Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

Dersim Dosyası

0 13.980

Prof. Dr. Ramazan DEMİR

Bugünlerde gündemde olan bir konu var; DERSİM… Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç beyefendi, güney sahil ilçelerimizden birini ziyaretinde, basınla yaptığı sohbette bu konuda beyanlarda bulunmuş; “Âlemde hiç bir gerçek gizli kalmamalı. Dersim gerçeği ortaya çıkarılmalı ve tarihimizle yüzleşmeliyiz” demişler.

**

Tarihin sayfalarında kalmış olan olayları bugünün kafasıyla değerlendirmek ne kadar mantıklı olacağı şüphesini bir tarafa bırakarak, esas hedefin neler olduğu noktasında konuşalım. Bilindiği üzere “nekrofilya” diye bir terminoloji vardır; tarihi iskeletlerden belge elde etmek amacını ifade eden bir terim kısacası… Hoş iskeletlerden DNA analizleri yapılarak soy ya da ırk tespiti yapılabiliyor. Ancak tarihi olayların ne soyu ne de ırkı bu iskeletlerde yazılı değil…

Peki, maksat nedir, DERSİM konusunda gündeme tutmanın? Güya CHP ve İsmet Paşa’nın başında olduğu hükümet döneminde Dersim isyanı bastırılırken öldürülen vatandaşların bir “katliam” olduğunu, bazılarına göre ise “soykırım” olduğunu iddia ederek “siyasi prim” elde etmek…

CHP ya da İsmet Paşa’dan alamadıkları ne hesapları var ki?  Elbette ki yok… Onlar işin bahanesi… Şimdilik doğrudan hücum edemedikleri, doğrudan vuramadıkları Mustafa Kemal’e vasıtalı saldırmak, yermek, kötülemek…

İşte Tayyip Bey de Arınç Bey de bunun için, Dersim konusunu gündemde tutuyorlar. Tayyip Bey ne diyor (mealen) Kemal Kılıçtaroğlu’na; “Bir Dersimli’nin CHP başında olması, tarihle yüzleşmesi, mensup olduğu inanç sistemini ilan etmesi için bir fırsat” demesindeki amaç ne olabilir? Seçim meydanlarında Tayyip Bey zaten Kemal Beyin Alevi kültürüne mensup olduğunu söylememiş miydi?

Arınç Bey; “Hiçbir şey gizli kalmamalı” diyorlar. Bence de hiçbir şey gizli kalmamalı… Kalması da mümkün değil bu iletişim çağında: kaldı ki tarihi olaylar mutlaka bilinmeli ve doğru olarak anlatılmalıdır. Dersim’deki olayların iç yüzünü bilmeden, oradaki İngiliz, Fransız oyunlarını bilmeden, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki feodalizmin yapısını bilmeden, Dersim feodalizmin Osmanlı maliyesi ve askeri gücü üzerindeki olumsuz etkilerini bilmeden Dersim İsyanını konuşmak ve anlamak mümkün değil. Hele bunların hiç birinden haberi olmayan “sanal politikacıların” konuşması hiç mümkün değildir. Konu hakkında tam ve doğru bilgisi olan ciddi devlet adamlarına ihtiyaç vardır. 

Dersim hakkında asılsız bilgilerle köşe yazıları döşeyerek “siyasi prim” peşinde olanların taşıdıkları zihniyet, Ermeni diasporasının taşıdığı ve Türkiye aleyhine uyguladıkları zihniyet arasında bir paralellik olduğunu söyleyenlere de hayret ediyorum; nasıl ve nereden anlıyorlar bunu?! Şimdilerde; yerli ve yurt dışından destekli Dersim diasporasının güç kazanmasının sebebinin ne olduğunu anlayabiliyor muyuz? Türk Milletinin İstiklal Savaşını hazmedemeyen emperyalizmin bu olayın gerisindeki konumunu tam anlayabiliyor muyuz?

İddia şudur: 1937/38 devlete isyan eden feodalizmin bazı liderleri yakalanarak idam edilmiş. İsyan sırasında, askerin ulaşamadığı dağ ve mağaralara hava hareketi yapılarak isyancı eşkıyanın teslim olmaya zorlamış Devlet. Bombalama sırasında sivilleri kalkan olarak kullanan eşkıya ile birlikte siviller de, maalesef, hayatını kaybetmiş. Buna “katliam” ve “soykırım” olarak ileri sürülmektedir. Bunun için devlet suçlanmakta… Yetmiyor, 1937 de devleti idare eden başta Atatürk, Meclis, İsmet Paşa, Fevzi Paşa ve diğer yetkililer suçlanıyor…

1937 Dersim Harekâtı sırasında İsmet Paşa Başbakan’dır ve Cumhuriyet Halk Partisi hükümeti vardır… 1938 de yapılan 2. Harekâtta ise Celal Bayar başbakandır. Mustafa Kemal hayatta, Cumhurbaşkanı ve hasta yatağındadır…

Arınç Bey ilave etmiş;  “Dersim’in bütün gerçekleri açıklanmalı ve bu konu gerek o zamanki siyasetçilerin varsa yanlışları, varsa doğruları, halka karşı ne yapıldığı, isyanın ana sebepleri, isyana karışanların kimlikleri ve isyandan sonra yaşananlar, bir tarih süzgecinden geçirilerek ortaya konulmalıdır. Bununla ilgili olarak Meclis’te bir araştırma komisyonu dahi kurulabilir.”

İşte işin püf noktası buradadır; burada hedef belirleniyor; “katliam” ve “soykırımın” iddialarına gerekçeler hazırlanmalı; bunun baş sorumluları Atatürk, İsmet Paşa ve CHP olarak ilan edilmelidir. Yetmez; başta Atatürk, İsmet Paşa, Fevzi Çakmak ve Bayar, komutanlar “post mortem” kafalı köşe kapıcılarının önerileriyle sanal olarak yargılanmalılar!

(Demenan) Aşiret Reisleri ve Avenesi sığındıkları mağaradan çıkarıldıkdan sonra

Bir siyasi yetkili, “Mustafa Muğlalı” ismini taşıyan Van’daki askeri kışlanın isminin değiştirilmesine çok sevinmiş olabilir. Bunun sebebini bilen biliyordur (Kaynak Altemur Kılıç). Bir hatırlatma yapalım; Korgeneral Mustafa Muğlalı, Menemen ilçesinde 23 Aralık 1930 yılında başlayan irtica hareketinin amacı ve söylemi; “şeriat isteriz” diye ayaklanan yobazları durdurmak için hayatını feda eden Asteğmen Kubilay’ın başını kesen Şeyh Mehmet ve kandırılmış yardakçılarını yargılayıp idama mahkûm eden heyetin başında bulunuyordu. Muğlalı Paşa, o zamanki tabiriyle “Divanıharp” reisi olarak görev yapmıştı. (Not: DP iktidarında Muğlalı Paşa yargılanarak hapse atıldı ve orada gösterilen vefasızlıktan dolayı kahrından öldü. Rahmet diliyorum). Kışladan Muğlalı Paşanın isminin kaldırılmasına en çok kimler sevinmiş olabilir? Bilemeyiz ama bilen bilir elbette…

Nekrofilya’ya devam edecekler: “Tarihimizle yüzleşmemiz gereken konular sadece Dersim’den de ibaret değil. Mesela İskilipli Atıf Hoca konusu da üzerinde durulması gereken bir konudur. Merhum İskilipli Atıf Hoca’nın neyle suçlandığı, niçin idama mahkûm edildiği ve ona karşı yöneltilen adeta zulmü Türkiye’nin de artık konuşması lazım.”

Ülkemin kötü kaderine bakınız ki, bugün ikbal ve makamlarını borçlu oldukları cumhuriyeti ve onun kurucu felsefesine karşı olan zihniyet yeniden “hortladı”. Her renkteki kriptoların papağan misali tekrarladıkları “tarihimizle yüzleşmek” söylemi moda oluverdi…

**

İskilipli Atıf Hoca’nın suçu neydi?

Ankara İstiklal Mahkemesi’nin kararına göre İskilipli Atıf Hoca’nın suçu şudur: 1- Anadolu hareketine karşı çıkmak, 2-İstiklal Savaşı hareketini engellemek için kurulan “Aznavur Hilafet Ordusu”na destek vermek; 3-Halkı, Kuvâ-yı Milliye’ye karşı kışkırtmak, 4- Mustafa Kemal aleyhinde fetvalar, bildiriler yayınlamak, 5- Bildirileri ve fetvaları, Yunan uçakları aracıyla halka havadan atarak dağıtmaktır…

Arınç Bey acaba neden bu hoca efendinin akıbetini merak ediyor? Bilemeyiz sebebini… Ama şu iyi biliniyor ki İskilipli Atıf Hoca Efendi, şeriat isteyenlerin, Kurtuluş Savaşı’na karşı çıkanların katıksız kahramanı olarak bilinir.

Bu nedenle İskilipli Hoca Efendi hakkında methiyeler dizilir ağıtlar yakılır, şiirler okunur, filmler yapılır. Yakın bir geçmişte Tayyip Bey de, Atıf Hoca’yı “kahraman-devrim mağduru” olarak tanımladı. İlginç olarak Atıf hocayı idama mahkûm eden İstiklal Mahkemesi Başkanı merhum Ali Çetinkaya için ise “Kel Ali-Cellat Ali” diye söz edilmesi, insana hicap duygusunun kaybolduğu hissini veriyor…

O Çetinkaya ki, Yunana karşı Ayvalık’ta ilk direnişi başlatan, milli mücadele ruhuna uygun hizmetler veren kişi… Soyadı da bizzat Atatürk tarafından verilmiş olan milli kahramanlardan…

***

Arınç Bey’e birileri çıkıp, Menemen’deki Şeyh Mehmet başkaldırısı olayı hakkında bazı sorular sorsa, aynı açıklıkla yüzleşmeyi ister miydi, bilmiyorum… Mademki hiçbir şey gizli kalmayacak, o zaman “Menemen olayının faillerinin soy ve soplarının da araştırılması ve ortaya çıkarılması gerekmez mi tarihimizle yüzleşmek adına?” (A. Kılıç, Yeniçağ, 22.11.2011)

“Tarihle yüzleşme” kampanyası yürütülüyor, bir eski gazeteci, milleti kandırmak için Dersim isyanın bastırılmasında savaş pilotu olarak katılan Sabiha Gökçen isminin havalimanından kaldırılmasını sağlayacak yasa teklif vermekte…

Yetmez…

Aklıma meşhur şiir geldi; Atatürk’ün kendi ağzından söylenmişçesine yazılmış olan (müellifini hatırlayamadım) “Yıkın Heykellerimi” diye!!!…

Yetmez; kurduğu meclisi de yıkın!!!…

Yetmez, Anıtkabirini de yıkın!!!…

Ha gayret…


DEVLET ÖZÜR DİLER Mİ?

Başlangıç

Ülkem Türkiye’de gündemi değiştiren merkezler son derece başarılılar, hakkını teslim etmek gerek. Şu anda türkiye’de; “pilot-büro” gibi çalışan, yalan belge ve gündem üreten bir merkez var… Devleti idare eden siyasi kadroların bir hatası mı söz konusu, hemen bir gündem yarat, milletin dikkatini o taraf çek…

Van depremi olalı yaklaşık 2 ay oldu. Hala vatandaş çadırda donarak ölüyor. Sıcak aş hak getire… Siyasi propoganda için vatandaşın dini duygularını itismar etmek, onlardan oy kapmak için her akşam 15 bin bazen 30 bin kişilik iftar çadırları kurduran nasıl oluyor da 2 aydan beri Van’daki vatandaşı soğuktan donmalarına engel olmak için önlem alınamıyor?

Fakir fukara çocuğu askere alınacak “mehmetçik” olacak; kısa süreyle askerlik yapacak “mehmet” olacak; parasını verip bedelli asker “mehmet bey” olacak tekerlemesi tam gündemdeyken, ülkemde bedelli aleyhinde bir kampanya varken siyasi erk aleyhinde, birden bire gündem değişikliği oluveriyor. Neden, ne için, sebep ne? Bunların cevabı, gündemdeki konu olan Dersim’de…

***

Ne olmuştu dersimde?

Feodalizmin ilkel oyuncuları, yüz yılardan beri sürdürdülkleri hegemeonyalarını Cumhuriyete karşı da sürdürmek istediler; Cumhuriyet buna hayır dedi.
Feodalizmi kırmak için oraya devlet kanun görtürdü, hizmet götürdü…
Eşkıya buna karşı çıktı…
Devleti tanımadı…
Devlet işi sulhla haletmek için gayret gösterdi.
Üç kez eşkıyaya “af” çıkardı…
Üç kez devlet en üst düzeyde görevli yolladı devlete ve kanunlara itaat etmeleri için…
Yine de silahlı mücadeleye, isyan etmeye devam ettiler…
Sonra devlet de gereğini yaptı…
Devlet, “devlet” olduğu gösterdi.
Eşkıyaya müsamaha göstermedi…
İsyancıların bir kısmını mecburi iskana tabi tuttu…

Peki sonra ne oldu?

Sürekli isyan kaynağı olan bir coğrafyada hep gündem konusu edilerek emperyalizmin kuklası olacak faaliyetlerde bulunuldu. Eperyalistlerin oyunlarına, vaatlerine aldanarak tarih boyunca devletine karşı “çıban başı” olmaya devam etti…

Feodalizmin katı kurallarına ezilen ve güçsüzlükleri nedeniyle karşı çıkamayan halkı kurtarmak için cumhuriyet idaresi imdada yetişti.

***

Günümüze gelince…

Geldik günmüze; sonuç en kötü bir mecraya çekilerek dersim olayları politik arenada istismar konusu oluverdi.

Başbakan:“devlet adına özür dilemem gerekiyorsa dilerim” dedi!

Türkiye cumhuriyeti devleti adına “cumhuru” temsil etmeyen başbakan devleti “risk” altına sokarak tarihi bir hata yapmıştır.

Başbakan yetkisini aşmıştır, özür dilemekle…

Devlet idaresinde görev alanlar resmi sıfatları nedeniyle hiç bir şekilde “özür” dilemezler…

Başbakanın ‘Dersim özrü’, emperyalistlerin türkiye üzerindeki emellerine yönelik planların gerçekleşmesine zemin hazırlayacak niteliktedir.

Dersimden özür dilemek feodalizmden, çağdışı zihniyetlerden özür dilemek demektir!

Devletten zarar görmüş her kim olursa olsun Türkiye Cumhuriyetini “özür” dilemeye çağıracaklar ve tazminat isteyecekler, toprak isteyecekler, kan bedeli isteyecekler. Bu, uluslararsı hak olarak devletlerin karşısına çıkmaktadır.

Bireysel temelde durum budur.

Ayrıca “katliam” kelimesi soykırım kelimesinin fiili durumu anlamına geldiğini, bunun milletler arası hukuk kuralı olduğunu bilmek gerek. Katliam vardır demek, “soykırımı” yapıldı anlamındadır; soykırımı kabul etmek anlamında olduğunu kabul etmek demektir. Uluslararsı hukuktaki karşılığı budur. Yani, katliam soykırımın maddi gerçekleşmiş halidir.

22 kasım 2011 günü başbakan Tayyip Erdoğan’ın, dersim konusunu siyasi polemik konusu yapması, sorumlu bir politikacıya yakışan bir durum olduğunu kimse iddia edemez. Hele bu gibi olayları gündeme getrerek Cumhuriyet’e ve Atatürk Devrimi’ne yönelik suçlamalarda bulunmak ya da böyle bir tartışmaya yol açmak değil ki politik kimliği olan insanlara, hiç kimseye yarar sağlamaz… Dersim üzerinden CHP ve onun genel başkanını yıpratmak amacı güdülmüşse bu doğru bir yöntem değildir. Bu polemik bahane edilerek Atatürk ve Cumhuriyet hedef seçilirse, ülkede dirlik ve beraberlik sağlamak mümkün olmaz. Ki başbakan bunu sağlamakla görevli icra makamında oturan zattır!

Siyasi iradeye yöneltilen bu ithamın yine siyasi iradenin özellikle başbakan Tayyip beyin boşa çıkaracağı ümidini besleyen vatandaşların arzuları havada kalmamalıdır.

**

Devlet isyancıdan özür diler mi?

Dersim isyanı devlete karşı bir isyandır. Bu tartışılmaz bir sonuçtur. Eğer devleti idare edenlar, siyasi kimlikleriyle bu isyancılardan özür dilerse, Türkiye, Cumhuriyete karşı her isyanı masum hale getirmiş olur demektir.

Dersim olayları, ortaçağ kurallarının geçerli olduğu feodalizm ile çağdaş medeniyetin idare şekli olan ulus devletin ve Milli devlet Türkiye Cumhuriyetinin mücadelesidir. Ulus devlete karşı feodalizmin isyanıdır. Dersim isyanı, cumhuriyetin nefes aldırdığı dersimin bir bölümünü oluşturan taassup merkezli feodalizmin silahlı direnişidir.

***

Emperyalizmin desteği var mı?

Dersim isyanının arkasında emperyalist güçler ve özellikle İngiltere ve Fransa’nın olduğunu biliyoruz.

Emperyalistlerin hedefi Atatürk ve onun kurduğu Türkiye Cumhuriyeti devletidir.

Çünkü hazm edemedikleri bir durum vardır, yokluk ve sefalet içinde olan Türk Milletinin İstiklal Savaşınde emperyal güçleri yenmiş olmasıdır.

Çelikten duvarlarını yıkması ve mağlup etmesidir…

Dersim isyanını kışkırtan ve destekleyen emperyalizm Dersimde de dersini almıştır. Mücadelenin batı emperyal güçlerine karşı kazanılmış olması, yeniden iç düşman yaratıp Cumhuriyetin varlığına kast etme hedefi vardır. Sonuçta her devlet gibi Türkiye Cumhuriyeti de “devlet” adına görevini yapmıştır.

Eğer devlet isyanı bastırmada başarısız kalsaydı, Cumhuriyet ve onun Devrimlerinden vazgeçmek olurdu; ortaçağa teslim olmanın ne demek olduğunu herkes tadardı.

İsyan bastırılmıştır!

***

Keşke isyan olmasaydı vatandaşlarımız da zarar görmeseydi.

Atatürk ve Cumhuriyetin kurucu kadroları devlet adına önce vatandaşını korumak ve onları feodal güçlerin baskısından kurtarmak için her türlü yolu ve yöntemi denemişler, şefkatı göstermişler, fakat ısrarla isyan demişler… Son çare olarak devlet gereken tedbirleri almıştır!

1937 Dersim isyanı değerlendirilirken dönemin şartları içinde düşünmek ve değerlendirmek gerekir. Çağının şartlarına göre devlete karşı gelen isyancılara ne gerekiyorsa o da uygulanmıştır.

Cumhuriyet idaresi, devlet içinde devlet olamaz  ilkesi gereğince isyancıları etkisiz hale getirmiştir…

Kısaca devlet; Cumhuriyet Devriminin gereğini yapmıştır.

Cumhuriyete dün de saldırılar yapılıyordu, bugün de Cumhuriyet düşmanları mağlup olacak ve sonları hüsran olacaktır!


BELGELERİN DİLİ

Dersim Belgeleri…

Dersim İsyanı hakkında söylenen ve yazılanları dikkate aldığımızda gizli kalan çok şey kalmadığı izlenimi var. Ancak tüm şüphelerin giderilmesi, dedikoduların bitmesi, belge ve bilgilere dayalı gerçeklerin ortaya konulması için “Cumhuriyete İsyanlar ve Sonuçları” başlığı altında Cumhuriyet dönemi isyanlarının ayrıca incelenerek kamu oyuna doyurucu bilgilerin sunulması yararlı olur.

Genel kanı şu olsa da Dersim hakkında ‘açıklanmamış, yazılmamış bilgiler kaldığını sanmıyorum’ demek çok gerçekçi olmayabilir.

İlginçtir; Dersim olaylarını siyasette polemik aracı yaparak “milleti kandırma” girişiminde bulunan diyasporik zihniyetli feodal kalıntılarına en iyi cevap, belgelere dayalı bilgilerdir.

Gerçek bilgiler, dedikodu-kulaktan dolma olayların anlatımı değildir. Bilinenleri Başbakan açıkladı.

Açıklanan belgeler ise “yeni” değildir.

Yayınlanmış kitaplarda yer alan, okuyanlarca bilinen, hatta bir kısım günlük gazetelere aksetmiş bilgiler…

Şimdiye yayınlanan belge ve bilgiler Dersim konusunun ana fikrini ortaya koymuştur. Arşivlerde hâlâ saklı ve bilinmeyen belgeler varsa, devlet onları da bir “Tarih Komisyonu” huzurunda açıklamalıdır.

Dersim İsyanı ve bastırılması konusunu doğru değerlendirmek için olayın olduğu yılların şartlarına ve genel durumuna göre değerlendirmek gerektiği noktasından hareket edilerek açıklama yapılmalıdır.

Başbakan Tayyip Erdoğan’ın “gizli” ve “yeni” diye açıkladığı bilgi ve belge bilinen şeyler olup kaynağını da biliniyor; sayın Başbakanın belge diye TBMM kürsüsünde milletin yüzüne salladığı “evrak” bir alıntıdır; kaynağı da, Mülkiye Müfettişi Hamdi Bey’in raporudur. Raporun bir bölümün altında ise Cumhurbaşkanı İsmet İnönü ve Başbakan Celal Bayar’ın imzaları bulunmaktadır.

Dersim hakkındaki 1938 tarihli hükümet kararı, 40 yıldan beri biliniyor ve bazı yayınlarda da yer almıştır. Burada şunu ifade edebiliriz ki halen bilinen belgeler arasında, Dersim İsyanı bahanesiyle Cumhuriyete saldırmak ve şantaj yapmak için geçerliliği olan bir belge olduğunu sanmıyorum. Politikacılar tarafından kullanılabilecek bazı belgeler ise tekraren söylüyorum, bilinenlerdir, yeni değildir. Ortalıkta dolaşanlar istismar için kullanılan, ancak sade vatandaş tarafından bilinmeyen, “kandırmaca” aracı olarak kullanılan bilgiler olduğunu bilmekte yarar vardır.

**

Gündemi değiştirmek

Gündemi değiştirmek için toplumun dikkatini bir yerlere çekmek gerekiyordu, o da yapıldı. Dersim’in gündeme getirilmesinin ana sebebinin bu olduğu noktasında şüpheler güç kazanmaktadır.

Zira Van depreminde yetersiz kalan idare; donarak ölen çocuklar ve yanan insanların feryatları karşısındaki “başarısızlığı” daha ortadayken, bedelli askerlik gündeme getirilmiştir. Tüm bunların amacı günü kurtarmak içindir. Bedelli ile “vatan bekçiliği” satlığa çıkarılmıştır.

Buna karşı oluşan feveranı bastırmak için gündem değişikliği ile hedef saptırılmak istenmektedir. Dersim konusu bunun için gündemdedir…

**

Tarih hatırlanmalı…

1514’te Doğu Seferine çıkan Osmanlı, kendisi gibi Türk olan Safevi Devleti sempatizanı ne kadar Türkmen aşireti varsa “omuz üzerinde baş, taş üstünde taş kalmayacak” sloganıyla yüzbin Alevi Türkmen kılıçtan geçirilmişti…

Üstelik bunu yaparken de din kılıfı uydurulmuştu…

Bu amaçla Alevilerin “katli vaciptir” fetvaları vererek büyük katliamlara sebep olan Ebusuut Efendiler unutulmadı…

Gündemdeki diğer bir konu ise, Dersimli Alevi kardeşlerimizin geçmişte kalan acıları gündeme getirilerek, Suriye’de yapılmakta olan düşmanca mezhep kışkırtıcılığına karşı doğabilecek tepkileri önleme amacına yönelik bir manevra olma ihtimali de göz önünde tutulmalıdır. 

**

Cumhuriyet feodalizmi yıkmıştır

Cumhuriyet’e ve Atatürk’e karşı kinle saldırılar…

Çumhuriyetle feodalizmin savaşı olan Dersim olaylarını bahane ederek cumhuriyete ve onun kuruluş felsefesine saldırmak marifet sayılmaktadır.

Cumhuriyeti yıkmaya yeminli kadroların içlerinde biriktirdikleri cumhuriyet ve Atatürk kininin dışarıya yansımasıdır.

**

Hatırlatalım; 1919 da vatanı işgalden kurtarmak için Anadolu’da çakılan kıvılcıma karşı işgalci emperyal güçleri destekledikleri için Anzavur, Delibaş, Çapanoğlu isyanları yine Cumhuriyet iradesi tarafından bertararf edilmişlerdir.

Tıpkı Koç-Kırı, birinci ve ikinci Ağrı İsyanları gibi…

1925 Şeyh Sait İsyanı gibi…

Şey Sait asileri işgal ettikleri Doğu ve Güneydoğu Anadolu köy ve kasaba sokaklarında İngiliz silah katalogları elden ele dolaştığı unutulmamalıdır. Bu belgeler bile isyanların ardındaki emperyal güçlerin kimler olduğu anlaşılmaya yeterlidir.

Emperyal güçlerin Doğu ve Güneydoğu Anadolu üzerindeki tarihi emellerini asla unutmamak gerekir Dersim olaylarını değerlendirirken…

**

Cumhuriyet henüz kurulurken, tüm bu iç isyanlar olmaktadır.

Sormazlar mı ki Dersim isyanında İngiliz ve Fransızların ne işi vardı orada?

Emperyal güçler tarafından desteklenmiş isyanların ardındaki ana sebep, Anadolu’da Mustafa Kemal tarafından boğulan emperyal güçlerin besledikleri kin ve hazımsızlıktır; bunun için de cumhuriyete karşı iç hainleri kullanmışlardır.

İşte 1937’de olan Dersim olayı da bu empertyalistlerin desteği ile ortaçağ zihniyetli feodalizmin cumhuriyete karşı yaptığı hesaplaşmadır.

Seyit Rıza feodal yapının sadece sembolüdür.

Bunların hepsi cumhuriyete karşı düşmanca savaştır, saldırıdır…

Alevi Türkmenin dünkü düşman zihniyetin temsilcilerince sahte Dersim aşkları zuhur etmektedir.

Buna kimse inanmaz.

Sadece sıkışan gündemi değiştirebilir halk gözünden…

Türk Milleti, bunun farkındadır…

Gayretleri boşa çıkacaktır; Türk Milleti, cumhuriyete karşı ortaçağı savunanları, padişahlık ve halifeliği özleyenleri; Milli Mücadeleye karşı emperyalistleri destekleyenleri; Lozan’a karşı, Sevr’i kabul ettirmek ve yeniden hortlatmak isteyenlerin çabasını çok iyi anlıyor ve görüyor…


“ÖZÜR” İÇİN KİMLER VAR SIRADA?

Devletin özür dilemesi ne anlama geliyor?
Dersim İsyanın bastırılması sırasında münferit hataların sebep olduğu söylenen acı ve çirkin olaylar nedeniyle devleti dövmek, devlet adına özür dilemek, emperyalistler tarafından yıkılıp paylaşılan Osmanlının kalıntıları üzerine kurulan Cumhuriyete, kurucu felsefenin katıksız düşmanlarına, özlemi çekilen Ortaçağdan kalma feodalizmden özür dilemek demektir..!

Devlet adına özür dilemek demek, İstiklal Savaşımız ve Cumhuriyet Devrimine karşı yapılan bölücü, ayrılıkçı, çağdışı yobazlık içeren 36 isyandan (kalkışmalardan) özür dilemek demektir!..

Devlet adına özür dilemek demek, Anadoluyu işgal eden Fransız, Yunan, İngiliz’den özür dilemek için mesaj vermek demektir; “…Padişahım, gel Anadolu’ya geç milli harekete sen de katıl“ denildiği halde, bunu ret edip emperyalistlerin zırhlısıyla kurtuluşu kaçmakta bulan, Vahdettin’den, hainliği tescilli Damat Ferit’en özür dilemek demektir!..

Devlet adına özür dilemek, Ege’nin serin sularına döktüğümüz palikaryadan, itilaf devletlerin oluşturduğu emperyalistlerden özür dilemek demektir. Osmanlıdan geriye kalan küllerden genç cumhuriyete karşı kurgulanan çağ dışılığı, tarihin çöplüğüne gömen cumhuriyete inat, Ortaçağ güçlerinden özür dilemek demektir; Cumhuriyet Devrimini ve İstiklal Savaşımızı inkâr etmek anlamaına gelir demektir!..

Devlet adına özür dilemek demek, 1915 Ermeni ihanetinden özür dilemeye zemin hazırlık aşaması demektir!..

Devlet adına hiç bir kişi, güç ve makam özür dileyeme; buna hakkı yoktur, yetkisi de yoktur… Devlet kurumlar, ilkeler ve kurallar bütününden oluşan bir değerdir. Bunu bilmeyenler öğrenmelidirler.

Devlet ebet müddettir…

Dersim bahanesiyle hedefe konulan Cumhuriyetin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’tür. Başka amaç yoktur, durumun farkında olmak gerekir… Dersim’den dolayı kurşunlanmak istenen, yumruklanmak istenen Atatürk’tür, onun kurduğu cumhuriyettir; gerisi dolgu malzemesidir…

Buna çanak tutan siyasi muhalefet ise ya bilinçli olarak taraftır ya da aldanarak yapmaktadır..!

İster iktidar, ister ana muhalefet oldsun; “Dersim özür açılımı” konusunda bizlerin bilmediğimiz uluslararası çok karmaşık ilişkilerin olduğundan kuşku duyma melekemizi yok sayamayz.

Temennimiz, bu kuşkumuzun dayanaksız sonuçlanmasıdır…

**

Aşiret ve inanç sistemini sorgulamak…
Yer ve mekân TBMM kürsüsü… TV haberlerinden aktarılıyor, ülkenin insanı seyrediyor, herkesin gözleri önünde, alaycı bir yüz ifadesi bir yetkili politika erbabı sesleniyor; “Tuncelilisin işte bunu söyle, neden kaçıyorsun? Aşiretini, mensup olduğun inanç sistemini söyle, niye kaçınıyorsun?”
Bu ifadeleri kullanan Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı… Hedefteki kişi ise, ülkemin ana muhalefet partisi başkanı… Bu ifadeler karşısında kanım dondu… Ülkemin insanları arasında “mezhep, inanç, soy-sop, aşiret, mensubiyet” ayırımcılığını çağrıştıran bu ifadeler karşısında irkildim, tüylerim diken-diken oldu…

**

Gençlik yıllarıma gittim bu sözleri duyunca… Taaa ortaokullu yıllarımdan beri yakın arkadaş-dost (kanka) olduğum Alevi kardeşlerimi, arkadaşlarımı, komşularımı düşündüm…
Yaşadığım ilin, kasabanın hemen her yerinde farklı inanç ve mezhepten insanlardık; Alevi’si, Sünni’si, Türk’ü, Kürt’ü, Ermeni’si… Birlikte yaşadık, büyüdük, okuduk, seviştik… Halen de varlar… Hiç birisi diğerine “kem” gözle bakmazdı, ayırım yapmazdı; okulda aynı sırada oturur, mahallede aynı sokakta oynar, evde aynı masada yemek yer, aynı ortamda saz çalar eğlenirdik… Kökeni, inancı nedir ne değildir diye sorgulamak hiç aklıma gelmedi bu insanların… Örneğin hayatım boyunca unutamadığım olaylardan birisi de; eşim olacak genç kızın gelinliğinin bir Ermeni asıllı terzi tarafından dikiliyor oluşuydu, dişçisinin de ha keza Ermeni oluşuydu… Kiracının, sınıf arkadaşımın, aile dostlarımın Alevi oluşları… Hiç unutmadım bunları… Bunlardan ne kırıldım ne küstüm ne de zarar gördüm… Ne çekindim, ne kuşkulandım, ne de gocundum; tıpkı onların da benden olmadıkları gibi…
Ve öyle günlerden kâbus dolu bu günlere geldik ki, bir başbakan ana muhalefet partisi liderini mensup olduğu Alevilikle, Tuncelilikle suçlarmışçasına “istihza” dolu tavırlarla “kinayeler” kokan ifadelerle sıkıştırmaya çalışacak… İnanılır gibi değil, ama gerçek..!
Yetmiyor; bir asker-subay televizyona çıkıp “Beni Kürt ve Alevi olduğum için terfi ettirmediler” diyebilecek kadar mağduriyet yaşıyor…
Dahası, bir devletin cumhurbaşkanı “Ben Alevi rektör de atadım…” diyecek kadar Aleviliği-Alevi vatandaşı ayrı algılıyor cumhurbaşkanı ve bu icraatından dolayı da bir “övünç” algısı yansıtan, anlamını veren bir yaklaşım sergileniiyor… Bunları duyunca şaşırıp kalmamak mümkün mü?

**

Yukarıdaki örnekler beni fevkalade endişelendiriyor, korkutuyor Ülkem adına… 42 yıllık devlet hizmetim boyunca hiç kimsenin kökeni ve inancı ile sınıflama, kayırma yapmadım. Kabahat da ibadet de “gizlilik” esasına dayansa da, inançların kişi ile Tanrı arasındaki bir mukavele, sözleşme olduğunu bilir ve buna göre davranırım; hiç kimseye, yetkili ve sorumlu üst görevlerde olmama rağmen, asla müdahil ve taraf olmadım… Bu inançla; ne inancımı araç olarak kullandım ve reklam ettim, ne de başkasının inancına göre değerlendirme yaptım. Tek bir kişiye bu konuda en ufak bir ayrıcalık tanımadım. İnancını çıkar aracı yapanları da hoş görmedim.

Çünkü ben Türk Milletinin bir mensubuyum, bir akademisyenim, bir düşünen-araştıran ve yazan bir aydınım… Devlete ve millete karşı sorumluluklarım var, hak ve görevlerim var, her Türk vatandaşına eşit davranmam gerektiğini bilirim. Hep öyle yaptım. Canlı örnek olsun diye söylemekte mahsur görmem; namaz kılan asistanım da oldu, kılmayanı da… İnanan da inanamayan da… Ama hepsine eşit mesafede ve sadece işini ve görevini doğru dürüst yapıp yapmadıklarına, ahlak ve dürüstlüklerine göre işlem yaptım… Cumhuriyete ve Mustafa Kemal’in düşüncelerine bağlı olup olmadıklarına…

**

Hal böyleyken bugün Türkiye Cumhuriyeti’nin başbakanı böyle sözler söylüyor… Dini, mezhebi, inancı, kökeni ne olursa olsun herkes eşit yurttaş değil mi? Anayasasında laik, sosyal ve demokratik olduğu yazılı bir ülkede, kimse dini inancını açıklamaya davet edilebilir mi?
Ulus devletin vatandaşının kökeni sorgulanabilir mi?
Bir kişinin; Türk, Kürt, Ermeni, Alevi veya Şamanist, Zaza, Zerdüşt olması kimi ilgilendirir?
Bunu açıklamaya zorlamak ne amaca yönelik olabilir?
Varsayalım ki öğrenildi, kişiyi bu özelliklerinden dolayı yargılamak kimin haddine? Ve neyi değiştirir?
Bunun adı resmen ırkçılıktır, dinciliktir, bölücülüktür… Böyle bir yaklaşım başka nasıl ifade edilebilir, bunu ilan etmek, yasalarımıza göre suç değil midir?

**

Başbakan danışmanlarını değiştirmeli…
Başbakandan bir arzum olacak; lütfen danışmanlarınızı değiştiriniz…

Sizi sıkça bu tür hatalara sürükleyenlerin yanlış danışmanlar olduğunu düşünüyorum; yoksa sorumlu mevkide olan bir zat olarak siz, bu hataları nasıl yaparsınız ki?
Durup dururken; Türkiye’de kaç ayrı kökenden insanın yaşadığını dile getirmek neyin nesidir?

Eğer bu söylemle var olan çeşitliliğe sahip çıktığınızı vurgulamak ise, bu, böyle asla anlaşılmıyor. Bu, bir anlamda bölücülük, ayrımcılık sevdasında olanlara prim vermek anlamında algılandığını bilmekte yarar vardır. Farklılıkları ayırımcılık olarak değil, kültürel zenginlik olarak ifade etmek istiyorsanız eğer, bunun söyleme şekli daha farklıdır. Toplumun ortak paydalarını öne çıkarmak ve onlara vurgu yapmak insanların birbirlerine yaklaşımlarını, sosyal bağlarını güçlendirir. Bu tür konuşmalar aksine ayrıştırmayı körükler. Laik ve sosyal bir hukuk devleti olmanın gereği de budur.

**

Gel gelelim ki iş öyle olmuyor. Ülkemin Başbakanı, muhalefet liderine kökeni ve inancından dolayı seçmene mesaj vermek ister gibi bir hal takınıyor. Muhatabını siyaseten zor duruma düşürmeye çalıştığını varsayalım; birileri çıkıp aynı şekilde Başbakanın “danışman” seçtiklerinin, ya da vekil diye listeye aldıklarının inanç ve kökenlerini sorgularsa ne olacak?

Bu ülkede herkes birileri hakkında çetele mi tutacak?
Soy-sop araştırması mı yapacak?
O zaman ülkede nasıl huzur sağlanır?
Böyle bir gidişin sonu felaket olmaz mı?
Bu ülkede “Türk” kelimesinde gocunanlar varken, bir politikacının geçmişi hakkında yazılar yazıldı diye yazarlar içerdeyse o ülkede dirlik nasıl sağlanır?
Devleti idare edenler eğer devlet adamı olma çizgisinden ayrılır da birtakım örgütlerin siyasetine uygun hareket ederlerse, sonuçların ne getireceğini bilmek çok zordur. Dersim olaylarını kast ederek devleti suçlayan ve şu anda feodalizmin kalıntıları olan kaç tane vekil var TBMM de, bilen var mı?

Soruyu daha sade soralım isterseniz; ağalıktan, şeyhlikten, seyitlikten, tarikattan, cemaatten olmayan kaç vekil vardır?
Cumhuriyetin Dersimde belini kırmaya çalıştığı feodalizmin hala Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerindeki kalıntılarını bitirmek için devlet-hükümet olarak nasıl bir yaklaşım sergilendi?
İnsanlarımızı çeşitli vasıtalarla sömüren feodal yapıyla iç içe olan iktidarlar tarih boyunca feodalizmi savunurcasına Dersimi istismar etmişlerdir, bugün de durum farklı değildir…
Dersim gerçeklerini saptıran, yanlış bilgileri veren danışmanlarına başbakanın bir ihtarı olmalıdır…

**

Dersim İsyanı ile ilgili açıklanan belgelerin hiç birisi yeni değildir
Başbakana danışmanlık yapanlar, Dersim İsyanı hakkında bilgilendirme yaparken yanlış kaynak seçtikleri belli oluyor. Zira başbakana verilen bilgilerin “yeni bir şeymiş” gibi bir yönlendirme yapılmış, açıklama da bu tavır içinde olmuştur. Bu da, kendisinin konuyu tam olarak bilmediğinden kaynaklandığını gösteriyor.

Üstelik yapılan açıklama “taraflı ve çarpıtıcı” izlenimini veriyordu.

Örneğin İsyanın başlangıcına değinmeden, devlete karşı yapılanları dile getirmeden; eşkıyanın yöreyi soygunlarla taciz etmeleri, insanları zulümle ezmeleri, çevresine toplanan asker ve kanun kaçaklarına zorbalıklar yaptırıldığına değinmeden; vergi vermemeliğin yanında askere gitmemeyi, götürülmek istenen devlet hizmetlerini engellemeyi, devlet kurumlarını yakıp yıkmayı, asker şehit etmeyi dile getirmeden; bir rapordaki İsmet Paşanın imzasını TBMM kürsüsünde göstererek, Dersim hakkında tam bilgilendirmeden fikir sahibi yapmayı yeğlemek ne kadar doğru oldu?!

Diğer bir iddia ise, İstanbul’un Üsküdar’ında oturup Dersim hakkında “düzmece destan bilgiler” yazan, şart ve duruma göre ısmarlama methiyeleri kaleme alan biri olarak bilinen Necip Fazıl’ın kitabından alıntılarla Dersim gerçeği ne anlaşılır ne de bu alıntılar belge olarak kabul edilir…

Âcizane önerim şudur; sayın başbakan geçmişe değil geleceğe, bölmeye değil birleştirmeye, kavgaya değil dostluğa, kardeşliğe çalışılmalıdır. Bu ülkenin başbakanı olarak sorumlulukları vardır.

Türk Milletinin birer ferdi olarak herkesin buna dikkat etmesi gerekir; aynı zamanda bu, insan olmanın da gereğidir. Unutmamak gerekir ki Tanrı tarafından gönderilen bütün dinler de insanlığın yararına ve doğru amaçlarına yöneliktir. Din ticaretini yaparak bu gerçeği hâlâ anlamayanlar olsa da bu gerçeği kimse değiştiremez.

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.