Danişmendlilerin kültür ve tarihleri siyasî, tarihlerinden daha fazla karanlık içindedir. Şimdiye kadar sadece siyasî tarihleri yapılan bazı araştırmalarla ortaya konulmaya çalışılmasına rağmen, onların kültür tarihleri ve izledikleri politikalar ile ilgili bir çalışma yapılmış değildir. Bunun en önemli nedeni de kaynak yetersizliğinden dolayıdır. Burada Danişmendlilerin Anadolu’da izledikleri kültürel politikalar ve devlet teşkilatı ile ilgili bir çerçeve çizilecektir.
I. Danişmendlilerin Kültürel Politikaları
A. Danişmendlilerin Anadolu’nun Türkleşmesi ve İslâmlaşmasındaki Rolü
Malazgirt Zaferi’nden sonra Anadolu’da ilk kurulan devletlerden birisi olan Danişmendlilerin (1071-1178) Anadolu’nun Türkleşmesi ve İslâmlaşmasında çok önemli rolleri ve hizmetleri vardır.[1] Yaklaşık bir asır tarih sahnesinde kalan Danişmendliler, takip ettikleri askerî, siyâsî ve özellikle kültürel politikalarla Anadolu Türk tarihinde önemli bir yere sahip olmuşlardır.
Devletin yıkılışından sonra bile, uzun asırlar Anadolu’da onlardan kalan kültürel geleneğin Anadolu Selçukluları ve Osmanlılar döneminde devam etmiştir. Bu durum Danişmendliler Dönemi’ndeki kültürel mirasın ne kadar etkili ve kalıcı olduğunu göstermektedir.
Onların izledikleri genel politikaları Anadolu’nun Türkleşmesi ve İslamlaşmasını gerçekleştirecek şekilde plânlanmış olduğu fark edilmektedir. Bu kültürel politikanın temel esaslarını şöylece belirlemek mümkündür:
Bunlardan birincisi askerî ve siyasî fetihlerdir. Bu yolla bazı yöreler fethedilerek devlet kurulmuş; bir yandan bu fethedilen yerlerdeki şehir, kasaba ve köylere Türkmenler iskân edilirken, diğer yandan da yeni yerleşim yerleri kurularak, iskân işlemi plânlı bir şekilde gerçekleştirilmiştir. Böylece Türkleşme faaliyetlerinin alt yapısı oluşturulmuş oluyordu.
İkincisi de, imar faaliyetleridir. Danişmendlilerin ele geçirdikleri yerlere camiler, tekke ve zaviyeler, imaretler vs. gibi dinî ve sosyal kurumlar inşa edilmiştir. Bu kurumlar sayesinde, İslâmlaşma faaliyetlerinin alt yapısı hazırlanmış ve daha sistemli bir şekilde gerçekleştirilmesi düşünülmüştür. Bu kurumlardan özellikle tekke ve zaviyeler, mutasavvıf, şeyh, derviş, alp erenler (Horasan erenleri) tarafından bir merkez olarak kullanılmak suretiyle, Anadolu’nun İslâmlaşması sağlanmıştır.
Üçüncüsü ise bilimsel faaliyetlerdir. Özellikle Anadolu’nun ilk bilimsel kurumları olan medreselerin Danişmendliler tarafından kurulmasıyla[2] buralardan çok sayıda bilim adamı yetişmiştir. Devletin kurucusu Danişmend Gazi’nin bilimsel çalışmalara çok önem vermesi ve bilim adamlarını himaye etmesi nedeniyle[3] Anadolu muhitinde ilk bilimsel faaliyetler Danişmend İli’nde başlamış[4] ve ilk bilimsel eserler yine bu bölgede yazılmıştır.[5] Bunun sonucunda ilmî ve kültürel seviye yükselmiş, ayrıca bir takım medenî ve dünyevî ihtiyaçlar karşılanmıştır.
İzlenen bütün bu politikalar sonucu Danişmendlilerin hakim olduğu Orta Anadolu Bölgesi (Danişmend İli) belli bir kültürel karakter kazanmış ve Anadolu’da ilk defa Türkleşen ve İslâmlaşan bölge olmuştur.[6]
B. Danişmend İli’ndeki Kültürel Yapılanma
“Danişmend İli” denilen Orta Anadolu’nun, Anadolu Türk tarihinde ayrı bir yeri vardır. Çünkü bu bölge, Malazgirt Zaferi’nden hemen sonra Anadolu’da kurulan ilk Türk devleti olan Danişmendlilerin kuruluş sahasıdır. Bundan dolayı, Malazgirt Zaferi sonrası ilk Türkleşme ve İslâmlaşma hareketi de Danişmend İli’nde başlamıştır. Ayrıca Danişmendlilerin takip ettikleri kültürel politikalar bu bölgede ayrı bir kültürel alt yapının oluşmasını sağlamıştır.
Danişmendliler, gazilerden oluşan ve gazilik ülküsüne bağlılık geleneğini ön plâna alan bir gaza devleti şeklinde ortaya çıkmıştı.[7] Onların bu gazilik mefkûresine bağlı olarak Anadolu’da cihad ve gazalarda bulundukları görülmektedir.
Danişmendlilerin, gazilik yanında Türk kültürüne ve Türkmencilik ülküsüne de büyük önem verdiği müşahede olunmaktadır. Onlar bu ülküyü kendi ülkelerinde de hakim kılmaya çalışmışlardır.[8] C. Cahen,[9] Anadolu Selçuklularının İran kültürünün etkisinde kalmalarına rağmen Danişmendlilerin kültürel yapısının kesinlikle bunlara benzemediğini ve tamamen farklı olduğunu ifade etmek suretiyle buna işaret etmiştir.
C. Anadolu’da İlk İlmî Faaliyetlerin Başlatılması
Anadolu’da ilmî faaliyetlerin ne zaman, kimler tarafından ve nasıl başladığı ile ilgili bir takım görüşler öne sürülmüşse de,[10] aslında Anadolu’daki ilk ilmî faaliyetlerin Danişmendliler tarafından, Danişmend İli’nde başlatıldığı anlaşılmaktadır. Bunun da başlıca nedeni, Danişmendli hükümdarların kültürel alt yapılarının kuvvetli olmasından kaynaklanmaktadır. Nitekim, Danişmend Ali Taylu ve oğlu Danişmend Gazi bilge kişiliği olan şahsiyetlerdi. Bu özelliklerinden dolayı onlara “danişmend” unvanı verilmiş ve gene bu yüzden kurdukları devlete de “Danişmendiye” Devleti denmiştir. Yukarıda belirtildiği gibi, Anadolu’da ilk medreseler XII. yüzyılın ilk yarısında, Danişmendli ülkesinde ve Danişmendliler tarafından kurulmuştur.[11]
- İlk Eser Telifi
Anadolu’da ilk ilmî faaliyetler meselesiyle beraber, burada te’lif edilen ilk eser konusu da gündeme gelmektedir. Şu andaki bilgilerimize göre Anadolu’da te’lif edilen ilk eser İbnü’l-Kemal İlyas b. Ahmed’in Keşfu’l-akabe adlı eseridir.[12] Bu eser, Kayseri Şehir Muhafızı olan İbnü’l-Kemal İlyas b. Ahmed tarafından, Malazgirt Zaferi’nden (464/1071) 25 yıl sonra Danişmend İli sınırları içindeki Kayseri’de te’lif edilmiş ve Danişmend Gazi’ye (ö. 498/1105) sunulmuştur. Böylece “sanıldığı gibi Anadolu’da ilmî ve edebî eserlerin, XII. asrın ikinci yarısında değil XI. asrın sonlarında” Danişmend ülkesinde ve onların himayesinde yazılmaya başladığı ortaya çıkmaktadır.[13]
- İlk Türkçe Eser Telifi
Bilindiği gibi Anadolu Selçukluları zamanında resmî dil Farsça idi. Bu nedenle Anadolu’da te’lif edilen eserlerin çoğunluğu Farsça olarak kaleme alınmıştır. Ayrıca Anadolu’da Arapça eserler de yazılmıştır. Ancak burada Türkçe eser yazma geleneğinin ne zaman, nerede ve kimler tarafından başlatıldığı konusunda farklı görüşler öne sürülmüştür.[14]
Araştırmalar göstermiştir ki, Anadolu’da bilinen ilk Türkçe eser Hakim Bereket’in kaleme aldığı Tuhfe-i Mübarizî[15] adlı tıp ilmine dair eserdir.[16] Hakim Bereket, bu eserinin önsözünde bildirdiğine göre, eserini önce Lubabü’n-nuhab adıyla Arapça olarak kaleme almış, bilahare Tuhfe-i Mübarizî adıyla Farsçaya çevirerek Emir Mübarizüddin Halifet Gazi’ye sunmuştur. Halîfet Gazi’nin bu eserini çok beğendiğini ve bu eserin Türkçe olması halinde çok daha değerli olacağını ifade etmesi üzerine, onu Türkçeye çevirdiğini ifade etmektedir.
Bilim adamlarını Türkçe eser yazmaya teşvik eden Halîfet Gazi, Danişmendlilerin yıkılışından sonra Anadolu Selçuklularının hizmetine giren Danişmendli emirlerinden idi. Anadolu Selçuklu Sultanı I. İzzüddin Keykâvus’un Sinop fethine katılmış (1214) ve Kuzey Sahilleri Komutanlığı’na atanmıştır. I. Alâüddin Keykubad Dönemi’nde ise Amasya valiliğine atanmış ve sultanın Gürcistan seferinde şehit olmuştur.[17]
Sonuç olarak Anadolu’da Türkçe eser yazma geleneği XIII. yüzyılın ikinci yarısında değil, bu yüzyılın başından itibaren Amasya’da (Danişmend İli’nde) ve Danişmendlilerin soyundan gelen Emir Mübarizüddin Halîfet Gazi tarafından başlatılmıştır.
- Felsefe ve Pozitif İlimlere (Tıp-Astronomi) Önem Verilmesi
Yukarıda Anadolu’da ilk ilmî faaliyetlerin Danişmend İli’nde ve Danişmendliler tarafından başlatıldığı ifade edilmişti. Bu amaçla Danişmendliler ülkesinde bir taraftan Anadolu’nun ilk medreseleri kurulurken, diğer taraftan da değişik yerlerden Anadolu’ya bir çok ilim ve fikir adamı celb edilmiş ve bunların ilmî faaliyetlerde bulunmalarına imkân sağlanmıştır.
Danişmend İli’ndeki bu ilmî faaliyetlerde belli başlı bir takım özellikler göze çarpmaktadır. Bu cümleden olarak felsefe, tıp ve astronomi gibi pozitif bilimlere büyük ilgi duyulduğu dikkat çekmektedir. “Selçuklular zamanında (Anadolu’da) teşekkül eden Türk-İslâm medeniyetinin ilk bir buçuk asrında felsefe ve pozitif ilimlere büyük bir ilgi duyulduğu dikkati çekmektedir. Bunun da en önemli sebebi, Anadolu’da kurulan ilk Türk devletleri yöneticilerinin ilim ve fikir adamlarını bu alana yönlendirmeleri ve müsbet ilimlerle mücehhez ilim adamlarını himaye edip, onların çalışmalarına imkân vermeleridir”.[18]
Harezm kültür muhitinden gelen Danişmend Ali Taylu, oğlu Danişmend Gazi’yi de aynen kendisi gibi Harezm ilmî geleneği ile yetiştirmiş olmalıdır. Danişmend Gazi’nin icraatları, babasından aldığı bu kültürel geleneğe göre hareket ettiğini göstermektedir. Bunun sonucunda İbnü’l-Kemal İlyas b. Ahmed tarafından Danişmend Gazi’ye hey’et (astronomi) ilmine dair olan Keşfu’l-akabe adlı eser sunulmuştur.[19] İbnü’l-Kemal, bu eserinde Danişmend Gazi’nin astronomi ve felsefeye ilgi duyduğunu belirterek: “O yüce zatı iltizam edenler çoğunlukla fazıl ve filozoflar (Hükema) dır. Dünyanın her yanından bilge kişiler o hazrete yöneldiler. Her biri ilmini yayması nisbetinde itibar görüp, o hazretin cömertlik denizinden paylarını aldılar”[20] demektedir. Bu ifadeden, Danişmend Gazi’nin Anadolu’da gerçekleştirdiği ilmî faaliyetlerin mahiyeti anlaşılmaktadır.
- Dinî İlimlerle İlgili Çalışmalar
Bilindiği gibi Anadolu’da Türkleşme ve İslâmlaşma hareketi, Malazgirt Zaferi’nden sonra ve Danişmendliler tarafından Danişmend İli’nde başlatılmıştı. Ancak buradaki İslâmlaşma hareketi daha ziyade tekke ve zaviyeler kullanılarak avama yönelik basit dinî bilgilerin öğretilmesi şeklinde olmalıdır. Çünkü daha çok göçebe, konar-göçer durumda olan Türkmenler dinî bilgi ve ihtiyaçlarını eren kişileri dinleyerek, örnek alarak karşılamaktaydılar. Yerleşik hayata geçtikten sonra okumaya ve te’lifata dayalı dinî bilgilerin, geniş halk kitlelerine sunulması hareketi kendini göstermektedir. Nitekim bu durumu XII. yüzyılın sonlarında Anadolu’ya gelen Ömer b. Muhammed b. Ali’nin: “Diyar-ı Rum’a (Anadolu) geldim. İnsanların astronomiye rağbet ettiklerini fakat dinî ilimlerden bîhaber olduklarını gördüm”[21] ifadesi açık bir şekilde ortaya koymaktadır.
Harezm kültür muhitinden olanların aklı ön plâna alan Mutezile Mezhebi’nin etkisiyle daha ziyade pozitif bilimlere önem verdikleri görülmektedir. Yukarıda Danişmend Gazi’nin Harezm ilmî geleneği ile yetiştiği ifade edilmişti. Nitekim Keşfu’l-akabe’de[22] “ehl-i’ukûl” olan ilim ve fikir adamlarının Danişmend Gazi’nin himayesine girdikleri ve bu ilim adamlarının çalışmalarına imkân verildiği anlaşılmaktadır. Ömer b. Muhammed b. Ali’nin yukarıdaki ifadesi de bunu teyit etmektedir.
Bütün bunlar göz önüne alındığında Anadolu’da pozitif bilimlere ait eserlerin telifi daha erken dönemlerde başlamıştır. Ancak aradan belli bir süre geçtikten sonra dinî eserler yazacak ilim adamlarının yetişmesiyle dinî ilimlerle ilgili eserler de yazılmaya başlanmıştır. Öyleyse, Anadolu’da dinî eserler yazma geleneğinin bilimsel eserler yazma geleneğinden daha sonra ortaya çıktığı sonucuna ulaşılmaktadır.
D. Melhemecilik (Menkabecilik-Mitolojik) Geleneği
Danişmend İli’ndeki kültürel yapılanmanın özelliklerinden birisi de bu bölgede melhemecilik geleneğinin yaygın olmasıdır. Menkabecilik, destan kültüründen gelen insanların vazgeçemeyeceği bir bilgilenme yoludur. Bu gelenek ile, dinî kahramanlar efsaneleşmektedir. Böylece bu dinî kahramanlara duyulan sevgi muhabbet zihinlere yerleştirilmeye çalışılmaktadır. Dinî şahsiyetler etrafında bir menkabe halesi oluşturulmuş ve onlar destanî-efsanevî bir kişiliğe dönüştürülmüş olmaktadır. Bu menkıbecilik geleneğinin Danişmend İli’nde bir kültürel anlayış, duyuş ve düşünüş şekline geldiği görülmektedir.
Bu anlayıştan dolayı daha XII. yüzyılda, burada da devletin kurucusu olan Danişmend Gazi’nin kahraman şahsiyeti ve gazaları Anadolu halkı arasında menkabevî rivayetler şeklinde ortaya çıkmış ve bunlar yayılmaya başlamıştır.[23] Danişmend Gazi yaptığı gazalarla halkın gönlünde taht kurunca, hemen ona da olağan üstü bir takım haller izafe edilmek suretiyle bir destan kahramanı haline getirilmiştir. Danişmend-nâme, yaklaşık bir buçuk asırlık bir sözlü aktarımdan sonra bu halk rivayetlerinin XIII. yüzyılın ortalarında Danişmend İli’nde derlenerek yazıya geçirilmesi sonucu ortaya çıkmıştır.
- Danişmend-nâme
Danişmend-nâme Anadolu’da destanî Türk edebiyatının ilk örneklerindendir. Bu destan, Anadolu’nun Türkleşmesi ve İslâmlaşmasında önemli bir rol oynayan Danişmendli Hanedanı hakkında ve özellikle Danişmend Gazi’nin şahsında ortaya koyduğu bir kahramanlıkları destanî bir dille anlatımıdır. Bu destan, Danişmend Gazi’nin gösterdiği kahramanlıkları, Anadolu’da Rum, Bizans, Haçlı ve Ermenilere karşı giriştikleri başarılı mücadeleleri, halkın inanç ve geleneklerine uygun olarak en güzel bir şekilde dile getirmiştir.[24]
Anadolu’nun Türkleşmesi ve İslâmlaşması, kalabalık gruplar halinde fethedilen topraklara gelip yerleşen Türklerin yaptıkları büyük mücadeleler sonucu gerçekleşmiştir. Yukarıda belirtildiği gibi, bu dönemde halkın muhayyilesinde derin izler bırakan bir çok kahramanlar ortaya çıkmıştır. Anadolu’da gaza ve fetihlerde bulunan halkın çok değer verdiği bu kahramanlar etrafında, onların olağanüstü fedakârlıklarını anlatan destanlar ve menkabeler üretilmiştir. Bu kahramanlara bir takım kerametler atfedilmiş, böylece bu kahramanlar halk arasında veli hüviyeti kazanmışlardır.[25]
Danişmend-nâme’nin Anadolu Selçuklu Sultanı II. İzzüddin Keykâvus[26] zamanında onun emri ile İbn Ala tarafından 642/1244-45 tarihinde telif edildiği tahmin edilmektedir. Danişmend-nâme’de bununla ilgili ifadelere de rastlanmaktadır.[27] Ancak bu nüsha günümüze gelmemiştir.[28]
Bugün elimizde bulunan Danişmend-nâme nüshaları Tokat Kalesi dizdarı Arif Ali tarafından İbn Ala’nın telif ettiği eser yeniden kaleme alınmak suretiyle meydana getirilmiştir. Ancak bunun 762/1360-61 tarihinde yani I. Murat Devri’nde yazıldığı öne sürülmüşse de[29] F. Köprülü başta olmak üzere[30] bütün araştırmacılar bu eserin II. Murat Dönemi’nde yazıldığını kabul etmişlerdir.[31]
Danişmend-nâme’nin üçüncü safhasını ise, XVI. yüzyıl Osmanlı tarihçilerinden Gelibolulu Mustafa Âlî’nin Mirkatü’l-cihad adlı eseri oluşturmaktadır. Mustafa Âlî, bu eserini Arif Ali’nin kaleme aldığı Danişmend-nâme’nin nüshalarından birini esas alarak yazmıştır. Nesir bölümünde dili ağırlaştırmış, nazım kısmını tamamen değiştirmiştir. Tarihçi olması nedeniyle de bazı olaylar ilâve etmiş ve eseri 17 meclis olarak tertip etmiştir. Bundan dolayı O. Turan[32] Mirkatü’l-cihad’ı “Danişmend-nâme’nin nüshalarından biri saymak doğru olur” demektedir.
- Dede Korkut Hikâyeleri
Türk tarih ve kültüründe Dede Korkut Hikâyelerinin de ayrı bir yeri ve önemi vardır. Uzun bir süre şifahî olarak varlığını sürdürdükten sonra yazıya geçirilmiş olan bu hikâyeler, aynı zamanda Türk dilinin de en güzel örneklerindendir. Yüzyıllarca halkın muhayyilesinden süzülerek geldiği için Türk içtimaî ve millî hayatının aynası niteliğindedir.[33]
Danişmend İli’ndeki kültürel yapının Danişmendlilerin yıkılışından sonra da devam etmesinden dolayı, bu bölgedeki melhemecilik geleneği de varlığını sürdürmüştür. Bu gelenek sonucu XIV. yüzyılda Dede Korkut Hikâyeleri Amasya yöresinde yani Danişmend İli’nde derlenmiştir. Dede Korkut Hikâyelerinin Timur’un önünden kaçarak Amasya dolaylarına yerleşen Türkmenler tarafından kaleme alındığı belirtilmektedir.[34] Danişmend İli’nin belirtilen kültürel yapısı göz önüne bulundurulduğunda buna hayret etmemek gerekir. Çünkü daha önce de Danişmend-nâme bu bölgede derlenmişti. Danişmendliler Dönemi’nde sözlü olarak yaşayan bu hikâyeler bu devletin yıkılışından sonra yani XIV. yüzyılda yazıya geçirilmiştir.[35]
II. Danişmendli Mimari Eserleri
Danişmendlilerin izledikleri kültür politikasının bir ayağı da onlar tarafından gerçekleştirilen imar faaliyetleridir. Bundan dolayı Danişmendli kültür tarihini ortaya koymak için onların takip ettikleri imar faaliyetlerinin de bilinmesi gerekmektedir. Çünkü onların önemli özelliklerinden birisi de ele geçirdikleri bölgelerde dinî, ilmî, kültürel ve sosyal kurumlara son derece önem vermiş olmalarıdır. Hatta Anadolu’daki ilk imar faaliyetleri de[36] gene Danişmend İli’nde başlamıştır. Nitekim bununla ilgili kaynaklarda bir takım bilgiler olduğu gibi, onlardan kalan cami, mescid, medrese, tekke-zaviye ve türbe vb. gibi mimarî eserlerin bazıları günümüze kadar gelmiştir. Özellikle Danişmendliler tarafından ele geçirilen Sivas, Tokat, Niksar, Amasya, Kayseri, Malatya vb. gibi şehirlerde birçok mimarî eserler inşa edilmiştir.
Aslında Danişmendlilerden kalan mimarî eserlerin bir kısmı, Anadolu’daki çeşitli mücadeleler sonucu şehirlerin tahrip edilmesi,[37] deprem, sel baskını ve yangınlar gibi bir takım doğal afetler sonucu günümüze kadar gelememiştir. Ayrıca Danişmendliler tarafından inşa edilen eserlerin bir kısmı da kendinden sonra gelenler tarafından (Anadolu Selçukluları gibi) yeniden inşa edilmiştir ki bu eserlerin ilk banileri Danişmendliler olmasına rağmen artık onlara değil de kendilerinden sonra gelenlere mal edilmektedir.
Danişmendlilerin imar hareketleri Danişmend Gazi Dönemi’nde başlamış[38] Emir Gazi,[39] Melik Muhammed[40] ve Yağıbasan[41] Dönemlerinde de sürdürülmüştür.
XII. yüzyıldaki Saltuklu, Artuklu, Mengücek ve Danişmendli Devri sanatlarının Anadolu Selçuklu Sanatı’nın bir hazırlık devresi olarak ortaya çıktığı[42] söylenebilir. İşte Danişmendliler tarafından inşa edilen sade ve gösterişsiz mimarî eserler bir bakıma Anadolu Türk mimarisinin doğuş yıllarının ürünleridir.[43] Yani Danişmendli sanatı Anadolu Selçuklu Sanatı’nın bir prototipi ve öncüsü niteliğindedir. Aslında Anadolu Türk sanatının Danişmendlileri de kapsayan ve XIII. yüzyılın ortalarına kadar devam eden dönem “bir arama, deneme ve hazmetme” dönemidir.[44] Danişmendli Devri sanatının Büyük Selçuklu Sanatı ile Anadolu Selçuklu Sanatı arasında bir köprü olduğu belirtilmektedir.
A. Ulu Camiler ve Camiler
Danişmendlilerin fethettikleri yerlerde ilk inşa ettikleri mimarî eserler daha ziyade dinî yapılardır.[45] Özellikle bunların başında Cuma namazlarını topluca kılınmasına imkân verecek ve adına Cami-i Kebir denilen Ulu Camiler gelmektedir.
Günümüze gelen Ulu Camilerden Sivas Ulu Camii,[46] Niksar Ulu Camii[47] ve Kayseri Ulu Camii’nin[48] kesin olarak Danişmendli eseri olduğu kabul edilmiştir. Ayrıca Malatya Ulu Camii[49] Elbistan Ulu Camii[50] Tokat Ulu Camii[51] ve Aksaray Ulu Camii’nin ilk önce Danişmendliler tarafından inşa edildiği bazı bilim adamları tarafından ifade edilmiştir.
Ancak Anadolu’da Ulu Cami geleneği Danişmendliler tarafından başlatıldığı göz önüne alındığında Danişmendlilerden kalan Ulu Camilerin sadece bunlarla sınırlı kalmaması gerekir. Çünkü Danişmendlilerin hakim olduğu Amasya, Çorum, Çankırı, Yozgat, Kastamonu gibi şehirlerde de Ulu Camiler bulunmaktadır. Ancak bunlar ilk durumları ile günümüze kadar gelmemiştir. Yani ilk defa Danişmendliler tarafından inşa edilen Ulu Camiler, bu şekilde kısmen veya tamamen tahrip olmuştur. Danişmendli topraklarını ele geçiren Anadolu Selçukluları, onlardan kalan bu Ulu Camileri yeniden inşa veya tamir etmişlerdir. Bu duruma işaret eden O. Aslanapa[52] XII. yüzyılda yapılan Danişmendli camilerinden hiç birinin orijinal şekilleriyle günümüze kadar gelmediğini belirtmektedir. Bu camilerin çoğunda sadece Anadolu Selçukluları Dönemi’ne ait tamir kitabelerinin günümüze gelmesi bunların Selçuklu eserleri olarak kabul edilmesine neden olmuştur.
Danişmendliler Anadolu’da hakim oldukları bölgelerde Ulu Camilerin dışında başka camiler de inşa etmişlerdir. Bunlardan Tokat Garipler Camii,[53] Amasya Şamlar (Küçük Ağa) Camii,[54] Niksar Cin Camii[55] ve Kayseri Kölük Camii[56] günümüze gelmiştir.
B. Medreseler
Anadolu’da ilk ilmî faaliyetleri başlatan Danişmendliler, ülkelerindeki bazı şehirlerde medreseler inşa etmişlerdir. Şu andaki bilgilerimize göre -eğer yapılmış olsa bile- Danişmend Gazi ve Emir Gazi Dönemlerinden kalan bir medrese veya bununla ilgili bir bilgiye rastlanılamamıştır. Buradan, ilk Danişmendli medreselerinin Melik Muhammed (1135-1143) ve Melik Yağıbasan (1143-1164) tarafından yaptırıldığı sonucu ortaya çıkmaktadır. Buna göre de, Anadolu’da ilk medreselerin XII. yüzyılın ortalarına doğru Danişmend İli’nde kurulduğu anlaşılmaktadır.[57] Danişmendliler tarafından inşa edilen bu medreselerden Niksar Yağıbasan Medresesi,[58] Tokat Yağıbasan (Çukur) Medresesi,[59] Kayseri Kölük Medresesi[60] ve Amasya Halîfet Gazi Medresesi[61] harap olsa da günümüze gelmiştir. Ancak Danişmendlilerin yaptığı Kayseri Melik Gazi Medresesi,[62] Niksar Hacı
Çıkrık Medresesi,[63] Niksar Darü’l-Hayr Medresesi, Zile Davunlu Medresesi, Malatya Zünnûn Medresesi ve Elbistan Candar Gazi Medresesi[64] günümüze kadar gelememişlerdir.
C. Türbeler
Danişmendliler Dönemi’nden kalan bir çok türbe de bulunmaktadır. Türbe olduklarından dolayı bunlara sahip çıkılmış ve çoğunluğu günümüze kadar gelmiştir. Bilindiği gibi Anadolu’da pek çok kahraman ve evliyanın türbeleri yatır olarak hâlâ ziyaret edilmektedir.[65] Danişmendlilerden kalan bu türbelerden Niksar Yağıbasan Türbesi dışında, Niksar Melik Ahmed Danişmend Gazi Türbesi,[66] Kayseri/Pınarbaşı Melik Gazi Türbesi,[67] Niksar Sungur Bey Türbesi,[68] Niksar Kulak Türbesi,[69] Niksar Hacı Çıkrık Türbesi,[70] Niksar Kırkkızlar Türbesi,[71] Amasya Halîfet Gazi Türbesi[72] günümüze ulaşmıştır.
Danişmendliler tarafından inşa edilmesine rağmen bir takım mimarî eserler günümüze kadar gelmemiştir. Ancak günümüze kadar gelemeyen bu eserlerin isimlerine bazı kaynaklarda rastlanmaktadır. İşte Danişmendlilerden kalmasına rağmen zamanımıza gelmeyen, ancak sadece isimleri tesbit edilebilen mimarî eserler: Niksar’da Sunguriye Zaviyesi[73] ve Mescidi;[74] Amasya’da Yağıbasan Hanı ve Danişmend Gazi Sarayı, Gümenek Ribatı; Gümüş’te Süleyman Ribatı; Kayseri’de Melik Gazi Medresesi, Sivas’ta Battal Gazi Mescidi, Yağıbasan Hankâhı[75] ve Zahirüddin İli Hanı[76] şeklinde sayılabilir.
III. Danişmendli Devlet Teşkilâtı
Danişmendli devlet teşkilatı ile ilgili kaynaklarda fazla bir bilgi yoktur. Ancak yine de eldeki yetersiz bilgiler değerlendirilerek ve Orta Çağ Türk-İslâm devletlerindeki devlet teşkilatı göz önünde bulundurularak bu konuda genel bir çerçevesi çizilmeye çalışılacaktır.
Danişmendliler bir gaza devleti niteliğinde ortaya çıkmıştır. Buna vurgu yapan P. Wittek[77] Danişmendlilerin sürekli olarak kendilerini gazi olarak görüp görevlerinin fetihler yapmak olduğunu ve bundan dolayı da onların “memleketlerinde hiçbir hakiki siyâsî teşkilât” kuramadıklarını öne sürmektedir.
Ancak Danişmendlilerin Anadolu’da takip ettikleri bir kültür politikalarının olduğunu ve bunun sonucunda onlar tarafından bölgelerine yerleştirdikleri bu kültürel yapının, Danişmend İli’nde Anadolu Selçukluları ve hatta Osmanlılar zamanında da devam ettiği göz önüne alınınca, bu fikre katılmak mümkün görünmemektedir. Çünkü daha devlet teşkilatını oluşturamamış bir devletin, Anadolu’nun kültür tarihine damgasını vuracak şekilde bir kültürel politika takip edebilmesi mümkün değildir. Ancak kaynak yetersizliği dolayısıyla Danişmendli devlet teşkilât yapısının bütün yönleriyle ortaya konulması mümkün olmamaktadır. Bununla beraber bazı mahdut bilgiler, bu devletin kendine mahsus bir siyasî yapısının mevcut olduğunu göstermektedir.
Danişmendli Devleti’nin başında Danişmend Gazi’nin soyundan gelen ve “Melik” unvanını kullanan hükümdarlar bulunuyordu.
Ayrıca Türk-İslâm devletlerinde bugünkü başbakan statüsünde olup merkez teşkilâtının yani yürütmenin başı olan ve devlet yönetiminde hükümdarın yardımcısı durumunda bulunan vezir vardı. Nitekim Danişmend-nâme’de bu konu ile ilgili şu bir bilgilere rastlanmaktadır. Burada Abbasî halifesinin Artuhî’yi Süleyman-şah’a vezir yaparak bunları Anadolu’ya gönderildiği[78] belirtilmektedir.
Vezirlikle ilgili ikinci bir bilgi de iki farklı biçimde Danişmend-nâme’yi esas alan Osmanlı müelliflerinin eserlerinde geçmektedir. Bunlardan XVI. yüzyıl müelliflerinden el-Cenâbî[79] ile, ondan yararlanan Müneccimbaşı[80] İltekin el-Artukî’nin Danişmend Gazi’nin ordu komutanı ve veziri olduğunu belirtmektedirler. XVII. yüzyıl müelliflerinden Hezarfen Hüseyin Efendi[81] ise babasından sonra yerine geçen oğlu Melik Gazi’nin kendisine akıllı ve bilgili bir kişi olan Halfet (Hılfat) b. İltekin’i vezir yaptığını belirttikten sonra bu Halfet’in babası olan İltekin’in de aynı zamanda Danişmend Gazi’nin veziri olduğunu da eklemektedir. Demek ki, Danişmend-nâme’de geçen bu karışık bilgilerden Danişmendlilerde vezirlik müessesesinin bulunduğu sonucuna varmak mümkündür.
Sınırları Sakarya’dan Malatya’ya kadar uzanan Danişmendli ülkesi vilâyetlerden oluşuyordu. Vilâyetlerin başında da vali veya vali statüsünde görevliler bulunuyordu. Bunlar bulundukları vilâyette devleti temsil ediyorlar ve vilâyetleri yönetiyorlardı. C. Cahen[82] Danişmendlilerin hızlı bir şekilde iskân faaliyetlerini gerçekleştirerek şehirler kurduklarını ve bunların başına da valiler atadıklarını ifade etmektedir. Yani Danişmend Gazi Dönemi’nden itibaren fethedilen bölgelere valiler gönderilmiştir. Çünkü Danişmend-nâme’de Danişmend Gazi’nin silâh arkadaşlarından her birine asker vererek bir bölgeye fetih için gönderdiği belirtilmektedir. Bunlardan Turasan, İstanbul’a doğru gönderilirken, Çavuldur Çaka da Karaman,[83] Emir Karatekin de Kastamonu taraflarına gönderilmiştir. Belli bölgelerin fethine memur edilen bu komutanların fethettikleri yerlerde kalıp burada emirlik (valilik) idarecilik yaptıkları görülmektedir ki, bunun temeli de eski Türk geleneğine dayanıyordu. Yani bu geleneğe göre fethedilen bölgelerin idaresi orasını fetheden kişiye veriliyordu. Bu komutanlardan Turasan adıyla bilinen kişi aslında Kapadokya Valisi Hasan Bey’dir. Hasan Bey Orta Anadolu bölgesinde yaptığı fetihler nedeniyle Danişmend Gazi tarafından Kayseri’ye vali olarak atanmış[84] ve Haçlılar ile yaptığı Ereğli’deki savaş sırasında şehit olmuştur. Demek ki Turasan (Tur-Hasan) bu Kayseri valisinin Danişmend-nâme’ye akseden destanî adıdır.[85]
Yine Süryanî Mihail[86] ise Melik Muhammed’in ölümü üzerine Malatya’ya karşı harekete geçen Aynüddevle’nin burada görev yapan bir vali ile ilişkilerine değinmişse de bu vali ile ilgili başka bir bilgi vermemiştir.
Bu örneklerden anlaşıldığı üzere günümüzdeki gibi Danişmendliler Dönemi’nde de şehirlerde görev yapan idareciler yani valiler bulunmaktadır. Bu valilerin atanmasında da daha ziyade o şehri fetheden kişiler tercih sebebi olmuştur.
Keşfu’l-akabe’nin müellifi olan ve Danişmendliler Dönemi’nde yaşayan İbnü’l-Kemal İlyas b. Ahmed, kendisinin Kayseri şehir muhafızı olduğunu ifade etmektedir.[87] Bundan hareketle bu kişinin o dönemde Kayseri Şahnesi (Şıhne) olduğu söylenebilir. Şahnelik bir anlamda askerî vali statüsündedir. Emrinde askerler bulunmakta olup şehrin güvenliğinden sorumludur.[88] Bir anlamda günümüzdeki Vali veya Emniyet Müdürü statüsünde olduğu söylenebilir. Bu müellifin eserini Danişmend Gazi’ye sunmuş olduğu düşünülecek olursa demek ki, Danişmend Gazi Dönemi’nde Danişmendli şehirlerinde oranın güvenliğinden sorumlu askerî valilerin görev yaptığı anlaşılmaktadır.
Devlet teşkilâtındaki önemli bir birim de adliye teşkilâtıdır. Bu teşkilatın başında ise çeşitli zamanlara veya devletlere göre Emir-i Dâd[89] veya Kadı’l-kudat vs. gibi değişik adlar alan ve merkezde bulunan bir görevli bulunuyordu. Türk-İslâm devletlerinde adliye teşkilâtının taşradaki temsilcileri kadılardır. Kadılar vilâyetlerde ve kazalarda[90] bulunuyorlar ve şer‘î ve örfî hukuka göre davalara bakıyorlardı.
Danişmendli adlî teşkilâtı ile ilgili bilgiler kaynaklara yansımamıştır. Ancak Danişmend-nâme’de Danişmend Gazi’nin fethettiği Gümenek,[91] Çankırı[92] ve Amasya’ya[93] kadılar atandığı ifade edilmekte ve ayrıca orduda da kadıların bulunduğu[94] belirtilmektedir. Ancak bunlarla ilgili başka bir bilgi verilmemiştir.
Danişmendli kadılarından şu anda sadece birisiyle ilgili bazı bilgiler vardır. Bu da Danişmendliler Dönemi’nde Kayseri’nin ilk kadısı olarak görev yapan Abdülmecid b. İsmail el-Herevî[95] (ö. 537/1142) adlı bir kişidir. Danişmendli hükümdarlarından Melik Muhammed aynı zamanda bir Türk-İslâm alimi ve Hanefî hukukçusu olan el Herevî’yi Anadolu’ya celb etmiştir. Herevî daha sonra Kayseri kadılığına atanmıştır. Danişmendliler Dönemi’nde bilinen ilk Kayseri Kadısı el-Herevî’dir.[96] Melik Muhammed Dönemi’nde Kayseri, Danişmendlilerin başkenti olduğu ve el-Herevî de buranın kadısı bulunduğu düşünülürse, onun aynı zamanda Kadı’l-kudât yani başkadı olduğu sonucu çıkarılabilir.
Cevat Hakkı Tarım[97] Anadolu’ya ne zaman geldiği bilinemeyen Baba İlyas’ın Danişmendliler zamanında Kayseri’de bir müddet kadılık yaptığını öne sürmektedir. C. H. Tarım’ın kaynak göstermeden verdiği bu bilgi esas alındığında, Kayseri’de Danişmendliler zamanında kadılık yapan bir ikinci kişi daha tesbit edilmiş olmaktadır.
Danişmendlilerin ilk zamanlarında devlet yönetim geleneğinin aşiretin sözlü kanunlarına dayandığı öne sürülebilir. Bu da daha ziyade örfî hukuk denilen gelenek ve göreneklere yani töreye dayanıyordu. Ancak devlet kurumsallaştıktan sonra örfî hukukun yanında şer‘î hukuka göre de yargılamalar yapılmış olmalıdır. Hatta Süryanî Mihail’in bir kaydına göre Melik Muhammed Dönemi’nde belki tamamen şer‘i hukuka geçiş sağlanmıştır. Çünkü Süryanî Mihail[98] Melik Muhammed’in hükümdar olunca İslâmî kanunları uygulamaya koyduğunu belirtmektedir.
Devlet teşkilâtı içindeki bir diğer önemli birim de askerî teşkilâttır. Ancak, Danişmend-nâme dışındaki diğer kaynaklarda Danişmendli askerî teşkilâtı ile ilgili bilgilere pek rastlanmamaktadır. Bu eserde ise, Danişmendli askerî teşkilâtından daha ziyade Danişmend Gazi ve arkadaşlarının gazaları çok ayrıntılı, menkabevî ve destanî bir tarzda anlatılmaktadır. Onların düşmanlarla yaptıkları mücadeleler ifade edilirken, satır aralarında Danişmendli ordusuyla ilgili diğer kaynaklarda geçmeyen ve teyit edilmesi de mümkün olmayan birtakım bilgiler verilmiştir. Bundan dolayı Danişmend- nâme’deki bilgilerden hareketle Danişmendli askerî teşkilâtını ortaya koyabilmek mümkün değildir.
Danişmendlilerin başlangıçta kurumsallaşmamış olsa bile, geleneksel bir askerî teşkilâta sahip oldukları söylenebilmektedir. Savaş zamanında ülkede eli silâh tutan herkes asker olabilmekte ve halk devletin askerî gücünü oluşturmaktaydı.
Danişmend-nâme’de verilen bilgilere göre Danişmendli ordusunun hemen hemen tamamı atlı askerlerden oluşuyordu.[99] Ayrıca ordunun içinde öncü ve artçı birlikler olduğu gibi özellikle akıncı birlikler de bulunuyordu. Bunlar aynen Osmanlılarda olduğu gibi, son derece hızlı hareket eden seçme askerlerden oluşuyordu. Düşman topraklarına girerek ilk darbeyi bunlar vuruyorlardı. Yani bir bakıma düşmana korku salmak, onu yıldırmak ve yıpratmak için birtakım akınlarda bulunuyorlardı. Danişmend-nâme’de[100] Turasan Kara Doğan Çavuldur ve Hasan komutasındaki akıncı kuvvetlerinin Kayseri’den İstanbul’a kadar olan şehirlere akınlar yaparak buraları tahrip ettikleri ifade edilmektedir.
Ordunun başkomutanı Danişmendli hükümdarları idi. Ancak bazı önemli ordu komutanları da bulunmaktadır Nitekim Danişmend-nâme’de Danişmend Gazi’nin silâh arkadaşları olarak Turasan, Çavuldur, Çaka, Kara Doğan, Hasan b. Meşiyya, Eyyüb b. Yunus, Artuhî, gibi önde gelen silâh arkadaşlarından söz edilmektedir.[101] Ayrıca orduda savaşan Efrumiyye[102] adlı bir kadın savaşçının da bulunduğu belirtilmektedir.
Yine Danişmend-nâme’nin pek çok yerinde Danişmendli ordusunun ve özellikle bunların içinde Danişmend Gazi, Artuhî ve Efrumiyye’nin savaşlarda gösterdikleri kahramanlıklar gayet mübalağalı ve menkıbevî bir şekilde anlatılmakta, Danişmendli ordusunun her zaman kendisinden kat kat üstün olan düşmanlarına karşı zaferler kazandığı ifade edilmektedir.
Düşmanlarıyla karşılaşan Danişmend Gazi önce onları İslâm’a davet etmekte,[103] kabul etmeleri durumunda onlarla savaşmamaktadır. Ancak onun bu teklifi kabul edilmeyince iki ordu arasında savaşı kızıştırmak için mübareze usulü, yani teke tek düello yapılmaktadır. Bu teke tek mücadelelerde ise daha ziyade Danişmend Gazi, Artuhî veya Efrumiyye ortaya çıkararak düşmana meydan okumakta ve kendileriyle savaşacak kişilerin karşılarına çıkmalarını istemektedirler.[104]
Teslim olup aman dileyenlerin canları bağışlanmaktadır. Danişmend-nâme’ye[105] göre Amasya’yı fetheden Danişmend Gazi aman dileyen şehir halkına dokunmamıştır.
Danişmendli Devleti’nin yıkılışından sonra da Anadolu Selçuklularının hizmetine giren Danişmendli emir ve komutanlar askerî faaliyetlerini devam ettirmiştir. Bunlardan Halifet Gazi, Anadolu Selçuklu ordusunun bir çok seferine katılarak komutan sıfatıyla önemli görevler ifa etmiştir.
Anadolu Selçuklu sultanlarından Gıyasüddin Keyhüsrev’in Ege seferi ile I. Alâüddin Keykubad’ın Kayseri muhasarasında Danişmendli emir ve komutanlar da bulunuyordu
Selçuk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi / Türkiye
Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 8 Sayfa: 62-71