Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

Cumhuriyet Döneminde Sosyal Bilimler

0 10.056

Doç. Dr. Mehmet ÖZ

Sosyal bilimlerin, modernliğin bir ürünü olarak, Batıda evrensel doğa yasalarını bulmayı amaçlayan bilimsel gelişme sürecinde, devletin toplumu ilgilendiren kararlarını dayandırabileceği nispeten kesin bilgilere duyduğu ihtiyacın karşılanması kaygısıyla ortaya çıktığı kabul edilir. Bu çerçevede, sosyal bilimlerin değişik disiplinleri, XIX. yüzyılda gerçeklik hakkında ampirik bulgulara dayalı nesnel bilgi elde edilmesini sağlamak üzere harcanan çabaların bir parçası olarak yaratılmıştır. XX. yüzyıl başlarında sosyal bilimler olarak üzerinde uzlaşılan belli başlı disiplinler tarih, iktisat, sosyoloji, siyaset bilimi ve antropoloji idi. Psikoloji, coğrafya ve hukuk ise çeşitli sebeplerden dolayı sosyal bilimler arasında mütalaa edilmiyordu. yüzyılın ikinci yarısında ise bu temel disiplinlere birtakım alt dallar da eklenecektir.[1]

Bu kısa değerlendirmede, sosyal bilimlerin kapsamı üzerinde bir tartışmaya girmeyecek ve sosyal bilimler alanında Cumhuriyet dönemindeki bilimsel gelişmeleri özetle tahlil etmeye çalışacağız. Bunu yaparken, yukarıda belirtilen beş temel alanın-ve bunların alt alanlarının-yanında, psikoloji ve sosyal psikoloji, gibi disiplinlere de yer vereceğiz.[2] Çalışmamızda bütün bu alanlarda ortaya konulan çalışmaları ve bunları ortaya koyan bilim adamları tek tek ele alınmayacak, daha ziyade öncü şahsiyetler üzerinde durulacaktır.

Tarih

Türkiye’de modern sosyal bilimlerin gelişimine baktığımızda bunun XIX. yüzyıldaki batılılaşma/modernleşme çabalarıyla ortaya çıktığını görürüz. Sosyal bilimlerin temeli olan tarih alanında geleneksel tarih yazıcılığından modern tarih yazıcılığına geçiş bakımından en önemli şahsiyet M. Fuad Köprülü olmakla birlikte, anlayış değişikliğinin izleri daha geriye gitmektedir. Bu bağlamda özellikle 19. yüzyıl Fransız düşüncesine, pozitivizme ve dayanışmacı toplum anlayışına dikkati çekmek gerekiyor. II. Meşrutiyet devrinde ise Türk Derneği, Türk Yurdu Mecmuası ve Türk Ocağı öncülüğünde Türklük şuurunu ve millî tarihi ön plana çıkaran çalışmalar yapıldı. Aynı dönemde kurulan Târih-i Osmanî Encümeni Mecmuası (Cumhuriyet devrinde Türk Tarihi Encümeni Mecmuası) ilmî tarihçiliğin gelişmesinde önemli rol oynadı.[3]

Cumhuriyet dönemine gelindiğinde artık hanedan-merkezli bir tarih anlayışı dışında Batı’da gelişen modern tarihçiliğin yöntem ve yaklaşımlarına aşina bir anlayışın kökleşmeye başladığını ancak siyasî-askerî tarihe ağırlık veren tarihçiliğin hâlâ ağırlığını yitirmediğini görmekteyiz. Bu noktada en dikkat çekici değişme, genelde İslâm tarihini ve özelde de Osmanlı tarihini merkeze alan yaklaşımın yerini, İslâm-öncesi dönemlerden başlayarak Türk tarihini öne çıkaran milliyetçi bir tarihçiliğin almasıdır. Zamanla bu milliyetçilik anlayışında Anadolu’nun eski tarihine özel bir yer verildiği ve Hititlerin Türklüğü gibi bilimsel olarak yanlış bir takım tezlerin ortaya atıldığı bilinmektedir. Burada asıl önemli olan şudur: Başta Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere Cumhuriyetin kurucuları millî devlet inşa sürecinde tarihin temel bir rol oymadığına inanmaktaydılar ve tarih çalışmalarını bu bakımdan teşvik etmişlerdir.

Kurumlaşma açısından bakıldığında, Tarih-i Osmanî Encümeni, Türk Tarihi Encümeni olarak yeniden düzenlenmiş (1927) ve bazı gelişmelerin sonrasında 1931’de Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti kurulmuştur (1935’te Türk Tarih Kurumu adını almıştır). İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi, Türk İktisat Tarihi Enstitüsü, Türkiyat Enstitüsü gibi kurumlara zamanla yeni kurulan üniversitelerdeki bölüm ve enstitüler, İslam Ansiklopedisi, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi, IRCICA, Toplumsal Tarih Vakfı, Türk Bilim Tarihi Kurumu vb. eklenmiş ve Kültür Bakanlığı ile Vakıflar Genel Müdürlüğü de bu alandaki çalışmaları desteklemiştir.

Fuad Köprülü gibi, çağdaş tarihçiliğin ülkemizde yerleşmesinde öncü rol oynamış bir şahsiyet ile onun yetiştirdiği tarihçi ve edebiyat tarihçilerinin çalışmalarıyla İslâm-öncesi ve İslâmî dönem Türk tarihinin bir bütün olarak ele alınması ve tarihî olay ve olguların çok-sebepli bir nedensellik çerçevesinde ele alınması gerektiği düşüncesi kökleşmiştir. Fuad Köprülü’nün fikrî yapısında Türkçülük biricik faktör değildi. H. Berktay’ın isabetle belirttiği gibi onun fikir yapısında,”altı yüzyıllık İmparatorluğu tümüyle reddetmek yerine, özellikle kültür alanında o birikimle devamlılıklar arayan laik ama ılımlı bir Osmanlı tavrı da önemli rol oynamıştır.”[4] Döneminde Batı’da ve özellikle de Fransa’da ortaya çıkan yeni tarih anlayışını yakından izleyen Köprülü millî tarihin sağlıklı bir biçimde ancak genel tarih içinde incelenebileceğini vurgulamıştır.

Köprülü’den sonraki neslin üyeleri, belki de uzmanlaşmanın gereklerinden ötürü, onun bütüncü yaklaşımından uzaklaşıp belirli dönemler üzerinde yoğunlaşmışlardır: Orta Asya Türk tarihinde Bahaeedin Ögel, Selçuklu tarihinde Osman Turan ve Mehmet Altay Köymen, İbrahim Kafesoğlu, Osmanlı tarihinde İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Ömer Lütfi Barkan, Halil İnalcık ve Mustafa Akdağ gibi. Fuad Köprülü, Ö. L. Barkan ve Halil İnalcık gibi tarihçiler ve takipçileri Fransız Annales Okulu’nun siyasî tarihten çok sosyo-ekonomik tarihe ve uzun döneme ehemmiyet veren yaklaşımından etkilenmişlerdir. Ziya Gökalp ve Fuad Köprülü’yle başlayan ilmî Türkçülük hattında Barkan’ın yanısıra Nihal Atsız, Osman Turan, Abdülbaki Gölpınarlı, Abdülkadir İnan ve Orhan Şaik Gökyay akademik çalışmalarında kendi alanlarında uzmanlaştılar. Bu nesilden O. Turan, Selçuklu tarihi ile ilgili özgün çalışmalarının yanında, hocası Köprülü’nün de etkisiyle, Türk tarihini bütüncü bir perspektifle ve Türk- İslâm sentezi çerçevesinde yorumlayan genel mahiyetteki çalışmalarıyla hem milliyetçi-akademik tarihçilik hem de daha genelde milliyetçi tefekkür üzerinde büyük etkileri olan bir şahsiyet olarak dikkati çeker.[5] Aynı doğrultuda İ. Kafesoğlu’nun Türk Millî Kültürü gibi çalışmalarının da önemli bir rol oynadığı zikredilmelidir.

Tarih dışı bir alandan gelmekle birlikte Üniversite reformu sırasında Türk İnkılâp Enstitüsü doçentliğine atanan Barkan İktisat Tarihi alanındaki çalışmalarıyla Türk tarihçiliğine çok önemli katkılarda bulundu. Onun tarihçilik anlayışının şekillenmesinde Fransız tarihçilerinin ve özellikle Marc Bloch, Lucien Febvre ve Fernand Braudel’in de büyük etkisi olmuştur. Sağlam ilmî çalışmaların ancak enstitüler vasıtasıyla yapılabileceğine inanan Barkan Türk İktisat Tarihi Enstitüsü’nü kurmuştur. İktisat tarihi, sosyal tarih ve tarihî demografi alanlarındaki araştırmalarıyla gerçekten de büyük bir öncü şahsiyettir.[6]

Osmanlı sosyal ve ekonomik tarihçiliğinin bir başka kurucu babası ve bu alanın uluslararası ölçekte en önde gelen temsilcisi Halil İnalcık’tır. DTCF’nin ilk mezunlarından olan ve Tanzimat ve Bulgar Meselesi adını taşıyan doktora teziyle (1940) adını duyuran İnalcık daha sonraki araştırmalarında Annales Okulu’nun da etkileriyle, Osmanlı tarihini Dünya tarihi içinde bütün boyutlarıyla yerleştirmeye yönelik bir çabanın içinde bulunmuştur. O, Özer Ergenç’in yerinde tespitiyle, “bir moda akımı gibi yayılan ve müntesiplerinin tartışmasız beğenisini kazanmış olan düşünce kalıplarını hiçbir zaman eleştiri süzgecinden geçirmeden benimsememiş” ve “meslek edindiği alana çalışmalarıyla özgün bilgi üretimiyle katkıda bulunan, daha önemlisi “tarih” denen bilgi alanının yöntemlerinin gelişmesinde çok önemli rolü olan bir bilim adamıdır.”[7]

Tarihçiliğinin gelenekselliği ve Osmanlı kurumlarını “durağan” bir mahiyette değerlendirmesi gibi eleştiriye açık yönlerine rağmen Osmanlı siyasî, askerî, malî, kurumsal tarihi hakkında, birincil kaynaklara dayalı bir dizi kitap ve makaleleriyle İsmail Hakkı Uzunçarşılı ile sosyo-ekonomik tarihçilik alanındaki katkılarıyla Mustafa Akdağ’ın modern Türk tarihçiliğindeki katkılarını

teslim etmek bir ilmî ve ahlakî gerekliliktir. İstanbul ve Ankara’da böylece temelleri atılan akademik gelenek içinde Şehabettin Tekindağ, Münir Aktepe, Cengiz Orhonlu, Ercümend Kuran, Şerafettin Turan, Bekir Kütükoğlu, Mübahat Kütükoğlu, İlber Ortaylı gibi tarihçiler Osmanlı tarihinin çeşitli konuları hakkında son derecede özgün çalışmalar ortaya koymuşlardır.

Yukarıda bazı temsilcilerinden bahsedilen bu öncü nesilden sonra ülkemizde 1970’lerden itibaren tarih araştırmaları nicelik bakımından büyük bir gelişme göstermiş, ama özellikle 1980’lerde tam bir moda halini alan Osmanlı sosyo-ekonomik tarihi çalışmalarının kalite açısından sorgulanmaya açık bir patlama yaşadığı dikkati çekmiştir.[8] Bu süreçte üniversite ve dolayısıyla akademik personel sayısının artışı da etkili olmuştur. Zaman içerisinde siyasî ve kültürel tarihin ihmalinin bütüncü bir tarih anlayışı ile bağdaşmadığının farkına varılmasıyla, Batı’daki gelişmelerin de etkisiyle ülkemizde de bu alanlar yeniden akademik çalışmalarda önem kazanmıştır.

Genel olarak bakıldığında tarihçiliğimizin en önemli eksiği, Türk ve Türkiye -merkezli oluşudur. Hatta son dönemlerde Osmanlı- öncesi Türk tarihinin bile ihmal edildiği izlenimi yaygındır. Bu ise hâlâ, gelişmiş ülkelerdeki gibi, komşu ülkelerden başlayarak bütün dünya kültürlerini tanımaya yönelik bir araştırma faaliyetinin çok uzağında olduğumuzu gösteriyor.

Sosyoloji

Pozitivist bilim anlayışının bir sonucu olarak ortaya çıkan sosyoloji de ülkemize, adem-i merkeziyetçi ve Le Play ekolünü temsil eden Prens Sabahaddin ile devletçi ve Durkheim ekolünü benimseyen Ziya Gökalp gibi öncü şahsiyetler eliyle Cumhuriyet öncesinde girmiştir. Bireysel teşebbüsü yücelten ve adem-i merkeziyetçi bir anlayışı savunan Prens Sabahaddin çizgisi (ilm-i içtima ekolü) karşısında merkezci, dayanışmacı ve içtimaî mefkûreciliği esas alan Gökalp çizgisi (içtimaiyat ekolü) bir millî devlet oluşum sürecine daha uygun özellikler taşıması hasebiyle daha etkili olmuştur. Gerek İttihad ve Terakki döneminde, gerekse Cumhuriyet’in kuruluş yıllarındaki derin etkileriyle Ziya Gökalp hem bir bilim adamı, hem de ideolog ve mütefekkir olarak modern Türk düşüncesine damgasını vurmuştur.[9]

Sosyolojinin gelişimine baktığımızda Prens Sabahaddin ve Ziya Gökalp’in kuruculuğuyla Darülfünun’da ve sonra da İstanbul Üniversitesi’nde gelişen iki temel çizgide, Hilmi Ziya Ülken, Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu, Nurettin Şazi Kösemihal gibi önemli şahsiyetlerin yetiştiği, daha sonra ise Ankara Ünivesitesi DTCF’nde sosyalist eğilimli bir çizginin (Niyazi Berkes, Behice Boran) boy verdiğini, 1960’lar ve 1970’lerde somut araştırmaların yanında kuram ve yöntem ilişkileri üzerinde durulduğu ve zamanla çeşitli alt alanların geliştiği gözlenmektedir.[10]

Ziya Gökalp’in tilmizlerinden Mehmed İzzet’in sosyolojik düşünce ile felsefeyi bir araya getirmeye çalıştığı, Necmeddin Sadık Sadak’ın ise siyasî sosyolojiye ağırlık verdiği gözlemlenmektedir.[11] 1933-36 arasında tarihî maddecilikle ilgili yayınlarda bir artış görülmüşse de üniversitede esas itibariyle Comte-Durkheim sosyolojisi okutuluyordu. Üniversite reformu ile birlikte Alman Sosyoloji Okulu olarak anılan biçimci sosyoloji de bir etki alanı bulmuştur.[12] 1940’larda saha araştırmaları ve özellikle köy incelemeleri yeni bir aşamayı simgeler. Bir sosyal psikolog olan Muzaffer Şerif’in (Başoğlu) daha önceden başlattığı çalışmaları özellikle önem taşır.

1950’lerde bir durgunluk dönemi yaşayan sosyoloji çalışmaları 1960’lardan itibaren canlanmış ve çeşitlenmeye başlamıştır. Bu bağlamda toplumsal değişmeye ilişkin çalışmalar (Mübeccel Kıray’ın Ereğli ve İbrahim Yasa’nın Hasanoğlan hakkındaki araştırmaları gibi) dikkati çeker. Yine Şerif Mardin’in Osmanlı-Türk toplumsal yapısı, yakın dönem Türk düşünce tarihi, din ve ideoloji gibi konularda merkez-çevre kavramlarına dayalı olarak geliştirdiği tahlillerle, tarihsel bir bakış açısıyla, sosyolojik düşünceye yeni ufuklar açtığı belirtilmelidir.[13] Mardin, Türk tarihi ve toplumu üzerinde yaptığı çalışmalarla uluslararası bilim platformunda haklı bir yer edinen nadir sosyal bilimcilerimizden birisidir.

Neticede, zaman içerisinde kendi tarihî ve sosyal evrimimizi dikkate alarak sosyoloji yapmak gereği anlaşılmışsa da, bazı istisnalar hariç, bu idrakle mütenasip verimlerin yeterince ortaya çıktığını söylemek zor görünüyor. Günümüzde sosyolojik araştırmalar aile, köyden kente göç ve gecekondulaşma, suç ve suç türleri, siyaset kurumu, çevre, turizmin etkileri, spor ve boş zamanlar, kitle iletişim teknolojileri, sanayileşme, modernizm, post-modernizm ve küreselleşme, Türkiye dışındaki Türk sosyo-kültürel yapısı, ırk, etnisite ve azınlıklarla ilgili problemler gibi alanlarda yoğunlaşmaktadır.[14]

Psikoloji ve Sosyal Psikoloji

Modern anlamda psikoloji bilimi ülkemize 19. yüzyıldaki yenileşme hareketleri çerçevesinde girmiş, Darülfünun’da 1915’te bir psikoloji kürsüsü kurulmuştu. Dört yıl sonra umumî psikoloji kürsüsünü kuran Mustafa Şekip (Tunç) pragmatist ve Bergsoncu görüşlerle ortaya çıkan “Dergâh” dergisi çevresi içinden çıkmış ve bu dalın gelişmesinde önemli rol oynamış, 1937’de kurulan tecrübî psikoloji kürsüsünde ise daha sonra Mümtaz Turhan araştırmalarını yürütmüştür. DTCF’de ise psikoloji öğrenimi Felsefe Bölümü içinde verilmeye devam etmiş, ayrı bir bölüm olarak ancak 1982’de ortaya çıkmıştır. Hacettepe (1964), ODTÜ (1980), Ege (1980) ve Boğaziçi (1982) üniversitelerini yeni üniversiteler izleyecektir.[15]

Psikoloji ve sosyal psikolojide Mümtaz Turhan gerçekten de önemli bir şahsiyet olarak dikkat çeker. 1951’de yayınlanan Kültür Değişmeleri adlı sosyal psikolojik araştırmasında Erzurum’da kendi köy cemaatindeki değişmelerin yanında Osmanlı yenileşme dönemindeki kültür değişmelerinin de ilgi çekici bir tahlilini ihtiva eder. Bilime ve bilim zihniyetine ve ülkenin çağdaşlaşmasının ancak bu temelde gerçekleşeceğine inanmış bir âlim olarak sosyoloji ve sosyal antropoloji dalların gelişmesinde de mühim katkıları olmuştur.[16]

Ülkemizdeki çeşitli gelişmelerin ve bilhassa 1960’larda da kırdan kente göç olgusunun yol açtığı sosyo-kültürel değişmeler sosyal psikoloji alanında çalışmalarda da yankısını bulacaktır. Göç eden kesimlerin yeni çevrelerindeki hayat tarzları, tutum ve değerlerdeki değişmelerin yanında aynı sürecin aile ve kadın üzerindeki etkileri de incelemeye konu olmuştur.[17]

Mümtaz Turhan’ın yetiştirdiği büyük âlim ve mütefekkir merhum Erol Güngör de tecrübî psikoloji, sosyal psikoloji ve değerler psikolojisi alanlarındaki ilmî faaliyetleri ile gerek kendi alanıyla gerekse genel olarak bilimsel düşünce ile ilgili çevirilerinin yanında, sağlam ilmî formasyonu ve Türk kültürüne vukufu sayesinde Türk tarihi ve kültürünün çeşitli meselelerini tahlil eden ve günümüzün problemlerine yeni bakış açıları getiren pek çok kitap ve makaleye imzasını atmıştır. Hocası M. Turhan kanalıyla Gökalp çizgisine bağlanan Erol Güngör, Ziya Gökalp’in kültür-medeniyet ilişkisi, Osmanlı kültürü vb. konulardaki görüşlerini tenkidî bir yaklaşımla değerlendirmiş ve Türk düşüncesine yeni ufuklar açmıştır.[18]

Sosyal Antropoloji

Türkiye’de önceleri Avrupa etkisiyle Antropoloji, Etnoloji ve Arkeoloji bağımsız disiplinler olarak görülüyordu ama zaman içerisinde etnoloji, halkbilim ve antropoloji alanlarının sınırları ve ilişkileri tartışmalı hale geldi.[19] Bu tartışmalar henüz tam olarak giderilememekle birlikte antropoloji disiplini içinde, fizik ve sosyal-kültürel antropoloji olarak iki alt alan genel kabul görmüşe benziyor.

Türkiye’de antropolojiye duyulan ilginin kökenlerini 20. yüzyıl başlarındaki kültür milliyetçiliğine bağlamak mümkün görünüyor. Bu bağlamda Z. Gökalp’in etnografya ve folklora verdiği öneme işaret edilmelidir. Cumhuriyet döneminin başlarında fizik antropoloji alanında Şevket Aziz Kansu’yu öncü bir şahsiyet olarak görmekteyiz. İstanbul’da kurduğu enstitü bütün malzemesi ve kadrosuyla 1935’te kurulan DTCF’ye transfer olmuştur. İstanbul’da ise 1933 üniversite reformu sonrasında önceleri fizik antropoloji, daha sonra da etnografik araştırmalar ve bunları gerçekleştiren enstitüler dikkati çeker.[20] Bu alandaki gelişmelerin Türk tarih tezi ve ulus-devlet inşa süreci ile yakından bağlantılı olduğu izahı gereksiz bir gerçektir.[21]

Türkiye’ye gerçek anlamda sosyal antropolojinin girişi aslen bir sosyal psikolog olan Mümtaz Turhan’ın çalışmalarıyla gerçekleşmiş, İstanbul Üniversitesi Sosyal Antropoloji kürsüsü onun girişimiyle kurulmuştur.[22] Ankara Üniversitesi’nde etnoğrafyacı gelenek uzun süre etkilerini sürdürmüş, DTCF’de, Türkiye’de etnoloji doçentliğine yükseltilen ilk kadın akademisyen olan ve 1944’ten itibaren bu kurumdaki Antropoloji ve Etnoloji Kürsüsü’nde alanın gelişmesi için gayret sarf eden Nermin Erdentuğ’un çabalarıyla sosyal antropoloji 1960’lardan itibaren önem kazanmaya başlamış ve uygulamalı antropoloji hüviyetini kazanmıştır.[23] Hacettepe Üniversitesi’nde ise Bozkurt Güvenç’in “modern karşılaştırmalı ve içeriden antropolojiyi tanıtan ve popülerleştiren çalışmaları” sosyal ve kültürel antropolojinin gelişmesinde etkili oldu.[24]

Genel bir değerlendirme yapıldığında antropoloji ülkemizde Batı’dakine benzer bir gelişme çizgisini izlemiştir: “Önce toplumbilimine egemen tarih-sosyoloji-felsefe alanında küçük bir köprü-başı; daha sonra insanbilimin bu yeni alanda kendine meşru bir yer-yurt edinmeye (tutunmaya) çalışması gibi.”[25] Bu çerçevede, sosyal antropoloji alanında yapılan çalışmalar yoğunluk sırasına göre üç kolda gelişmiştir: Köy hayatı, kent hayatı (gecekondular) ve göçerler. Mikro düzeyde ise aile yapıları, aile içi rollerde veya cinsiyet rollerinde değişim gibi konular işlenmiştir.[26]

İktisat

Türkiye’ye Tanzimat Dönemi’nde liberal iktisat okulunun tanınmasıyla gelen ilm-i iktisat 1936’da İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nin kurulmasına kadar bir yan disiplin olarak kaldı. Cumhuriyet dönemi açısından 1923’te yapılan İzmir İktisat Kongresi bir başlangıç noktası olarak alınabilir. 1923-50 döneminde ve özellikle de bu dönemin ilk yarısında iktisat ilminin adeta fetişleştirildiği ve büyük beklentilerin kaynağı olduğu görülür. Bu beklentilerin karşılanamadı ve İktisat Fakültesi’nin kurulması ve Nazi Almanyası’ndan kaçan bilginlerin gelişiyle önemli bir sıçrama yaşandı.[27] Fritz Neumark, Gerhard Kessler, Alexander Rustow, Wilheim Röpke gibi öğretim üyeleri hem öğretim, hem ilmî çalışmalar hem de mevzuata yönelik çalışmalarıyla etkin bir rol oynadılar. Fakültede, her biri kendi alanında otorite haline gelen Sabri Ülgener, Ömer Lütfi Barkan, Refiî Şükrü Suvla, Şükrü Baban, Feridun Ergin, Orhan Tuna, Sabahattin Zaim, Fazıl Pelin, Z. Fahri Fındıkoğlu, Orhan Dikmen, Mehmet Oluç, Ahmed Ali Özeken, Ömer Celal Sarç gibi değerler görev yapmıştır.[28] Bu isimlerin bazılarının tarih, sosyoloji ve siyaset bilimi ile ilişkileri düşünüldüğünde Fakültede disiplinler-arası çalışmalar için elverişli bir ortamın bulunduğu açıkça görülür ve bu gelenek günümüze kadar sürmüştür.

II. Dünya Savaşı sonuna kadar Kıta Avrupası iktisatçılarının etkisinde kalan akademik faaliyet daha sonra ABD kaynaklı ders kitapları ve ABD’de eğitim gören akademisyenler yoluyla, matematik-istatistik yöntemleri kullanan Amerikan iktisat anlayışının etkisine girdi. Zaman içinde yeni üniversitelerde de iktisat bölümleri kuruldu ve daha önce yan dal olarak öğretilen işletme gibi disiplinler bağımsız hale geldi. 1960’lardan başlayarak resmî ve özel bir takım kuruluşlarla vakıfların çalışmalarına rağmen iktisat bilimi soyut bir bilim olarak bir araştırma alanı oluşturmanın uzağındadır. Kazgan’a göre, günümüzdeki görünümüyle ülkemizde iktisat bilimi, henüz aktarma evresinden bilime katkı aşamasına geçememiştir.[29]

İktisat ile ilgili bu kısa değerlendirmeyi bitirirken yukarıda İktisat Fakültesi’nde 1940’larda bulunduğunu belirttiğimiz ortamın içinde yetişip akademik kariyer yapan Sabri Ülgener’in özellikle iktisadî zihniyetle ilgili araştırmaları hakkında birkaç cümle eklemeden geçilmemelidir. Onun iktisadî zihniyet tarihimizle ilgili muhteşem çalışması, İktisadî İnhitat Tarihimizin Ahlâk ve Zihniyet Meseleleri (1951) hak ettiği ilgiyi pek görememiş, ancak 1980’lerin başında yeniden basılmasıyla yeniden gündeme gelmiştir. Gerçekten de ülkemizdeki sağ-sol kutuplaşmasının hazin bir sonucu olarak Batıdaki Weberyen geleneğin ülkemizdeki bu önemli temsilcisi hak ettiği ilgiyi -maalesef- ancak bir depolitizasyon sürecinde, 1980’lerin başlarında görebilmiştir. Bir iktisatçı ve iktisat tarihçisi olarak Ülgener, Osmanlı kültürüne hakimiyet ve vukufu sayesinde, eserlerinde iktisadî zihniyetin hangi faktör ve süreçlerin etkisiyle oluşup değiştiğini tahlil etmeye çalışmıştır.[30]

Siyaset Bilimi

Siyasî Bilimler, Karşılaştırmalı Siyaset, Uluslararası İlişkiler, Siyasal Düşünceler Tarihi, Kamu Yönetimi vb. alt alanlara ayrılarak incelenmekte ve bazı alt alanların (Siyaset Sosyolojisi gibi) hangi bilim dalına ait olduğuna dair farklı görüşler bulunmaktadır. Siyasal Bilimlerde tümevarımcı bir mantığın egemen olduğu ve tümdengelimci mantığın daha sınırlı olarak kullanıldığı görülmektedir.

Türkiye’de Fransız modelinden esinlenilerek kurulan Mülkiye Mektebi ile diğer benzer kurumlar, akademik bir amaçla değil, devletin ihtiyaç duyduğu kadroları yetiştirmek üzere açılmışlardır. Bununla birlikte Cumhuriyete intikal ederek Siyasal Bilimler Yüksek Okulu ve sonra da Siyasal Bilgiler Fakültesi adını alan Mekteb-i Mülkiye’nin Siyasal Bilimler alanının akademik anlamda gelişmesinde öncü rolü oynadığı ve onu diğer üniversitelerde 1960’lardan başlayarak kurulan kürsü ve bölümlerin takip ettiği görülmektedir. Kurumsal açıdan çeşitli vakıf ve dernekler de Siyasal Bilimler alanındaki araştırma faaliyetlerini desteklemektedir.[31]

Çok partili hayata geçişle birlikte siyaset bilimi muhtevalı çalışmaların önem kazanması kaçınılmazdı. Anayasa Hukuku ve Kamu Hukuku alanlarında Yavuz Abadan ve Bahri Savcı, Siyasal Davranış alanında Nermin Abadan-Unat, Siyasi Düşünce Tarihi alanında Şerif Mardin, Türk Siyasi hayatı üzerine Tarık Zafer Tunaya gibi bilim adamlarının gerçekten de önemli katkılar yaptığını vurgulamak gerekir.[32] Ülkemizde bu alandaki araştırmaların sayıca ve konuca zenginleşmesine rağmen metodolojik açıdan bazı sorunlar devam etmektedir. Bunların en önemlisi, araştırıcıların daha işin başındayken kafalarında oluşmuş kanaatleri pekiştirmeye yönelik bir araştırma faaliyetini sürdürmeleridir. Dünyada yaygın olan kantitatif araştırmalar ise, maliyet yüksekliği yüzünden pek yapılamamaktadır.[33]

Sonuç

Türkiye’de sosyal bilim araştırmalarının geçirdiği evrim ve gelinen nokta bakımından 1985’te yapılan bir sempozyumda şu noktalar tebarüz ettirilmişti: Uluslar arası işbölümünde “merkez”de oluşturulan teori ve paradigmalara veri temin eden “çevre” konumundan çıkıp kavram, paradigma ve teori üreten bir konuma gelebilmek gereği;[34] Türkiye-dışındaki dünyayla ilgilenme gereği, disiplinler arası yaklaşım ihtiyacı ve üniversite hocalığı dışında yaygın ve çeşitlenmiş bir kurumsal çerçeveden yoksunluk.[35] On altı yıl dile getirilen bu temel meseleler açısından bakıldığında, TÜBA’nın kurulmuş ve etkin bir faaliyete başlamış olması dışında, bu eleştirilerin odağındaki hususlarda köklü bir değişme olduğunu söylemek zor görünüyor. Sosyal bilimler alanında yetişen genç neslin bir kesimi gerek yöntem gerekse konular bakımından geçmişi fazla sorgulamadan icra-yı zenaat etmekte ama yine de yeni yaklaşım ve metotların önemini kavramış, disiplinler-arası çalışmanın önemine inanmış ve yeni bir fetişizme kapılmamak kaydıyla, çağdaş teknolojinin açabileceği yeni ufukları görebilmiş bir kesimin de etkisini göstermeye başladığı eklenmelidir.

Ülkemizde gerek sosyal ve beşerî bilimler alanında gerekse düşünce hayatında olumsuz rol oynamış bir etken olarak dil meselesini mutlaka belirtmek gerekir. Dil devrimi ile doğu ile bağları kesip batı ile bütünleşmek hedefleniyordu ama “dilin hayatını tepeden inme bir darbe ile değiştir”meye çalışmanın “düşüncenin yaratıcılığına katı ve anlaşılmaz sınırlar koymak”[36] anlamına geldiği hesaba katılmamıştı.

Öte yandan, ülkemizde sosyal bilimlerin toplum hayatının bütün boyutlarını ilgilendiren öneminin pek de hakkıyla takdir edilemediği -aslında bu dünyanın pek çok yerinde de maalesef böyledir- ve sosyal bilimler alanındaki araştırma ve eğitim-öğretim faaliyetlerine son derecede yetersiz kaynak ayrıldığını da vurgulamak gerekir.[37] Sonuçta, sayıca az da olsa uluslararası düzeyde ürün vermiş, özgün araştırmalara imza atmış sosyal bilimcilerimizin bulunduğunu ve onların aslında pek de teşvik edici olmayan bir ortamda bu faaliyeti sürdürdüğünü teslim etmek gerekir.

Doç. Dr. Mehmet ÖZ

Hacettepe Üniversitesi edebiyat Fakültesi / Türkiye

Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 17 Sayfa: 894-900


Dipnotlar :
[1] Bu konuda bkz. Gülbenkian Komisyonu, Sosyal Bilimleri Açın, çev. Şirin Tekeli, Metis Yayınları, İstanbul 1999, ss. 11-38.
[2] Bu yazıyı hazırlarken ülkemizde sosyal bilimlerin gelişmesi konusunda hazırlanmış bazı yayınlar esas alınmıştır. Türkiye Bilimler Akademisi’nin hazırlattığı bir derlemede (Cumhuriyet Döneminde Türkiye’de Bilim-Sosyal Bilimler, 2 Cilt, Ankara 1997-98 (Bundan sonra TÜBA Sosyal Bilimler olarak kısaltılacak) dilbilim, sosyoloji, iktisat tarihi, felsefe, coğrafya, arkeoloji, insanbilim (antropoloji), iktisat, sanat tarihi, hukuk, eğitim bilimleri, siyasal bilimler, psikoloji, demografi, iletişim, yöneylem, yönetim bilimi, sosyal psikiyatri, işletme yönetimi, kent planlaması ve kent araştırmaları, devrim tarihi, beşeri coğrafya, bilim politikası ve ilahiyat konuları yer almıştır. Bunlardan bazılarının (yöneylem, bilim politikası, ilahiyat gibi) ne derecede sosyal bilim sayılabileceği tartışmaya açıksa da, kanımızca “müspet” bilimler dışındaki bütün disiplinler bu başlık altında toplanmış olmalıdır. Öte yandan, yöneylem araştırmaları konusunu yazan H. Doğrusöz bu alanın hem müspet hem de “bal gibi” sosyal bilim olduğu kanaatindedir (c. II, s. 11). Bu listede tarihin yer almayışının sebebi ise, makalenin zamanında yazılıp teslim edilmemesi olduğu önsözden anlaşılıyor. Daha erken tarihli bir yayında ise, psikoloji, sosyal psikoloji, siyaset bilimi (siyaset sosyolojisi, siyasal iletişim, uluslararası ilişkiler gibi alt dallarla birlikte), yönetim bilimleri, sosyoloji, kent araştırmaları, nüfusbilim (demografi) ve tarih alanları irdelenmiştir: Türkiye’de Sosyal Bilim Araştırmalarının Gelişimi, derleyen Sevil Atauz, Türk Sosyal Bilimler Derneği, Ankara 1986 Bundan sonra, T. S. B. A. G.). Bu eserde antropoloji ve ekonominin yer almayışı, kapsam açısından başlıca eksiklik olarak dikkati çekiyor. Bu çalışmada ayrıca Hacettepe Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Enstitüsü tarafından düzenlenen bir sempozyumun sosyal bilimlerle ilgili kısımlarından da yararlanılmıştır: Atatürk’ün Ölümünün 62. Yılında Cumhuriyet Türkiyesinde Bilimsel Gelişmeler Sempozyumu (8-10 Kasım 2000)-Bildiriler ve Tartışmalar, ed. B. Yediyıldız, Ankara 2001 (Bundan sonra C. T. B. G. S. olarak kısaltılacaktır). Bu çalışmada, genel gelişmelerin yanında, sempozyumu düzenleyen üniversitenin bölümlerindeki faaliyetler biraz daha vurgulanmıştır. Öte yandan 1998 yılında düzenlenen bir sempozyumun bildirilerinden oluşan bir kitapta (Sosyal Bilimleri Yeniden Düşünmek-Yeni Bir Kavrayışa Doğru, Defter ve Toplum ve Bilim Ortak Çalışma Grubu, Metis Yayınları, İstanbul 1998) sosyal bilimlerin çeşitli problemleri, sosyal bilimlerin kenarında yer alan bazı alanlarla ilgili yaklaşımlar, disiplinler arası çalışmalar vb. yanında felsefe, sosyoloji ve tarihin Türkiye’deki gelişimi üzerinde ilgi çekici bildiriler yer almıştır.
[3] Mehmet Öz, “Cumhuriyet Döneminde Tarih Araştırmaları”, C. T. B. G. S., 17-26.
[4] “Tarih Çalışmaları”, Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi”, (bundan sonra C. D. T. A. olarak kısaltılacak), C. IX, s. 2466. Tarih ile ilgili değerlendirmede Berktay’ın bu çalışmasının yanısıra 2 numaralı nottaki eserlerden yararlanıldı.
[5] Osman Turan’ın tarihçiliği ve Türk siyasî ve fikir hayatındaki tesirleri için bkz. Prof. Dr. Osman Turan’ın Eserinde Tarih ve Tarihçi İlişkileri, haz. B. Yediyıldız-F. Unan-Y. Hacaloğlu, Ankara 1998.
[6] Darülfünun Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü mezunu olan Barkan, Strasbourg Üniversitesi’nden genel felsefe, sosyoloji ve psikoloji sertifikaları ile İktisadî İlimler Yüksek Diploması almıştır. Hayatı ve ilmî faaliyetlerinin özlü bir değerlendirmesi için bkz. Coşkun Çakır, “Devletin Tarihinden Toplumun Tarihine Yeni Bir Tarih Paradigması ve Ömer Lütfi Barkan”, Doğu-Batı, sayı 12, 2000, 35-63. Türkiye’de iktisat tarihi alanındaki çalışmaların genel bir değerlendirmesi için bkz. Murat Çizakça-Şevket Pamuk, “İktisat Tarihi”, C. D. T. B., ss. 19-34.
[7] Ö. Ergenç, “Halil İnalcık Neden ‘Büyük’?”, Doğu-Batı, sayı 12, 2000, 121-141.
[8] Daha ziyade klasik dönem Osmanlı sosyo-ekonomik tarihi üzerinde uzmanlaşan 1980’lerin tarihçi neslinin tarih anlayışının eleştirel bir değerlendirmesi için bkz. O. Özel, “Bir Tarih Okuma ve Yazma Pratiği Olarak Türkiye’de Osmanlı Tarihçiliği”, Sosyal Bilimleri Yeniden Düşünmek, ss. 147-160.
[9] Gökalp hakkında sayısız makale ve kitap yazılmıştır. Cumhuriyet dönemi Türk sosyolojisine etkileri için bkz. Doğan Ergun, “Türkiye’de Cumhuriyet Döneminde Sosyoloji ve Gelişmesi”, C. D. T. A., C. VIII, ss. 2160-2163; Aynur İlyasoğlu, “Türkiye’de Sosyolojinin Gelişmesi ve Sosyoloji Araştırmaları, C. D. T. A., C. VIII, 2164-2174. H. İnalcık’ın doyurucu bir değerlendirmesi için bkz.: “Ziya Gökalp: yüzyıla Damgasını Vuran Düşünür”, Doğu-Batı, III/12 (2000), ss. 9-33.
[10] B. Akşit, “Türkiye’de Sosyoloji Araştırmaları: Bölmelenmişlikten Farklılaşma ve Çeşitlenmeye”, T. S. B. A. G., s. 197. Akşit bu yazısında, sosyoloji kuram ve yöntemleri, toplumsal düşünce tarihi; sosyo-ekonomik yapı değişmeleri, modernleşme, gelişme ve azgelişmişlik sosyolojisi; din, laiklik, ideoloji ve kültür sosyolojisi; toplumsal tabakalaşma ve siyaset sosyolojisi, köy sosyolojisi, kasaba ve kent sosyolojisi, iktisat sosyolojisi ve sanayi sosyolojisi, örgüt ve bürokrasi sosyolojisi, sapma ve suç sosyolojisi, kitle haberleşme sosyolojisi, aile ve kadın sosyolojisi, eğitim sosyolojisi, demografi ve tıp sosyolojisi ve başka ülkeler sosyolojisi olarak on beş alt alana ayırarak Türkiye’deki sosyoloji çalışmalarını değerlendirmiştir.
[11] İlyasoğlu, a.g.m., 2171.
[12] Ergun, a.g.m., 2161.
[13] İlyasoğlu, 2174.
[14] Akşit, “Sosyolji”, C. D. T. B, ss. 7-18; M. Cihat Özönder, “Sosyoloji”, C. T. B. G. S., 33-38.
[15] Nuri Bilgin, “Türkiye’de Yapılan Psikoloji Araştırmaları Üzerine Bir İnceleme”, T. S. B. A. G, 41-51. Sirel Karakaş-Emine D. Çakmak, “Psikoloji Bilimi: Ülkemiz, Üniversitemiz, Dünyadaki Durum”, C. T. B. G. S., 41-60; Nail Şahin, “Psikoloji”, C. D. T. B., 203-226.
[16] Bilimsel şahsiyeti ve düşünce yapısı ile ilgili olarak bkz. Y. Özakpınar, Kültür ve Medeniyet Üzerine Denemeler, İstanbul 1998, ss. 12-38.
[17] Gülden Acar-Deniz Şahin, “Türkiye’de Sosyal Değişme Odağında Sosyal Psikolojinin Gelişimine Bir Bakış”, T. S. B. a.g., 21-39.
[18] Türk Kültürü ve Milliyetçilik, Kültür Değişmesi ve Milliyetçilik, İslâm’ın Bugünkü Meseleleri, İslâm Tasavvufunun Meseleleri vb. eserlerinin Türk düşünce tarihine damgasını vuran eserler olduğu muhakkaktır.
[19] T. Atay, etnoloji (tarihi inşacı), sosyal antropoloji (tarihi dışlayıcı), kültürel antropoloji (tarihî özgücü) ve folklor (tarihi ihyacı) kavramlarının Batı’daki gelişmelerini tahlil eden makalesinde bu adlandırmanın söz konusu gelişmelerin çeşitli evrelerine işaret ettiğini vurguluyor: “Kısacası, sosyal antropoloji, kültürel antropoloji ve etnoloji aynı bilimsel çalışma etkinliğine farklı coğrafyalarda, o coğrafyaların özgül tarihsel, toplumsal ve kültürel dinamiklerine bağlı olarak verilmiş adlardır. Folklor ise başlangıç itibarıyla “modern” Batı’nın kendi geçmişine ilişkin kültürel muhtevayı kayda geçirmek ve değerlendirmek amacıyla ortaya çıkmış bir etkinliktir. ”: “Kavramlar kargaşası Bilimdalları Çatışması- Dünyada ve Türkiye’de ‘Sosyal İçerikli’ Antropolojiyi Adlandırma Sorunu”, Folklor/Edebiyat, VI/22 (2000), 135-161.
[20] A. Erdentuğ-P. J. Magnarella, “Türkiye’deki Üniversitelerde ‘Sosyal Antropoloji’nin Dünü ve Bugünü: Biyo-Bibliyografik Bir Değerlendirme”, Folklor/Edebiyat, VI/22 (2000), 47-49.
[21] A. Erdentuğ, Ş. Aziz Kansu’nun kuruluşuyla görevlendirildiği Antropoloji Enstitüsü ile buna bağlı olarak, bu alanda bilim adamı yetiştirecek Antropoloji Kürsüsünün (DTCF) amacının, “Kemalistlerin ulus yaratma politikası çerçevesinde, Türklerin biyo-kültürel kökenlerini araştırmak” olduğunu kaydeder: “Türkiye’de Etnoloji ve Sosyal Antropolojinin Öncülerinden Prof. Dr. Nermin Erdentuğ’un Hayat Hikâyesi ve Çalışmaları (25. 12. 1917-26. 06. 2000)”, Türk Yurdu, XXI/166 (2001), s. 21.
[22] B. Güvenç, “İnsanbilim”, C. D. T. B., s. 81.
[23] A. Erdentuğ, “Prof. Dr. Nermin Erdentuğ”, 19 vd.
[24] Suavi Aydın, “Arkeoloji ve Sosyolojinin Kıskacında Türkiye’de Antropolojinin ‘Geri Kalmışlığı’”, Folklor/Edebiyat, VI/22 (2000), s. 39.
[25] Güvenç, s. 83.
[26] Erdentuğ-Magnarella, a.g.m., s. 91-92.
[27] Celal Küçüker, “Bilim, İktisat ve Türkiye Üzerine”, C. T. B. G. S., 272-274.
[28] G. Kazgan, “İktisat”, C. D. T. B., s. 101-102.
[29] G. Kazgan, s. 103.
[30] S. Ülgener için bkz. A. G. Sayar, Sabri F. Ülgener-Bir İktisatçının Entelektüel Portresi, İstanbul 1998; D. Ayan, “Sabri F. Ülgener’in Türk Düşünce Kültüründeki Yeri”, Doğu-Batı, 12 (2000), 157-190.
[31] İlter Turan, “Siyasal Bilimler”, C. D. T. B., 183-201.
[32] N. Abadan-Unat ve A. Yaşar Sarıbay, “Siyaset Sosyolojisi: Geçmişi, Kapsamı ve Türkiye’deki Gelişim Çizgisi ve İlgi Alanlarına Bir Bakış”, T. S. B. A. G., 61-95.
[33] Turan, 197-98. Turan ek olarak, notlarda, siyasal bilimlerin alt alanlarında yapılmış önemli çalışmalardan örnekler vermiştir.
[34] Ayşe Öncü, “Sosyoloji Araştırmaları Oturumu Üzerine Yorum”, T. S. B. A. G., ss. 233-238.
[35] Mehmet Genç, “Tarih Araştırmaları Oturumu Üzerine Yorum”, T. S. B. A. G., 439-446. Yukarıda belirtildiği gibi, Kazgan’ın iktisatla ilgili değerlendirmesi de aynı paraleldedir.
[36] Zeynep Direk, “Türkiye’de Felsefenin Kuruluşu”, Sosyal Bilimleri Yeniden Düşünmek, s. 75.
[37] Son yıllarda TÜBA’nın Yurt-içi ve Yurt-dışı Bütünleştirilmişi Doktora programı sayesinde sosyal alanlardaki bölümlere de kurumsal destek temini açısından önemli bir kapı açılmıştır.
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.