Dil Planlaması Bağlamında Türk Yazı Dillerinin Görünümü
Tarih boyunca çok çeşitli topluluklara ve insanlara sahne olan Orta Asya’nın bugünkü sakinlerinin sahip oldukları kimlik bu büyük geçmişten ayrı düşünülemez. Ancak aynı geçmişin önemli kırılma noktaları vardır. Söz gelimi SSCB dönemi bölgenin tarihsel akışıyla çelişen birçok yeni uygulamasıyla önemli bir kırılma noktasıdır. Dolayısıyla günümüz kimlik meselesi ele alınırken bölge ülkelerinin gelecekteki tercihleri ve geçmişin aynı anda okunması bir zarurettir. Böylelikle tamamen meydana çıkmış bir kimlikten bahsedilemeyeceği; ancak zaman içinde de değişmesi mümkün, bir proto kimliğin bu ülkeleri siyasi açıdan içine aldığı görülecektir. Daha önemli bir gerçek de, bölge ülkelerinde şimdi belirli müşterek özelliklerle müşahede ettiğimiz bu proto kimliklerine rağmen “Türk kökenli ülkelerin ve toplulukların birbirinden farklı siyasal kimlikler oluşturma yolunda adımlar attığıdır.”
Bağımsız Türk cumhuriyetlerinde dil reformları daha çok iki alanda dikkati çeker. Rusça kelimelerin tasfiyesi, alfabenin Kirilden Latine dönüştürülmesi (Kazakistan, Kırgızistan hariç). Reformlar Türk yazı dillerini birbirine ve özellikle de Türkiye Türkçesine yaklaştıracak her türlü girişime sırtını dönmüştür. Türk kelimesi zaten çok kullanılmaz. Bu yönüyle dil politikaları Stalin’in siyasetinin devamı gibi değerlendirilebilir. Alfabelerle ve terminolojik farklılıklarla oynayarak cumhuriyetler arasındaki dilbilimsel farklılıkları arttırmak. Tarihe yaklaşımlarında da görüldüğü gibi, bugünün milliyetçiliklerinin Sovyet sisteminden koparak değil onun bir devamı olarak uygulandığının başka bir kanıtıdır bu. Rusça kelimeler değiştirildiğinde yerini Arapça-Farsça kaynaklı kelimeler almaktadır. Özbekistan’da havaalanı yerine tayyaregah kullanımı gibi. Atatürk’ün pek sevdiği öz Türkçe ilgi toplamadı. Burada pantürkist değil, Orta Asyalı bir tercih yapıldığı açıkça görülür. Farisileşmeye çalışan Tacikistan’ın tersine, Türk cumhuriyetleri farklılıklarını vurgulamaya ve dillerini sonradan inşa edilen tarihlerine uydurmaya çalıştılar. Türkiye Türklerinin tersine hiç kimse pantürkist boyutu yeniden devreye sokmak istememektedir. Alfabe değişiminde ortaya çıkan yerel milliyetçilik Moskova’ya olduğu kadar komşulara ve muhtemel tüm bölgesel birleşmelere karşı da inşa edilmektedir.
Rusya Federasyonu içinde Muhtar Cumhuriyet veya Özerk bölge statülü Türk toplumları kendi bölgelerinde nüfus olarak genellikle azınlıkta bulunmaktadır. Dağlık Altay %30 Altay, %64 Rus; Hakasya %12 Hakas, %80 Rus; Başkurdıstan %21.9 Başkurt, %28.4 Tatar, %39.3 Rus örneklerinde Türk nüfusu kendi cumhuriyetlerinde azınlıkta kalmıştır. Genç nüfusun ana dillerini bilmemesi, ona hürmet beslememesi, aktif ve her alanda geçer bir dil olarak Rus dilinin varlığı bu dillerin akıbetini pek de aydınlık göstermemektedir. Bu dillerin öğrenilebilmesi için gerekli “ısrarlı sosyal gereksinimler”in bir an önce yaratılması “çoğunluğa” olmasa bile azınlığın gelecek kuşaklarına ana dillerinin benimsetilebilmesi için gereklidir. Kendi yurtlarında nüfusça azınlık durumuna düşmüş olan Türk topluluklarının ana dillerinin kullanım alanını genişletmek ve bu suretle bu dilleri öğrenme gereksinimini arttırmaları oldukça güç görülmektedir.
Federal düzeyde etnikler arası iletişim dili olarak Rusçanın durumu güçlenme eğilimindedir. Bu süreç doğal karaktere sahip ve objektif nedenlerle ilk olarak da demografik faktörü yani temel (Rus) etnosun sayıca salt çoğunlukta olması ile şartlandırılmıştır. Diğer etnosların fertleri gönüllü olarak temel etnosun diline sahip olacaklardır.
SSCB’nin dağılmasından sonra Rusça Türk cumhuriyetlerinin ortak iletişim dili vazifesini sürdürmektedir. Ayrıca Bağımsız Devletler Topluluğu ülkelerinin imzaladıkları anlaşma gereğince de resmi iş dili statüsüne sahiptir.
Türk dilinin dünyadaki çeşitli kollarını inceleme ve araştırmada sosyo-politik boyutu gözden uzak tutmamak gerekir. Moskova’nın resmi dil siyaseti Türk dilinin eski SSCB’deki çeşitli kollarının son 70 yıl içindeki gelişmelerinde etkin rol oynayan inkar edilemez sosyo-politik bir olgudur. Bu durum bağımsızlığını kazanan Türk toplumlarının uyguladıkları dil siyaseti ve Rusya Federasyonu içindeki Türk toplumlarının dilleri ile ilgili gelişmeleri de aynı çerçevede ele almayı zaruri kılmaktadır. Türk dil ve lehçeleri üzerinde yapılacak gramer çalışmalarında mutlaka sosyo-politik gelişmeler dikkate alınmalıdır.
Yrd. Doç. Dr. Bilgehan Atsız GÖKDAĞ
Kırıkkale Üniversitesi Fen-EdebiyatFakültesi / Türkiye