Anıt geleneği, Türk kültüründe, başlangıcından beri varolmuştur. Anıt önceleri bir dikili taş, yerleşik hayata geçildikten sonra, genellikle türbe, camii, gibi bir yapıdır. 19. yüzyıl sonlarından itibaren ise Osmanlı kentlerinde bir sütun ya da mimarî kuruluş niteliğinde anıtlar da görülmeye başlanmıştır. Anıt heykeller ise Cumhuriyet döneminin anıtlarıdır. Anıt heykel kent içinde, park, meydan, cadde, sokak gibi kamuya açık alanlarda yer alan, bir olayın ya da kişinin anısını geleceğe aktarmak üzere meydana getirilen simge niteliğinde, büyük boyutlu yapılardır.[1] Ülkelerin siyasal ya da toplumsal yaşamlarında meydana gelen değişiklikler anıt heykellerin işlev ve biçimine de yansıyabilmektedir.
Kamuya açık alanlara heykel dikme geleneği Yunan uygarlığının klâsik döneminde başlamıştır. Bunlar dinî, sosyal ya da politik işlevi olan objelerdir.[2] Roma döneminde ise imparatoru onurlandırmak, imparatorun politik kimliğini ve gücünü halka duyumsatmak amacıyla anıt heykeller dikilmiştir. Bu gelenek, Avrupa’da yüzyıllar boyunca aynı işlevi taşıyarak devam etmiştir. Türkiye’deki anıt heykel uygulamaları ise Cumhuriyet döneminde görülmeye başlanmıştır. Anıt heykeller, gerek yer aldıkları mekanlar, gerekse eser türü olarak çağdaş sembollerdir ve ulusal bilincin yaratılması sürecine denk düşmektedir. Cumhuriyetin kurucusu Atatürk, bu anıtların ana konusunu oluşturmaktadır. Bu anıtlar, Atatürk’ü ölümsüzleştirmek, Kurtuluş Savaşı’nın anısını gelecek kuşaklara aktarmak amacıyla yapılmıştır. Bununla birlikte, Cumhuriyet’in erken dönemlerinde ulus bilincini pekiştirmede de görsel eğitim aracı olarak kullanılacaktır.
Türk sanatının kökleri Orta Asya Türk Kavimlerine kadar dayanmaktadır. Göktürk Hakanı Kültigin’in portresi, bir kahramanın mağlup ettiği düşmanı simgeleyen Balballar gibi yontu örnekleri, Orhun Kitabeleri, bu kavimlerden günümüze kalan anıtlar arasındadır.[3] Türkler, daha sonraki yüzyıllarda, Selçuklu Sultanları ve Osmanlı İmparatorları’nın egemenliğinde, Anadolu’da varlıklarını sürdürmüşler ve İslâm dinini kabul etmişlerdir. Selçuklu döneminde mimarî dekorasyonda figürlü kabartmalara rastlanmaktadır. Bu figürlü tasvirler süsleme ögesi olmakla birlikte sembolik anlamlar taşırlar. Niğde Alaeddin Camii’ndeki aslan başı şeklindeki su oluğu (1223), Diyarbakır Ulu Camii portalindeki aslan boğa mücadelesi konulu kabartma (1177-1185) ve Kayseri İç Kalesi’ndeki aslan figürü (1224) örnek verilebilir.[4] Selçuklu döneminde, mezar sahibinin bağdaş kurmuş ya da taht üzerinde oturur biçimde betimlendiği mezar taşları mevcuttur. Konya, İnce Minareli Medrese Müzesi’nde insan tasvirli mezar taşları da yer almaktadır. Bu örnekler, Türklerin Anadolu’ya gelmeden önceki inanç ve kültürlerinin yansıması olarak görülebilir. İslâm inanışının etkisiyle yontu sanatı gelişme gösterememiştir.[5] Özellikle 14. yüzyıldan sonra yok denebilecek kadar azalmıştır. Osmanlı döneminde mimarî dekorasyonda ve mezar taşlarında soyut bir anlatım dili kullanan taş işçiliğine dönüşmüştür. Geometrik ve bitkisel motifler, alçak kabartma olarak mimarî yüzeylerde kullanılmıştır.[6]
Cumhuriyet dönemine kadarki Türk sanatı tarihine bakılacak olursa; anıt işlevi, cami, türbe, medrese, saray gibi yapılara yüklenmiştir. Osmanlı İmparatorluğu’nda batılılaşma dönemi ile birlikte, meydan çeşmeleri, bunların yer aldığı meydanımsı kent mekanları, karakol ve hastane binaları gibi yeni yapı tipleri, dönemin sosyo-kültürel yapısındaki değişikliğin kamuya yansıyan yanı olarak ortaya çıkmaktadır.
Batı alanındaki heykel sanatının uygulamaya başlaması ancak, 1883 yılında Sanayi-i Nefise Mekteb-i Alisi’nin kuruluşu ile olmuştur. Okulun Heykel Bölümünde verilen eğitim sonucunda ortaya çıkan çalışmalardan bir kısmı, bugün Mimar Sinan Üniversitesi Resim ve Heykel Müzesi’nde bulunmaktadır. Bu heykeller, natüralist üslupta, küçük boyutlu büst ve heykellerdir. Bununla birlikte, 1883 öncesi saray çevresinde heykele ilişkin bazı girişimler yok değildir. Kanuni Sultan Süleyman’la birlikte Mohaç seferine (526) katılan Sadrazam İbrahim Paşa, Budapeşte’den dönüşte, orada görüp beğendiği birkaç heykeli beraberinde İstanbul’a getirmiştir. Heykelleri Sultanahmet’teki sarayına koydurmuştur.[7] Sanayi-i Nefise öncesi diğer bir girişim de Sultan Abdülaziz’in, ilk kez sipariş yoluyla kendi heykelini yaptırtmasıdır. Abdülaziz maiyetiyle birlikte Avrupa’ya bir gezi düzenlemiştir. Belki de Fransa’nın çeşitli kentlerinde görmüş olduğu imparator heykellerinden etkilenerek, 1871 yılında C. F. Fuller adlı İngiliz sanatçıya, bir büstünü ve at üstünde heykelini yaptırmıştır. (Resim 1). Bizzat poz vererek yaptırdığı bu heykeli sarayının bahçesine koydurmuştur.[8] Çeşitli dönemlerde yer değiştiren heykel bugün yine Beylerbeyi Sarayı’nda sergilenmektedir. Büst ise Topkapı Sarayı Müzesi’nde korunmaktadır.
19. yüzyılda bir başka girişim de II. Abdülhamid (1876-1909) döneminde görülmektedir. Sultanın isteği üzerine, İstanbul’u çağdaşlaştırmak amacıyla, kentin bazı alanlarını kapsayan bir plânlama çalışması yapılmıştır. Üretilen projelerden biri de Beyazıt Meydanı’na yöneliktir. Proje, Paris Belediyesi, mimarlık bölümü başmüfettişi Joseph Antoine Bouvard tarafından tasarlanmıştır. Bouvard bu tasarımı, İstanbul’u görmeden gerçekleştirmiştir. Galata Köprüsü’nün üzerinde aydınlatma elemanlarıyla birlikte heykeller vardır. Taslak olarak kalmış, çeşitli nedenlerle proje niteliği kazanamamış dolayısıyla uygulanamamıştır. Osmanlı yöneticilerinin projeye olumlu yaklaştıklarından hatta beğendiklerinden söz edilmektedir.[9] 19. yüzyılda rastlanan bir uygulama da, köşklerin bahçelerinde dekoratif amaçlı olarak kullanılan küçük boyutlu heykellerdir. Bu ise Osmanlı kültürüne, yaşamına batı etkilerinin yansımasının sonucudur. Bahçe heykellerinin konularını geyik, boğa, aslan gibi hayvanlar oluşturmaktadır. Anıtsal boyutta değildirler.[10] Özel mekanlarda yer alan, bu hayvan figürlü dekoratif heykellerin öncüsü olduğunu düşünmek güçtür. Yukarıda sözü edilen yenilikçi girişimler bir geleneğin başlangıcı olmadığı gibi heykelin kamuya açık alanlarda sergilenmesine olanak sağlamıştır.
Yirminci yüzyıl ilk çeyreğinde, İstanbul ve diğer kentlerde anıtlar görülmeye başlanmıştır. İstanbul’da, 31 Mart Olayı anısına dikilen Abide-i Hürriyet Anıtı (1909-1911) ve Konya Ziraat Anıtı bu dönemin örneklerindendir. Konya’da Ziraat Anıtı olarak dikilen bu anıt, Cumhuriyet Dönemi’nde Atatürk heykelinin kaidesi olarak kullanılmıştır. Her iki anıt da Mimar Muzaffer Bey tarafından, dönemin mimarlık anlayışı olan, I. Ulusal Mimarlık Üslubunda tasarlanmıştır.[11] Ne var ki, bu anıtlar figür içermemektedir. Tümüyle mimarî elemanlarla kurulmuştur. Cumhuriyet dönemi ile birlikte anıt kavramı yeni bir boyut kazanmış, mimarinin yanı sıra anıt heykeller de kent mekanlarına yerleştirilmiştir. Böylece artık mimariden başka, o güne dek kamusal alanlarda görülmeyen, anıtsal boyutlarda bir sanat dalı, heykel, yeni bir simge olarak seçilmiştir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, bu uygulama ile resmî kültür politikası ve ideolojisine de uygun olarak; çağdaşlığın sembolü olan, uygar toplumların anıtlarına benzeyen ve ulusal bilinci pekiştirmeye yarayacak anıt heykellerin toplumun günlük yaşamına girmesini sağlamış oluyordu.
1914-1918 yılları arasında Sivas’tan Erzurum’a giden yol üzerinde, Hafik-Zara arasında, ilk Osmanlı Beyi Kara Osman Bey anısına bir figürlü anıt diktirilmiştir. Anıtın dikilmesinde, dönemin Sivas Valisi Muammer Bey rol oynamıştır. Kendisine Zara kaymakamı Nabi Bey yardımcı olmuştur. Bu anıt yaklaşık 8-10 m. yükseldiğinde bir sütun üzerinde, Osman Bey’in portresinden oluşmaktadır. Anıtın açılışı Sivas Müftüsü Rauf Efendi tarafından yapılmıştır. O dönem için, tek örnek olarak kalan bu anıt, 1936 senesinde dönemin Sivas Valisi Nazmi Toker tarafından yıktırılmıştır.[12]
Cumhuriyet’in ilk yıllarında anıt heykeller bu alanda deneyimli heykeltraş olmadığı ve teknik alt kadro bulunmadığı gerekçesiyle yabancı sanatçılara sipariş edilmiştir. Cumhuriyet Türkiyesi’nde, ilk anıt heykel İstanbul, Sarayburnu Parkı’na dikilmiştir (Resim 2). Belediye Başkanı Emin Bey’in önerisi, Belediye Meclisi tarafından kabul edilerek buraya bir Atatürk heykeli dikilmesine karar verilir. Avusturyalı heykeltraş Heinrich Krippel’e sipariş edilmiştir. Dökümü Viyana’da yapılan heykelin kaide inşaatı 25 Ağustos 1925 yılında temel atma töreni ile başlamıştır. Anıt heykelin açılış töreni 3 Ekim 1926 tarihinde yapılmıştır.[13] Bu anıtta Atatürk sivil giysiler içinde, bürokrat kimliğiyle betimlenmiştir. İlk anıt heykelin Osmanlı İmparatorluğu’nun başkenti İstanbul’a ve Topkapı Sarayı’nın karşısına denk gelen bir noktaya dikilmesi dikkat çekicidir. Sarayburnu, Atatürk Anıtı, yeni siyasal rejimi ve yeni yaşam biçimini simgeliyor gibi görünmektedir.
Bunu, Başkent Ankara’da dikilen anıt heykeller izler. 24 Kasım 1927 tarihinde açılış töreni yapılan Ulus Meydanı, Atlı Atatürk Anıtı, Avusturyalı heykeltraş Heinrich Krippel’in imzasını taşımaktadır. Anıtın yapılması fikri Yenigün Gazetesi tarafından öne sürülmüş, Ankaralılar tarafından da benimsenmiştir.[14] Dökümü Viyana’da yapılarak Türkiye’ye getirilen bronz heykelde Atatürk meşhur Sakarya adlı atının üzerinde Asker giysileri içinde betimlenmiştir. Kaidenin ön kısmında, iki uçta birer Türk askeri figürü ve arka kısmında ortada mermi taşıyan bir Türk kadını figürü yer almıştır. Bu figürler, sivil halkın ve Türk askerinin, Kurtuluş Savaşı’nda, birlikte verdiği mücadeleyi simgelemektedir. Kaidenin üzerinde yer alan kabartmalarda da Kurtuluş Savaşı ve zaferinin kazanılması konuları işlenmiştir. Ulus Meydanı, Atlı Atatürk Anıtı Yenişehir ve Çankaya’ya uzanan aks üzerindedir. Geriye bakıldığında eski Ankara görülmektedir. Dolayısıyla, yeni ve eski Ankara’yı birleştiren bir noktaya yerleştirildiği söylenebilir. Ancak sonraki bir dönemde Anıtın yeri değiştirilerek daha geriye çekilmiştir. Cumhuriyet’in ilk yıllarında Başkent Ankara’ya iki anıt heykel daha dikilmiştir. Bunlardan biri Etnoğrafya Müzesi Önü, Atlı Atatürk anıtı, diğeri Zafer Alanı, Atatürk Anıtıdır. Her iki anıt da 1927 tarihlidir ve sanatçısı heykeltraş Pietro Canonica’dır. Heykeltraş, Türkiye ve Atatürk’e ilişkin anılarında, bu anıtlar için Atatürk’ün kendisine poz verdiğinden söz etmektedir.[15]
Pietro Canonica’nın tasarladığı bir diğer Anıt heykel İstanbul, Taksim Meydanı, Cumhuriyet Anıtı’dır. (Resim 3). Cumhuriyet dönemi anıt heykellerinden bir bölümü Cumhuriyet kentlerini çağdaş kentlere dönüştürmek üzere tasarlanan park, meydan gibi kent mekanlarını süslerken bir kısmı, yine çevresinde bir meydan düzenlemesine gidilerek, tarihî önemi olan alanlara dikilmiştir. Taksim Meydanı bu anlamda önem taşımaktadır. Osmanlı kentlerinde meydan anlayışı yoktur. Mahallenin merkezini cami ve onu çevreleyen yapılar, külliyeler oluştururdu. Cumhuriyet kentleri oluşturulurken, çağdaş kent anlayışına uygun olarak kamusal açık alanların varlığına özen gösterildi. İstanbul, yüzyıllar boyunca iskan edilmiş bir kentti. Taksim’de Cumhuriyet Anıtı dikilmeden önce bir meydan düzenlemesine gidildi. Cumhuriyet Anıtı, İstanbul, Taksim Meydanı’nda yer almaktadır. Bu alan, Cumhuriyet Anıtı dikilmeden önce meydan özelliği taşımıyordu. 1925-1926 yıllarında Taksim Çesmesi ve Taksim Sarnıcı önünde, İstiklal Caddesi, Pangaltı, Gümüşsuyu ve Sıraselvilere uzanan yolların birleşmesiyle oluşan bir açıklık vardı. Anıtın Taksim’e dikilmesine karar verilmesiyle birlikte burada meydan ve çevre düzenlemesine gidilmiştir. Anıtın kaidesi ve çevre düzenlemesini mimar Mongeri yapmıştır. Anıtın dikilmesinden sonraki yıllarda da bu alanın düzenlemesi işiyle sıklıkla uğraşılmıştır. Lütfü Kırdar’ın Belediye Başkanlığı döneminde, 1940 yılında şehirci mimar Prost’un düzenleme projesi çerçevesinde, Taksim kışlası yıktırılarak kazanılan alanın bir kısmı anıtın da içinde bulunduğu meydana katılmıştır. Böylece Cumhuriyet Anıtı ile Taksim Meydanı bir tören alanı özelliği kazanmıştır.[16] Anıtın yapımına, İstanbul Belediyesi önayak olmuş ve Belediye bünyesinde kurulan “Abide yaptırma Komisyonu” 1925 yılında karar vermiştir. İstanbul halkı ve esnafı anıtın yapımı için parasal destek sağlamıştır. Anıtın yapımı iki buçuk yıl sürmüş, açılış töreni 9 Ağustos 1928 tarihinde yapılmıştır.
1935 tarihli Güven Anıtı ise dikildiği alanla birlikte düşünülmesi açısından özellik taşır. Avusturyalı mimar Clemens Holzmeister yeni rejimin ihtiyaçlarını karşılayacak kamu kurumlarının binalarını ve bu kurumlarda çalışan memurların oturacağı konutları, içinde bulunacakları çevreyle birlikte plânlarken bugün Kızılay Meydanı olarak anılan meydanın bir köşesinde de bir park öngörmüştü. Halkın vakit geçireceği, dinleneceği bu parkta bir anıt yükselmesini öneren de Holzmeister olmuştur.[17] Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki bu uygulama, 1950’li yıllara kadar, büyük küçük tüm kentlerde çevre düzenlemesine kaynaklık etti. Anıt heykelin içinde bulunduğu, iki tip çevre düzenlemesi söz konusudur. Bunlardan biri de, kentin anayollarının kesiştiği noktada veya tek bir ana cadde varsa bunun üzerinde bir Cumhuriyet Meydanı ve meydanın ortasında Atatürk heykeli yer alıyordu. Diğerinde, heykel, valilik, belediye binası ya da kaymakamlık binasının önünde, yanında veya yakınında bir parka dikiliyordu. Bu park, geometrik düzenli tarhlarla çevrili küçük bir alan idi.[18]
Ulusal Kurtuluş Savaşı sürecinde güçlenen milliyetçilik duyguları, Cumhuriyet ideolojisinin de temel taşlarından biridir. Cumhuriyet felsefesi çağdaş bir ulusal devlet yaratma üzerine kurulmuştur. Bu hedef doğrultusunda ortaya konan hükümet programlarında kültür ve sanat geniş bir yer tutmaktadır. Sanat, devrimin geniş kitlelere yayılmasında ve Türk toplumu için yeni bir kimlik olan ulusal bilincin yaratılmasına yönelik olarak kullanılacak eğitim araçlarından biri olarak görülüyordu. Kentlerde kamusal açık alanların oluşturulması ve bu alanlara dikilen anıt heykeller de bir bakıma bu düşüncenin uzantısıydı.
Bir yandan, yabancı sanatçıların anıt heykel faaliyetleri sürerken öte yandan, anıtların yabancı heykeltraşlara sipariş verilmesi ve yabancı heykeltraşların uygulamaları tartışma konusu olmuştur. Bu tartışmalarda, yabancı heykeltraşlar tarafından yapılan anıtlar hem plastik değerlerinin doğru olmadığı yönünde eleştiriliyor hem de bu alanda Türk heykeltraşların eser vermesi gerekliliği üzerinde duruluyordu. 1930’lu yıllar ulusal sanat tartışmalarının gündeme geldiği yıllardır. Bu bağlamda, yalnızca Türk heykeltraşların yapacağı anıtların ulusal olabileceği savı ortaya atılmıştır. Akademi Müdürü Namık İsmail, İzmir Atlı Atatürk Anıtı’nın denetleme komisyonu üyelerinden heykeltraş İhsan Özsoy, ressam Nurullah Berk gibi isimlerin dönemin gazete ve dergilerine verdikleri beyanatlara bakıldığında “Türk heykeltraşların yaptığı abidelerin millî olacağı” noktasında birleştikleri görülmektedir. Kenan Yontunç, artık Türk heykeltraşlarının da yetiştiğine ve anıt heykel yapabilecek bir bilgiye sahip olduklarına Atatürk’ün dikkatini çekmiştir.[19] Atatürk’ün direktifi ve bu konuda yaratılan kamuoyu sayesinde, kısa sürede Türk heykeltraşlar da bu alanda çalışmaya başlamışlardır. Tekirdağ (1929), Amasya (1929) illerine dikilen anıt heykeller bir Türk heykeltraş tarafından yapılan ilk örneklerdir. Her iki anıt da Kenan Yontuç’un eseridir. Sanatçı Türkiye’nin çeşitli illerinde on altı heykel uygulamıştır. Tekirdağ, Hükûmet Binası önünde yer alan Atatürk Anıtı, tekirdağ mermerinden yapılmıştır (Resim 4). Kaide ve heykelden oluşan anıtta Atatürk, sivil giysili olarak betimlenmiştir. Anıtın açılış töreni 26 Aralık 1929 tarihinde yapılmıştır.[20] Aynı yılın 29 Ekim günü açılış töreni gerçekleştirilen Amasya Atatürk anıtında ise Atatürk askerî giysileriyle betimlenmiştir. 2.20 m’lik bronz Atatürk figürünün kumandan ve yol gösterici Atatürk’ü simgelediği söylenebilir. Amasya Anıtı erken tarihli örneklerden biri olmasının yanı sıra tarihî önemi olan bir alana dikilmesiyle de dikkat çekmektedir. Atatürk halkla Ulusal Kurtuluş Savaşı ile ilgili görüşmeler yapmak üzere, 12 Haziran 1919 günü, Amasya’ya gelmiştir. Atatürk’ün bu ziyaret sırasında konakladığı binanın bulunduğu yere bir Atatürk anıtı dikilerek bu alan ölümsüzleştirilmiştir.
Erken Cumhuriyet Dönemi’nde, Atatürk konulu anıt heykellerle birlikte, Türk büyüklerini konu alan anıt heykeller de yapılmıştır. Atatürk, Cumhuriyet’in ilânından önce, 1922 yılında Bursa’da, Şark Sineması’nda halka hitaben yaptığı konuşma sırasında kendisine yöneltilen bir soruyu cevaplarken bu konuya değinmiştir:
“Anıtlardan söz açan arkadaşımızın amacı heykel olsa gerektir. Dünya’da uygarlığa ulaşmak, ilerlemek, gelişmek isteyen herhangi bir ulus ister istemez heykel yapacak ve heykelci yetiştirecektir. Anıtların şuraya buraya tarihsel anılar olarak dikilmesinin dine aykırı olduğunu ileri sürenler, şer’î hükümleri gereği gibi araştırıp incelememiş kimselerdir…
Aydın ve dindar ulusumuz ilerlemenin nedenlerinden biri olan heykelciliği en yüksek derecede ilerletecek ve yurdumuzun her köşesine atalarımızın ve bundan sonra yetişecek çocuklarımızın anılarını güzel heykellerle dünyaya ilân edecektir. Bu işe çoktan başlanmıştır. Söz gelişi Sivas’tan Erzurum’a giderken yol üzerinde güzel bir heykele rastlarsınız… Bir ulus ki resim yapmaz, bir ulus ki heykel yapmaz, bir ulus ki bilimin gerektirdiği şeyleri yapmaz; itiraf edelim ki o ulusun ilerleme yolunda yeri yoktur. Oysa ki bizim ulusumuz, gerçek nitelikleriyle uygarlığa erişmeye ve ilerlemeye layıktır, uygarlığa erişecektir ve ilerleyecektir.”[21]
İstanbul Beşiktaş, Barbaros Anıtı ve Nevşehir, Damat İbrahim Paşa Anıtı Türk büyüklerini konu alan anıt heykel örnekleridir. Zühtü Müridoğlu ve Ali Hadi Bara imzasını taşıyan, Barbaros Anıtı 1944 yılında, Barbaros Hayrettin Paşa’nın türbesinin karşısına dikilmiştir (Resim 6). Barbaros Hayrettin Paşa, Osmanlı Deniz tarihinde birçok zafere imzasını atmış tarihî bir kişiliktir.
Akdeniz’de hüküm süren bir korsan iken Kanuni Sultan Süleyman’a bağlılığını ilân ederek Osmanlı donanmasına katılmıştır. Akdeniz’de Osmanlı İmparatorluğu’nun başarı elde etmesinde rol oynamıştır. Anıtın kaidesi bir kalyonun baş tarafı biçimindedir. Barbaros bir adım önde, iki yanında Leventleri ile birlikte, dönemin giysileri içinde betimlenmiştir. Kaidenin yan yüzlerinde Barbaros’un yaşamından sahneler içeren bronz kabartma levhaları yer almaktadır. Osmanlı İmparatorluğu döneminde bir türbe ile ölümsüzleştirilmek istenen Barbaros Hayrettin Paşa, Cumhuriyet döneminde de bir anıt heykelle yarınlara taşınmaya çalışılmıştır. Nevşehir’de, anıtla aynı adı taşıyan parkta bulunan Damat İbrahim Paşa Anıtı bir diğer örnektir. Nevşehir doğumlu olan Osmanlı Sadrazamı İbrahim Paşa anısına 1946 yılında dikilmiştir. Anıt, Belediye tarafından Hakkı Atamulu’ya sipariş edilmek suretiyle yapılmıştır. Kaide ve bronz heykelden oluşan anıtta İbrahim Paşa sırtında kaftanı, başında kavuğu, bir elinde lale diğerinde zeytin dalı tutar şekilde ve ayakta betimlenmiştir. İbrahim Paşa, tarihte Lale Devrini açan kişi olarak bilinmektedir. Elinde tuttuğu lale ile bu devir ve onun yenilikçi yaklaşımları vurgulanmak istenmiştir.
Nijad Sirel, Ali Hadi Bara, Zühtü Müridoğlu, Sabiha Bengütaş, Ratip Aşir Acudoğu, Nusret Suman, Kenan Yontunç, Hakkı Atamulu, Cumhuriyet’in ilk yirmibeş yılında, anıt heykel alanında eser vermiş sanatçılardır. Türk heykeltraşlar, bütün imkansızlıklara ve alt yapı eksikliğine karşın büyük çabalarla tasarımlarını hayata geçiriyorlardı. Örneğin, Amasya Atatürk anıtı Denizcilik işletmeleri Genel Müdürlüğü’nün tersanesinde dökülmüştü. 1931 tarihli, Bursa Atatürk Anıtının modelajı ve bronz dökümü ise Mahir Tomruk’un katkısıyla Nijad Sirel tarafından İstanbul’da, Şişli’de bir atölyede yapılmıştır (Resim 5).[22] Sanatçıların eğitim gördükleri alanda ürün verebilmeleri, meslekî kimliklerini kazanmalarında rol oynamıştır. Bu da heykel sanatımız açısından bir kazanımdır. Yukarıda adı geçen heykeltraşlar anıt heykel çalışmalarının yanı sıra artistik çalışmalar da ortaya koymuştur. Bu kuşak ile Türk heykeli artık yansıtmacı anlayıştan sıyrılarak heykelin plastik sorunlarını esas alan araştırmalara yönelmiştir. 1950’lere gelindiğinde ise resim sanatına paralel olarak heykel de soyutlamalara ve soyut üslupta verilmiş eserlere rastlanmaktadır. Anıt heykeller, Türkiye’de geçmişi resimden daha yeni olan heykel sanatının, az sayıdaki sanatçısı ile kısa sürede çağdaş anlayışa doğru yelken açmasındaki etmenlerden biridir.
Atatürk’ün ölümünden sonra İsmet İnönü’nün Cumhurbaşkanı olmasının ardından İnönü anıtları yapılmaya başlanmıştır. İnönü anıtlarının sayısı sınırlıdır. Ancak anıt heykellerin iktidar değişikliklerini yansıttığı gerçeğini vurgulamaktadır. Rudolf Belling’e sipariş verilen İstanbul, Taksim Parkı, Atlı İnönü Anıtı ve Ankara Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, İnönü Anıtı bunlara örnek verilebilir. Taksim Parkı’nda bulunan Atlı İnönü Anıtı sanatçıya 1940 yılında sipariş edilmiştir. Anıtın kaidesi oldukça yüksektir ve kaidenin ön cephesinde sağ elinde defne dalı, yukarıya doğru kaldırdığı sol elinde bir meşale taşıyan genç erkek figürü yer almaktadır. 1943-1944 yıllarında tamamlanan heykel, Taksim’de Atatürk Anıtı olması nedeniyle, o dönemde yerine konulamamış, ancak 1982 sonrasında dikilebilmiştir. Ankara, Ziraat Fakültesi, İnönü Anıtı ise 1.50 m. yüksekliğinde bir kaideye oturmaktadır. Kaidenin üzerinde, İsmet İnönü takım elbiseli olarak, devlet adamı kimliğiyle tasvir edilmiştir. Kaidede, anıtın dikildiği yere uygun olarak, tarım konulu, bronz rölyefler yer almaktadır (Resim 8).
Alman heykeltraş Rudolf Belling, 1937 yılında Türkiye’ye gelmişti. Dönemin Almanya’sındaki siyasal yapı öncü sanatçılara ve çağdaş sanatlara uygulama ortamı sağlamıyordu. Birçok sanatçı ve bilim adamı bu baskı ortamından kaçarak özgür bir çalışma ortamı sağlayacak ülkelere kaçmışlardı. Belling de bu sanatçılardan biriydi. İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi’nde 1933 yılında gerçekleştirilen reform paralelinde, Heykel Bölümünü yeniden yapılandırmak, başkanlık ve eğitmenlik yapmak üzere görevlendirilmişti.[23] Sanatçı, Türkiye’de bulunduğu yıllarda eğitmenliğin yanı sıra artistik çalışmalar ve anıt heykeller de yapmıştır. Bununla birlikte üçüncü kuşak Türk heykeltraşlarından birçoğunun hocası olmuştur. Hakkı Atamulu, Hüseyin Özkan, Şadi Çalık, Hüseyin Gezer gibi anıt heykel alanında da çalışmış sanatçılar onun atölyesinde yetişmiştir. Hüseyin Gezer’in uyguladığı anıtlara Antalya Atatürk Anıtı (1964), Ankara, Hacettepe Üniversitesi, Atatürk Anıtı (1971), Türkiye Büyük Millet Meclisi Anıtı (1981), İstanbul, Fatih Anıtı (1985) örnek verilebilir. Hüseyin Gezer, anıtlarında, hareketli ve izleyicide coşku yaratacak, dinamik bir üslup kullanmıştır. Kaideyi anıtın heykel kısmını üzerinde taşıyan bir öge olmaktan çıkartarak heykelin plastik düzeni ile uyum sağlayan bir şekle sokmuştur. Diğer bir deyişle kaideyi heykele dahil etmiştir.[24] Bütün bunlar sanatçının anıt heykele kattığı özgün yorumlar ve getirdiği yeniliklerdir.
Rudolf Belling, Türk heykeline yalnızca eğitimci yönü ile katkıda bulunmakla kalmamış, Türk heykeltraşlarının uygulama yapabilmesi için de çaba harcamıştır. Belling, Anıtkabir’de yer alacak heykeller ve diğer dekorasyon ögelerinin saptanması işiyle ilgilenecek olan, 1950 yılında kurulan, komisyonun üyesiydi. Anıtkabirin heykel ve kabartmalarının Türk heykeltraşlar tarafından yapılması gerektiğini ısrarla vurgulayan ve bunu uygulamaya koyan da Belling olmuştur. Böylelikle Aslanlı yolun başındaki kadın ve erkek heykel grupları ile yoldaki aslan figürleri Hüseyin Özkan, Mozole merdivenlerinin sağ yanındaki Sakarya Meydan Savaşı Konulu kabartma İlhan Koman, Mozole merdivenlerinin sol yanındaki Başkumandanlık Meydan Savaşı kabartması Zühtü Müridoğlu, kulelerdeki kabartmalar ise Hakkı Atamulu ve Nusret Suman tarafından yapılmıştır.[25]
1981 yılında, Atatürk’ün yüzüncü doğum yıldönümü ülke çapında çeşitli etkinliklerle kutlanmıştır. Bu etkinlikleri organize etmek üzere kutlama komiteleri kurulmuştur. Komitelerin birçoğu aldığı, anıt heykel yaptırma kararını uygulamaya koymuştur. Dolayısıyla, 1981 yılı ve bunu takip eden birkaç yıl içinde, çok sayıda Atatürk konulu anıt heykel yaptırılmıştır. Oysa Erken Cumhuriyet döneminde uygulanan anıt heykeller çağdaşlığın görsel sembolü olarak seçilmişti ve ulusal bilinci pekiştirmek işlevini taşıyordu. Yakın geçmişte yaşanan Ulusal Kurtuluş Savaşı, Cumhuriyet’in ilânı gibi tarihî ve siyasal olayları ve tüm bunların fikir mimarı Mustafa Kemal Atatürk’ü anıtlaştırarak gelecek kuşaklara aktarmak fikri yatmaktadır. Bu anıtlar, kültür varlığı olarak korunurken günümüzde de çevresiyle uyumlu, çağdaş kent insanının ihtiyaçlarına cevap verebilecek, fonksiyonel anıtların tasarlanmasına olanak sağlayacak projeler geliştirilmelidir.
Anadolu Üniversitesi Edebiyat Fakültesi / Türkiye
Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt:18 Sayfa: 293- 298