1. Toprak Reformu ve Tarım Reformu Kavramları
geleneksel anlamda Toprak Reformu denilince, toprak mülkiyetinin belirli bir tavan sınırından yukarısının kamulaştrılarak, topraksız ya da az topraklı köylülere dağıtımı anlaşılırdı.[1]
Bugün ziraatte bünye bozukluklarının düzeltilmesi için alınan tedbirler toprak reformu içinde toplanmaktadır. Bu bakımdan toprak reformu arazi tasarruf sisteminin ıslahı, arazi toplulaştırması, parçalanmanın önlenmesi ve kiracılık-ortakçılık münasebetlerinin düzeltilmesi ile ilgili organize edilmiş tedbirleri ihtiva eder.
Dar mânâda toprak reformu, büyük mülklerin parçalanarak topraksız çiftçilere dağıtımı için devletçe alınan tedbirleri kapsar.
Geniş mânâda toprak reformu ise ziraatle ilgili ekonomik ve sosyal müesseselerin ıslahı, için alınan her türlü tedbirleri ifade eder. Bu anlamda toprak reformu, bütün yönleriyle arazi tasarruf sisteminin ıslahı, arazi toplulaşması, kiracılık münasebetlerinin düzenlenmesi, ziraat işçisinin çalışma şartlarının ıslahı ziraî yerleşim, vergi sistemi ile ilgili reformlar ve uygun şartlarla kredi temini ile ilgili bütün tedbirleri ve hatta köylerde tesis edilecek sanayi tesisleri, kooperatifleşme ve pazarlama ile ilgili müesseselerin kuruluş ve gelişmesini de içine alır.
Tarım Reformu kavramı da, ziraî üretimin artırılması için alınması gereken bilûmum tedbirleri ifade eder. Tarım reformu, ziraî üretim faaliyetlerinin düzenlenmesi ile ilgili bütün tedbirleri kapsadığı için toprak reformunu da içine alır.
Görüldüğü üzere geniş anlamda toprak reformu kavramı tarım reformu kavramına yaklaşmaktadır. Bunun için her iki terim çoğu zaman birbiri yerine kullanılmakta, bazen toprak reformu adı altında geniş ziraî kalkınma plânları tatbik edildiği gibi, bazen de tarım reformu adı altında sadece arazi mülkiyetindeki bünyevî bozuklukların ıslahı ile ilgili tedbirlerle yetinilmektedir.[2]
Dengesiz toprak mülkiyeti düzenini değiştirmeden, tarım reformu tedbirleri almak bir toprak reformu değildir. Bunun gibi toprak dağıtımını sağladıktan sonra, gerekli tarım reformu tedbirlerini almamak da meseleyi çözümlemez. Gerçek bir toprak reformu kavramı bunların ikisini birden kapsar.[3]
Sonuç olarak, gerek Türkiye’deki tartışma ve yayınlarda, gerekse yabancı dillerdeki yayınlarda toprak reformu ile tarım reformu kavramlarının birbirleri yerine kullanıldıkları görülmektedir.[4]
2. Toprak Reformunun Kısa Tarihçesi ve Çeşitli Memleketlerdeki Uygulaması
Arazi tabiat vergisi olduğu ve miktarca arttırılamadığı için diğer servet ve mallardan farklı olarak muameleye tâbi tutulmakta ve fertlerden önce cemiyetin malı olarak kabul edilmektedir. Bu yüzden arazi sahipleri toprağı iyi ve etkili bir şekilde kullanmak, tabiî ve teknik tahriplere karşı korumak ve verimi arttırıcı tedbirler almak zorundadırlar. Arazinin bu özelliğinden dolayı bütün dünya devletleri ziraat arazisinin mülkiyet ve tasarrufuna müdahale etmiş ve çoğu zaman özel mülkiyet haklarının sınırlandırılması yoluna gitmişlerdir.
Genellikle devletler, tarım alanında faaliyette bulunan kimseler, bu sektörde mevcut çeşitli bünye bozuklukları yüzünden, çalışma arzularını kaybettikleri, ziraî üretim için teşvikler kalmadığı veya azaldığı, cemiyet içinde servet ve gelir dağılışının gayri adil bir hal alması yüzünden huzur ve istikrarın bozulduğu zamanlarda toprak reformu yaparlar. Devletin bu müdahaleleri ve aldığı tedbirlerle iktisadî ve sosyal hayatın yeniden normal bir şekilde işlemesi, cemiyetin huzur ve istikrara kavuşması sağlanır.[5]
Toprak Reformu yeni bir fikir değildir. Toprak Reformu eski Çin, Mezopotamya, Yunan ve Roma Medeniyetlerinden beri üzerinde durulan bir konudur. Bu eski uygulamalarda zaman zaman ailelere toprak dağıtılmıştır. Bu ilk dağıtımlarda gaye, herkesin eşit imkanlara sahip olmasını temin edecek şartları yaratmaktı. Son zamanlarda toprak reformu anlayışı oldukça değişmiştir. Bugün toprak reformu, arazinin kullanılışı ve mülkiyeti ile ilgili sosyal ve ekonomik değişikliği ifade etmektedir.
İlmî ve kültürel alandaki gelişmeler, haberleşme ve ulaştırma sahasındaki ilerlemeler dünyada gayri memnun nüfus miktarını arttırmıştır. Bu ilerleme ve gelişmelerle daha önce tecrit edilmiş bölgelerde mahalli standartlarla yaşayan topluluklar kendilerinden farklı hayat standardına sahip topluluklardan haberdar olmuşlardır. Bunun sonucu olarak derebeyliğin hakim olduğu devrelerde köylüler derebeylere karşı ayaklanarak (1789 Fransız İhtilâli ve 1848’de Fransa’da köylülerin ayaklanması gibi) arazi tasarruf şartlarının düzeltilmesini istemişlerdir. 19. yüzyılın ortalarında Orta ve Kuzey Avrupa’da başlayan bu hareket 2. Dünya Harbi’nden sonra gelişmiş Asya, Afrika ve Ortadoğu’daki ülkelerin önemle üzerinde durduğu bir konu olmuştur.
Toprak reformu uygulaması her devlete göre farklılık arzeder. Genellikle reformun tatbik edileceği memleketin ekonomik, sosyal, kültürel ve ekolojik şartlarına uygunluğu onun başarı şansını artırır. Reformun bazı genel prensipleri muhtelif memleketlerde tatbik edilebilir ve bir memlekette alınan sonuçlar başka bir memleket için faydalı olabilir.
Komünist memleketlerde toprak reformunun tatbikatı, arazilerin sahiplerinden alınarak kolektif işletmeler (Kolhozlar) kurulması istikametinde olmuştur. Bu memleketlerde mülk sahiplerinin tasarruf hakları ellerinden alındığı gibi, karşılığında bir şey ödenmemiş, çiftçiler devlete ait kollektif çiftliklerde çalıştırılmışlardır. Hür memleketlerde ise, toprak reformu demokratik yollarla yapılmaktadır. Bu memleketlerde mülk sahiplerinin arazilerinin hepsi ellerinden alınmadığı gibi istimlâk edilen kısmın kıymeti tazminat olarak ödenmektedir.[6]
İktisaden ileri memleketler genel olarak büyük toprak mülklerinin parçalanması ile ilgili problemleri hallettikleri için bu memleketlerde toprak reformunun gayesi ekonomik olarak yaşayabilir aile işletmelerini hakim kılmak, parçalanmış olan, arazileri toplulaştırmak, kiracılık ve ortakçılık münasebetlerini düzenlemektir. Meselâ; Avustralya, Yeni Zelanda, ABD, Kanada, İrlanda, Danimarka, Almanya, İsveç, Finlandiya ve Avusturya’da aile işletmelerinin kurulması ve yaşatılması, kiracılık suretiyle çiftçilik yapanların mal sahibi olmalarının sağlaması ziraî bünye ıslahatının temelini teşkil etmiştir. Bundan başka Avrupa memleketlerinin bazılarında (İsveç, Hollanda, Almanya’da) arazi toplulaştırmasına özel surette önem verilmektedir.
İktisaden geri kalmış memleketlerde ise, toprak reformunun gayesi, topraksız çiftçileri topraklandırmak, arazi mülkiyeti dağılımındaki adaletsizliği önlemek, parçalanmanın önüne geçmek, arazi toplulaştırması, tasarruf sistemindeki aksaklıkları düzeltmek (mal sahibi ile ortakçı ve kiracı arasındaki münasebetleri düzenlemek) gibi bünye bozukluklarının ıslahıdır. Bu memleketlerden bazılarında (Çin, Hindistan, Pakistan, İran, Irak, Suriye, Mısır, Meksika, Kolombiya, Guatamela, Bolivya ve Venezuella’da) toprak reformunun esasını çok büyük mülklerinin topraksız köylülere dağıtılması teşkil etmektedir.[7]
A. Kuruluş Yılları (1923-1930)
- Osmanlı Toprak Düzeni ve Bu Düzenin Bozulması
Osmanlı Devleti Selçukluların İktâ sistemini esas alıp geliştirerek “Mîrî Arazi Düzeni” denilen kendi toprak düzenlerini oluşturmuşlardır. Bu düzenin esası, toprağın çıplak mülkiyetinin devletin olmasıdır.[8] Mîrî topraklar dirliklere ayrılıyordu. Büyüklüklerine göre has, zeamet ve tımar diye ayrılan bu dirliklerin idaresi “Sâhib-i arz” denilen kişilere verilmişti. Sâhib-i arzlar bir nevi devlet memuru statüsündeki kişilerdi. Bunlar çiftçinin devlete vermekle yükümlü oldukları vergileri, devlet adına topluyorlardı. Ancak Sâhib-i arz’lar topladıkları vergileri, devlete nakdî olarak verme yerine, bu verginin karşılığında belirli sayıda asker eğitmek ve savaş anında eğittikleri askerlerle birlikte savaşa katılmakla mükelleftiler.[9]
Mîrî toprakların kullanımı ve işletilmesi sürekli kiracı durumundaki Reâyâ denilen köylüye bırakılmıştı. Reâyâ kira anlaşmasını dirlik yönetimini elinde bulunduran Sâhib-i arz’a “tapu resmi” adı altında peşin bir kira bedeli ödeyerek alırdı.[10]
Mîrî toprak düzeninin en belirgin temel niteliği büyük bir orduyu her zaman için savaşa hazır bir durumda tutmakla birlikte zirai üretimin sürekliliğini de sağlamakta olmasıdır. Tımarlı sipahilerin denetimindeki eyalet askerleri merkezdeki ordunun aksine yalnızca tüketici değil aynı zamanda üreticidir. Savaşta asker, barışta üretici olan bu eyalet askerleri geçimlerini ve savaş için gerekli donanımlarını kendileri sağlıyorlardı.[11]
Mîrî toprak düzeni 16. yüzyıldan itibaren bozulmaya başlamıştır. Bu düzenin bozulmasını bir ek sebebe bağlamak mümkün değildir. Bununla birlikte, Batı’daki ekonomik gelişmeler sonucu Avrupa devletlerinin Osmanlılara karşı sağlamış olduğu ekonomik ve ticari üstünlükler, bu düzeni temelden sarsan iki sebeptir.[12]
Koçi Bey tımar sisteminin bozulmasının başlangıcı ile ilgili tarih de vermiştir: “992 (M.1584) tarihine gelinceye kadar köyler ve tarlalar, kılıç ehli elinde ve ocakzâdelerde olup, yabancı ve kötü asıllı kişiler girmemiş idi…”[13]
Savaş tekniğinin gelişmesi ve bir merkez ordusu ihtiyacı ve bunun sayısının arttırılması eyalet askerlerinin önemini azaltmış, buna bağlı olarak Tımarlı sipahilerin ellerindeki topraklar alınarak gelir elde etmek için iltizama verilmiştir. Devlet bu tımarları, vergilerinin toplanmasını ihaleye çıkararak mültezimlere devretmiştir. Çoğu ticaret ve tefecilik gibi yollarla zenginleşmiş olan Mültezimler vergi kaynağı olan toprağa en fazla üç yıl için sahip olabilmekteydi. Bu sebeple bu üç yıl içerisinde kazançlarını en yükseğe çıkarabilmek için üretimde verimliliği ve reâyâ’nın durumunun iyileştirilmesini düşünmüyor, aksine köylüyü eziyorlardı. Yani onlar devlete ödemiş oldukları paranın fazlasını toplayabilmek amacında idiler. Gelecek yılların üretimi onları pek fazla ilgilendirmiyordu. Kısacası, İltizam Usulü’ne geçiş, toprakta devlet mülkiyetinin çözülmesi yolunda atılan önemli bir adım olmuştur.[14]
Mültezimler zamanla güçlerini arttırmışlar, hatta devlete vergi ödemeden toprağa sahip olmaya başlamışlardır. Böylece devlet zayıfladığı oranda bunlar zenginleşmişlerdir. Sâhib-i arz’ların yerini Mültezimlerin alması, tarımda üretimin düşmesine, köylünün ırgatlaşmasına sebep olurken, toprakta devlet mülkiyetinin kalktığına dair hukukî bir karar olmamasına rağmen topraklar fiilen işleyenin olmuş ve belirli ellerde toplanmaya başlamıştır.
Nihayet Hicri 1274 (M.1858) tarihinde Osmanlı Devleti’nde ilk kez toprak rejimini ayrıntılarıyla düzenleyen bir Arazi Kanunnâmesi kabul edildi. Bu kanunnâme ile özel mülkiyete ve miras tanıma hakkına geçiş dönemi başlamıştır.
- Cumhuriyet’in Osmanlı’dan Devraldığı Ziraî Yapı
Cumhuriyet’in ilk yıllarında, Türkiye’de mevcut ziraî işletme sayısı ve bunların büyüklükleri hakkında yeterli bir bilgiye rastlanamamaktadır.
Türkiye’de ilk tarım sayımı 1927 yılında yapılmıştır. Bu sayımın sonuçları itibariyle, toprak mülkiyeti ve kullanımına ilişkin bilgilerin yeterli bir seviyede olmadığı görülmektedir. Yine de söz konusu yılda, ortalama olarak 25 dönüm büyüklüğünde 1.751.239 aile işletmesinin bulunduğunu söylemek mümkündür.[15]
İmparatorluğun çökmeye başladığı yıllarda mülkiyeti hukuken devlete ait olan mîrî topraklar, daha önce de belirttiğimiz gibi özel kimselerce ele geçirilmiştir. Bu topraklar zaman geçtikçe miras yoluyla bir aileyi geçindiremeyecek kadar küçük ünitelere parçalanmış, çoğu zamanla parseller halinde ufalanmış ve dağılmıştır. Tarımsal üretimin etkinliğini azaltan ekonomik ve teknolojik ilkelere ters düşen bu durumu düzeltecek, hiç olmazsa olumsuz etkilerini azaltacak özel hükümler Medeni Kanun’da yer almamıştır. Bu durumda, tarım arazilerinde mülkiyet ve kullanım sistemi gittikçe kötüleşmiş toprak meseleleri çoğalıp yoğunlaşmıştır.
Bu dönemde ülkede bir yandan parçalanmış ufalanmış küçük mülk ve işletmeler görülürken, öte yandan bazı bölgelerde büyük mülklerin az sayıda kişilerin ellerinde toplandığı görülmektedir. Kuruluş döneminde Osmanlılardan devralınan tarımsal yapının belirgin bir özelliği küçük köylü işletmelerinin büyük çoğunluğunun asgari geçimlik seviyesinin altında olmasıydı. Köylünün %85’i 3-6 hektar dolayında bir toprak parçasına sahip olup, büyük ölçüde kendi ihtiyaçlarına yönelik üretime yönelmişlerdi. Üretim ve verimliliğin düşük olması sebebiyle, bunların pazarlayabilecekleri ürün miktarı da sınırlı seviyedeydi.
Küçük köylü işletmeleriyle varlıklarını bir arada sürdüren büyük toprak sahipleri ise bu dönemde toplam toprakların yaklaşık %65’ini ellerinde bulunduruyorlardı.
Topraksız ya da az topraklı köylüler, ortakçılık ya da kiracılık ilişkisi içerisinde kendi üretim araçlarını kullanarak elde ettikleri ürünleri, kiracısı ya da ortakçısı olduğu zengin toprak sahipleriyle paylaşmaktaydılar. Ne var ki bu büyük toprak sahipleri, elde ettikleri bu rantları tarımda verimliliği arttırıcı yatırımlarda kullanmak yerine genellikle tüketime yöneltmişler ve dolayısıyla tarım kesimi pek fazla gelişememiştir.[16]
1927 yılı tarım sayımı sonuçlarına göre, ekili arazi miktarı 43.638 bin dönüm civarındadır. Bu rakamın tüm ülke topraklarına oranı %4.86’dır. Oysa tarıma elverişli ekilebilir arazinin ülke topraklarına oranı ise %32 civarındadır. Bir başka deyişle ekili alanlar, üzerinde tarım yapılabilecek toprakların ancak yedide biri oranındadır.[17]
- Cumhuriyet’in Kuruluş Yıllarında Toprak ve Tarımla İlgili Çıkan Kanunlar
Cumhuriyet’in ilk dönemlerinden beri toprak davasıyla ilgili olarak çeşitli mevzuâtın çıkarıldığı görülmektedir. Özellikle mübadilleri ve göçmen mültecileri topraklandırmak için çıkarılan yasalar önem kazanmaktadır. Bu yasalar meseleyi ülke çapında ele almamakta, daha çok mahalli uygulamalar olarak kalmakta ve belirli konular için çıkarılan rast gele yasalar niteliğinde olmaktadır. Bununla birlikte küçümsenmeyecek boyutta toprak dağıtılmıştır. Bu yasaların başlıcaları şunlardır:
A. 1924 Tarihli 474 Sayılı Artvin, Kars Vilâyetleriyle Kulp ve Iğdır Kazaları ve Hopa Kazası’nın Kemalpaşa Nahiyesi’ndeki Arazide Hakk-ı Tasarrufa Ait Kanun Bu yasa, bu bölgelerdeki tarım topraklarının Ruslara geçmesinden önceki mîrî nitelikteki türlerin, bunların Anavatana tekrar alınmaları dolayısıyla ve kazanılmış (müktesep) hak olarak mülk niteliğindeki toprak türüne sokulduğuyla ilgili kuralları kapsamaktadır.
B. 1925 Yılı Bütçe Kanunu’nun 25. Maddesi Kuralı
Bu maddenin A fıkrası, toprağa muhtaç çiftçilere, millî toprakların aile başına iki yüz dönümü geçmemek ya da bunu doldurmak şartıyla ve on taksitte verileceği konusunda bir kuralı ihtiva etmektedir. Bu maddeye dayanarak ülkeye gelen göçmenlere ve göçebelere küçümsenemeyecek miktarda toprak dağıtılmıştır.
C. 1926 Tarihli ve 716 Sayılı Borçlanma Kanunu
Bu yasada, göçmen mülteci ve aşiret bireylerine yirmi yıl taksitle verilecek emlâk, toprak, tohumluk vb. hakkında kurallar yer almaktadır.
D. 31.5.1926 Tarih ve 885 Sayılı İskân Kanunu
Bu yasaya göre gezici aşiretler ve genellikle göçebeler ve sağlık sebebiyle göçürülmesi gerekenler ya da ormanlar içinde geçim kaynaklarından yoksun bulunan köylülerin elverişli ve uygun yerlere göçürülmesi ve iskânları ve evleri dağınık köylerin birleştirilmeleri konularında gereken işlemlerin yapılması için Bakanlar Kurulu’na yetki verilmektedir. Ayni yasanın 6. maddesi de, gereken toprak ve değerlerinin Borçlanma Yasası kuralları içerisinde Bakanlar Kurulu’nca verilebileceği kuralını getirmektedir.
E. 4.7.1927 Tarih ve 1097 Sayılı Bazı Eşhasın Şark Menatıkından Garp Vilâyetlerine Nakillerine Dair Kanun
Bu yasa kuralları, bazı sebeplerle göçürülenlerin toprak ve bunların üzerindeki binalarının Hazineye nasıl geçeceği ve değerlerinin kurullarca nasıl takdir edileceği konularını kapsamaktadır.
F. 2.6.1929 Tarih ve 1503 Sayılı Şark Menatıkı Dahilinde Muhtaç Zürraa Tevzi Edilecek Araziye Dair Kanun
Bu yasa, yukarıda sözü geçen 1097 sayılı yasaya göre Hazineye geçen malların; köylü, aşiret bireyleri, göçebe ve göçmenlere dağıtılmış olanlarının bunların ellerinde bırakılacağına ve başka durumlarda verilecek topraklardan da belirli bir bedelin alınacağıyla ilgili kuralları ihtiva etmektedir.
G. 14.6.1934 Tarih ve 2502 Sayılı Kars Vilâyeti ile Beyazıt, Erzurum ve Çoruh Vilâyetlerinin Bazı Parçalarında Muhacir ve Sığıntıların Yerleştirilmesi ve Yerli Çiftçilerin Topraklandırılması Hakkında Kanun
Bu yasada Kars ili ile Iğdır ve Tuzluca (Kulp), Erzurum ilinin Oltu ve Çoruh, Artvin ilinin Şavşat ve Borçka ilçelerinde ve Kemalpaşa Nahiyesi’nde seçim haklarını başka ülke lehine kullananlardan kalıp da Hazineye geçen toprak ve binaların, bunlara yerleştirilecek mülteci ve göçmenlere İskân Yasası kuralları içinde parasız olarak verileceğiyle ilgili kurallar yer almaktadır. Bu yasa daha önce sözü geçen 474 sayılı yasanın bazı kurallarını yürürlükten kaldırmıştır.
H. 14.6.1934 Tarih ve 2510 Sayılı İskân Kanunu
Bu yasa dışarıdan gelecek göçmenlerle içeriden göçürülecek olanlara, devlete ait bulunan ya da kamulaştırma yoluyla elde edilecek toprakların dağıtılması konusundaki kuralları ihtiva etmektedir. Yasanın 12. madde¬sinin B bendinde, bir bölgede bulunan aşiret bireyleri ile bu bölgenin yerli halkından olan ya da herhangi bir biçimde yerleşmek üzere oraya gelmiş olan topraksız ya da toprağı yetmeyen çiftçilere Bakanlar Kurulu kararı ile Hazineye ait toprakların nasıl dağıtılacağıyla ilgili kurallar yer almaktadır.
24.6.1947 tarih ve 5098 Sayılı İskân Kanunu’na Bazı Maddeler İlâvesine Dair Kanun’la sözü geçen 12. madde yürürlükten kaldırılmıştır.
Ayrıca 2510 sayılı yasanın yürürlüğe girmesiyle, yukarıda sözü geçen 885 sayılı yasa da yürürlükten kalkmıştır.
Görüldüğü gibi bu yasalar, bazı özel meseleleri çözümlemek için çıkarılmışlardır. Konuları da ya bazı özel nüfus kesimleriyle ya da bazı özel bölgelerle sınırlı kalmaktadır.[18]
B. Devletçilik Dönemi (1930-1950)
- Dağıtılan Toprak Miktarları (1934-1944)
1930 sonrasında dağıtılan topraklar konusunda bir fikir edinmek için 1934 yılı sonu itibariyle yapılan toprak dağıtım işlemlerini gösteren Tablo I’i incelemek faydalı olacaktır. Tabloda görüldüğü gibi, 1934 yılına kadar çeşitli kanunlara göre, çiftçi ve göçmenlere toplam olarak 6.787.234 dönüm toprak dağıtılmıştır. Dağıtılan bu toprakların büyük bir çoğunluğu ise (4.482.567 dönüm) yerleri değiştirilenlere verilmiştir.[19]
2510 Sayılı İskân Kanunu hükümlerine göre dağıtılan toprak miktarları ise Tablo Il’de gösterilmiştir.
Tablo l’den de görüldüğü gibi, 1934-1938 yılları arasında 88.695 çiftçi ailesine toplam 2.999.825 dekar toprak dağıtılmış ve bunlardan 1.101.305 dekar arazinin tapu işlemleri tamamlanmıştır.[20]
1940-1944 tarihleri arasında ise Maliye Bakanlığı’na bağlı gezici komisyonlar tarafından 619 köyde, 197.000 nüfuslu 53.000 aileye toplam 875.000 dekar toprak dağıtılmıştır.[21] Yine İskân Kanunu hükümlerine göre, 1949-1952 tarihleri arasında toplam olarak 98.037 dönüm toprak 80.606 aileye dağıtılmıştır.[22]
Bu dönemde dağıtılan arazilerin bir kısmı bazı kamu kurumlarına ait olan arazilerdir. Vakıflara ait arazilerin bir kısmı bu kuruluşlar tarafından halka satılmıştır. Bunun yanında Ziraat Bankası da kredi ile desteklemek suretiyle arazi satın alarak köylüye dağıtılmıştır.[23]
Cumhuriyetin ilanından, devletçilik döneminin sonuna kadar 11-12 milyon dekar toprak dağıtım işleminin yapıldığı görülmektedir. Bu dönemde Türkiye’de toplam 14.5 milyon hektar dolayında toprağın işlendiği göz önüne alınırsa, dağıtılan toprakların, toplam işlenen araziye oranının %8 olduğu anlaşılır. Bu da devletçilik döneminin sonlarına doğru toprak mülkiyet yapısında önemli ölçüde gelişmeler olduğu anlamına gelmektedir.[24]
- Toprak Dağıtımına İlişkin Başlıca Çabalar ve 1945 Tarih ve 4738 Sayılı Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu
Bu dönemde, geniş kapsamlı ve ayrıntılı iskân kanunları hazırlanmıştır. Atatürk 1936 ve 1937 yıllarında Büyük Millet Meclisi açılış nutuklarında toprak kanunlarının bir an önce çıkartılarak ülkede topraksız köylü bırakılmaması ve dağıtılan toprakların da her çiftçi ailesinin geçimini sağlayacak miktarda olması gerektiğini belirtmiştir. Böylece Türkiye’de gerekli hazırlıklar tamamlanarak büyük bir toprak reformu hareketine başlanmıştır.[25]
Toprak reformuyla ilgili bir kanun çıkartılmaya çalışılırken toprakların kamulaştırılmasına engel olan Anayasa’nın istimlâkla ilgili hükmü değiştirilerek çiftçiye dağıtılacak arazilerin istimlâk bedellerinin özel bir kanunla düzenleneceğine ilişkin bir madde kabul edildi. Böylece 1937 yılında toprak reformuna engel sayılan 74. maddenin kaldırılmasıyla reform çalışmaları hızlanmış oldu.[26]
Toprak mülkiyetini düzenleyen kanunun çıkarılması önce Mustafa Kemal Atatürk’ün ölümü, daha sonra da II. Dünya Savaşı’nın araya girmesiyle gecikti. Nihayet 11 Haziran 1945 tarihinde, Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu TBMM’ce kabul edildi. Bu kanun, yıllardır tartışılmakta olan toprak reformu projelerinin olgunlaşmış bir şeklidir. Bu sebepledir ki, söz konusu dönemde uygulayıcıların konuya bakış açısının ne olduğunu iyi bir şekilde tespit etmek açısından bu kanun üzerinde özellikle durmamız faydalı olacaktır. 4738 Sayılı Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu 8 bölümde toplanmış olan 66 maddeden oluşmaktadır.
Kanunun amacı, arazisi olmayan ya da yetmeyen çiftçilere yeter derecede toprak sağlamak olarak belirtilmiştir. Aynı zamanda, yeterli arazisi bulunduğu halde üretim araçları eksik olan çiftçilere bunları temin etmek de kanunun amaçları arasındadır. Ayrıca kuruluş sermayesi, işletme sermayesi, canlı ve cansız demirbaş temini gibi uygulamalar gündeme getirilmiştir. Yani kanunun amacı sadece büyük toprak mülkleri parçalamak suretiyle ülkenin toprak mülkiyeti yapısındaki düzensizlikleri ortadan kaldırmak değildir. Bunun yanı sıra, ziraî kalkınmayı sağlayacak gerekli yardımları yapmak ve toprakların sürekli bir şekilde işlenmesini sağlayacak tedbirleri almak da belirlenen amaçlar arasında yer almaktadır.[27]
Kanunun 7. maddesine göre, kabul edilebilir bir özrü olmaksızın üst üste üç yıl yöresel şartlara göre ekilip biçilmeyen, bakılmayan ve ekonomik bir şekilde değerlendirilmeyen arazi, Tarım Bakanlığı’nın kararıyla işlenmiyor sayılarak, 14. madde hükmüne dayanarak kamulaştırılabilecektir. Bu hüküm mülkiyet hakları bakımından sınırlayıcı bir hüküm gibi görünmekte ise de kanunun amaçlarına tümüyle uygundur.
Kanunun 8. madde hükümlerine göre topraksız köylüye dağıtılacak arazinin nitelikleri şu şekilde belirtilmiştir:
- Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunup kamu işlerinde kullanılmayan araziler.
- Köy ve kasabaların ortak malı olan arazilerin ihtiyaçtan fazla olduğu Tarım Bakanlığı’nca belirtilen parçaları.
- Sahibi bulunmayan araziler.
- Göllerin kurutulması ve nehirlerin doldurulmasıyla elde edilecek araziler.
- Bu kanun hükümlerine göre özel mülklerden kamulaştırılacak araziler.
Kamunun özel mülklerin kamulaştırılması politikasını en son tedbir olarak belirtmesi dikkat çekicidir.
Kanunun üçüncü bölümünde kamulaştırılacak arazinin tespitinin ne şekilde yapılacağına dair hükümler bulunmaktadır. Söz konusu bölümün 14. maddesine göre, arazisi olmayan ya da yetmeyen çiftçilere dağıtılmak üzere belirtilen niteliklere sahip araziler, üzerindeki tesisleriyle birlikte Tarım Bakanlığı’nca kamulaşırılabilmektedir. Söz konusu nitelikler ise şunlardır:
- Vakıflar Genel Müdürlüğü ya da mütevelliler tarafından kullanılmakta olan arazilerin tamamı.
- Özel İdare ve Belediyelere ait olupta kamu hizmetlerinde kullanılmayan araziler.
- Gerçek kişilerle özel hukuk tüzel kişilerine ait arazinin beş bin dönümü geçen parçaları.
- Bu kanun yürürlüğe girdikten sonra işletilmeyen araziler.
Özel şahıslara ait büyük mülklerden kamulaştırılabilecek olan araziler ise, bunların beş bin dönümden fazla olan kısımlarını kapsamaktadır.
Kanunun 34. maddesi ise, dağıtılan arazinin öncelikle kimlere verileceğiyle ilgilidir. Buna göre toprak dağıtımında şu sıranın izlenmesi öngörülmüştür:
- Hiç arazisi olmayıp başkalarının arazisinde ortakçılık ya da kiracılık yapanlar.
- Arazisi yetmeyen çiftçiler.
- Hiç arazisi olmayıp, yerleşmiş bulundukları yerde uzun süreden beri tarım işçiliği ile geçinenler.
- Göçebeler, göçmenler ve göçürülenlerden çiftçi olanlar. e- Miras ortaklığından ayrılanlar.
- Tarım, veteriner okullarını ve Tarım Bakanlığı’nca tanınmış tarım kurslarını bitirenlerden arazisi olmayanlar.
- Önceleri çiftçi olmayıp da, arazi aldığı takdirde çiftçilik yapacaklarına Tarım Bakanlığı’nca kanaat getirilenler.
Özetlersek, Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu’nun bir taraftan topraksız köylüyü topraklandırmaya çalışırken, diğer taraftan da mülk sahibi köylülerin çıkarlarını zedelememeye özen gösterdiğini söyleyebiliriz.
Bir ülkenin toprak mülkiyet sisteminin, ülkenin sosyal ve siyasî hayatı üzerinde olduğu kadar ekonomik ve teknik ziraî gelişimi üzerinde de önemi küçümsenmeyecek etkisi vardır. Mülkiyet yapısının bozukluğu ve düzensizliği yüzünden ortaya çıkacak iktisadî ve sosyal bunalımlar ülkenin siyasî bakımdan da bir krize girmesinin en büyük sebeplerinden biri olarak göze çarpar. Aynı şekilde mülkiyet yapısı kadar, toprağı işletme sisteminin de bir ülkenin sosyal ve ekonomik durumunun belirlenmesindeki payı büyüktür. Toprağın ona malik olanlar tarafından işletilmesi esasına dayanan işletme sistemlerinde teknik yeniliklerle toprağın iyileştirme çabalarının daha fazla olması beklenebilir. Bu bakımdan prensip olarak diyebiliriz ki “Türkiye tarımının hızla geliştirilmesi, ülke topraklarının gerçekten benimsenip imar edilmesine bağlıdır. Bu sebeple, toprağı işleyenlerin ona sahip olması, toprağa sahip olanların da topraklarını işlemesi prensibi benimsenmelidir.”[28]
Kanunun 17. maddesi toprağın dağıtımında, onu işleyenlere verilmesi esasını ve büyük mülklerin sınırlandırılmasını öngörüyordu. Kanun, 1950 tarihinde 5618 sayılı kanunla kaldırılmıştır. Bu maddenin değişmesiyle Kanun toprak reformu niteliğini kaybetmiştir. Bu değişiklikten sonra, büyük mülklerin sınırlandırılmasında 50 dönüm, “geniş topraklı bölgeler” için 500 dönüm “dar topraklı bölgeler” için 200 dönüm olarak değişti. Bağlar ve meyvelikler bu sınırların dışında tutulmuştu. Bu sınırlamaları dahi uygulamak mümkün olmamıştır.[29]
C. Liberal Dönem (1950-1960)
- Toprak Mülkiyet Düzenindeki Gelişmeler
1950’lerden itibaren, 1945’de çıkarılmış olan Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu doğrultusunda toprak dağıtım faaliyetleri devam etmiştir. Makinalı tarıma yine bu dönemde geçilmiş ve özellikle de traktör sayısı hızlı bir şekilde artmıştır. Traktörün tarıma girmesiyle birlikte, yeni tarım alanları ekime açılmıştır. Ne var ki kazanılan yeni topraklar genellikle kamuya ait hazine arazisi ve meralardır. Her ne kadar topraksız ve az topraklı çiftçilere, toprak dağıtma işlemi önemli ölçüde sürdürülmüş ise de, yine de çiftçi ailelerinin işledikleri toprakların alan olarak miktarları istenilen seviyeye ulaşmamıştır. Bu bakımdan toprakların dengesiz dağılımı varlığını bu dönemde de sürdürmüştür. Cüce ve küçük çaplı işletmelerin oranı yüksek seviyesini korumuştur.[30]
- Topraksızlara Toprak Dağıtımı
Yukarıda belirttiğimiz gibi, Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu öncelikle kullanılmayan kamu topraklarının topraksız ya da az topraklı köylüye dağıtılmasını öngörmüştü. Uygulamada daha çok kamu mülkiyetinde olan toprakların dağıtımı biçiminde gerçekleşmiştir. Dönem boyunca göçmenler de dahil olmak üzere toplam 350 bin civarında aileye yaklaşık 18 milyon dönüm toprak dağıtılmıştır.[31]
Aynı yasa gereğince Toprak Komisyonları tarafından 586.132 dönüm toprak vakıflardan, özel idarelerden, Ziraat Bankası’ndan ve özel mülklerden kamulaştırılıp köylüye dağıtılmıştır. Bunlardan özel mülklerden kamulaştırılıp dağıtılan topraklar sadece 86.477 dönümdür.[32] Toprak dağıtma faaliyeti özellikle 1949 yılından sonra, hızlı bir şekilde artmıştır. Ne var ki dağıtılan topraklar daha çok kıraç mera arazisidir ve tüm toprakların %20’sinden daha az bir kısmını oluşturmaktadır.[33] Devletin dağıtmış olduğu toprakların, gerek yeterli ekonomik büyüklükte olmayan, gerekse verimli olmayan toprak parçaları olduğu göz önüne alınırsa bu toprak dağıtım faaliyetlerinin çok köklü bir reform anlamına gelmediğini söylemek mümkündür.
Liberal dönemin aynı zamanda makinalaşmanın ortaya çıktığı bir dönem olduğu hatırlanacak olursa, bu dönemde toprak dağıtımının bir amacının da tarım kesiminde ortaya çıkan işsizliği azaltmak olduğu söylenebilir.[34]
Topraklandırılan çiftçi ailelerine aile başına ortalama 50 dönüm civarında toprak düşmektedir. Bu miktardaki toprak, toprak normlarına göre taban ve sulanabilir alanlarda bir ailenin yıllık geçimini ve gelecek yıllardaki üretimini sürdürebilmesini sağlayacak genişlikte sayılabilir. Ancak dağıtılan bu toprakların kıraç ve verimsiz mera arazisi olduğu göz önüne alındığında aile başına düşen bu ortalama 50 dönüm toprağın köylünün yıllık geçimini ve gelecek yıllardaki üretimini sürdürmeye yeterli miktarda bir toprak parçası olmadığını söylemek mümkündür.[35]
Daha önce incelediğimiz gibi toprak reformu düşüncesi defalarca gündeme gelmesine rağmen topraksız ve az topraklı çiftçilere toprak dağıtımı meseleleri bu dönemde de kendini hissettirmiştir. Bu meseleleri bu kadar canlı tutan sebepler arasında dağıtılan hazine topraklarının zamanla sınırına varılması, verimli toprak rezervlerinin tükenmesi, işsizliğin giderek yükselmesi ve toprak üzerinde özellikle küçük tarımsal işletmelerde nüfus baskısının artması gibi etkenler sayılabilir.[36]
1953 yılı verilerine göre bir çiftçi ailesi başına düşen arazinin ortalama 7 parçadan oluştuğu da görülmekte-dir. Bu durum verim düşüklüğüne sebep olmaktadır. Çiftçi ailelerinin ancak %5.4’ünün işletmeleri tek parçalı, %51.3’ünün ki ise 1-5 parça arasındadır. İşletmesi 5 ve 5 parçadan daha az olan işletmeler ise toplam işletmelerin %24.1’ini oluşturmaktadır. 10 ve daha fazla parçalara bölünmüş araziye sahip işletmelerin oranı ise %22.6’dır.[37]
Öte yandan 1950 tarım sayımı sonuçlarına göre 410.000 köylü ailesi tarım işçiliği, 47.716 aile ise yalnız hayvan yetiştirmek suretiyle geçimlerini sağlamaktadır. 89.694 ailenin de hiç toprağı yoktur.
Toplam çiftçi ailelerinin %2.5’i yarıcı, %0.6’sı kiracı, %21.5’i yarı mal sahibidir. %72.6’sının da mal sahibi olduğu anlaşılmaktadır.[38]
Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu Tüzüğü 4.6.1947 tarihinde yayınlanarak yürürlüğe girmişti. Bu kanunda birinci ve en önemli değişiklik yukarıda da söz ettiğimiz gibi 23.3.1950 tarih ve 5618 sayılı kanunla yapılmıştır. İkinci değişiklik ise 20.05.1955 tarih ve 6603 sayılı kanunla yapılmıştır. 8751 sayılı ve 22.3.1957 tarihinde yayınlanan Çiftçiyi Topraklandırma Nizamnâmesi ise tümüyle bu kanunun yerini almıştır.[39]
D. Planlı Kalkınma Dönemi
- 1973 Tarih ve 1757 Sayılı Toprak ve Tarım Reformu Kanunu
Reform niteliğini kaybeden 1945 tarihli Çitçiyi Topraklandırma Kanunu’ndan sonra 1973 yılında Toprak ve Tarım Reformu Kanunu çıkarıldı. Uygulamasına geçildikten hemen sonra iptal edilen bu kanunun çıkmasını gerektiren şartlardan kısacası söz edelim.
A. Toprak ve Tarım Reformu’nun Çıkarılmasını Gerektiren Şartlar
Daha önce incelediğimiz 1945 tarihli Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu ile genellikle hazine toprakları dağıtılmış ve ziraî yapı daha da kötü bir hale gelmişti.
1950 tarım sayımı sonuçlarına göre tarımda çalışanların %17’si toprağa sahip değilken, aynı oran 1960 yılında %32’ye yükselmiştir. Öte yandan Medeni Kanun’da tarım topraklarının parçalanmasını engelleyen bir hüküm yoktu. Bu sebeple tarım işletmeleri birden çok parçaya bölünmüştü.[40]
1961 Anayasası’yla birlikte toprak mülkiyet dağılımındaki adaletsizlik üzerindeki tartışmalar giderek yoğunlaştı. Anayasanın 37. maddesi reform kapsamına girecek tedbirlerin alınmasını öngörmüştü. Toprak reformu için dayanak olan bu madde şu şekildeydi:
“Devlet toprağın verimli olarak işletilmesini gerçekleştirmek ve topraksız olan veya yeterli toprağı bulunmayan çiftçiye toprak sağlamak amaçlarıyla gereken tedbirleri alır. Kanun, bu amaçla değişik tarım bilgilerine ve çeşitlerine göre toprağın genişliğini gösterebilir. Devlet, çiftçinin işletme araçlarına sahip olmasını kolaylaştırır.”
1961 yılından 1972 yılına kadar 8 kanun tasarısı hazırlandı. Bu tasarılardan sadece 4. Toprak Reformu tasarısı meclise geldi, fakat kanunlaşamadı.
1972 yılında 1617 sayılı Toprak ve Tarım Reformu Ön Tedbirler Kanunu çıkarıldı. Bu kanun iki bölümden ibaretti. Birinci bölümü, Toprak ve Tarım Reformu ile ilgili hükümleri, ikinci bölüm ise, Tapulama Kanunu ile ilgili hükümleri ihtiva ediyordu. 1973 yılında ise, aynı yıl yürürlüğe giren 1757 sayılı Toprak ve Tarım Reformu Kanunu kabul edildi.[41]
Bu kanunun uygulamasına ilk olarak Urfa ilinden başlanmıştır. 5 yıl yürürlükte kalan bu kanun şekil yönünden eksikliklerin bulunması sonucu Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilerek yeni bir yasa çıkarılması için bir yıl süre tanınmıştır. Yeni bir yasa çıkarılamayınca da bu süre 10 Mayıs 1978’de son bulmuştur.[42]
B. 1757 Sayılı Toprak ve Tarım Reformu Kanununun Özellikleri
Kanuna göre Toprak ve Tarım reformu, toprak mülkiyet dağılımının, toprak kullanım ve işletme şeklinin ve işletmelerle ilgili yapının verimlilik esaslarına ve sosyal adalet ilkelerine uygun olarak düzenlenmesini öngörmektedir.
- Toprağın verimli bir şekilde işletilmesini, tarımsal üretimin sürekli olarak artırılmasını, değerlendirilmesini, pazarlanmasını ve millî kalkınmayı hızlandıracak tarımsal yapının kurulmasını,
- Topraksız ya da az topraklı çiftçi ailelerinin yeter gelirli tarımsal aile işletmeleri haline getirilmeleri için topraklandırılmalarını araç ve gereçlerle donatılmalarını, desteklenmelerini ve örgütlenmelerini,
- Toprak ve Tarım Reformu hedeflerinin gerçekleştirilmesine yardımcı olmak amacı ile Toprak ve Tarım Reform Kooperatifleri kurulmasını,
- Tarımda kiracılık ve ortakçılığın belli bir düzene sokulmasını,
- Ekonomik bir üretim imkânı vermeyecek bir şekilde parçalanmış bir arazinin birleştirilmesini ve gerektiğinde genişletilmesi suretiyle toplulaştırılmasını ve tarımsal mülklerin çiftçi ailelerinin geçimini sağlamaya ve aile işgücünü değerlendirmeye yetmeyecek derecede parçalanmasını ve küçülmesini önlemeyi,
- Örnek köyler kurmayı, mevcut köylere eklemeler yapmayı,
- Tarımda toprak ve su kaynaklarının teknik ve ekonomik gereklere göre kullanılması, korunması iyileştirme ve geliştirilmesi ve verimliliğin sürdürülmesini, sağlamaktadır.[43]
C. Toprak ve Tarım Reformu Kanunu’nun Uygulanması
Toprak ve Tarım Reformu Kanunu 19.7.1973-10.5.1978 yılları arasında yürürlükte kalmış ve sadece Urfa İli’nden başlanmış olmasının sebebi, bu ilde toprak mülkiyet yapısının adaletsiz bir durumda olmasından kaynaklanmıştır.
Urfa’da 1.11.1973 yılından itibaren, her türlü toprak devir, temlik ve satış işlemleri durdurulmuş ve il seviyesinde tapulama çalışmaları bitirilmiştir.
Urfa İli’nde yapılan reform uygulamalarının sayısal sonuçları şu şekildedir:
Bu verilerden görüldüğü gibi 1.218 aileye 231 km2 toprak dağıtılmıştır. 1.616 km2 toprak ise kamulaştırılmıştır.[44]
3. Plânlı Dönemin Değerlendirilmesi
1950’de başlayan liberal dönem 1955’ten sonra ekonominin iyice bozulması sonucu, askerî darbe ile son buldu. Yeni bir anayasa ile başlayan bu dönemde, alınan ilk kararların en başında ülkenin kalkınmasının on beş yıllık perspektifli, beş yıllık kalkınma plânlarıyla yönlendirilmesi kararının alınmasıdır.
1963’te ilk plânın uygulanmasına başlanan bu plânlı dönemde, kalkınma için mutlaka endüstrileşmek gerektiği görüşünden hareket edilerek, endüstriyel gelişmeye öncelik verildi. Önce hızlı bir endüstrileşme gerçekleştirilmeli, ülkemizde üretilen ve tarımda verimliliği artıracak olan araç ve gereçlerle, tarımın hızlı gelişmesi sağlanmalıydı. Böylece tarım dışı sektörlerde artan istihdam imkânlarına paralel olarak tarımdan tarım dışına göç olgusu yaşanacak ve bu şekilde sağlıklı bir kentleşme olgusu ortaya çıkacaktı. Ne var ki kalkınmada sanayiye öncelik verilmesi tarımın ihmal edilmesi anlamına gelmiyordu. Nüfusun büyük bir kısmının faaliyette bulunduğu ve milli gelirin önemli bir kısmının elde edildiği tarım sektörünün gelişmesi beş yıllık kalkınma planları çerçevesinde sürdürülecekti.[45]
Sonuç
Mîrî arazi düzeni hukukî varlığını 1926 yılına kadar sürdürmüş olmasına rağmen Cumhuriyet’in, İmparatorluk’tan devraldığı ziraî yapı esas itibariyle Osmanlı’da uygulandığı biçimdedir. 1926’da yürürlüğe giren Medenî Kanun’la birlikte, toprağı fiilen elinde bulunduranlar hukuken toprağın maliki durumuna geçmişlerdir. Bunun yanı sıra, Cumhuriyet’in kuruluş yıllarını kapsayan dönem içersinde çiftçilerin kredilerle desteklenmesi yoluna gidilmiş ve zirai üretim ile verimlilikte artışlar gözlenmiştir. 1929’da yaşanan Dünya Ekonomik Krizi ile birlikte tarım gelirlerinde düşüşler olmuştur.
1933’ten sonra devletin ekonomik hayata müdahalesi artmış ve zirai yapıyı iyileştirmeye yönelik tedbirler daha yoğun bir şekilde gündeme gelmeye başlamıştır.
Atatürk’ün gayreti ile başlatılan, ancak onun ölümünden sonra çıkarılabilen 1945 Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu, toprak mülkiyet düzeninde istenilen değişikliklerin yapılması için yeterli olamamıştır.
1950’den itibaren devletin ekonomik hayata müdahalesi giderek azalmaya başlamış ve liberal politikalar doğrultusunda hür teşebbüs sistemine ağırlık verilmiştir. 1950-60 arasındaki liberal dönemde tarım sektöründe yapısal dönüşüm gerçekleşmiş ve tarıma makinaların girmesiyle de üretim ve verimlilikte artışlar gözlenmiştir.
Türkiye’de plânlı kalkınma döneminin başladığı 1960’dan günümüze tüm sektörlerle birlikte tarımın gelişmesi de, yapılan beş yıllık kalkınma plânları ve yıllık programlar çerçevesinde yönlendirilmeye çalışılmıştır. 1973 Toprak ve Tarım Reformu Kanunu da arzulanan iyileştirmeyi yapmaktan uzak kalmıştır. Bu dönemde başlatılan ve dünyanın sayılı projelerinden biri olarak Türkiye’nin gururu olan Güneydoğu Anadolu’nun çehresini değiştirecek dev bir projeden de söz etmek gerekir: Güneydoğu Anadolu Projesi (GAP).[46] Bu Proje verimsiz Harran Ovası’nda sağlayacağı sulama imkânlarıy¬la, ülkemizde sulanan tarım alanlarının mevcut miktarını iki katına çıkarırken Türkiye’de tarımsal üretimin de aynı oranda artmasını sağlayacaktır.[47]
Bu projenin ülke ekonomisi için enerji ve tarım sektöründe sağlayacağı katkılar yanında, bölgedeki sosyal yapı üzerinde çok önemli etkileri olacaktır. GAP, 1990’ların ortasında geniş kapsamlı entegre proje haline getirilmiştir. Yani yalnızca çok amaçlı baraj ve sulama sistemlerini değil, tarım, enerji, ulaşım, telekomünikasyon, sağlık, eğitim, kırsal ve kentsel altyapı gelişimi gibi kalkınmayla ilgili diğer tüm sektörlerdeki yatırımları kapsamaktadır. Bugün GAP bölgesinde toplam 12 baraj tamamlanmış, 6 hidroelektrik santralı işletmeye açılmış durumdadır. Enerji projelerinin %64’ü, sulama projelerinin de %12’si gerçekleşmiş bulunmaktadır. Bölgede sulamaya açılmış alanın yüzölçümü 219.080 hektardır.[48] GAP alanında sulu tarıma elverişli toplam arazinin yüzölçümü ise 1.800.000 hektar olarak hesaplanmaktadır.[49]
GAP bölgesinde, artan üretim potansiyeline paralel olarak, adaletli bir toprak reformuyla, devlet eliyle yaratılan zenginliğin yöre halkına adaletli dağılımının yapılması gerekir. Ancak bu konuda yapılan araştırmalar bölgede adil bir toprak reformunun yapılamayacağını göstermektedir. Çünkü bölgedeki topraksız köylü nüfusa göre toprak yetersizdir. Bu çalışmaları yapanlar bölgede köklü bir tarım reformunu teklif etmektedirler.[50]
Nüfusun yarısından fazlası tarım sektöründe bulunan ülkemizde, meselelerin çözümünü uzun vadeli sektörlerin gelişme seyrine bırakmamak, bu alanda istenilen iyileştirmeleri sağlayacak kanuni düzenlemeleri yapmak gerekir.
Balıkesir Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi / Türkiye
Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 17 Sayfa: 677-686