Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

Cumhuriyet Döneminde Çok Sesli Müzik

0 9.867

Yrd. Doç. Dr. A. Bülent ALANER

Cumhuriyet döneminin en önemli ürünlerinden biri de, hiç şüphesiz ki güzel sanatlar alanında yapılan çalışmalardır. Bu alanda yapılan çalışmaların en büyük parçaları da 1924 yılında kurulan “Musiki Muallim Mektebi” ve 1936 yılında kurulan “Ankara Devlet Konservatuvarı”dır.

I. Müzik Eğitimi Çalışmaları

Ankara’da müzik öğretmeni yetiştirecek okul fikri, dönemin Milli Eğitim Bakanı olan Vasıf Çınar zamanında gerçekleşmiştir. Genç Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk dönemlerinde, müzik öğretmenleri genellikle müziğe yakınlığı olan ancak hiçbir resmi müzik eğitimi almamış kişiler arasından seçilmekte idi. Eğitim sisteminde yenilikler yapılırken, Batı müziğinin de okullarda yer alması söz konusu olmuştu. Bu proje için de eldeki tek kaynak, Mızıka-i Humayun’un Cumhuriyet dönemindeki devamı olan “Riyaset-i Cumhur Flarmonik Orkestrası” sanatçıları idi. Bir Musiki Muallim Mektebi açılacak olursa, Riyaset-i Cumhur Flarmonik Orkestrası üyelerinden öğretmen tayini mümkündü. İşte bu doğrultuda 4 Kasım 1924 tarihinde Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı olarak “Musiki Muallim Mektebi” adı altındaki okul Ankara’nın Cebeci semtinde Şakir Ağa adlı bir kişinin otel olarak yaptırdığı binada eğitim ve öğretime başlamıştır. 1925-1926 ders yılında eski Azerbaycan Büyükelçiliği’nin bulunduğu binaya taşınan okulun asıl binasının temeli, 7 Mayıs 1928 tarihinde atılmıştır. Okulun planı, dönemin ünlü mimarlarından Dr. Ernst Egli tarafından çizilmiştir.[1]

Yeni binanın yapısı 1933 yılında daha da genişletilerek ana binaya bir köprü koridor ile bağlanan ve “on odalar” diye anılan bölüm ilave edilmiştir.

Musiki Muallim Mektebi’nin ilk yıllarda kendi harcaması olmadığı için, Erkek Muallim Mektebi’nin misafiri olarak her türlü gereksinimi buradan karşılanıyordu.

Okulun ilk öğrenci kadrosunu, Erkek Muallim Mektebi’nden seçilmiş olan altı öğrenci oluşturmuştur. Daha sonraları İstanbul Balmumcu Öksüzler Yurdu’ndan altı öğrenci daha getirilerek, bu sayı on ikiye çıkarılmıştır. 1925-1926 ders yılında ise öğrenci kadrosu kırk kişiye ulaşmıştır. Sonraki yıllarda bu sayı hızla artarak 1935-1936 ders yılında altmış yedisi kız öğrenci olmak üzere mevcut yüz kırk dokuza ulaşmıştır.

Okulun ilk eğitimcileri “Riyaset-i Cumhur Flarmonik Orkestrası” sanatçılarından seçilmiştir. İlk dönemlerinde kendine özgü bir yönetmeliği bulunmayan bu okulda, yalnızca Fransızca ve müzik dersleri okutulmakta idi. Dana sonraları çıkartılan yönetmelikle, okulun öğrenim süresi dört yıl olarak belirlenmiş, bunun ilk üç yılı normal eğitime, son sene ise pratiğe ayrılmıştır. Okula alınacak öğrencilerin yaş sınırı ise on üç-on yedi olarak belirlenmiştir.

Musiki Muallim Mektebi, yalnızca orta dereceli okullara müzik öğretmeni yetiştiren bir kurum olarak kalmış, 1936 yılında Ankara Devlet Konservatuvarı’nın açılması ile birlikte bir süre aynı binada eğitimlerini sürdürmüşler, daha sonraları ise “Gazi Terbiye Enstitüsü”nün kurulması ile beraber, bu enstitünün müzik bölümü olarak, şimdi Gazi Üniversitesi Rektörlük bahçesi içerisinde kalan “Zuckmayer Binası” olarak anılan yere nakledilmişlerdir. Günümüzde bu kurum “Gazi Üniversitesi Gazi Eğitim Fakültesi Müzik Eğitimi Bölümü” adı altında kendi amacına uygun olarak eğitim-öğretim görevini başarı ile sürdürmektedir.

Gerçekte, genç Türkiye Cumhuriyeti geliştikçe, Atatürk devrimleri genişlemekte, Türk Ulusu, Batı Uygarlığı yolunda önemli adımlar atmaktadır. Ancak, müzik alanındaki çalışmalarda bir yetersizlik gözleniyordu. Müzik ve sahne sanatlarının temeline inmek ve ilk iş olarak da bir konservatuvar kurma zorunluluğu ortaya çıkıyordu. O zamanki şartlara göre, kendi başımıza bir konservatuvar kurma fikri olanak dışı idi. Batı’dan bir müzik otoritesi getirtmek ve konuyu onun eline bırakmak gerekiyordu.

1934   tarihinde Berlin’de öğrenci müfettişi olan Cevat Dursunoğlu’ndan, dönemin Milli Eğitim Bakanlığı, konservatuvarın organizasyonunu yapabilecek bir uzman bulunmasını istedi. Dursunoğlu, yaptığı çalışmalar neticesinde, dünyaca ünlü Alman besteci ve eğitimcisi Paul Hindemith’i Türkiye’ye gelmesi için ikna etti ve Hindemith ile 27 Mart 1935 tarihinde Berlin’de bir anlaşma imzaladı.

Bu anlaşma gereğince Hindemith, Türkiye’deki müzik kurumlarının yeni baştan organizasyonları işlerinde bakanlığın danışmanı olarak incelemelerde bulunacak, konservatuvarın esaslarını hazırlayacak ve çalışmalarının sonucunda bakanlığa bir rapor verecekti.[2] Paul Hindemith, 6 Nisan 1935 tarihinden itibaren çalışmalarına başlamış ve kırk gün kadar süren araştırmasından sonra, tekrar 4 Mart 1936 tarihinde ikinci çalışmasına girişmiştir.

Hindemith’in 19 Ocak 1937 tarihli kontratında, “Hindemith, Flarmoni Orkestrası ve Müzik Öğretmen Okulu’nda Türkiye Cumhuriyeti Kültür Bakanlığı emrinde çalışacak, müzik öğretmenleri yetiştirilmesi ile meşgul olacak ve müzik sanatına ait işlerde Kültür Bakanlığı’na danışmanlık edecektir” ibaresi yer almaktadır. 11 Ağustos 1937’de yapılan son kontratta, bu maddeye “ve genel olarak Türkiye’de müzik kültürünün yayılmasına ve müzik sanatına ait işlerde Kültür Bakanlığı’na danışmanlık edecektir” kaydı ilave edilmiştir.

Görülmekte ki Paul Hindemith’ten müzik işlerimizi yurt çapında ele alması ve raporlarını bu doğrultuda hazırlaması istenmektedir.

Hindemith, çalışacağı alanların sınırlarını öğrenebilmek amacı ile Milli Eğitim Bakanlığı’na şu soruları yöneltmiştir:

“Okulu idare edecek miyim? Orkestrayı idare edecek miyim? Yoksa her ikisini de beraberce mi idare edeceğim? Kompozisyon dersleri verecek miyim? Kadrolar ile uğraşacak mıyım? Raporumda yaptığım tekliflerin uygulanmasına eşlik edecek miyim?”

Paul Hindemith, bu soruların arkasından, halk müziği arşivinin oluşturulması için, Türk bestecileri ile çalışması gerektiğini, İzmir’de bir konservatuvar açılması ve İstanbul Konservatuvarı’nda yenilik yapılması gerektiğini Ağustos 1935 tarihli mektubunda belirtmiştir.

Hindemith 1936’da “Türk Müzik Hayatını Kurtarmak İçin Teklifler” başlıklı yazısında, konservatuvara önemli bir yer ayırmıştır. O’na göre müzik okulları üç bölümden oluşmalıdır. Bunlar;

  1. Serbest Müzik Okulları (konservatuvarlar)
  2. Öğretmen yetiştiren okullar (müzik öğretmen okulu)
  3. Tiyatro Okulu’dur.

Hindemith Yönetmeliği

Bugün yürürlükte bulunan konservatuvar yönetmeliklerinin kökleri, tiyatro bölümü hariç 20 Nisan 1936 tarihinde Hindemith’in taslağını çizdiği yönetmeliğe dayanır. Yönetmeliğe esas olacak noktalar kısa maddeler halinde sıralanmıştır.

A- Bu kısımda, konservatuvarın amacı, idare ve eğitim şekilleri, eğitimin başlama ve bitiş tarihleri, adayların hazırlayacakları belgeler, genel olarak müzik ve şan bölümlerine girecek kız ve erkek öğrencilerin yaş sınırları, kesin kabul sınavları, ilk sınıflar, gündüzlü öğrencilerden alınacak para miktarları, konservatuvardan ayrılma koşulları, okutulacak dersler, her öğrencinin haftalık esas meslek ders saatleri, öğrenciye verilecek çalgılar ve bunların korunması, konservatuvar kütüphanesinden öğrenci ve öğretmenlerin yararlanma koşulları, çalışma odaları, konferans akşamları, öğrencilerin dışarıda izin almadan müzik faaliyetlerine katılamayacakları gibi konular, en ince ayrıntılara dek belirlenmiştir.

Yönetmelikte, okutulacak olan dersler altı grupta toparlanmıştır.

  1. Teori sınıfı. Esas ders “kompozisyon”. Yardımcı dersler, bütün müzik ve şan sınıfları ile beraber olmak üzere çalgı kursları, form bilgisi ve müzik tarihi.
  2. Piyano ve piyano ile oda müziği.
  3. Yaylı ve nefesli çalgılar ve bunların oda müziği.
  4. Okul orkestrası, okul korosu ve keman korosu.
  5. Şan.
  6. Pedagoji sınıfı (Yalnızca Müzik Öğretmen Okulu kısmı için).

B- Bu bölümde ise, sene sonu ve mezuniyet sınavlarının ne şekilde yapılacağı, sınav komisyonları, öğrencilerden istenecek olan program ve notlar hakkında bilgi verilmektedir.

Paul Hindemit’in konservatuvar kuruluşu için verdiği raporlardan, hemen hemen bütün yönleri ile yararlanılmıştır. Bu raporlardan birinde aynen şu cümleler göze çarpmaktadır:

“Müzik yaşamının ilerleyen gelişmesi ile birlikte, bir nota yazım ve basım evine ihtiyaç olacaktır. Başlangışta bu kurum ders ihtiyaçları için çalışacağından, nota yazım ve basım evinin kanservatuvara bağlı olmasını tavsiye ederim.”

Hindemith’in bu önerisi üzerine, Almanya bağlantılı olarak kimi çalışmalar yapılmış, ancak daha sonraları bu çalışmadan vazgeçilmiştir. Ancak 1910 yılında Yahya Günşen’in öncülüğünde bir nota yazım merkezi kurulmuş. Daha sonraları bu merkez 1911 yılından itibaren öğrenci yetiştirmeye başlamışsa da 1989 yılında kapatılmıştır.

Yine Hindemith yazdığı raporlardan birisinde, Musiki Muallim Mektebi’nin yalnızca müzik öğretmeni yetiştirmekten başka hiçbir işe yaramayacağını ve esas amaca tam olarak hizmet edemediği için, bu okulun bir an önce konservatuvara dönüştürülmesini önemle vurgulamıştır. Bunun gerekçesini ise şöyle açıklamaktadır:

“Şimdiki bina, verimli bir çalışma için elverişli değildir. Geleceğin sanatçıları için düzenli bir ders programı bulunmamaktadır. Bir kısım öğretmenler ise, ihtiyacı karşılayacak nitelikte değildir. Alınan öğrencilerin pek çoğu yeteneksizdirler. Bunlar, diğer yetenekli öğrencilerin çalışmalarına engel olmaktadır. Bunun için şu andaki öğrencilerin bir sınavdan geçirilerek, başarısız olanların okulla ilişkilerinin kesilmelerini ve eğitimin de Avrupa’dan getirtilecek öğretmenlerle sürdürülmesi tavsiye olunur.”

Bu rapor sonucunda öğrenciler bir sınava tâbi tutulmuşlardır. Sınav sonucunda kırk altı öğrenci başka okullara dağıtılmış, seksen altı öğrenci ise okulda kalmıştır. Bu sınavların 6-12 Mayıs 1936 tarihleri arasında yapılmasından dolayı, Ankara Devlet Konservatuvarı’nın açılış tarihi 6 Mayıs 1936 olarak kabul edilmiştir.

1982 yılına kadar Kültür Bakanlığı Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü’ne bağlı olarak eğitim ve öğretim faaliyetini sürdüren Ankara Devlet Konservatuvarı, aynı yıl Hacettepe Üniversitesi’ne bağlanmıştır.

İlk kurucu Ankara’daki konservatuvar olmakla beraber, bugün yurdumuzda;

  1. Dokuz Eylül Üniversitesi Devlet Konservatuvarı (İzmir),
  2. Mimar Sinan Üniversitesi Devlet Konservatuvarı (İstanbul),
  3. İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı (İstanbul), 562
  4. Bilkent Üniversitesi Müzik ve Sahne Sanatları Fakültesi (Ankara),
  5. Anadolu Üniversitesi Devlet Konservatuvarı (Eskişehir), f- Çukurova Üniversitesi Devlet Konservatuvarı (Adana), g- Trakya Üniversitesi Devlet Konservatuvarı (Edirne), h- Ankara Üniversitesi Devlet Konservatuvarı (Ankara), i- Uludağ Üniversitesi Devlet Konservatuvarı (Bursa), j- Kocatepe Üniversitesi Devlet Konservatuvarı (Afyon),

1826 Mızıka-i Humayun ile dikilen fidanların Cumhuriyet Türkiyesi’ndeki en güzel filizlenmiş biçimleri, hatta meyvalarıdır.

II. Çoksesli Müzik Çalışmaları

Cumhuriyet Türkiyesi’nde ulusal karakterlerin yaşaması fikrini ilk kez Mahmut Ragıp Gazimihal’den öğrenmekteyiz.[3] Gazimihal 1928 yılında yazdığı “Anadolu Türküleri ve Musiki İstikbalimiz”[4] adlı kitabının önsözünde genç Türkiye Cumhuriyeti’nin müzik sanatı alanındaki gelişimi hakkında şu sözlere yer vermiştir:[5]

“Büyük kurtarıcı Gazi Mustafa Kemal Hazretleri, ilk inkılapçı nutuklarından birinde, memleketimizde sanat müesseseleri ve konservatuvarlar açılmak lüzumunda da ısrar etmişti. Şu sözü tarihe geçti: ‘Sanayi-i Nefise’yi Kabul Etmeyen Bir Dini Kabul Edemeyiz.’ Cumhuriyet erkanının umumi himmetleri, bu irşadlar arkasından ve musiki teşkilatımızın asri bir şekilde kurulması gayesi peşinde birbirini takip etti. ‘İstanbul Konservatuvarı’, arkasından ‘Ankara Musiki Muallim Mektebi’ açıldı. İkisinin de ayrı ve ulvi gayeleri var. Programlardaki cezri maddeler gençliği sevindirdi. O gençlik ki, tarihi ananelerin kıskançlıkla saklanması lüzumunu da müdriktir. Itri’nin ‘Kar’larını ihmal etmekle Süleymaniye Camii altına bomba koymak arasında hiç bir fark görmüyoruz. İstanbul, bir de “Güzel Sanatlar Birliği” açdı: Bu son müessese, her yerde olduğu gibi flarmonik resmi halk konserleri tesisine çalışıyor. Avrupa’ya talebe gönderiliyor. Hülasa, çiçekleri ile her tarafı süsleyecek taze bir sanat baharının arifesindeyiz.

Fakat, teşkilattan ayrı bir de ‘eser’ müessesesi vardı. Gençlik, ecnebi nağmelerin müstakil manasına esir yaşamak istemiyor, zorla değil ya. Bu nağmeler bir tahsil, umumi bir terbiye ve istifade vasıtasından ibaret neden kalamasın, diyor. İstiyor ki, öz Türk zevki, muazzam sanat eserlerine inkılabla, orkestralar, operalar halinde milli bir terbiye aleti halini alsın, içtimai bir kuvvet olsun”.

Türk zevkinin her türlü iskolastik tasannulardan ari, saf ve tabii seslerini toplamak ihtiyacı işte bu arzulardan doğdu. İstanbul Konservartuvarı’nın hariminde toplanan üstad gençler, bu yolda çalışmaya karar verince, karşılarında, arzularını alaka ve samimiyetle dinleyen müdrik şehreminimiz Muhiddin Bey’i buldular. Kendisinden seri ve kafi ilk muaveneti gördüler. Neticede, bizde de musiki halkiyatı başladı, ilk türkü desteleri çıktı.

“Mukaddememize şu bir kaç tariz kelimesini sokmak ayrıca tarihi bir vazife halini aldı: Bazı kimseler, toplanan halk seslerinin, müverrihlere, etnoğraflara mehaz vazifesi görmekle kalmasını istemektedirler. Neler de yazmıyorlar. Fakat, neden? Mantık ne? İşte bunları anlamağa imkan yok.

Musiki nasyonalizmi artık her tarafı sarmış, bir ictihat olduğu için, yeni tarih, her yerde bu nev’ – sözden ibaret- itirazları kaydediyor. Fakat her yerde zaferi kazanan gençlerdir. Hele bizim için muvaffakiyet ne kolay.”,

Gazimihal’in önsözünden de anlaşılacağı üzere genç Türkiye Cumhuriyeti’nde yoğun bir sanat hareketleri göze çarpmaktadır. Yine aynı önsözden anlaşıldığı üzre Batı müzik kültürünü yaygınlaştırırken kullanılması gereken malzemenin halk müziği olması gerekliği özellikle vurgulanmaktadır. Bu da bize Cumhuriyet Türkiyesi’nde ulusalcılık akımlarının başlangıcını göstermektedir.

Türkiye’de müzikte ulusalcılık akımı dendiğinde, ilk olarak, “Türk Beşleri” diye de anılan beş besteci ve eğitimci karşımıza çıkmaktadır. Bu isimler:

  • Ahmet Adnan Saygun
  • Ulvi Cemal Erkin
  • Necil Kazım Akses
  • Cemal Reşit Rey
  • Hasan Ferit Alnar’dır.[6]

Türkiye’de Cumhuriyet yönetimlerinin, ulusalcılık ve ulusal kültürü çağdaş uygarlık düzeyine ulaştırma ilkelerinin süreklilik gösterdiği gözlenmektedir. Bu konudaki temel nitelikteki örneklemeleri şu şekilde sıralayabiliriz:

  1. Mızıka-i Humayun’un tüm kadrosu ile beraber Ankara’ya taşınması ve 2021 sayılı yasa ile Cumhurbaşkanlığı’na bağlı bir orkestra haline dönüştürülmesi,
  2. Mızıka-i Humayun’un askeri bando kısmının Armoni Mızıkası’na dönüştürülüp Milli Savunma Bakanlığı’na bağlanması,
  3. 1936 yılında 4701 sayılı yasa ile “Riyaseti Cumhur Filarmoni Orkestrası” kuruluşu,
  4. 1957 yılından itibaren 6940 sayılı yasa ile aynı orkestranın “Riyaseti Cumhur Senfoni Orkestrası” adını alışı,
  5. 1947 yılında ilk bale okulunun İstanbul’da kurulması ve sonradan aynı okulun 1950 yılında Ankara Devlet Konservatuvarı’na bağlanması,
  6. 1930 yılında Gülhane Parkı’nın Alay Köşkü’nde ilk “Opera cemiyeti”nin kuruluşu,
  7. 1936 yılında dünyaca ünlü yönetmen Karl Ebert’in Türkiye’ye gelişi ile beraber, Ankara Devlet Konservatuvarı’nda Tiyatro Bölümü ve Opera Bölümü’nün kuruluşu,
  8. 1934 yılında Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü’nün kuruluşu,
  9. 1949 yılında özel yasa ile çalışmaya başlayan “Ankara Devlet Opera ve Balesi” nin oluşumu,
  10. 1948 yılında çıkartılan 2545 sayılı “Harika Çocuklar Yasası”nın oluşumu, Cumhuriyet Türkiyesi’nde devletin sanata karşı verdiği üstün uğraşıların bir bölümü olarak bizlere yansımaktadır.

Cumhuriyet Dönemi’nde Opera

Cumhuriyet döneminde operalar, operetler, müzikaller ve revüler bestelemiş ilk besteci olarak karşımıza Cemal Reşit Rey çıkar. Rey’in ilk operaları ise Sultan Cem, Zeybek ve Köyde Bir Facia dır. Lüküs Hayat isimli operet ise Cemal Reşit Rey’in anılardan hiçbir zaman silinmeyecek ve kimi zamanlar’da filmleştirilmiş olan çok önemli bir çalışmasıdır.

1934 yılına gelindiğinde ise Ankara, yurt çapında önemli bir sanat olayı ile karşı karşıya kalmakta idi. “Beşler” olarak da nitelendirilen gurubun genç müzikçilerinden Ahmet Adnan Saygun, üç perdelik “Öz Soy” adlı operasını İran Şahı Rıza Pehlevi’nin Türkiye’ye ziyareti sırasında, uygulanan devlet protokolu gereğince 19 Haziran 1934 günü akşamı Ankara Halkevi’nde devlet başkanlarının huzurunda sahneye koydu. Böylece 1934 yılında ilk kez ulusal bir Türk Operası sergilenmiş oluyordu.

Yine Mustafa Kemal Atatürk’ün Ankara’ya gelişlerinin 15. yıldönümü nedeni ile Saygun’un bestelediği “Taşbebek” operası 27 Aralık 1934 yılında, Necil Kazım Akses’in de aynı nedenle bestelediği “Bayönder” operası 28 Aralık 1934 yılında Ankara Halkevi’nde Atatürk’ün huzurunda ilk kez sergilendi.

1936-1945 yılları arasında ise ünlü tiyatro rejisörü Karl Ebert’in Türkiye’ye gelip Ankara Devlet Konservatuvarı’nda tiyatro okulunu ve opera stüdyosunu kurduğu gözlenir.

Karl Ebert’in Ankara Devlet Konservatuvarı’nın opera stüdyosundaki eğitim öğretimle ilgili çalışmaları, başlangıçta, uluslararası opera literatürünün bilindik eserlerinden alınan örneklerle ve Türkçeleştirilmiş metinler halinde oluşturulduğu bilinmektedir.[7] Bu alanda öğrencilerin sahneye koydukları ilk oyun, Wolfgang Amedeus Mozart’ın “Bastien und Bastienne” adlı operasıdır.

1949 yılında ise özel bir yasa ile çalışmalara başlayan Ankara Devlet Opera ve Balesi’nin kuruluşu, Cumhuriyet dönemi müzik hareketlerinin önemli bir parçasıdır. Aynı dönemlerde Ankara Devlet Opera ve Balesi’ne bağlı olarak çalışmalarını sürdüren diğer bir kuruluş ise İstanbul Devlet Operası ve Balesi’dir.

Ankara Devlet Operası’nın kuruluşunda önemle yer alması gereken opera orkestrası, korosu ve balesinin de 1950-1952 yıllarından itibaren organize edilmelerine başlanmış olması, bu üç ayrı ünitenin zamanla üstün düzeyde bir bütün oluşturmasına olanak sağlamıştır.

Günümüzde opera ve bale kurumlarına bakıldığında;

  1. Ankara Devlet Opera ve Balesi
  2. İstanbul Devlet Opera ve Balesi
  3. İzmir Devlet Opera ve Balesi
  4. Mersin Devlet Opera ve Balesi kurum olarak karşımıza çıkar.

İlk Ulusal Türk Operası: “Öz Soy Destanı”[8]

Münir Hayri Egeli’nin librettosunu oluşturduğu ve Ahmet Adnan Saygun’un üç perde olarak bestelediği “Öz Soy” operası, İran Şahı Rıza Şah Pehlevi’nin Türkiye’ye ziyareti nedeni ile bestelenmiş ve ilk kez 19 Haziran 1934 tarihinde sergilenmiştir.

Operanın konusunu tüm ayrıntıları ile Atatürk’ün verdiği bilinmektedir. Konu ile yakından ilgilenen Atatürk, hazırlanan metni sık sık gözden geçirip denetlemiş ve uyarıcı yardım ve eleştirileri ile konunun daha da güçlenmesine yardımcı olmuştur.

Konu Türk-İran tarihini birleştiren mitolojidir. Türk ve İran halkları arasındaki ilişkinin, bir soyun iki kardeş boyu ülküsüne temel olarak değerlendirilmesidir. Öz Soy’daki mitolojiye göre, yeryüzünde insanlar türedikten sonra, karanlık ve aydınlık arasında çatışmalar başlamıştır. Günün birinde karanlığa yenik düşen insanlık, İranlı şair Firdevsi’nin Şehname’sine konu olmuştur. Günün birinde “Gave” adlı bir kahraman, karanlığı yok edip aydınlığı ortaya çıkarmıştır. Yeniden aydınlığa kavuşan insanlar Feridun adlı bir kişiyi kendilerine lider olarak seçmişlerdir. Feridun’un oğullarından “Tur” tüm Asya’ya egemen olarak Turanilere ata olmuş, “İraç” ise İran’da kalarak İranilere ata olmuştur. Bu mitolojiye göre Türk ve İran halkları kardeş olarak tanımlanmaktadır.

Türk Balesi’nin Kuruluşu:

Klasik Türk Balesi’nin kurulması işine, 1947’de Londra’daki “Sadler’s-Wells” bale okulunun Müdiresi “Ninette de Valois”in İstanbul’a davet edilmesi ile başlandı. Bu davet üzerine Valois 1947 yılında İstanbul’a gelmiş ve yazdığı rapor doğrultusunda 6 Ocak 1948 tarihinde İstanbul Yeşilköy semtinde ilk bale okulumuz kurulmuştur.[9]

Okul, 1950 yılının sonbaharında Ankara Devlet Konservatuvarı’na taşındı ve bu kurumun bir bölümü olarak eğitim öğretim faaliyetlerini sürdürmeye devam etti. Bale okulunun ilk kurulduğu zamanlar 20 öğrencisi olduğu bilinmektedir. Okul ilk mezunlarını 1957 yılında verdi ve ilk bale gösterisi de aynı yıl Şef Halil Onayman’ın yönetiminde Konservatuvar öğrenci orkestrasının eşliği ile gerçekleşti.

Günümüzde bale eğitimi veren konservatuvarlarımız, a- Hacettepe Üniversitesi Devlet Konservatuvarı b- Mimar Sinan Üniversitesi Devlet Konservatuvarı c- 9 Eylül Üniversitesi Devlet Konservatuvarı d- Anadolu Üniversitesi devlet Konservatuvarı’dır (2002-2003 öğretim yılı itibariyle).

Harika Çocuklar Yasası:[10]

“İdil Biret ve Suna Kan’ın yabancı memleketlere müzik tahsiline gönderilmesine dair kanun”

Kanun No: 5245

Kabul Tarihi: 07.07.1948

Madde 1- Musiki sahasında olağanüstü istidat gösteren, Münir Biret kızı 1941 doğumlu İdil Biret’i ve Nuri Kan kızı 1936 doğumlu Suna Kan’ı bu kanunun esasları ve 8 Nisan 1929 tarihli ve 1416 sayılı kanunun bu kanuna aykırı olmayan genel hükümleri uyarınca musiki tahsil etmek üzere yabancı memleketlere göndermeğe Milli Eğitim Bakanı yetkilidir.

Madde 2- Milli Eğitim Bakanlığı, İdil Biret ve Suna Kan’ın öğrenim hayatını, Milli Eğitim Bakanlığı Talim ve Terbiye Dairesi Başkanı, Yüksek Öğretim Genel Müdürü, Güzel Sanatlar Genel Müdürü, Devlet Konservatuvarı Müdürü, Devlet Konservatuvarı Öğretmenler Kurulunca seçilecek üç müzik öğretmeni ve Milli Eğitim Bakanı’nın uygun göreceği bir uzmandan müteşekkil bir komisyon marifetiyle takip ettirir. Bu kurul, gereken hallerde Milli Eğitim Bakanı’nın daveti üzerine toplanır. Bu kurulun görevleri şunlardır:

  1. İdil Biret ve Suna Kan hakkında uygulanacak mesleki ve genel öğrenim planını ve öğrenim müddetini, yabancı memleketlerdeki uzmanların da düşünce ve tekliflerini almak suretiyle hazırlamak ve gereken hallerde ayrı suretle uzmanların fikir ve tekliflerini aldıktan sonra değiştirmek,
  2. Bu plana göre öğrenimlerinin gelişmesini çocukların devam ettikleri kurumların müdür veya uzmanlarından her yıl alınacak ve gereken hallerde uzmanlardan istenilecek raporlarla takip etmek,
  3. Bu öğrencilerin öğrenimde ilerleyişlerini tatmin edici bulmadığı zaman kendilerini memlekete çağırmak hususunda karar vermek.

Madde 3- Bu kanun uyarınca yabancı memleketlere gönderilecek olan çocukların ana-babası veya vasisi, bu mümkün olmadığı taktirde bunların münasip görecekleri kimse, öğrenci ile birlikte gönderilir. Bu zatın çocuğa bakabilecek yaşta ve durumda olması gerekir. Bu suretle öğrenci ile birlikte gönderilecek kimseye bir defaya mahsus olmak üzere gidiş ve geliş yollukları ve çocuk 16 yaşını dolduruncaya kadar öğrencinin gönderileceği yerin öğrenci ödeneği miktarınca aylık ödenek verilir.

Madde 4- Bu kanun uyarınca yabancı memleketlere gönderilecek olağanüstü sanat istidatlı çocuklar, öğrenim hayatlarında umulan sonucu vermeden memlekete geri çağrıldıkları taktirde, hiçbir tazminat kovuşturmasına bağlı olmayacakları gibi, hizmet ödeviyle de yükümlü tutulamazlar. Tahsillerini başarı ile bitirip döndükleri zaman mecburi hizmet ödevi ile yükümlü tutulmazlar. Kanuna uygun mazereti olmadan, kendiliğinden tahsili yarı bırakır veya tahsilini bitirdikten sonra memlekete geri dönmezse, gerek kendileri, gerek beraberinde gönderilmiş olan kimseler için ihtiyar olunmuş bütün masraflar tutarı öğrenciden veyahut veli veya vasisinden tahsil olunur. Öğrencinin yabancı memlekete gönderilebilmesi için, veli veya vasisinin bu yolda kefilli bir taahhüt senedi vermesi gerekir.

Madde 5- Bu kanun uyarınca yabancı memleketlere gönderilecek olağanüstü istidatlı çocukların ve beraberlerinde yollanacak kimselerin aylık ödenekleriyle yollukları, öğrencilerin yerleştirildikleri okul veya müesseselere yemekli ve yatılı pansiyoner olarak yatırıldıkları taktirde aylık ödenekleri yerine ilgili kurumlara ödenecek pansiyon ücretleri ve genel olarak o öğrencilerin her türlü tedris, vasıta ve malzeme giderleri de ödenir.

Geçici Madde- Bu kanun gereğince 1948 yılı içinde yapılacak harcamalar, 1948 yılı Bütçe Kanununa bağlı (A) işaretli cetvelin Milli Eğitim Bakanlığı kısmındaki 587. (yabancı memleketlere gönderilecek öğrencilerin her çeşit giderleri) bölümünün 13. (çeşitli giderler) maddelerinden ödenir.

Madde 6– Bu kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.

Madde 7– Bu kanunu Maliye ve Milli Eğitim Bakanları yürütür.

Yrd. Doç. Dr. A. Bülent ALANER

Anadolu Üniversitesi Devlet Konservatuarı / Türkiye

Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 18 Sayfa: 323-328


Kaynaklar:
♦ ALANER, A. Bülent: Osmanlılar’dan Günümüze Belgelerle Müzik Yayıncılığı, Ankara 1985, Anadol Yayılcılık.
♦ ALANER, A. Bülent: Osmanlılar’da Çoksesli Müzik Hareketleri, (Sanatta Yeterlik Tezi), Gazi Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü, 1990.
♦ ALANER, A. Bülent: Tarihsel Süreçte Müzik, Eskişehir 2000, Anadolu Üniversitesi Yayınları, No: 1179.
♦ GAZİMİHAL, Mahmut Ragıp: Türkiye Avrupa Musiki Münasebetleri, İstanbul 1939, Maarif Basımevi.
♦ GAZİMİHAL, Mahmut Ragıp: Musiki Sözlüğü, İstanbul 1961, Milli Eğitim Basımevi.
♦ HACI, Emin Efendi: Nota Muallimi, İstanbul 1302, Zartaryan Matbaası.
♦ ORANSAY, Gültekin: Batı Tekniği İle Yazan 60 Türk Bağdar, Ankara 1965, Küğ Yayınları.
♦ ÖZTUNA, Yılmaz: Başlangıcından Zamanımıza Kadar Türkiye Tarihi (12 cilt), İstanbul 1966, Hayat Kitapları.
♦ SEVENGİL, Refik Ahmet: Opera Sanatı İle İlk Temaslarımız, İstanbul 1959, Maarif Matbaası. ÜNGÖR, Etem Ruhi: Türk Marşları, Ankara 1966, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınları. Malumat Gazetesi ve ekleri.
♦ Şehbal Dergisi (1910).
♦ Servet-i Fünun Gazetesi koleksiyonu.
♦ Ceride-i Havadis Gazetesi koleksiyonu.
♦ Bülent ALANER özel arşivinde bulunan fotoğraf, yaprak nota ve belgeler.
Dipnotlar :
[1] Dönemin Milli Eğitim Bakanlığı mimarlarından olan Dr. Ernst Egli, dört bin sekiz yüz kırk yedi metrekarelik bir alan içerisine “Musiki Muallim Mektebi” mimari projesini hazırlamıştır. Proje, içeride avlusu bulunan bir medreseden esinlenerek hazırlanmıştır. Avlunun orta yerinde, mermerden yapılmış sade güzel bir havuz ve şadırvan mevcuttur. Avlunun içi ve giriş zemini “Ankara Taşı” ile döşenmiştir. Giriş duvarlarına ise okulun baş harfleri olan M. M. M. harfleri kazınmıştır. Üzülerek belirtmek gerekir ki günümüzde, bu tarihi kurum Mamak Belediyesi tarafından kullanılmaktadır.
[2] Alaner, A. Bülent: “O’nunla Birlikte Ankara Devlet Konservatuvarı’nın 50. Yılına Doğru”, Sirena, 2, s. 22.
[3] Biyografisi için bakınız: Alaner, A. Bülent: “Mahmut Ragıp Gazimihal”, Cumhuriyet Dönemi Eğitimcileri, Ankara 1987, s. 253-264. “Unesco Türkiye Milli Komisyonu”.
[4] Gazimihal, Mahmut Ragıp: “Anadolu Türküleri ve Musiki İstikbalimiz”, 1928, Maarif Matbaası, 232 s. “Eski harflerle”. Çev: A. Bülent Alaner, Yayınlanmadı. Orj: A. Bülent Alaner’in özel arşivinde.
[5] Günümüz harflerine transkriptini yaptığımız bu eserin önsözünü, etik anlayışımızdan dolayı sadeleştirmeden yayınlamayı uygun gördük.
[6] Söz konusu bestecilerin hayat hikayeleri zaman içerisinde pek çok kaynakta yayınlandığı için burada yaşam hikayelerine değinmeden yalnızca isim hatırlatmasına gerek duyduk.
[7] Altar Cevat Memduh: Opera Tarihi, Ankara 1982, Kültür Bakanlığı Yayınları No: 465.
[8] Altar, Cevat Memduh: Opera Tarihi IV, s. 244 Ankara 1982, Kültür Bakanlığı Yayınları No: 245.
[9] Gazimihal, Mahmur Ragıp: Bale Tarihi Ders Notları, Ankara 1960 (Yayınlanmadı. Kopyası A. Bülent ALANER’in özel arşivinde).
[10] Yasa metni, aşağıdaki kitaptan olduğu gibi alınmıştır.
Birkan, Üner: İdil Biret’e Armağan, Ankara 1997, Sevda-Cenap And Müzik Vakfı Yayınları No: 8.
Söz konusu yasa önceleri yalnızca İdil Biret ve Suna Kan için çıkartılmış gibi görünse de 1985 li yıllara kadar, bu yasa kapsamından yurt dışına eğitim amacı ile gönderilen pek çok sanatçı bulunmaktadır. Nedeni belli olmamakla beraber söz konusu yasa, günümüzde uygulanmamaktadır.
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.