Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

Dönemin Resimlerinde Avusturya Takviye Kuvvetlerinin Kanije’ye Yürüyüşü

0 14.691

Doç. Dr. Mâna IVANICS

Kanuni Sultan Süleyman Macaristan’a gerçekleştirdiği son askeri sefer sırasında 1566 yılında Zigetvar’ı ele geçirdi. Osmanlılar bu şekilde güney Tuna bölgesindeki en önemli kaleyi işgal ederek güney-batı istikametinde Tuna nehri boyunca gerçekleştirdikleri ilerlemeyi önemli oranda daha da genişletiyorlar ve Balaton Gölü’nün güneyinde kalan alanların büyük kısmını yönetimleri altına alıyorlardı. I. Süleyman’ın ölümüyle birlikte Osmanlı fetihlerinin yayılmacı aşaması sona ermiş oldu. Onun oğlu Sultan II. Selim ile Avusturya İmparatoru Maximillian, 1568 yılında Edirne’de, sekiz yıl boyunca barış içinde yaşanmasını garanti altına alan ve daha sonra birkaç defa uzatılacak olan bir anlaşma imzaladılar. Bunun bir sonucu olarak, 1590 yılının başlarına kadar geçen dönem içinde iki büyük güç arasındaki ilişki oldukça barışçıl bir şekilde gerçekleşti; bununla beraber bu dönemde bile sınır boyunca sık sık çatışmalar yaşanmaktaydı. “Küçük savaş” olarak isimlendirilen bu çatışmalar 16. yüzyılın sonunda On Beş Yıl Savaşları olarak isimlendirilen büyük çaplı bir savaşa dönüştü; bu savaş da 1606 yılında Zitvatorok Anlaşmasının imzalanmasıyla sona erdi.[1] Taraflar lehine farklı aşamalar kaydeden bu savaş sırasında her iki devlet de 1541 yılında Budapeşte’nin ele geçirilmesiyle üç bölgeye bölünmüş olan Macaristan Krallığı’nın tamamını kendi yönetimleri altına almak için mücadele vermekteydiler. Macaristan Krallığı’nın batı ve kuzey bölgelerinde gerçekleştirdiği faaliyetlerine güvenen ve temelde Osmanlı tebaası konumundaki Transilvanya (Erdel) Prensi tarafından doğu bölgesinde desteklenen Habsburg İmparatorluğu, orta bölgeleri kontrolü altında bulunduran Osmanlı kuvvetlerini bölgeden atma girişiminde bulundu. Diğer tarafta Osmanlılar ise Transilvanya’daki konumlarını korumak ve Habsburg İmparatorluğu’nun elinde bulunan toprakları yönetimleri altına alacak şekilde genişlemek için çaba göstermekteydiler. İki tarafın da savaştaki uzun dönemli stratejik amacı, düşmanın güç merkezini ele geçirmekti. Habsburglar Budapeşte’yi, Osmanlılar da Viyana’yı işgal etmeyi planlıyordu. Bu şekilde karşı tarafı psikolojik olarak çökertecekler ve toprak vermek zorunda bırakacaklardı. Bu amaç doğrultusunda Habsburg kuvvetleri iki defa (1598 ve 1602 yıllarında) Budapeşte’yi işgal etme denemesinde bulundular, fakat çabaları boşa gitti. Osmanlılar açısından bakıldığında Habsburg İmparatorluğu’nun başkentine ulaşmak çok daha zor görünüyordu. O dönemde askeri kuvvetler Viyana’ya sadece iki stratejik yolu izleyerek ulaşabilirlerdi: ya Tuna nehrinin ya da Drava nehrinin vadilerini takip ederek. Tuna nehri boyunca uzanan yol daha iyi bir seçimmiş gibi gözüküyordu, çünkü seyre elverişli bu su yolu askeri kuvvetlerin ilerlemesine ve ikmal malzemelerinin taşınmasına imkan tanıyordu. 1594 yılında, yani savaşın başlangıcında, Osmanlılar, yakındaki Gyor (Raab/Yanık) Kalesi’ni işgal ettikten sonra Habsburgların başkentini ele geçirebilmek için oldukça iyi bir konuma gelmişlerdi. Burada oluşturdukları savaş karargahı Viyana’dan sadece 120 kilometre uzaklıktaydı. Ancak bu derece büyük bir orduyu erzak ve ordu donatım malzemesiyle yeterli olacak derecede teçhiz etmenin imkansız olduğu ortaya çıkacaktı. Gyor’un doğusunda yer alan ve Tuna bölgesindeki su yolları ile Vag nehrinin ağzını kontrolü altında bulunduran Komarom (Komorn/Komarno) Kalesi Habsburgların elinde bulunmaktaydı. Bu durum, Osmanlı askeri liderliğinin, batı bölgelerindeki askeri kuvvetlerine ikmal malzemesi sağlamak için Tuna’yı kullanmalarını imkansız hale getirmekteydi. Bir sonraki yıl Osmanlılar Estergon’u (Gran/Esztergom) kaybedince durumları daha da zorlaştı. Bunun sonucunda yeni ele geçirilmiş olan Gyor, izole edilmiş oldu ve Habsburg askeri liderliği de Budapeşte’ye saldırma fırsatı yakaladı. 1598 yılının ilkbaharında Habsburg kuvvetleri Gyor Kalesi’ni, burada bulunan Osmanlı garnizonunu şaşırtarak -hileyle ve o zamanının en modern askeri teknolojisinin bir örneği olan barut kutusu (bir çeşit fişek) kullanarak- yeniden ele geçirmeyi başarınca Osmanlıların Macaristan’daki askeri konumu aşırı derecede zorlaştı. Böylece hem Gyor’un hem de Estergon’un kontrolünü ele geçiren Habsburglar, stratejik olarak üstün bir konuma geçtiler ve saldırı başlatabilecek duruma geldiler. Aynı yılın sonbaharında Habsburg kuvvetleri Budapeşte’yi ele geçirme teşebbüsünde bulundular, fakat sert hava koşulları başarılı bir hareket gerçekleştirilmesini engelledi. Böylece Budapeşte de Osmanlıların elinde kaldı.

Askeri açıdan avantajlı olan diğer yol ise güney Macaristan boyunca uzanmaktaydı: Drava ve Mura nehirlerinin seyre elverişli su yollarının kullanılmasıyla Viyana’ya ulaşılmasını sağlıyordu. 1532 yılında Kanuni Sultan Süleyman, etrafındaki bölgeleri işgal etmeksizin bu yolu kullanarak Viyana’ya ulaşmayı denemişti. Bu askeri seferin başarısız olması, Viyana’ya karşı başarılı bir askeri operasyon gerçekleştirebilmek için Osmanlıların bölgenin daha önemli olan kalelerini ele geçirmelerinin ve güvenli bir ikmal yolu oluşturmalarının gerekli olduğunu ortaya koydu (bu yöndeki ilk adım Zigetvar’ın işgal edilmesi olmalıydı). Osmanlı askeri liderleri On Beş Yıl Savaşları sırasında bu yolu kullanmayı zaten düşünmüşlerdi, fakat bu yönde girişimde bulunmayı ancak Gyor’u kaybettikten sonra ciddi olarak ele aldılar. Diğer taraftan ise Budapeşte’nin bir Habsburg saldırısına karşı koyma konusunda yeterince güvenli ve güçlü olmadığının hissedilmesi gerçeği, güney-batı yönünde saldırı gerçekleştirilmesini erteledi. Böylece 1599 yılı sonbaharında gerçekleştirilen ilk barış görüşmeleri sırasında Osmanlılar, kendi ellerinde bulunan Eğri’ye (Erlau/Eger) karşılık olarak Estergon’un kendilerine verilmesi konusunda ısrar ettiler. Ancak savaş 1600 yılında da sürdü ve Osmanlı güçleri Estergon kalesini yeniden ele geçirmek için girişimde bulunmayı düşündüler. Bu kez de Macaristan’da bulunan ve başka problemlerin daha fazla aciliyet taşıdığını düşünen Osmanlı askeri liderlerinin oluşturduğu etki yüzünden başlangıçtaki Osmanlı savaş planı Ösek (Eszek/Osiek) toplantısında değiştirildi.

O zamanlar Macarların elinde bulunan Zigetvar (Szigetvar) yakınındaki Bobofça (Babocsa) ve Kanije (Kanizsa) kalelerinde bulunan askeri birlikler bölgedeki Osmanlı garnizonuna düzenli olarak saldırılar düzenlemekte ve Osmanlılara teslim olmuş olan Macar köylerinin halklarını rahatsız etmekteydi. Bu serbest olarak dolaşan grupların saldırıları Osmanlı ordu donatım malzemelerinin Tuna üzerindeki Budapeşte’ye taşınmasını tehlikeye sokuyordu. Bundan dolayı Zigetvar Sancak Beyi Deli Nasuh’un ve Tiryaki Hasan Paşa’nın tavsiyesiyle harekete geçen Macaristan’daki askeri operasyonlardan sorumlu Sadrazam İbrahim Paşa bu iki Macar kalesini işgal etmeye karar verdi.[2]

İstanbul’da Divan-u Hümayun, bu kalelerde bulunan Macar askerlerinin gerçekleştirdiği saldırıların sona erdirilebilmesi, Kanije’ye karşı gerçekleştirilecek beklenmedik ani bir saldırıyla Avusturya askeri liderlerinin şaşırtılabilmesi ve böylece Viyana’ya kadar uzanan güney yolu üzerindeki en önemli kalelerin işgal edilebilmesi için Sadrazamın bu kararına onay verdi.

1600 yılı Ağustos ayının sonunda Diyarbakır beylerbeyi Murad, Osmanlı öncü kuvvetleriyle Bobofça’ya saldırdı. Birkaç gün süren kuşatmadan sonra 4 Eylül tarihinde -200 Macar ve 100 Alman askerinden oluşan- kaleyi savunan askeri kuvvetler teslim oldu ve onları serbest bir şekilde kaleden ayrılmalarına izin verildi. Bundan sonra da Osmanlının ana ordusu Kanije’ye doğru yola çıktı.

Hem Batı Macaristan eyaletlerini hem de Habsburgların miras yoluyla aldıkları eyaletleri savunan sınır kaleleri sistemi, temelde Mura ve Raab nehir vadilerinde inşa edilmişlerdi.[3] Bu savunma hattında bulunan en önemli noktalardan bir tanesi, Kanije nehri bataklığından ortaya çıkmış bir ada üzerine inşa edilmiş olan Kanije kalesiydi. Bu kale daha önce Tamas Nadasdy’ye aitti; onun 1568’de ölümünden sonra dul karısı kaleyi Avusturya İmparatoru II. Maximillian’a verdi. Avusturya İmparatoru hemen bir sonraki yıl kaleyi yeniden inşa etmeye başladı, fakat inşaat süreci çok yavaş ilerliyordu. 1577 yılı kalenin tarihinde bir dönüm noktasının başladığına işaret edecek derecede önemli bir yıldı. Bu tarihte yeni yönetici İmparator II. Rudolf ile Saray Savaş Konseyi daha önce takip edilen askeri stratejiyi değiştirdi. Osmanlı yönetimi altındaki Macar topraklarının yeniden ele geçirilmesi amacıyla saldırı savaşı düzenlenmesi fikri bir kenara bırakıldı, onun yerine birbirine sıkı bir şekilde bağlanmış kaleler zincirinden oluşan güçlü bir savunma hattının oluşturulması üzerinde yoğunlaşılmasını gerektiren bir strateji benimsendi. Sadece Mura nehri vadisini değil, fakat aynı zamanda İç Avusturya’yı oluşturan üç eyaleti, yani Carniola (Krain), Carinthia (Karnten) ile Styria’yı (Steiermark) koruma görevi gördüğü için Kanije Kalesi’ne bu sistemde çok hayati bir rol verildi. Kale, İtalyan askeri mühendislerinin tasarlamış olduğu bir traces italienne (kale burçları) oluştursa da en güçlü kaleler arasında yer almıyordu, çünkü taştan yapılmamış, bunun yerine etrafındaki çit, toprak ve keresteden inşa edilmişti. Daha açık ifadelerle belirtmek gerekirse bu yapı, ince dallarla birbirine bağlanmış iki sıra kazıktan yapılma çitten oluşmaktaydı. İki sıra halindeki kazıkların arasındaki alan toprakla doldurulmuş, dış tarafı sıvanmış ve üstü de tahta kiremitlerle örtülmüştü. Bu tür bir duvar top atışlarına karşı oldukça dayanıklı olabilirdi, çünkü atılan top gülleleri bu duvarı yıkamaz, fakat içine saplanır kalırdı. Fakat çitin yan tarafına ateş edilirse sıvası dökülebilir, böylece tüm bir duvar kolayca ateş alabilirdi.

Kalenin coğrafi konumu, kendisine yaklaşılmasını zorlaştıracak nitelikte olduğu için bir avantaj oluşturmaktaydı. Bir bataklıkla çevrili durumdaydı ve kendisine ancak yüksek yer altı sularıyla vadiler yoluyla ulaşılabilirdi. Hisar hendeği normalden çok daha geniş olduğu için uygun bir uzaklığa topçu birliği yerleştirerek kale duvarlarına atış yapmak ya da kaleye saldırmak aşırı derecede zordu. Ancak bu coğrafi konum, oranın garnizonu için de bazı dezavantajlar sunmaktaydı. Kaleye ulaşılması sadece düşman güçleri açısından zor değildi, fakat Avusturya kuvvetleri açısından da kaleye rezerv kuvvetler ya da erzak ile ordu donatım malzemeleri ulaştırmak çok güçtü.

Kuşatma sırasında kalenin komutanlığını yapan kişi, soylu bir Carinthian ailesinden gelen ve Carinthia’daki soylu ailelerin çoğu gibi Protestan olan Georg Paradeiser’di. Paradeiser daha önce On Beş Yıl Savaşlarında da görev yapmış ve 12 Eylül 1598 tarihinde Kanije kalesi komutanlığına atanmıştı.[4] Kalenin statüsü, az bulunur cinstendi. Kanije, Macaristan kraliyet ailesinin mülkünün bir parçasını oluşturuyordu, bu yüzden de İmparator II. Rudolf’la birlikte Macaristan Kralı tarafından da korunmak zorundaydı. Ancak kalenin temel önemi İç Avusturya’nın savunulması konusunda sahip olduğu stratejik konumdan kaynaklandığı için, Kanije, gerçekte Graz’da bulunan İç Avusturya Savaş Konseyi’nin yönetimi altında bulunmaktaydı. Kanije’nin ve bölgedeki diğer kalelerin mali olarak desteklenmesinin maliyetleri bu eyaletlerin halkı tarafından karşılanmaktaydı. Buralar için öngörülen vergiler, temelde Protestanlardan oluşan eyaletlerin genel meclislerinde halklar tarafından oylanmak zorundaydı. Ancak İç Avusturya Katolik bir Hıristiyan olan Habsburg Arşidükü tarafından yönetilmekteydi. Bu din farklılığı, vali (Landesfürst) ile halk arasında işbirliği yapılmasını güçleştirmekteydi. Daha önce gerçekleştirilen bir anlaşma ile dini ibadetlerin serbest bir şekilde gerçekleştirilmesi garanti altına alınmış olsa da bu yüzyılın sonunda yeniden Katolikleştirme faaliyetleri görülmeye başlandı. İç Avusturya’nın valisi olan Arşidük Ferdinand “bir grup dinsizi yönetmektense bir mezarlığı yönetmeyi tercih edeceğini” söylüyordu.[5] Diğer taraftan soylu Protestan aileleri ise Avusturya kuvvetlerine ikmal malzemesi alınması için para verilmesini onaylama ve bu parayı verme konusunda oldukça isteksizdi. Mülk sahibi kişiler, aileleriyle birlikte ülkede kalmaları hususunda güvence verilmediği müddetçe Avusturya kuvvetlerine yardım sağlamakta isteksiz olacaklarını önemle vurguluyorlardı. Habsburg Arşidükünün dar görüşlülüğü, daha sonra, Osmanlı saldırısı tehlikesinin çok yakın hale geldiği bir dönemde, 1600 yılının yazında, İç Avusturya’da bulunan Protestanlara karşı zulüm ve eziyetlerin en üst düzeye çıkması gerçeğiyle de ispatlanacaktı. Fakat bu gerçeği göremeyen sadece Arşidük değildi; tüm Avusturya askeri liderliği de güney-batı yönünde bir Osmanlı saldırısının ortaya çıkacağını dikkate alamamıştı. 1600 yılının ilkbaharı gibi oldukça geç bir tarihte bile Avusturya sarayı, bir önceki yıl durma noktasına gelen barış görüşmelerinin devam edeceğini ümit ediyorlardı. Saray Savaş Konseyi de bu yönden bir Osmanlı saldırısının vuku bulacağını beklemiyordu.; konsey üyeleri Estergon kalesinin güçlendirilmesi üzerinde durmaktaydılar çünkü Avusturya casuslarından elde edilen bilgilere göre bu kale Osmanlı Sadrazamı’nın temel hedefi olarak görünüyordu. Sadrazamın gerçek niyeti ise ancak Osmanlıların Bobofça’yı kuşattıkları haberi Viyana’ya ulaştığı zaman öğrenilmiş olacaktı.

Paradeiser, yaz boyunca Kanije’deki kaleyi kuvvetlendirmek için büyük enerji harcamış olsa da, kale kapsamlı bir Osmanlı saldırısına karşı koyabilmeye hazır olmanın çok gerisinde bulunuyordu. Kaleye önemli oranda takviye kuvveti ve erzak göndermek için yeterli zaman kalmamıştı, çünkü Osmanlı öncü kuvvetleri 8 Eylül tarihinde kalenin önünde görülmüştü, bir gün sonra da bunların ardından Sadrazamın komuta ettiği Osmanlı ordusunun ana kısmı kalenin önüne gelecekti. Tecrübeli Habsburg subayı Hans Sigmund von Herberstein’in Arşidük Ferdinand’a gönderdiği 6 Eylül tarihini taşıyan bir rapora göre, Kanije’yi kuşatmak üzere gelen Osmanlı kuvvetlerinin yaklaşık kırk bin askerden oluştuğu hesap edilmişti-bu rakam, gerçek dışı başka bir hesaplamayla bulunan aşırı 1,200,000 rakamını çürütmektedir.[6] Ancak, bu rakamın birkaç bini bulan Tatar yardımcı birliklerini içerip içermediği açık değildir. Askerlerin toplam sayısı şu nedenle de daha yüksek olabilir: Herberstein, Papa’da Habsburglara karşı isyan eden ve Osmanlı kuvvetlerine katılan ve askeri bakımdan aşırı derecede kıymetli olan 4-500 Valon paralı askeri birliklerini hesap dışı tutmuştur. Bu Valon paralı askerleri, ancak raporun tamamlandığı gün olan 11 Eylül tarihinden sonra Rumeli Beylerbeyi Lala Mehmed Paşa tarafından Osmanlı kampına getirileceklerdi.[7]

Kanije’de, Paradeiser’in komutası altında bulunan 800 kişilik bir birlik Osmanlılara karşı çarpışıyordu. Kaledeki erzak ve ordu donatım malzemesi iki ay yetecek düzeydeydi.[8] Kanije, dokuz hafif ve 51 tane de orta ve hafif toplarla korunmaktaydı.[9] Ancak Osmanlı tarihçisi Katip Çelebi kaledeki birliğin çok daha büyük olduğunu iddia etmiştir. Ona göre kalede 1,500 piyade askeri, 200 de süvari bulunuyordu.[10] Kaleyi savunan askerler kendilerinden birçok kere daha büyük olan Osmanlı ordusuyla karşı karşıya kalmış olsalar da çok kötü bir durumda bulunmuyorlardı, çünkü o zaman Gyor’da toplanmış bulunan Avusturya kuvvetlerinin yardıma gelmesine güvenebilirlerdi. Elbette Osmanlı askeri liderleri de bu olasılığı dikkate almak zorundaydılar ve takviye kuvvetler gelmeden önce Kanije’yi kuşatma operasyonuna girişebilirlerdi. Ancak Osmanlı kuşatma toplarının attığı top gülleleri kale duvarlarına ulaşmadığı için Osmanlı kuvvetleri kaleye karşı saldırıyı hemen başlatamadılar. Kale hendeğine giden yollar toprakla doldurulduktan sonra ilk kuşatma 25 Eylül günü gerçekleştirildi. Kaledeki askerler bu saldırıya başarıyla karşı koydular. Fakat o gece bir sonraki gün için askeri malzemeler hazırlanırken dikkatsizlik sonucu ortaya çıkan bir kaza neticesinde barut kulesi patladı. Sonuç olarak da kaleyi savunanlar çok güç bir duruma düştüler, çünkü ellerinde minimum düzeyde barut kalmıştı, takviye kuvvetlerinin gelmesine kadar yetmeyebilirdi.

1600 yılının yaz mevsiminde Gyor’daki Avusturya kuvvetleri Estergon’a doğru harekete geçmek için hazırlık yapıyorlardı. Ancak askeri durumdaki değişiklik, Avusturya ordusunun yeni atanmış Fransız asıllı başkomutanı Mercoeur Dükü Philip Emmanuel von Lothringen’in 16 Eylül 1600 tarihinde Kanije’yi kurtarmak için görevlendirilmesine neden oldu.[11] Mercoeur Dükünün Macaristan’daki ilk temel askeri operasyonları, özellikle Kanije’deki askerleri kurtarmak için gönderilen Avusturya kuvvetlerinin baş levazım subayı olan Hans Leonhard von Yell tarafından yapılan mürekkepli kalemle çizilmiş resimlerce[12] çok iyi belgelenmiştir. Bu resimler Viyana Askeri Tarih Arşivleri belgeleri arasında bulunmaktadır. On dokuz resimden önemli olan altı tanesi bu çalışmada ele alınacaktır.[13] Avusturya kuvvetlerinin Kanije’yi kurtarma girişiminin kronolojisi ve bu kuvvetlerin takip ettiği yolun anlatımı, sadece kabaca olmak üzere bazı araştırmalarda çalışma konusu yapılmıştır. Bugüne kadar Macar, Alman ve Türk dillerinde basılmış olan tanınmış eserler, bazıları Kanije’yi kurtarmak için gerçekleştirilen başarısız girişime bizzat katılan belli kişilere ait yazıları içerse de, temelde doğalarında ikincil nitelik taşımaktadırlar. Yell’in resimlerinin önemi, o zamana ait olmalarından, yani başkomutanın hemen yanında ortaya çıkmış olmalarından, dolayısıyla da -kendini haklı çıkarma yönündeki diğer çabalardan bağımsız olarak- başkomutanın planları ve arzularının aslına uygun resmini çıkartmış olmalarından kaynaklanmaktadır.[14]

Hans Leonhard von Yell’in temel görevi, yolda Mercoeur Dükünün verdiği emirlerin günlük kaydını tutmak, onun kuvvetlerinin görev-zaman tablosunu çıkartmak, bunları süvari ve piyade birliklerinin komutanlarına ulaştırmak ve her bir birlik için uygun konaklama yerleri bulmaktı. Bu oldukça yüksek sanat ruhuna sahip levazım subayı, görevlerini kusursuz şekilde yerine getirdi ve her gün çeşitli birliklerin düzenleri de dahil olmak üzere kamp yerinin resimlerini yaptı ve bu resimlere birliklerin zaman tablosuyla ilgili kendi tuttuğu kayıtları ekledi. Kamp alanının etrafındaki yerlere de aşırı derecede dikkat ediyor ve buraları da en küçük detayına kadar tasvir ediyordu. Resimler 16 Eylül ile 13 Ekim 1600 tarihleri arasındaki dönemde o bölgedeki yerleri tasvir etmektedir.

Bu resimler, olayların basit bir görünümünü vermekle kalmamakta, fakat daha önceki bilgilerimizi birkaç şekilde geliştirmemizi sağlamaktadır. Bir kere resimler, o günün profesyonel olarak yönetilen bir ordusunun resmini ortaya koymaktadırlar. Avusturya kuvvetlerinin nasıl toplandığı ve hangi birliklerden oluştuğu konularında tam bilgi ve tarih vermektedirler. Bu resimlere dayanılarak savaştan önce askeri kuvvetlerin askeri malzemesi, düzeni ve koşulları iyi derecede belgelendirilebilir. Avusturya kuvvetlerinin bileşimine bakarak 16. yüzyılda Avrupa’da ortaya çıkmış olan askeri devrimin On Beş Yıl Savaşları sırasında Macaristan üzerinde etkili olduğu sonucunu çıkartabiliriz. Mercoeur’un askerlerinin üçte ikisi, ateşli silahlarla donatılmış piyadelerden oluşmaktaydı. Bu silahlar Avusturya süvarisinin de silahları arasında bulunmaktaydı, Osmanlı süvarisi ise bu silahlarla donatılmış değildi.[15]

Gyor kalesi dışında bulunan Avusturya takviye kuvvetleri Arşidük Matthias’tan Kanije’ye destek sağlama emri aldıklarında Sadrazam İbrahim Paşa Kanije’yi bir haftadır kuşatma altında tutmaktaydı. Kalenin kurtarılması ve askeri operasyonun başarısı, askeri kuvvetlerin ne kadar büyük olduğuna ve kuşatma altında tutulan kaleye ne kadar çabuk ulaşabileceklerine bağlıydı. 11 Eylül 1600 tarihli bir protokole göre, Avusturyalılar, Macar ve Hırvat askerleri dışta tutulduğunda 17 bin askerden oluşan (13,500 piyade ve 3,500 süvari) bir ordu meydana getirmeyi ümit ediyorlardı.[16] Bu rakam ideal bir rakam olarak görülmelidir, çünkü Avusturyalılar piyade birliklerini maksimum büyüklüklerine ulaşmış (her bir 3,000 askeri içermek üzere) olarak düşünüyorlardı, bildiğimiz kadarıylaysa bu birlikler hiçbir zaman maksimum düzeylerine ulaşmamışlardır.

17 Eylül tarihine gelindiğinde takviye kuvvetleri tamamlanmış olmanın çok gerisinde bulunuyorlardı. (Schönberg, Mersperg ve Breiner komutasındaki) üç piyade birliği, Hohenlohe ile Hoditzky’nin komuta ettiği iki süvari birliği, 12 topu bulunan bir tahrip birliği ve başkomutan Mercoeur Dükü ile kardeşi Albay Chaligny’nin komutası altında bulunan askerler Gyor’un dışındaki kamp yerinde toplanmışlardı (III. 1). Kampta bulunan insanların toplam sayısı Macar tarihçisi Miklos Istvânffy tarafından 18 bin olarak hesaplanmıştır, fakat onun hesabı, baş levazım subayının resimlerine dayanılarak henüz gelmemiş olduğu söylenebilen birliklerin askerlerini de içermekteydi.[17] Muhtemelen Gyor’daki asker sayısını yedi ile sekiz bin arasında tahmin eden bir Valon komutanının hesabı daha gerçekçiydi.[18] Mercoeur Papa’dan 18 Eylül tarihinde ayrıldı. Kampı akşam üzeri kalenin arkasındaki değirmen havuzunun yanına kurdular. Bir ay önceki kuşatmanın hala emarelerini taşıyan kalenin görünümü ile-Hans Leonhard von Yell tarafından ele geçirilen (III. 2)- isyancı Valonların kazığa oturtulmuş vücutlarının oluşturduğu görünüm askerler üzerinde çok ciddi bir psikolojik etki oluşturmuş olmalıydı. Askerler Papa’dan sonra daha küçük yerleşim yerlerine doğru yürüyüşe geçtiler. 24 Eylül günü Zala nehri boyunca Szentivan’a kadar yürüdüler. Burada Avusturya askerlerine, her biri bin askerden oluşan, biri Kont Thurn, diğeri de Albay Kollonitsch tarafından komuta edilen iki süvari birliği ile Tuna ötesindeki bölgenin komutan generali Ferenc Nâdasdy ve Ferenc Batthyâny tarafından komuta edilen Macar süvari ve piyade birlikleri katıldı. Macar birliğinin çoğunluğunu Uyvarlı (Neuhausel/Ersekújvár) süvariler ve askerler oluşturmaktaydı. Bunların sayısı bir ya da iki bini buluyordu. Burada Hofkirchner komutasındaki birlik de piyadelere katıldı.

Takviye kuvvetleri, gecesinde Kanije’deki barut kulesinin patladığı 25 Eylül günü Egerszeg’e vardılar. Egerszeg Kanije’den sadece 40 kilometre uzaktaydı. Mercoeur, Egerszeg’te tüm ordu komutanlarının katıldığı bir savaş konseyi toplantısı gerçekleştirdi. Bu toplantıda iki temel mesele üzerinde duruldu: çok ciddi sıkıntılarla karşı karşıya olan askerlere nasıl erzak sağlanacağı ve Kanije’ye giderken hangi yolun takip edileceği. Mercoeur, Batthyány ile Hofkirchner’in tavsiyelerine uyarak, direkt Kanije’ye giden kuzey-güney yolunu takip etmek yerine İç Avusturya’ya doğru giden dolambaçlı yoldan gitmeye karar verdi. Bunun sonucunda Avusturyalılar tam olarak iki kat daha uzun yolculuk yapmak zorunda kaldılar. Kanije’ye doğru 80 kilometre yürüdüler, bu da en azından beş günlük bir gecikmeye neden oldu. Mercoeur, bu ekstra uzatmanın bir sonucu olarak askerlerine İç Avusturya’dan erzakın daha çabuk ve güvenli bir şekilde ulaşacağını ümit etmekteydi. Bu yolu seçmekle, Mercoeur aynı zamanda Zrinyi’nin -Mura ile Drava arasında bulunan ve Türk ve Tatar kuvvetleri tarafından sık sık yağmalanan bir bölge olan- Muraköz’de kalmasına ve Hırvat ve Sytrian kuvvetleriyle beraber daha sonraki bir zamanda onlara katılmasına imkan tanıdı.

Egerszeg’te Avusturyalılar aynı zamanda ilerlemelerini hızlandırmak için askerlerini üçe bölmeye karar verdiler. Bu birlikler 27 Eylül günü sabah saat 3’ten itibaren üçer saat arayla buradan ayrıldılar. Üç gün sonra Szentmiklós’ta tekrar bir araya geleceklerdi. Öncü kuvvetler ile artçı birlikler ana ordudan ayrıldı. Baş levazım subayı ana orduyla birlikte yoluna devam ettiği için onun kayıtları sadece bu birliğin ilerleyişini içermektedir, bu yüzden de diğer iki birliğin hareketleriyle ilgili bilgiye sahip bulunmamaktayız. Toplar ana ordunun yanında kalmıştı; toplar, ön taraflarından Preiner’in komutası altındaki piyade birliğinden 400 nişancı ve silâhşor, yan taraflarından da Uyvarlı askerler tarafından korunmaktaydılar. Onların arkalarından Prenier’in piyadeleri tarafından korunan erzak vagonları gelmekteydi, piyadeleri de Kont Thurn’un komutası altındaki süvariler korumaktaydı.

Bunların arkasından da (Hofkirchner ile Chaligny’nin komutası altında bulunan) iki piyade birliği geliyor, onları da baş komutanın komuta ettiği süvari birliği destekliyordu. Aynı bu düzen içinde 27 Eylül günü Zalalövö’ya, 28 Eylül’de de oradan Kutas’a yürüdüler. Askeri birlikler Kerka nehri vadisinde daha çabuk şekilde ilerleyebildiler, 29 Eylül’de Lenti’ye ve ayın 30’unda da buluşma yeri olarak belirlenen Szentmiklós’a ulaştılar. 1 Ekim tarihi itibariyle Hans Leonhard von Yell tüm orduda yeni düzenlemeler yapma ihtiyacı duydu.

2 Ekim günü ana orduya, György Zrinyi, Hırvatistan banı (valisi) Janos Draskovics, Karlovac (Karolyvaros/Karlstadt) komutanı Daniel Francol ve Herberstein’in komuta ettiği, askerler, piyadeler ve süvariler de dahil olmak üzere beş bin askerden oluşan Styria’dan gelen askerler katıldı.[19] Szemenye’de savaş konseyi yeniden toplandı. Hem başkomutan hem de diğer komutanlar, kalenin etrafındaki bataklık yüzünden yeterli erzak, barut ve diğer ikmal maddeleriyle, kuşatma altındaki kaleyi savunan askerlere ulaşmak imkansız olduğu için meydan muharebesi yapılması yönünde tercihlerini ortaya koydular. Bu kararın ışığında Mercoeur, Osmanlılara karşı nihai bir savaşa girişmek için gerekli olan hazırlıkları yaptı. Toplar gemilere yerleştirildi ve Mura nehri üzerinden daha ileriye taşındı.[20] Bu aletlerin çoğu Muraköz’e götürüldü, her bir birliğin bunlardan sadece bir vagon dolusunu kullanmasına izin verildi. Bundan sonra da yük at sırtında taşındı. Mercoeur, bütün güçlü Avusturyalı, Macar ve Hırvat piyadeleri ve süvarilerini Szemenya kampında kontrol ettirmiş ve kayda geçirtmişti. Komutası altında 13,700 sağlıklı, taze asker bulunmaktaydı.[21] 2 Ekim gününün akşamında askerlere altı gün boyunca yetecek erzak dağıttırdı. 3 Ekim’de geceyi Letenye’de geçirdiler, burada topları bir gün beklediler. 5 Ekim gününde son tehlikeli geçiş noktasını da geçtiler, Osmanlı öncü kuvvetleriyle karşılaştılar -Osmanlı öncü kuvvetleri Avusturya kuvvetlerini rahatsız etmekten öte bir şey yapabilecek durumda değillerdi- ve sonunda Osmanlıların tümüyle karşı karşıya geldiler. Bu manzara, Hans Leonhard von Yell tarafından gelecek kuşakları için hem anlatılmış, hem de resmedilmiştir (III. 3). Bu resimde toplar önden çekilmektedir, arkalarından da diğer askerlerin 50 adım kadar önünde yer alan silahşörler gelmektedir. Askeri kuvvetler şu şekilde düzenlenmişlerdi: Ön sırada piyadelerin arkasından süvariler gidiyor, her birinin önünden askerler ve silahlı olanlar gidiyordu. Macar askerleri sağ kesimde, Hırvat ve Styrian kuvvetleri de hem piyade hem süvari olmak üzere sol kesimde yürümekteydi. Baş levazım subayı resminde o zamanın en ileri asker düzeni olan ve “karşı karşıya yürüyüş” olarak isimlendirilen düzeni resmetmişti.[22] Benzer resimler şimdiye kadar yalnızca Aşağı Ülkelerde (Hollanda, Lüksemburg ve Belçika) bulunmuştur.

Osmanlı askerleri ile Avusturya takviye kuvvetleri arasındaki ilk muharebe 7 Ekim günü Kanije’nin dışındaki Sormas’ta gerçekleşti ve birkaç gün sürdü. O günkü Hans Leonhard von Yell’in resminde görünen kuvvetlerin düzeninde ortaya çıkan savaş hattı, aynı yapıyı yansıtmaktadır. Bütün bir ordu resimde görünmektedir: silahları omuzlarında piyadeler, çok sıkı bir düzen içinde ilerlemekteler, onların yanında Osmanlı güçlerinin karşısında yer alan süvariler bulunmakta (III. 4). Sloven, Macar ve Hırvat piyadelerin hepsi de silahlarıyla resmedilmiştir, bu şekilde On Beş Yıl Savaşlarına katılan Macar piyadelerinin ne silah donanımı ne de savaş taktikleri açısından yabancı paralı askerlerin gerisinde kalmadığının açık bir kanıtı sunulmuş olmaktadır.

Muharebe arazi şartlarının derin etkisi altında cereyan ediyordu, bu yüzden her iki taraf da güçlerini tam anlamıyla kullanamıyordu. İki orduyu birbirinden ayıran bataklık yalnızca dar olan sığ kesimlerde geçilebiliyordu. Bundan dolayı da Osmanlıların, kuvvetlerinin büyüklüğü açısından sahip oldukları üstünlük onlar tarafından bir avantaj haline dönüştürülemiyordu. Avusturya piyadeleri de en modern elde taşınan silahlarla teçhiz edilmiş olsalar da ateşli silahlar alanındaki üstünlükleri onlara üstün bir konum sağlamıyordu. Başlangıçta Avusturya kuvvetleri daha başarılıydı: yalnızca Osmanlı kuvvetlerini ileri konumlarından geriye doğru çekilmeye zorlamakla kalmadılar, fakat aynı zamanda onların on üç topunu bile ele geçirdiler. Ancak birkaç gün boyunca devam eden muharebede hiçbir ciddi saldırı ortaya çıkmadı, böylece kesin bir zafer de elde edilemedi.

Avusturya kuvvetleri bir savaş konumu için hazırlık yapmak zorundaydılar. Bu amaçla askeri mühendis Karl Ludwig von Schulz’un projesine dayanan bir siper inşa ettiler, bu siper Osmanlı süvari saldırılarını başarılı bir şekilde önlemiştir. Bu şekilde Avusturyalılar, askeri kuvvetlerini bir arada tutmayı başardılar ve güvenli bir şekilde geri çekilebildiler (III. 5). Bu gelişme çok kısa bir zamanda gerçekleşti, çünkü Avusturya kuvvetlerinin kampı ikmal hattından çok uzakta bulunmakta ve bu yüzden hem beslenme hem de erzak açısından ciddi kıtlıklarla karşı karşıya kalmaktaydılar; bunun sonucunda genel bitkinlikleri ve açlık tehlikesi göz önüne alındığında kaleyi kurtarmak için operasyonlarına devam etmeleri mümkün değildi. Bu şartlar karşısında Mercoeur, askerlerinin aniden geri çekilmesini emretti, geri çekilme 13 Ekim günü şafak vaktinde tamamlanacaktı. Bu noktada emir önde olan bütün komutanlara da verilmişti. İlk askeri birlik hasta ve yaralıların önden gönderilmesiyle birlikte gece saat 10’da yola çıktı.

Çok sıkı bir geri çekilme planı hazırlayarak ve bu plana sıkı şekilde bağlı kalarak Mercoeur, sadece askerlerini değil, fakat aynı zamanda (biri hariç olmak üzere Osmanlılardan ele geçirdikleri de dahil), bütün top silahlarını da geri çekmeyi başardı. Yakındaki ormanda kamp kurmuş olan Tatar kuvvetleri geceleyin binlerce askerin hareket etmekte olduğunu fark ettiler, fakat onlar Osmanlıları durumdan haberdar edinceye kadar Avusturya kuvvetleri avantajlı duruma gelmişlerdi. Sıkı bir düzen içinde çekilmekte olan Avusturya ordusunun onlara yaklaşmakta olan Osmanlılar tarafından dağıtılması mümkün değildi; böylece Mercoeur, minimum düzeyde kayıp (birkaç vagon ve 300 asker) vererek bütün askerlerini, toplarını ve mühimmatını güvenli bir bölgeye çekmeyi başardı.

Gün doğumu zamanı geldiğinde Osmanlılar kendilerinden birkaç gün önce alınan topları bulabilmek ümidiyle boş siper alanına geri döndüler. Ancak Habsburgların kamp kurmuş oldukların yerin tamamını boş yere kazdılar, bir toptan başka hiçbir şey bulamadılar. Osmanlı askeri liderleri, düşmanlarının bütün büyük silahlarını yanlarına alarak hızlı ve etkili bir şekilde çekilmiş olmaları karşısında gerçekten şaşkınlığa düşmüşlerdi.[23]

Habsburg kuvvetlerinin çekilmesinden önce-muhtemelen Mercoeur emrini verdikten sonra-baş levazım subayı bir tepeden kalenin bir resmini yaptı. Bu tüm alanı içeren resim, muhtemelen başkomutana yardımcı olmak için yapılmıştı, çünkü başkomutan Muraköz’deki kuvvetlerini yeniden örgütlemek ve onlara erzak ve barut sağladıktan sonra kaleye geri dönmek istiyordu. Bu resmin o döneme ait resimler içinde Kanije Kalesi’ni en orijinal şekilde tasvir eden resim olduğu olasılık dahilindedir. Dış istihkamla korunan traces italienne’yle birlikte beşgen kale açık bir şekilde görülebilmektedir (III. 6).

Çekilmekte olan Avusturya kuvvetleri, Kanije’yi savunanlar arasında umutları canlı tutmak ve birkaç günlük bir dinlenme ve tazelenmeden sonra onların yardımına dönmek üzere kendilerini hazırlamak için Letenye yakınlarında bir kamp kurdular. Ancak ayın 16’sında gerçekleştirilen savaş konseyi toplantısında baş erzak subayı Zacharias Geizkofler, birliklere ikmal malzemesi sağlamaya devam etmenin hiçbir yolunu göremediğini söyledi. Bundan başka toplantıya katılan ordu komutanları, Raab nehri boyunca uzanan hatlarını güçlendirmenin ve miras olarak alınan eyaletlerin Osmanlı saldırılarına karşı savunulmasının Kanije’yi kurtarmak için yeni bir girişimde bulunulmasından çok daha önemli olduğunu düşünmekteydiler. Mercoeur, Kanije’yi savunanların 21 Ekim günü özgür bir şekilde kaleden ayrılmalarına izin verilmesi karşılığında kaleyi teslim etmiş oldukları haberini aldığında Avusturya kuvvetleriyle beraber İç Avusturya’ya doğru yürüyüş halinde bulunmaktaydı.

Avusturya askeri liderliği Kanije’nin düşmesinden Georg Paradeiser’i sorumlu tuttu. Paradeiser, 1601 yılında yargılandı, suçlu bulundu ve elleri kesildikten sonra (boynu vurulmak suretiyle) idam edildi.[24] Ona karşı yöneltilen suçlamalar arasında Osmanlılara kaleyi teslim etmekten dolayı para aldığı şeklinde hiç akla yatkın görünmeyen iddialar bile bulunmaktaydı. Gerçekte Avusturya mahkemesi Paradeiser’i idam ederek Protestanları korkutma gibi bir niyet taşımaktaydı. Kalenin komutanı hiçbir şekilde ihmalkar davranmamıştı ve onun Osmanlılarla bir komplo kurduğu iddiasını destekleyecek hiçbir güvenilir kaynak bulunmamaktaydı. Paradeiser 8 Eylül ile 31 Ekim günleri arasında bir buçuk ay boyunca kaleyi başarılı bir şekilde savunabilmişti. Bu konuda görevine bağlılığı, barut kulesi patladıktan sonra bile kaleyi teslim etme fikrine tevessül etmemiş olması gerçeğiyle açık bir şekilde ortaya konmuştur.

Sonuç olarak Mercoeur de kaleyi kurtarmada başarısız olmasından dolayı sorumlu tutulamaz. Sefer boyunca onun kuvvetlerinin hareket etmesi ve operasyonları erzak ve diğer ikmal malzemeleriyle ilgili temel nitelikli problemlerden dolayı oldukça zor şartlarda gerçekleşmişti. Avusturya askeri liderliği, temel ikmal hattını Tuna nehri boyunca oluşturmuştu. Daha büyük ikmal merkezleri de Ovar ile Komarom’da ve 1595 ile 1605 yılları arasında da Estergon’da konuşlandırılmıştı.[25] Aradaki oldukça uzun mesafeden dolayı bu merkezlerin Mercoeur’un komutası altındaki kuvvetlere ikmal malzemesi göndermesi mümkün değildi. Askeri birlikler Macaristan ülkelerinin bazısından ve Styria’dan bir miktar erzak alabiliyorsa da bu erzak sadece arada sırada ve geçici olarak askerlere bir rahatlama sağlıyordu. Muraköz’de yerleşmiş olan bütün halk Drava nehrinin ötesindeki bölgelere kaçmıştı ve bu yüzden erzak taşınmasında yardımcı olabilecek ne yerli halk ne de malzeme bulunuyordu.

Mercoeur, Osmanlı saldırı güçlerini 7 ile 13 Ekim günleri arasında sürekli baskı altında tuttu. Kalenin içindeki kuvvetler barut azlığı yüzünden askeri operasyonlarında ona yardım edemiyorlardı. Siperlere yerleşmiş olan Valon paralı askerleri yüzünden kaleyi savunanlar kaleden ayrılıp da Osmanlılara saldıramıyorlardı. Bu durumun bir sonucu olarak Mercoeur, -sıkı bir düzen içinde ilerlemekte olan takviye kuvvetleriyle bir meydan muharebesine girişmeme konusunda çok dikkatli olan- kaleyi kuşatan Osmanlı kuvvetlerini nihai bir savaş zorlayamamaktaydı. Avrupa askeri saldırıları konusunda çok tecrübeli olan Valonlar da Mercoeur’un çok disiplinli ve ağır şekilde silahlanmış piyadelerine karşı bir saldırı başlatmama konusunda OsmanlIları uyarıyorlardı.[26]

Son olarak, takviye kuvvetleri başarılı bir askeri operasyon gerçekleştirebilecek derecede büyük değildi. Ablukayı yaramıyorlar, bu yüzden de kale içinde levazım konusunda yaşanan sıkıntıları ve askerlerin azalmasını telafi edemiyorlardı. Bu koşullar çerçevesinde kaledeki garnizonla takviye kuvvetleri arasında iş birliği gerçekleştirilebilmesi için gerekli olan temel koşullar pratikte hiçbir zaman yerine getirilemedi. İkmal sağlanması konusunda yaşanan zorluklardan dolayı saldırı operasyonları üzerinde yoğunlaşmış olan takviye kuvvetleri Kanije’de çok kısa bir dönem, sadece bir haftadan biraz daha fazla kalabildi. Bu, Osmanlıları kaleyi kuşatmalarına son vermeye zorlama ve mevsimin gittikçe kötüleşen hava şartlarının onların operasyonlarının başarılı olmasını engellemesine katkıda bulunacak derecede Osmanlıların faaliyetlerini geciktirme konusunda yeterli olacak bir eylem değildi.

Avusturya kuvvetlerinin düzenli ikmal malzemesi elde etme hususunda yaşadığı yoğun sıkıntı, sonunda onların bütün seferinin ne şekilde sonuçlanacağını belirledi. Bu bağlamda Yell tarafından aktarıldığına göre Mercoeur şu sözleri sarf etmiştir: “Askeri kuvvetlere komutanlık ettiği yirmi dört yıl boyunca düşmanı bozguna uğratma amacı taşıyan saldırılarla ve savunma operasyonu metotlarıyla ilgili olarak epeyce bir tecrübe kazanmıştı. Fakat uzun zamandır üzerinde çalışıyor olsa da açlığı yenme metoduna hakim olamamıştı.”[27] O zamanki mevcut ikmal koşulları dikkate alındığında – askerleri kırdırtmama ve mühimmatı kurtarma suretiyle- Mercoeur’un güvenli bir şekilde çekilebilmesi gerçekte çok büyük bir askeri başarıydı.

Askeri seferin sonunda başarısız olması, Avusturya kuvvetlerinin askeri malzeme ve teknoloji konusunda üstün konumda olmasının ve süvarilerinin ateşli silahlarla donatılmış olmasıyla birlikte piyadelerinin modern ateşli silahlar kullanıyor olmasının, Avusturyalıların yetersiz oldukları stratejik ve lojistik planlama ve hazırlık alanlarındaki geriliği telafi etmediğini ortaya koymuştur. Bu son olarak bahsedilen alanlarda Osmanlı askeri liderliğinin üstün konumda olduğuna şüphe yoktu. Sonuncu prensibin uygulanmasıyla ilgili olarak ara sıra problemler yaşasalar da lojistiğin üç prensibi-askerleri seferber etme, erzak ve ordu donatım malzemesi sağlama ve askeri seferleri finanse etme-bu savaş sırasında Osmanlılar tarafından çok daha etkili şekilde uygulamaya konmuştur.

Kanije’nin kuşatılması ve Avusturyalıların başarısız kurtarma operasyonu sırasında Osmanlı ordusunun askerleri ne erzak ne de mühimmat konusunda sıkıntı yaşamamışlardır. Bundan başka Osmanlı askeri liderliği Avusturya kuvvetlerinin zayıflığını kendilerinin avantajı haline dönüştürmeyi başarmışlardır.

Tatar yardımcı kuvvetlerinin de yardımıyla Osmanlılar bilinçli bir şekilde bölgeyi tahrip ettiler, böylece Avusturya kuvvetlerinin yakındaki yurtlarından erzak alabilmelerini imkansız hale getirdiler. Düzenli bir şekilde saldırılarda bulunarak ve Avusturya’dan kendi kuvvetlerine gönderilen erzakı çalarak Osmanlı askeri liderliği Kanije’yi kurtarmak için uzun dönemli bir operasyon gerçekleştirilmesini engellemeyi başardı.

Doç. Dr. Mâna IVANICS

Szeged Üniversitesi / Macaristan

Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 9 Sayfa: 686-694


Kaynaklar :
♦ Balla, György: Magyar vonatkozâsü keziratos terkepek Karlsruheban [Karlsruhe’deki Macaristan haritaları eklenmiş]. İçinde: Geodezia es Kartografia [Geodesy and Kartography] 1979 (3), 199-208.
♦ Cerwinka, Günter: Die Eroberung der Festung Kanizsa durch die Türken im Jahre 1600. içinde: Publikationen des Steiermarkischen Landesmuseums und der Steiermarkischen Landesbibliothek am Joanneum. Band 3. Graz 1968, 409-510.
♦ Fethrentheil-Gruppenberg, Laszlo: “Mercoeur lotharingiai herceg magyarorszagi szereplese”. İçinde: Hadtörteneti Közlemenyek 1937, 205-234.
♦ Finkel, Caroline: The Administration of Warfare: the Ottoman Military Campaigns in Hungary, 1593-1606. Beihefte zur Wiener Zeitschrift für die Kunde des Morgenlandes. Hrsg. Arne A. Ambros und Anton C. Schaendlinger. Band 14. Wien 1988.
♦ Ivanics, Maria: A Krimi Kansag a tizenöt eves häborüban [The Crimean Khanate in the Fifteen Years War= On Beş Yıl Savaşlarında Kırım Hanlığı] Budapeşte, 1994.
♦ Kâtib Çelebi, Mustafa bin Abdullah: Fezleke-yi Tarih. I. -II. İstanbul 1286-1287/18869-1870.
♦ Kelenik, Jozsef: The Military Revolution in Hungary. İçinde: “Ottoman, Hungarians and Habsburgs in Central Europe. The Military Confines in the Era of Ottoman Conquest”. (der.) Geza David ve Pal Fodor. The Ottoman Empire and its Heritage. Politics, Society and Economy. (der.) Suraiya Faroqhi ve Halil İnalcık. Cilt 20. Leiden-Boston-Köln 2000, 117-159.
♦ Kiss, Istvan: Die Rolle der Wirtschaftsbasis für Krieg und Kriegskunst in Ostmitteleuropa am Beispiel Ungarns im 17. Jahrhundert. İçinde: Krieg, Militärausgaben und wirtschaftlicher Wandel. Proceeding of the 7th International Economic History Congress, Edinburgh, 1978. (der.) Othmar Pickl. Graz 1980, 47-56.
♦ Kortepeter, C. M. Ottoman Imperialism During the Reformation: Europe and The Caucasus. New York. 1972.
♦ Mont, Matthey du: Expeditionis Christiani exercitus ad Canisam diarium anno 1600. İçinde: Reusner, N: Rerum memorabilium in Pannonia sub Turcarum Imperatoribus a capta Constantinopolinusque ad annum MDC bello militiaque gestraum narrationes illustres variorum et diversarum authorum. Francofurti 1603, 327-335.
♦ Montpleinchamp, Jean Bruste de: L’histoire de Philippe Emanuel de Lorraine, duc de Mercoeur. Cologne 1689.
♦ Niederkorn, Jan Paul: Die europäischen Mächte und der “Lange Türkenkrieg” Kaisers Rudolfs II. (1593-1606). Wien, 1993.
♦ Palffy, Geza:The Origins and Development of the Border Defence System against the Ottoman Empire in Hungary (Up to the Early Eighteenth Century). İçinde: Ottoman, Hungarians and Habsburgs in Central Europe. The Military Confines in the Era of Ottoman ♦ Conquest. (der.) Geza David ve Pal Fodor. The Ottoman Empire and its Heritage. Politics, Society and Economy. (der.) Suraiya Faroqhi ve Halil İnalcık. Cilt 20. Leiden-Boston-Köln 2000, 3-69.
♦ Pe, evo, İbrahim: Tarih-i Pe, evo. I-II. İstanbul 1281-1283/1864-1866.
♦ Schweigerd, C. A.: Österreichs Helden und Heerführer von Maximilian I. bis auf die neueste Zeit. Leipzig-Grimma, 1852-1855.
♦ Toth, Sandor Laszlo: A mez_keresztesi csata es a tizenöt eves hâborü. [The Battle of Mez_keresztes/Haçova and the Fifteen Years War= Haçova Muharebesi ve On Beş Yıl Savaşları] Szeged, 2000.
♦ Uzunçarşılı, İsmail Hakkı: Osmanlı Tarihi. Dördüncü baskı. III. Cilt. Ankara 1988.
Dipnotlar :
[1] Savaşla ilgili mevcut birçok çalışma arasında bkz. Uzunçarşılı 1951, Kortepeter 1972, Finkel 1988, Niederkorn 1993, Ivanics 1994, ve Toth 2000.
[2] Pe, evo, II. 1283/1866, 232-235.
[3] Pálffy 2000.
[4] Cerwinka 1968, 449. Not 17.
[5] Cerwinka 1968, 411.
[6] Cerwinka 1968, 418.
[7] 1600 yılının ilkbahar mevsiminde, Papa’da yaklaşık üç bin Macar, Alman ve Valon askeri bulunmaktaydı. Aralarında yaklaşık 1200-1500 Valon paralı askerinin de bulunduğu askerler yaklaşık altı aydır paralarını alamıyordu. Bunun sonucunda Valonlar Haziran ayının başında ayaklandılar, Macar ve Alman askerlerinin silahlarını ellerinde aldılar ve böylece ele geçirmiş oldukları kaleyi kendilerine verilmesi gereken altmış bin altın para karşılığında Osmanlılara verdiler. Bu kadar büyük miktarda parayı toplamak Osmanlılar için bile çok zor bir işti; fakat onlar bir aylık ödeme olan on bin altın parayı hemen Valonlara verdiler. Diğer taraftan Osmanlı liderleri paranın geri kalanını toplama meselesiyle meşgulken Avusturya kuvvetleri kaleyi kuşatma altına aldılar. Bir aylık kuşatma sonucunda ortaya çıkan erzak kıtlığı Valonların kaleyi terk etmelerine neden oldu. Onlardan 500 kadarı Székesfehérvár’a (Stuhlweissenburg/Istolni Belgrad) ulaşmayı ve oradaki Osmanlılara sığınmayı başardı. Kaçmayı başaran Valonlar Osmanlılar tarafından paralı asker olarak kiralandı ve başka yerlerle birlikte Kanije’deki saldırıya katıldılar.
[8] Paradeiser, savaştan sonra muhtemelen Arşidük Matthias’a verilmek üzere bir rapor hazırladı. Bu rapor Yukarı Avusturya Eyalet Arşivinde bulunabilir. (Wien, 22 Kasım 1600. Oberösterreichisches Landesarchiv, Starhemberg 136, Fol. 214-231.). Cerwinka raporu ele almış ve yukarıda verilen datayı da bildirmiştir, Cerwinka 1968, 421.
[9] Kelenik 2000, 140.
[10] Kâtib Çelebi, II. 136-141. Özellikle 141.
[11] Merceoeur’un hayatı ve askeri faaliyetleri konusunda bkz. Montpleinchamp 1689; Macaristan’daki seferleriyle ilgili olarak bkz. Fethrentheil ve Gruppenberg 1937 ve Schweigerd 1852.
[12] Bu resimler şurada bulunmaktadır: Kriegsarchiv Wien, Alte Feldakten 1600/13/3. Fol. 521-536.
[13] Balla (1979), aynı zamanda Kanije’yle ilgili dokuz harita yayınlamıştır. Viyana’da bulunanlar ile Karlsruhe’deki bu haritalar arasında bir karşılaştırma yapıldıktan sonra, Karlsruhe’deki katalogun bu haritaları 1616 yılına ait olarak göstermiş olması gerçeğine rağmen (bildiğimiz gibi bu yılda Kanije civarında hiçbir askeri operasyon gerçekleştirilmemiştir), her iki yerdeki belgelerin aynı askeri seferle ilgili olduğu iddia edilmiştir. İki kaynak da yaklaşık olarak aynı döneme ait olabilir ve muhtemelen-resimlerin üzerindeki el yazısı doğrultusunda-her ikisi Hans Leonhard von Yell’in çalışmaları olabilir. İki kaynak arasındaki tek fark, çalışmaların detay ve kesinlik derecesidir. Viyana’da tutulmakta olan resimler çevreyi, evleri, kiliseleri ve kırsal alanları düşey olarak tasvir etmektedir; Karlsruhe’deki haritalar ise aynı yerleri daha canlı bir şekilde, orijinal tarzda ve üç boyutlu olarak tasvir etmektedir. Bununla birlikte, resimlerin yanında yer alan metinlerin düzgün bir şekilde kopya edilmemiş olduğu gerçeği de (örneğin Szentjanos’taki kamp tasvir edilirken artçı birlikler atlanmıştır), Karlsruhe’deki kaynağın daha sonraki bir tarihe ait olması gerektiğini göstermektedir. Bir bütün olarak ele aldığımızda, Karlsruhe’deki resimlerin daha güzel olduğuna şüphe yoksa da, askeri sefer zamanında ve yerinde yapıldıkları için ve seferin her aşamasını ele aldıkları için Viyana’daki materyalin temel kaynak olarak görülmesi gerektiği sonucuna ulaşabiliriz. Açık bir şekilde, Kanije’nin kurtarılması çabası hakkındaki bu olağanüstü kaynak, sadece tarihçilere ve askeri tarihçilere yeni bilgi sağlamakla kalmamakta, fakat aynı zamanda arkeologlar ve bölgesel/yerel tarihçiler açısından da önem taşımaktadır.
[14] Resimler yanında başka bir kaynak da mevcuttur: Linz Arşivlerinde bulunan Almanca dilinde hazırlanmış basılmamış 30 sayfalık bir özet. Eldeki bu kopyada ne imza ne de tarih bulunmaktadır; muhtemelen baş levazım subayının yaptığı resimler ve tuttuğu notlara dayandırılmıştır. (Oberösterreichisches Landesarchiv, Schlüsselbergerarchiv, Curiosa mixta 1694, No. 372, 616-652). Gerekli gördüğüm yerlerde Hans Leonhard von Yell’in resimlerini ele alırken destek almak üzere bu özeti kullandım. Bu kaynak aynı zamanda Günter Cerwinka tarafından yukarıda bahsedilen monografisinde kullanılmıştır. Cerwinka, Mercoeur Dükünün metnin yazarı olduğuna inanmaktadır. Bu iddia, metinde Mercoeur’den üçüncü bir kişi olarak bahsedilmiş olması gerçeğiyle tezat oluşturmaktadır. Metnin, sadece baş levazım subayının resimlerinin yanına yerleştirdiği notlardan öğrendiğimiz bazı bilgiler (topların Mura nehri üzerinde taşınması gibi) içermesi gerçeği de onun bu yazının yazarı olduğuna işaret etmektedir. Bu kaynağın yer aldığı yer (Yukarı Avusturya Eyalet Arşivi) de göreli olarak az bilinen Hans Leonhard von Yell’in Avusturyalı büyük bir asil ailenin Yukarı Avusturya dalının bir üyesi olduğuna kuvvetle işaret etmektedir. Onun adı ilk defa 1597 yılında savaşın olaylarıyla ilgili bir kaynakta geçmiştir: Yell ateşli silahlar taşıyan 100 kişilik bir Valon süvari birliği oluşturmakla görevlendirilmişti. (Kriegsarchiv Wien, Bestallungen No. 531) Onun yaşamının daha açık bir resminin yapılabilmesi için daha fazla araştırma yapılması gerekmektedir.
[15] Askeri devrim konusunda bkz. Geoffry Parker 1988; devrimin Macaristan’daki etkisi konusunda bkz. Kelenik 2000. Parker, üç faktörün Avrupa askeri operasyonlarını kökten değiştirdiğini iddia etmektedir: kale burçları savunma sisteminin prensiplerinin ve uygulamasının ya da trace italienne’nin devreye sokulması, ateşli silahların kitlesel çapta yaygınlaşması ve toplara daha fazla güvenilmesi ve asker sayısında çok büyük artışlar.
[16] Cerwinka 1968, 464.
[17] Toth 2000, 318.
[18] Mont 1603, 327.
[19] Schlüsselbergerarchiv, Curiosa mixta 1694, No. 372, 619.
[20] KA AF 1600/13/3. Fo. 529a.
[21] Schlüsselbergerarchiv, Curiosa mixta 1694, No. 372, 626.
[22] “Karşı karşıya yürüyüş” metodu, ateş eden askerlerin yerlerinin sürekli olarak değiştirilmesi esasına dayanmaktadır. Öndeki askerler bir kere silahlarını ateşledikten sonra silahlarını doldurmak için arka sıraya koşmaktadırlar. Bu sırada ikinci sıradaki silahlı askerler öne geçmekte ve ateş etmektedirler; ondan sonra onlar da silahlarını doldurmak için arkaya koşmakta, böylece devam edip gitmektedir.
[23] Schlüsselbergerarchiv, Curiosa mixta 1694, No. 372, 651.
[24] Süreçle ilgili olarak bkz. Cerwinka 1968, 439 ff.
[25] 17. yüzyılda Habsburg askerleri, erzak desteği almaları mümkün olmadan önce maksimum olarak sadece 80-100 kilometre ilerleyebiliyorlardı. Kiss 1980, 49.
[26] Schlüsselbergerarchiv, Curiosa mixta 1694, No. 372, 631.
[27] Schlüsselbergerarchiv, Curiosa mixta 1694, No. 372, 624.
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.