Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

Edirne II. Bayezıd Dârüşşifası

0 12.812

Prof. Dr. Bedi N. ŞEHSUVAROĞLU

Birbirini kovalayan Haçlı Seferleri dolayısıyla Anadolu Selçukluları Bizans’tan fethettikleri şehirlerin imarına her ne kadar çok geç başlamışlarsa da kısa zamanda büyük eserler yaratmışlardır. Anadolu’yu süsleyen bu Selçuk eserleri arasında sağlık ve sosyal yardım âbideleri mühim bir yer tutar.

Anadolu Selçuk Devleti’nin yıkılmasından, 1308’den, sonra zamanla kurulan Anadolu Beylikleri ve bu arada Osmanoğulları Selçukluların bu güzel geleneklerini benimsedikleri içindir ki, yeniden fethettikleri her şehri nice anıtlarla bezerlerken bir yandan da sağlık ve sosyal yardım tesislerini ikmal etmişlerdir. Bu gibi halk müesseseleri, bilhassa Selçuklar Devri’nde benzeri kuruluşlara sahip olmayan şehirlerde, öncelikle ele alınmıştır. İşte Bursa Dârüşşifası’nı (1399), Edirne Cüzzamhanesi’ni (1421- 51),[1] Fatih Dârüşşifası’nı (1470) ve nihayet II. Bayezid tarafından 1484 (889) tarihinde Edirne’de Tunca kenarında temelleri atılan imaretin[2] bir parçası olan Darüşşifa’yı[3] bu arada zikredebiliriz. Bütün bu sağlık tesisleri müstakil vakıfları olan lâik kuruluşlardır.

Edirne’de Yeni İmâret veya II. Bayezid Külliyesi

Tarihî kaynaklardan öğrendiğimize göre Sultan Bayezid II. Kili ve Akkerman fethine giderken, seferde mutad olduğu üzere ordunun ihtiyaçlarını son bir defa daha gözden geçirmek için, bir müddet Edirne’de kalmıştır. İşte bu sıradadır ki Tunca’nın kenarında 23 Mayıs 1484 Cuma günü cami, hastane, medrese, imâret, ta’bhane, hamam, değirmen ve köprüden ibaret büyük bir külliyenin temellerini atmıştır. Bu hususta Hoca Sadettin Efendi[4] şöyle demektedir:

“Ahd-ı Sultan Bâyezid Han, Feth-i hısn-ı Kili ve Akkerman; Şah-ı deryâ-neval mahrûse-i İstanbul’da… Kili ve Akkerman fethine azm-ı hümâyunlarını tasmîm edip sene tis’a ve semanîn ve semâne mic… Rebiülâhır’ın dördüncü Cuma günü. Edirne’ye teveccüh buyurdular. Mahrûse-i Edirne kudümlerile şeref-pezîr oldukta. ol şehr-i azîm. dürüşşifâya gayretle muhtaç olmağın. ol hıtta-i dil-pezîrde bir bînazir darüşşifâ binası menevileri olmuştu; ve bir cami ve medrese ve imaret. esbab-ı bina tehyesine ferman-ı hümayun sudûr buyurulmuştur. ve Tunca kenarında vaz-i esas için amîk-i erbab-i tetkik. şehr-i mezburun yirmi altıncı günde dest-i kerem-itiyâdları ile ol ebniye-i hayra vaz-ülbünyâd. ve fukarâyı dilşâd eylediler”. Atâ Bey de Hammer’den naklen[5] şöyle diyor:

“Ertesi sene, yani 1484 Mayısı’nın birinde Bayezid Edirne’ye azimetle. Buğdan üzerine yürümek için tertibata başladı. Padişah Edirne’de ikameti esnasında kendi namını haiz olan camiin temelini vaz’eyledi (23 Mayıs 1484). Bundan başka Tunca üzerinde bir medrese ve o zamana kadar Edirne ahalisinin mahrum bulundukları bir hastane inşa ettirdi.” Bu muazzam külliyenin inşaatı 1488’de bitmiştir. Cami kapısı üstündeki hayr-i cemîl ve şâir Ahmet Paşa’nın bu münasebetle yazdığı kıt’adaki hurrem-i bina bu hususta tarih düşürülmüştür.[6]

Külliye’nin Mimari Özellikleri

Mimar Hayrettin’in eseri olan külliyenin merkezini teşkil eden cami dört duvar üstüne bir kubbeli ve iki minareli küçük ve basit bir camidir. Hususiyeti sağ ve solunda kanat gibi uzanan iki ta’bhane’nin bulunmasıdır.

Evliya Çelebi’den naklen[7] Edirne tarihçilerimizden Rifat Osman Bey ve muhtemelen ondan alarak Dr. Osman Şevki Bey[8] ve mimar Kemal Altan her ne kadar bu medreseyi bir tıp medresesi olarak almışlarsa da bilâhare bunun bir zuhul olduğunu anlayan Dr. Osman Şevki Uludağ’ın bir makalesinde işaret ettiği gibi II. Bayezid’in malûm olan vakfiyelerinde[9] bu hususa ait bir kayıt yoktur.

Halen Selimiye Kütüphanesi’nde bulunan vakfiyede, medreseden bahsedilirken: zikrolunan medrese için bir salih müderris olmaklığı şart eyledi. Ancileyin müderris kim Allah’tan korkucu ve âdab-ı şer’i saklayıcı ola; ve ulûm-i şer’iyye ve akliyye’de âlim ve takrîr-i edille-i akliyye ve nakliyyeye kadir ola.” denmektedir.

Dârüşşifa avlusuna, helâların da bulunduğu bir geçit ile bağlı bulunan medrese bizce lise mertebesinde olup burada ilmiye sınıfına mesnet olan ilimler okutulmakta idi. Ancak eskiden beri İslâm dünyasında ve Anadolu’da âdet olduğu gibi medreselerden çıkanların ayrıca hastanelerde usta çırak şeklinde tababet öğrendikleri de bir hakikat olduğuna göre bu medreseyi bitiren bir kısım öğrencilerin dârüşşifada tıp tahsiline başlamaları ve bu müddet zarfında gene medresedeki odalarında yatıp kalkmaya devam etmeleri hattâ medrese kitaplığından faydalanmaları akla çok yakın gelmektedir.

Dârüşşifanın Mimarî Özellikleri

Bugünkü hastaneler mimari bakımından koğuş veya pavyon sistemi olarak ikiye ayrılmaktadır. Halbuki bu hastanede mimar Hayrettin yepyeni ve merkezi bir sistem takip etmiştir. Ortada bir avlu ve etrafında hasta odaları. Böylece az bakıcı ile çok hastaya bakma imkânı yaratılmıştır. Dr. Rifat Osman Bey bu tarz mimarinin XIX. asrın ikinci yarısında Almanya, İngiltere gibi Avrupa memleketleri ile Amerika’da da tatbik edildiğine işaret etmekte ve örnek olarak Gasthius (1878), Stuiven (1885), Filadelphia Pnesbyterian (1888), John Hopkins (1889), Bradfor Çocuk (1890), Stutgart Bahriye Hastanelerini vermektedir.

1653’te Edirne’yi ziyaret eden Evliya Çelebi’nin Edirne Dârüşşifası hakkında yazdıklarını da, konu ile ilgili en eski bir kaynak olarak burada zikretmeyi faydalı bulduk. Evliya Çelebi bu hususta diyor ki (III, 468):

“Bîmaristan-i Bayezid Han-Bayezid Han Câmii’nin taşra harem kebîri yemîninde bağ-ı irem içre bir dârüşşifa vardır. Vasatında eflâke ser çekmiş bir kârgir kubbe-i bâlâdır ki güyâ hamâm-ı rûşenâ camekânı gibi zirve-i a’lâsı küşâdedir. Bu küşâde yerde altı adet rakik mermer sütunlar üzerinde tâc-ı keyâniyân-misâl bir kubbecik var. Amma gâyet mevzûn. Üstâd-ı şîrinkâr bu kubbe-i sagîr’ın tâ zirvesine zeheb-i hâlis ile mutallâ (altın yaldızlı) bir günâ demir mil üzerine bir bayrak yapmış. Ne cânibden rüzgâr eserse ol bayrak, alem ol canibe meyl eder. Garîb temâşâdır! Amma aşağı kubbe-i kebîr sekiz yüz (yüzlü) köşedir. Bu kubbe-i netâkın içersinde dahi 8 kemer vardır. Her kemer altında bir kış odası vardır. Bu höcrelerin her birinde ikişer pencere vardır. Bir penceresi höcrenin taşrasında olan gülistanlı hıyâbâna nâzırdır. Diğeri de kubbe-i azîmin ortasındaki aşeren fi aşir olan havz-i azîm ve şadırvana nâzırdır. Bu sekiz (!) adet kış höcresinin önünde yine kubbe-i kebîr içinde sekiz (!) adet yazlık höcreler vardır. Uç tarafları müşebbek mermer-i hâmlar ile bina edilmiş bu kubbe-i kebîr altındaki havz-ı kebîrin çevresindeki selsebillerden mâ-i berrak çağlayan havza dahil oldukta fıskiyelerden mâ-i zülâl kubbe-i netâkın tanlarıda nihayet bulur.”

Hastane mimarî bakımdan üç kısma ayrılmıştır:

  1. Asıl hastane kasmı Nısıf kürevî büyük bir kubbe ile onu çevreleyen 12 küçük kubbe altında 6 köşeli bir binadır.
  2. İdarî kısım diyebileceğimiz ve asıl kısma bitişik olan küçük bir dikdörtgen şeklindeki kısım.
  3. Büyük avlu veya servis kısmı diyebileceğimiz ve idare kısmına bitişik büyük bir dikdörtgen şeklindeki kısım.

Asıl Hastane Kısmı

Ortasında fıskiyeli bir havuzun bulunduğu mermer kaplı bir avluya açılır. 4.35×4.35 eb’adında dörtköşe 6 kapalı ve dikdörtgen 6 açık odadan ibaret olan bu kısım kubbenin üstünde mimarların fener dedikleri aydınlıktan kubbe kasnağındaki ve açık yazlık odalardaki pencerelerden bol ışık aldığı için girenlerin gönlüne ferahlık vermektedir. Her birinde bir şömine bulunması kapalı odaların bilhassa kışın kullanıldığı fikrini veriyor.

Alman mimarı C. Gurlitt’in acele olarak çizdiği plânlarda 5 köşe olarak gösterilen kapalı odaların da açıklar gibi 4 köşe olduğu yüksek mimar Sedat Çetintaş’ın uzun çalışmaları ile anlaşılmıştır. Açık odalardan bir tanesi girişe isabet ettiği için oda olarak kullanılamamaktadır. Onun tam karşısına rastlayan açık odada ise, mihrabımsı bir kısım bulunduğundan yüksek mimar Kemal Altan burayı mescit olarak kabul ediyorsa da, yüksek mimar Sedat Çetintaş ve Dr. Osman Şevki Uludağ bunu kabul etmiyorlar. Bazıları ise burayı musiki salonu olarak almaktadır.

İdare Kısmı

Küçük bir dikdörtgen şeklinde ve mermer döşeli bir iç avluya açılan ve kendisi de gene dikdörtgen şekilde olan bu kısımda da 4 oda vardır ki, bize göre burası, hekim ve diğer idari personelin çalıştığı bir yerdir.

Servis Kısmı

Büyük bir dikdörtgen avluya açılan bu kısımda idarî kısma bakan tarafta takriben 10 metre uzunluğunda ve içlerinde birer ocak bulunan iki oda veya hasta koğuşu vardır ki, buraların kadın hastalara mahsus olduğu düşünülmektedir. Diğer kenarlardan birinde 6 höcre vardır ki zannımızca önceleri hizmetkârlara mahsus olan bu odalar kısa zaman sonra delilere tahsis edilmiştir. Filhakika daha XVII. asırda buralarda akıl hastalarının yattığını Evliya Çelebi’den (III, 469) öğrendiğimiz gibi bu geleneğin XIX. asrın ortalarında da devam ettiğini yabancı seyyahlardan[10] öğreniyoruz ki, durumun Balkan Harbi’nde dahi aynen devam ettiğini o günleri yaşayanlar söylemektedirler. İşte medreseye açılan ve içinde helâların da bulunduğu geçit bu odaların sonundadır.

Bu kısmın mukabil kenarındaki 4 höcrenin ise mutbat, kiler, çamaşırhane ve aşçı odası gibi servis kısmı olması, hastalar kısmının bu kadar uzağına atılmış olması dolayısı ile tahmin edilebilir.

Hastane bahçesinin ne kadar güzel tanzim edildiğini, her bahar azgın delilerin seyrine gelen Edirneli gençlerin bu bahçenin güzelliğine doyamadıklarını Evliya Çelebi anlatmakla bitiremez. Vakfiyelerin ve kadrosunun tetkikinden de anlaşılacağı üzere, başlangıçta diğer Osmanlı hastaneleri gibi tam teşekküllü bir hastane olan Dârüşşifa’nın zamanla delilere tahsis edildiğini Evliya Çelebi’nin şu sözlerinden anlıyoruz (III, 469):

“Bazı höcrelerde evvel baharda, cünûn mevsiminde, sevdâzede uşşâkı… emr-i hâkim ile bu timâristâne getirerek altın ve gümüş yaldızlı zincirler ile. kayd-ü bend idüp her biri arslan yatağında yatar gibi kükreyip yatarlar bâhusus bahar faslında divâneler zincir kırdıkları mahalde Edirne’nin cümle civânları divâneleri seyre gelüp dururlar.”

Her ne kadar halen malûm vakfiyelerinde ve diğer kaynaklarda hususî bir kayda rastlanmıyorsa da gene Evliya Çelebi burdaki hastalara musicothèrapie yapıldığından bahsetmektedir. Belki de onun gördüğü kaynaklar halen kaybolmuştur. Falhakika seyahatnâme (III, 469) aynen şöyle yazmaktadır:

“Merhum ve mağfur Bayezid-i Velî. vakıfnâmesinde hastalara deva, dertlilere şifa, divânelerin ruhuna gıda ve def’-i sevda olmak üzere on adet hânende ve sâzende gulâm tahsis etmiştir ki, üçü hânende, biri neyzen, biri kemanî, biri müsikârî[11] biri santurî, biri çengî,[12] biri çeng-i santurî, biri ûdî olup haftada üç kere gelerek hastalara ve delilere musiki faslı verirler.”

Müzik tedavisi hakkındaki söylentilerin yakın zamanlara kadar Edirne’de canlı olarak yaşadığını O. N. Peremeci kaydetmektedir (Edirne Tarihi S. 111).

Dârüşşifanun müstakil bir eczanesi olduğunu ve haftada iki kere halka poliklinik yaparak fakir hastalara bu eczaneden bedava ilâç verildiğini Evliya Çelebi’nin şu kaydından öğreniyoruz (III, 470):

“Haftada iki gün meâcin kârhanesi (eczane) küşâd edilerek şehr-i Edirne’de ne kadar sâhib-i ilel varsa dârüşşifaya gelüp nice bin türlü meâcin ve dermanı mebzûlen alırlar. Sâir haşîşât makulesi (otlar) hesabdan hariçtir. Libase, kebabe, kakûle, zencebil. ne kadar olduğu hesabını Allah bilir.”

Amma şifahane atebe-i ülyasi (kapusu) üstüne şart-ı vâkıf ile:

“Tendürüst (sağlam) olan âdem bu edviyeden bir kırat alırsa alîl olup Firavun ve Karun’un lâneti üzerine ola’ diye lânetnâme tahrir olunmuştur.”

Hasta bakımını, yataklarını ve yemeklerinin mükemmelliğini gene Evliya Çelebi anlata anlata bitiremiyor. Günde vakıfnâmeye göre, o günün parası ile aydınlatmaya 3, yiyecek ve içeceğe de 200 akçe tahsis edilmiştir. Tahminimize göre en çok 50 hasta yatabilecek olan bu sağlık tesisinin personelini vakfiye şöylece sıralamaktadır:

günde

1 Reîs-i Etibbâ (Başhekim                        30       Akçe
2 Tabîb (Doktor)                                        10       “           (beheri)
2 Kehhâl (Göz mütehassısı)                     7          “           “
2 Cerrâh (Operatör)                                  7          “           “
1 Kâtip                                                      4          “
5 Hizmetçi (Hastabakıcı)                          3          “           “
1 Eczacı                                                   6          “
1 Vekilharç (Mubayaa Memuru)               4          “
1 Kilerdâr (Anbar Memuru)                      4          “
2 Aşçı                                                       3          “           “
1 Ferraş (Hizmetçi)                                  3          “
1 Gassâl (Çamaşırcı)                               3          “
1 Bevvâb (Kapıcı)                                    3          “
1 Hâdim (Berber)                                     3          “
Arşiv Umum Müdürlüğü kayıtlarından öğendiğimize göre, burda hizmet eden hekimler arasında Müslihüddin, Mehmet, Bayezid, Ramazan, Vefa, Hüseyin, cerrâhlar arasında da Haydar, Şaban gibi değerli üstadlara rastlanmaktadır.

1876 Rus Harbi’nden sonra Darüşşifa her ne kadar metruk kalmışsa da[13] 1894’ten sonra yeniden açılarak[14] delilere tahsis edilmiştir.[15] Balkan Harbi’nde yeniden kapanan Darüşşifa halen haricen tamir görmüş ve mamur durumda ise de, bina bir maksada tahsis edilmediği için içerisi harap bir durumdadır.

Prof. Dr. Bedi N. ŞEHSUVAROĞLU

Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 10 Sayfa: 510-513


Kaynaklar:
♦ ALTAN, Mimar Kemal: “Trakya’da Türk Anıtları”. Zaman 30. VIII. 1935. Arşiv Umum Müdürlüğü Kayıtları.
♦ BÂDİ, Ahmet: Riyâz-i Belde-i Edirne (Bayezid Umumi Ktp. yazma 10391-93).
♦ ÇETİNTAŞ, Yüksek Mimar Sedat: “Edirne’de Hayreddin Hastanesi’nin Odaları”, Cumhuriyet, 21. IV, 1936.
♦ ÇULPAN, Cevdet: Tosyavîzâde Dr. Rifat Osman (1876-1933) Hayatı ve Eserleri. İst. Tıp Tarihi Enstitüsü Neş., Sayı: 57, 1959.
♦ “Edirne Darüşşifası’nda Müzikli Tımarhane”, Hayat, Sayı: 7, 1959.
♦ EVLİYA Çelebi: Seyahatnâme, I. Tabı. İstanbul, 1314.
♦ GURLİTT, Cornelius-Dresden, “Die Bauten Adrianopels”. Orientalisches Archiv, Yıl: 1, Sayı: 2, Leipzig, 1910-11.
♦ HİBRİ, Enîsu’l-Müsamirîn: Edirne Tarihi (İstanbul Üniversitesi Ktp. T. Y. 451).
♦ İstanbul Tıp Tarihi Enstitüsü Dr. A. Süheyl Ünver Arşivleri.
♦ İstanbul Tıp Tarihi Enstitüsü Dr. Bedi N. Şehsuvaroğlu Arşivleri.
♦ Osman Şevki, BURSALI: Osmanlı Tababeti Tarihi, c. I, Cüz. I. 1334 (1918).
♦ PEREMECİ, Osman Nuri: Edirne Tarihi. 1940.
♦ Rifat Osman, TOSYAVİZÂDE: Edirne Rehnümâsı (H. 763-1337 seneleri) 1336 (1920).
♦ Rifat Osman: Edirne Âbideleri, Dört buçuk asırlık bir seririyatımız.
♦ Milli Mec., No: 69, 1926.
♦ SERTOĞLU, Midhat (Be-se): “Edirne Darüşşifası”. Son Posta, 14. III. 1949.
♦ SADETTİN, Hoca Mehmet: Tacü’t-Tevârih. Matbaa-i Âmire, 1279-1280 (1863).
♦ ŞEVKET: Edirne Sainâmesi, 1310 (1892).
♦ ULUDAĞ, Dr. Osman Şevki: “Bayezid Medresesi Tıp Medresesi midir?”, Zaman, I. IX. 1935.
♦ ULUDAĞ, Osman Şevki: Edirne Darüşşifası. (Panoroma: Edirne ilâvesi) 1954.
♦ ÜNVER, A. Süheyl: Edirne’nin Tıp Tarihimiz Noktasından Ehemmiyeti. (Üniversite haftası, İst. Üniversitesi yayınlarından No: 777), ayrı basım, İstanbul. 1958.
Dipnotlar :
[1] Avrupa’da kurulan ilk cüzzamhanedir.
[2] İmaret veya Külliye eskiden cetlerimizin bir semtte toplu olarak ve bir mâbet etrafında yaptırdıkları hastane, medrese, ta’bhane (dinlenme evleri), aşhane, misafirhane, sübyan okulu (ilkokul) hamam ve saireden müteşekkil üniteye denir. Bu ünite bir topluluk, bir kültürel vahdet ifade ettiğinden bugünkü site Üniversiteler karşılığı olarak Külliye ismini aldığı gibi bir semti topluca imar ettiği için de imaret ismini alırdı. Mamafih imaret ismi bazen de külliyenin bir parçasına verilen bir isimdi. Bu vesile ile bu anlamı böyle toplu olarak, ilk defa açıklayan Osman Ergin’i rahmetle anarız.
[3] Bîmâristan, Mâristan, Timârhane, Dârüşşifa, Dârüssıhha, Dârülâfiye gibi tâbirler bugünkü tam teşekküllü hastaneler karşılığıdır. Bîmar hasta mânasına geldiği gibi mar da yılan, hasta manasına gelir. Timar ise pansuman karşılığıdır, hastane manasına gelen kelimeler bunlardan galattır.
[4] Tacü’t-Tevarih II, 4.
[5] Hammer, Devlet-i Osmaniye Tarihi (Mütercimi: Mehmet Atâ, 1330), IV., 10.
[6] Tacü’t-Tevarîh II, 212; Şevket, Edirne Salnâmesi, 1310, s. 173; Hibri, s. 10 b.; Gökbilgin, Edirne ve Paşa Livası, s. 357.
[7] Filhakika Evliya Çelebi bu hususta aynen şöyle diyor (III, 468): “Bîmaristân-ı Bayezid Han: Bayezid Han Camii’nin taşra harem-i kebîri yemininde bâğ-ı irem içre bir dârüşşifâ vardır. Başkaca medrese-i etibbâsı ve höcrelerinde talebeleri vardır ki her biri. İlm-i tıbba kütüb-i mûtebereye itibar ederek ebnây-ı âdemin derdine devâ ve muâlece iriştirmeğe çabalarlar.”
[8] Osmanlı Tababeti Tarihi, s. 81.
[9] II. Bayezid Külliyesi’ne ait vakfiyeler henüz inşaat bitmeden tanzim edilmeye başlanmış ve sonra da devam etmiştir. Bu hususla ilgili halen malum 3 vakfiyeyi T. Gökbilgin şöylece sıralanmaktadır:.
a. Ankara’da Vakıflar Umum Müdürlüğü Arşivi’ndeki gurre c. âhır 892/25. V. 1487 tarihli ve 1379/8 sayılı Arapça vakfiye ki, her sahifesinde II satır olmak üzere 52 varaktır.
b. İstanbul Belediye Kütüphanesi’nde M. Cevdet yazmaları arasında bulunan 1490 tarihli Türkçe vakfiye ki, sahifesinde II satır olmak üzere 82 varaktır, henüz malûm olmayan diğer bir Arapça vakfiyenin tercümesidir.
c. Evâil Zilka’de 1493 Ağustos ortaları, tarihli Türkçe vakfiye ki ayrıca bir hudutnamesi de vardır. Bu vakfiyenin malûm olan nüshaları 4 tanedir:
i. Başbakanlık Arşiv Umum Müdürlüğü’ndeki 1507 tarihinde istinsah edilmiş nüsha.
ii. Ankara Vakıflar Umum Müdürlüğü’ndeki 1380/151 sayılı nüsha.
iii. Ankara’da Tapu ve Kadastro U. Md. Kuyud-i Kadîme Arşivi’ndeki 1799 tarihinde istinsah edilmiş nüsha.
iv. Edirne Selimiye Kütüphanesi’ndeki nûsha.
Bu vakfiyelerden öğrendiğimize göre Bayezid II. mütevelli olarak Çandarlı İbrahim Paşa’yı tâyin etmiştir. Vakfın tesisi bütün geliri 789. 930 akça olduğu vakfiyede kayıtlı olduğu gibi, Başbakanlık Arşiv Umum Müdürlüğü’ndeki 979 numaralı tahrir defterinde de XVI. asrın ikinci yarısında bu meblâğın 552-131 akçaya baliğ olduğu yazılıdır. XV. ve XVI. asırlarda bir akçanın takriben 2 lira ettiği hesap edilirse vakfiyenin önemi daha iyi anlaşılır.
[10] Relation d’un voyage en Roumelie, Paris 1834. Bu kitabı Prof. Semavi Eyice bana vermek lûtfunda bulundu.
[11] Müsikâr ağızla çalınan çığırtma nev’inden bir çalgıdır. Girift ve battal adlı iki nev’i vardır (Midhat Sertoğlu).
[12] Çeng, bugünkü harpa benzer bir çalgıdır (Sertoğlu).
[13] Bundan önce de Darüşşifa’nın ne hale geldiği aşağıdaki satırlardan anlaşılır. Filhakika İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi İbnül Emin Kitaplığı 2973 No.da kayıtlı bir yazmada (S. 131) bilâhare sedarete yükselen Saffet Paşa’nın bizzat kendi el yazısı ile olan bir müsveddeden yapılan istinsahtan Padişaha veya Sadrazama aynen şunları arz ettiğini öğreniyoruz:
“Geçenlerde Edirne şehrini görmek üzere gidip bir kaç gün ikametle avdet etmiş olan bir zatın ifade-i mevsûkasına nazaran şehr-i mezkûrda Darüşşifa namiyle hamam şeklinde bir kâr-ı kadîm bina mevcut olup derûnunda mukaddema Darüşşifa-yı Süleymaniye’de görülmüş olduğu veçhile üzerlerinde birer kebe ve boğazlarında duvarlara çakılmış kalın zincirlerle bağlı 21 nefer mecnun olduğundan bunlara akşam ve sabah su ile bir miktar ekmek verilmekte ve Tunca nehrinin bazan tuğyanı halinde sızıntılardan hasıl olan su bu biçarelerin dizlerine çıkıp kendilerini derece-i gâyede bihuzur etmekte olduğundan ve Edirne Valileri bulunan zevât oraca mütevâtir olan bir şâyıaya, yani Darüşşifayı görmeğe giden valilerin behemehal azilleri vuku bulmuş olduğu rivâyetine mebni Darüşşifaya gitmeleri şöyle dursun bilvasıta ıslâhına bile sarf-ı himmet etmemekte oldukları anlaşılmakta bulunduğundan. bu uygunsuzluğun hemen bir an evvel def’i çaresine bakılması lüzum ve ehemmiyet-i acilesi 2 Muharrem 1292 (1875) Saffet”.
[14] Dürüşşifa’nın kapalı bulunduğu 1876-1894 senelerinde Edirne’de bir Guruba Hastanesi tesis edildiğini 1892 salnâmesinden (S. 252) öğreniyoruz.
[15] Bâdî Efendi, I. 397.
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.