunu yazar. Talât Paşa, Hatıralar, s. 27; Halil Menteşe’nin Anıları, s. 189-190; Osmanlı hükümeti ve bahriyesinin, bu satış işlemine sıcak bakmasının bir nedeni de, İngiltere’ye ısmarlanan ve paraları birçok zorluklarla halktan yardımlar şeklinde toplanarak ödenen Sultan Osman ve Reşadiye zırhlılarının teslim edilmemesi, hatta İngiliz hükümeti tarafından el konulması sayılabilir. Böyle bir psikolojik ortamda bu iki geminin alınması ve adlarının Yavuz ve Midilli olarak değiştirilmesi Osmanlı bahriyesinde olumlu bur hava meydana getirmiştir.
[53] Sazanof, Goben’in satın alınması üzerine, Osmanlı Devleti’ne çeşitli önerilerde bulunur. Bunlardan en dikkat çekicisi; Türkiye tarafsızlık vaadinin samimiliğini göstermek için ordularını terhis eder, düşüncesidir. Y. H. Bayur, aynı eser, C: III/I, s. 144-145.
[54] Osmanlı Devleti, 3 Ağustos 1914’te bu savaşta tarafsız kalacağını bir kere daha ilan etmişti. Bunun üzerine Alman Genel Kurmayı, Osmanlı Devletinin mümkünse hemen Rusya’ya savaş ilan etmesi yönünde Bâbıâlî’ye baskı yapılması taraftarı idi. Osmanlı Devletinin Rusya’ya harp ilanında yavaş davrandığını gören Alman hükümeti, Büyükelçi Wangenheim aracılığıyla, savaş sonunda doğu sınırımızda Osmanlı Devleti’nin lehine düzenlemeler yapılacağı, kapitülasyonların kaldırılmasında Türkiye’ye yardımcı olacaklarını taahhüt ediyordu. Ancak Almanların, 12 Eylül 1914’te Marne’de Fransızlar tarafından durdurulmaları ve Avusturya Macaristan’ın Ruslar karşısında zor duruma düşmeleri, Osmanlı Devleti üzerindeki Alman baskısının artmasına yol açmıştır. Alman Genelkurmay Başkanlığı’na getirilen General von Falkenhayn, “.genel durum Türkiye’nin derhal harekete geçmesini gerektirdiğinden”, bütün dikkatin ve bu görevin Amiral Suşon üzerinde olduğu bildiriyordu. Bunun sonucunda, 11 Ekim’de, Talât Bey, Enver Paşa, Cemal Paşa ve Halil Beyler, Almanya, Osmanlı Devletine iki milyon lira borç verir vermez, Amiral Suşon’un olağan üstü yetkilerle Türk donanmasının başına getirileceğini ve Rus donanmasına karşı harekette bulunmak üzere talimat amlacağını Alman Büyükelçisine vaat ettiler. Mustafa Çolak, Alman Arşiv Belgelerine Göre Almanya İmparatorluğu’nun Doğu Politikası Çerçevesinde Kafkasya Politikası (1914-1918), (Yayımlanmamış Doktora Tezi), Samsun 1999, s. 19-22; Pomiankowiski’ye göre Wangenheim, Sadrazamı savaşa girmeye ikna edemeyince, gizlice, sadece Talât, Enver ve Cemal Paşa’yı kendi taraflarına çekmeyi ve onlarla Ekim ayı içerisinde gizli bir antlaşma yapmıştı. Bu antlaşmaya göre, Almanya, Osmanlı Devleti’ne 30 milyon paund (yaklaşık 600 milyon frank) tutarında borç para vermeyi kabul ediyor ve Sırbistan’ın mağlup edilmesinden sonra da gerekli harp malzemesinin derhal Türkiye’ye naklini üzerine alıyordu. Bunun üzerine Talât, Enver ve Cemal Paşalar, Türkiye’nin daha fazla vakit kaybetmeden itilâf devletlerine karşı cephe alacaklarına dair söz verdiler. Ardından Karadeniz’de bulunan donanmanın taarruzuna izin verdiler. Joseph Pomiankowiski, Osmanlı İmparatorluğu’nun Çöküşü “1914-1918 I. Dünya Savaşı”, Çev: Kemal Turan, İstanbul, 1990, s. 78-79.
[55] Y. H. Bayur, aynı eser, C: III/I, s. 229-235; Ali İhsan Sabis, aynı eser, C: II, s. 96. Amiral Suşon’un Osmanlı Donanmasının başına getirilmesinden sonra Karadeniz’e açılıp Rus limanlarını bombalamasının kendi kararı mı, yoksa bu emri Enver Paşa’nın mı verdiği tartışmalara yol açmıştır. Fakat genel kanaat, bu emrin Enver Paşa tarafından verildiği yönündedir. Aksi fikri sadece Halil Menteşe ileri sürmektedir. Y. H. Bayur, aynı eser, C: III/I, s. 229-235. Enver Paşa, 4 Ekim 1914’te Amiral Suşon’a verdiği emirde: “Türk donanması Karadeniz’de deniz hakimiyetini kazanmalıdır. Rus donanmasını arayınız ve bulduğunuz yerde harp ilan etmeden ona saldırınız” diyordu. M. Çolak, aynı eser, s. 22.
[56] Y. H. Bayur, aynı eser, C: III/I, s. 237-240; Amiral Suşon komutasındaki Türk Donanmasının Karadeniz’deki faaliyetleri hakkındaki askeri raporları için bkz. Liman von Sanders, Türkiye’de Beş Yıl, Çev: M. Şevki Yazman, İstanbul, 1968, s. 47-48; Bahri S. Noyan, “Birinci Dünya Harbine Nasıl Girdik?”, Hayat Tarih Mecmuası, Sa: 9, Eylül 1977, s. 50-53 ve Sa: 10, Ekim 1977, s. 53-59.
[57] Karadeniz’deki bombalama hadisesinden 29 Ekim akşamı haberdar olan Sadrazam Sait Halim Paşa derhal topladığı Heyet-i Vükela’da, kendisinden habersiz işlerin yapıldığını söyleyerek istifasını verdi. Padişah V. Mehmed ise olaydan 30 Ekim’de, Kurban bayramının birinci günü haberdar oldu. Talât Paşa, Hatıralar, s. 29; A. F. Türkgeldi, aynı eser, s. 116-117.
[58] M. Cemil Bilsel, Lozan, İstanbul, 1998, s. 179-180.
[59] “Cemal, Enver Paşalara Göre İlk Dünya Savaşına Niçin Girmiştik?”, Yakın Tarihimiz, C: 1, Yıl 1962, s. 150-151.
[60] Talât Paşa, Hatıralar, s. 29.
[61] Askeriyeye hâkim olan, orduyu elinde bulunduran Enver Paşa’yı kariyerini güçlendirmek için zafer arayışına ittiği söylenebilir. Şöyle ki: Cemal Paşa, Mısır’ı fethetmek düşüncesiyle savaşırken, Enver Paşa da Kars’ın fethini Hafız Hakkı Paşa’ya bırakmamak için, Sarıkamış harekâtını bizzat kendisi üstlenmiştir. Trabzon’a Yavuz zırhlısıyla giden Enver Paşa, hezimetten sonra aynı hizmetten yararlanmak isterse de, Talât Paşa, geminin tehlikeye gireceği gerekçesiyle Yavuz’u yollamaz. Karadan bin bir zorluk içinde dönmek zorunda kalan Enver Paşa’nın zaten bozuk olan maneviyatı iyice çöker. Y. H. Bayur, Türk İnkılâbı Tarihi, C. III, I, s. 357; Sina Akşin, aynı eser, s. 289.
[62] Hanioğlu, aynı makale, s. 263.
[63] Tarık Zafer Tunaya, Siyasal Partiler, C. III, s. 574-575.
[64] Enver Paşa’nın Bakü Doğu Halkları Kurultayı ve sonrasındaki faaliyetleri çerçevesinde Anadolu’ya geçme teşebbüsleri hususunda ayrıntılı bilgi için bkz. Hasan Ünal, İttihat ve Terakki Liderlerinin I. Dünya Savaşı Sonrası Yurt Dışı Faaliyetleri (1918-1922), (H. Ü. Sos. Bil. Ens. Yayımlanmamış Yük. Lis. Tezi) Ankara 1985, s. 130-147.
[65] Enver Paşa’nın Türkistan’daki faaliyetleri hakkında bkz. Cabir Doğan, Enver Paşa’nın Yurt Dışındaki Hayatı ve Mücadelesi, (Süleyman Demirel Üniversitesi Sos. Bil. Ens. Yayımlanmamış Yük. Lis. Tezi) Isparta, 1998, s. 81-120.
[66] Milliyet Gazetesi, 4. 8. 1996, s. 12.
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.