Milli Mücadele Dönemi, aynı zamanda Türk siyasi hayatında yeniden yapılanma sürecinin de başlangıcı oldu. 23 Nisan 1920’de Büyük Millet Meclisi’nin açılmasıyla “Hakimiyet Kayıtsız Şartsız Milletindir.” ilkesi uygulama alanı buldu. Bu ilke, 20 Ocak 1921’de kabul edilen Teşkilâtı Esasiye Kanunu’nda yer alarak anayasa hükmü oldu.
Teşkilatı Esasiye Kanunu’nun kabul edilmesinden sonra Büyük Millet Meclisi’ndeki nispî birlik hali bozularak meclis muhafazakârlar ve yenilikçiler olmak üzere ikiye ayrıldı. Olay hukuk alanına da yansıdı ve 1921 Teşkilatı Esasiye Kanunu yanında 1876 Kanunu Esasi de yürürlükte kaldı.[1]
Millî Mücadele’nin kazanılmasının hemen akabinde, toplumu yeniden yapılandıran devrimlere başlanıldı. 1/2 Kasım 1922’de Saltanat kaldırıldı. Bunu 29 Ekim 1923’te Cumhuriyet’in ilanı izledi. 3 Mart 1924’te ise, Halifelik kaldırıldı.[2]
Doğal olarak Büyük Millet Meclisi’nin kuruluşundan itibaren siyasi alanda cereyan eden hızlı değişimler, tepkileri de beraberinde getirdi ve muhalefet hiç eksik olmadı. Birinci Türkiye Büyük Millet Meclisi Dönemi’nde Tesanüt Grubu, İstiklal Grubu, İkinci Müdafaa-i Hukuk Grubu, Halk Zümresi, Islahat Grubu adları altında ortaya çıktı.[3]
Ancak bunlar bağımsız bir siyasi parti olarak teşkilatlanamadığından çok partili hayata geçilemedi. Cumhuriyet Dönemi’nde ilk defa çok partili hayata geçiş, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın kurulmasıyla gerçekleşecekti.
1. Siyasi Durum ve Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın Kuruluşu
1921-1924 yılları arasında süren köklü ve hızlı değişimler, kaçınılmaz olarak kırgınlıklara ve tepkilere yol açmakta gecikmedi. Mustafa Kemal’in Milli Mücadele’nin ilk evrelerinde büyük desteklerini gördüğü ve yakın işbirliği içinde olduğu arkadaşlarıyla arasında ortaya çıkan anlaşmazlıklar günden güne artmaktaydı. O bu durumu, “… Milli Mücadele’ye beraber başlayan yolculardan bazıları, milli hayatın bugünkü cumhuriyete kanunlarına kadar gelen tekâmülatında, kendi fikriyat ve ruhiyatının ihatası hududu bittikçe bana mukavemet ve muhalefete geçmişlerdi.”[4] şeklinde dile getirmekteydi.
Karşı taraf ise olayı başka bir açıdan değerlendirmekteydi. Anadolu’ya Mustafa Kemal’le ya da daha önce gitmiş olan Kazım Karabekir, Ali Fuat, ve Refet Paşalar ile Eski Başbakan Rauf Bey’le Eski Bakan Dr. Adnan Bey, milli harekete daha geç katılanlar tarafından git gide geriye itildikleri düşüncesine kapıldılar. Milli Mücadele’ye sonradan katılıp şimdi ön plana çıkan grupta ise İsmet (İnönü), Kılıç Ali, Recep (Peker), Ali (Çetinkaya), Yunus Nadi (Abalıoğlu) gibi isimler yer almaktaydı.
Birinciler, Ankara’da kendilerine karşı haksız yere cephe alındığı kanısındaydılar ve temel siyasi kararlarda kendi fikirlerinin alınmadığından şikayetçiydiler. Dahası bu grup, başta İsmet Paşa olmak üzere Mustafa Kemal’in etrafını çevreleyen genç ateşli ve itiraz sahibi yeni elemanların kendilerini bertaraf etmek istediklerini, Gazi’nin ise ilgisiz davrandığını, asıl şöhretleri kenara iterek diktatörlüğe yöneleceği düşüncesini paylaşıyordu.[5]
Mustafa Kemal Paşa’ya karşı duydukları bu endişe kuracakları partinin beyannamesinde, “Fırkamız tahakkümlerin şiddetle aleyhtarı olduğu için kendi iç işlerinde de buna imkân ve cevaz vermeyerek ne ferdin, ne de birkaç kişinin tahakküm suretiyle oligarşi ile meramlarını icra ve infaz etmelerini kabul etmeyeceğiz. Her hüküm ve kararı salâhiyetli heyetlerin çoğunluk reyine istinad ettireceğiz.”[6] denilerek net bir şekilde dile getirilecekti.
Diğer taraftan Büyük Millet Meclisi’nin İkinci Dönemi’nin ilk toplantı yılı boyunca hükümete karşı sürekli bir muhalefet oluştu. Ancak bu muhalefet Halk Fırkası safları içinde sürdürülmekteydi.[7] Söz konusu muhalefet 1924 Anayasası’nın müzakerelerinde izlendiği gibi zaman zaman hükümeti destekleyen gruba ağır basmaktaydı. Bu nedenledir ki, ikinci bir partinin kurulacağı yolundaki söylentiler çok önceden başlamıştı.[8]
Sonunda 6 Ekim tarihli bir gazetede Rauf (Orbay) ve İsmail Canbolat Beylerle Refet (Bele) Paşa’nın çevresinde yeni bir partinin kurulacağı haberi çıktı.[9] Bunun üzerine İstanbul basını muhalif parti kurulması düşüncesini destekleyen yayımlara başladı. 11 Ekim 1924 günlü Vatan Gazetesi’nde, “Halk Fırkası’nın kendine fırka adını vererek en önemli meseleleri gizlice görüşmesi, muhaliflerin ve bağımsızların görüşünü her işte hiçe sayması yanlış bir gidiştir.”[10] denilerek muhalefete destek veriliyordu.
Muhalefeti endişelendiren olaylar da yok değildi. İç İşleri Bakanı Recep (Peker) Bey, çok sert önlemler alma peşindeydi. Bu tür önlemler ise, Mustafa Kemal’in kişisel iktidar peşinde olmasından korkan, eski yakın arkadaşlarının endişelerini arttırıyordu. Doktor Adnan Bey ve Rauf Bey’in; Kazım Karabekir, Ali Fuat, Refet gibi komutanlarla görüşmeleri ve İstanbul’daki diğer gelişmeler Mustafa Kemal’e “kendisine karşı askeri bir komplonun hazırlanmakta olduğu” şeklinde aktarılıyordu. Böyle bir şey söz konusu olmamasına rağmen bir yazarın dediği gibi “… bu tür dedikodular, kader birliğinin uzun deneyimlerle doğurmuş olduğu derin dostlukları içten kemiriyordu”.[11]
Bu kuşkucu ortamda 26 Ekim 1924’te Kazım Karabekir 1. Ordu Müfettişliği’nden istifa etti. İstifa dilekçesinde, gerek teftişler neticesinde verdiği raporların gerek ordunun kuvvetlenmesi yolunda sunduğu layihaların itibara alınmadığından yakınarak teessür ve ümitsizliğinin olağanüstü derecelere vardığını belirtiyor ve bu durumda üzerine düşen vicdan vazifesini ancak mebusluk sıfatıyla yapabileceğine olan inancını bildiriyordu.[12]
Karabekir anılarında ise, konuyla ilgili olarak Mustafa Kemal’in Musul’u savaşla almak istediğini dile getirerek, “Harp felaketinin önüne ancak Büyük Millet Meclisi’nde bir blok halinde görünebilirsek durabilirdik. Esasen Cumhuriyet’in kökleşmesi için icabında bir parti halinde çıkmaya da karar vermiş bulunuyorduk”[13] demektedir.
Ancak nereden bakılırsa bakılsın Musul sorununun çözümünde bunalımlı bir aşamaya girilen bu günlerde 1919-1923 Dönemi’nde İngiltere’nin Türklere karşı politikalarını geçersiz kılmayı başaran komutanlar arasındaki bu uyumsuzluk uluslararası plâtformda Türkiye’yi zayıf bir konuma düşürdüğü de bir gerçekti.
Karabekir’in istifasını 30 Ekim’de Ali Fuat (Cebesoy) 2. Ordu Müfettişliğinden istifası izledi. Ali Fuat Ankara’ya geldiğinde Mustafa Kemal Paşa ile görüşmeyi çok istemesine rağmen, görüşme gerçekleşemedi. Mustafa Kemal de o gece Ali Fuat’ı aratmış ama bulduramamıştı. Bu konuda Ali Fuat, “… Gazi’nin, beni 30 Ekim gecesi arattırıp da bulduramaması muhakkak etrafındakilerden bazı kimselerin suiniyetinden başka bir şeye hamlolunamazdı. Çünkü bütün geceyi herkesin malumu olduğu üzere Kâtibi Umumi Saffet Bey’in evinde geçirmiş olan bir kimsenin, o tarihlerde buldurulamaması en az suiniyetten başka bir şeyle tefsir edilemezdi.” demektedir.[14]
Bu istifaları, Mustafa Kemal Paşa meclis içinde ve dışındaki muhalefet hareketiyle ayarlanmış bir askeri komplo şeklinde değerlendirerek harekete geçti.[15] O, 3. Ordu Müfettişi ile milletvekili komutanlara bir şifreli telgraf çekerek kendilerini milletvekilliğinden istifa etmeye davet etti. Genelkurmay Başkanı da çağırılanlar arasındaydı. 3. Ordu Müfettişi Cevat Çobanlı ve 7. Kolordu Komutanı Cafer Tayyar dışındakiler Mustafa Kemal’in çağrısına olumlu cevap verdiler. Çağrıya uymayanların görevlerine ise, derhal son verildi.[16]
Olayların böyle bir seyir izlemesi askerlerin siyasetten uzak tutulması yolunu da açmış oldu. Parti kapatıldıktan sonra muvazzaf subayların milletvekili olmaları yasaklandı. Böylece demokrasinin kaçınılmaz gereklerinden biri olan sivil kadronun siyasete hakim olma süreci de başlamış oldu. Bu gelişmeler olurken, diğer taraftan İsmet Paşa Hükümeti, Meclis’in 8 Kasım tarihli oturumunda 19 muhalif, 1 çekimser oya karşı 147 oyla güvenoyu alıyordu.[17] Bunu takip eden günlerde Meclis’teki belirsizlik de ortadan kalkmaya başlamıştı.
14 Kasım tarihli Hâkimiyeti Milliye’de, “İş Başına” başlığıyla çıkan yazıda: “Meclisteki bulanıklık ve bunalım geçmiştir. Türkiye Cumhuriyeti, halkın egemenliği temeline dayanan bir yönetimdir. Bu nedenle, mecliste birden çok parti bulunmamasını istememek, muhalefete ve denetime karşı çıkmak kimsenin hatırından geçmez. Belli temellere dayanan devrim ilkelerine bağlı, meşrû bir denetim yolu izleyecek yeni bir partinin kurulması bizim için kuşku konusu olmaktan çok uzaktır. Şimdi tam bir aydınlığa kavuşulmuştur. Artık gözlerimizi ve güçlerimizi dedikodu alanından iş alanına çevirmek görevini taşıyoruz.”[18] denilmekteydi.
Diğer taraftan kuruluş günlerinde basında yeni partinin isminin ne olacağı konusunda bazı haberler çıktı. Bir ara “İstihlâs” ismi üzerinde bir takım söylentiler dolaştı. Ama daha kuvvetli bir olasılık olarak “Fransız Radikal Sosyalist Partisi”nden esinlenerek “Radikal” kelimesinin eş anlamlısı olan “cezrî” kelimesi üzerinde duruldu.[19] Bu tartışmaların sonunda partinin ismi kurucularının cumhuriyet düşmanı oldukları iddiasını daha baştan çürütmek için “Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası” olarak belirlendi.[20] Yeni partinin kuruluşundan bir hafta önce yani 10 Kasım 1924’te de Halk Fırkası’nın başına Cumhuriyet kelimesi eklenmişti. Böylece “Cumhuriyet” iki partinin isminde ortak bir görüntü oluşturdu.[21]
Fırkanın su yüzüne çıkmasını çabuklaştıran siyasi olay ise, 20 Ekim 1924 günü Menteşe (Muğla) Mebusu Esat Efendi’nin Mübadele İmar ve İskan Vekili Refet Bey’e yönelttiği bir soru önergesi oldu. Bu önergede, mübadil ve muhacirlerin yerleştirilmelerinde görülen beceriksizlik ve yolsuzluklar eleştiriliyordu. Bakanın suçlamalara yönelik verdiği cevaplar yeterli görülmedi. Meclis tatmin edilememişti. Soru gensoruya çevrildi.[22]
Başarılı olmadığı için kaldırılması düşünülen Mübadele İmar ve İskân Bakanı Refet Bey’e verilen gensorunun görüşmesinde ilk sözü alan İsmet Paşa, “… İmar ve İskan Bakanı Refet Bey’in Meclis Başkan Vekilliğine seçilmiş olmasına rağmen konunun görüşülmesine devam edilmesini, hatta bütün hükümet işlerinin enine boyuna görüşülmesini istedi ve “Ben güzel eleştiriyi severim.”[23] dedi
Halk Partisi Milli Mücadele’deki bütünleşmenin devamı niteliğindeydi. Üç ya da dört gruba ayrılabilecek değişik düşüncedeki milletvekillerinden oluşmaktaydı. Bu nedenle parti içi muhalefet değişik boyutlarda her zaman var oldu.[24] Özellikle bu muhalefet Türkiye’nin en demokratik meclisi olarak tarihe geçen Birinci Büyük Millet Meclisi’nde hiçbir dönemde olamayacağı kadar içten ve özgür bir tutum sergiledi. Tarihi görevini demokratik bir ortamda yerine getirdi. Ama ayrı bir parti olarak örgütlenmeye gidilmedi.
Halk Fırkası içindeki muhalefetin ayrı bir parti olarak ortaya çıkması 1924 yılının sonuna doğru gerçekleşecekti. Nitekim sözü edilen bu süreçte tanınmış üyelerden bazıları Fırka’dan istifa ettiler.[25] Bu artık muhalif bir partinin kurulmak üzere olduğunun göstergesiydi. Sonuçta da Ali Fuat (Cebesoy), Kazım Karabekir, Rauf (Orbay), Refet (Bele), Adnan (Adıvar), İsmail (Canbulat), 17 Kasım 1924’te “Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası” adı altında yeni bir siyasi parti kurdular.[26]
Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın İdare Heyeti de şöyleydi: Başkan: Kazım Karabekir, İkinci Başkan: Adnan (Adıvar) ve Rauf (Orbay), Umumî Katip: Ali Fuat (Cebesoy), Azalar: Rüştü Paşa (Erzurum), İsmail Canbolat (İstanbul), Sabit (Erzincan), Muhtar (Trabzon), Şükrü (İzmit), Necati (Bursa), Faik (Ordu).[27]
Fırka’nın kendisine ait resmi yayın organı yoktu. Ama İstanbul gazeteleri tarafından hararetle desteklenmekteydi. Aslında bu Halk Fırkası’na karşı beslenen muhalefetin açığa vurulmasına neden oldu. Bunların önde gelenleri Tevhidi Efkar, İstiklal, Son Telgraf ve Vatan gazeteleriydi.
Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın kurulduğu gün basına açıklanan fırka beyannamesi ve programından, partinin özünde siyasal ve ekonomik alanda liberal demokrasiyi hedeflediği anlaşılmaktaydı.[28] Bu haliyle Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası, mevcut iktidarın daha radikal ve otoriter eğilimlerine karşı ılımlı ve Batı tipi liberal bir alternatifi temsil ediyordu denilebilir.[29] Parti’yle ilgili Tevhidi Efkar’da çıkan yazıda, “… Yeni Cumhuriyet Fırkası teşekkül ve teessüse karar verdiği vakit şüphesiz her şeyden evvel karşısındakinin bir noksanını görmüş ve mevcudiyetini muntazam ve muayyen bir program üzerine bina etmek istemiştir. Cumhuriyet Fırkası’nın ilk adımda böyle makul ve mantıki bir surette işe başlaması, memlekette ve halk nezdinde tabiatı ile büyük bir rağbet kazanmasını temin edecektir. Velhasıl yeni Cumhuriyet Fırkası, usulü dairesinde teşekkül ettiği kadar, halka kendini sevdirecek umdelerle de meydana çıkıyor.”[30] değerlendirmesi yapılıyordu.
Buna karşılık Hakimiyeti Milliye’de ise, “. Yeni Fırka’nın teceddüde, ciddi salah ve inkişafa taraftar olacağından bahsetmesi gayet tabidir. Çünkü bu memlekette artık teceddüd ve inkişaf yolunda yürümeyecek bir teşeküllü siyasinin hakkı hayatı yoktur.”[31] denilmekteydi.
Mustafa Kemal Paşa ise, 11 Aralık 1924’te Times gazetesinin İstanbul muhabirinin yazılı sorularına verdiği cevabında “Milli hakimiyet temeline dayanan ve özellikle cumhuriyet idaresine sahip olan ülkelerde siyasi partilerin tabii olduğunu. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın programında esaslı bir düşünce ve ilke görmediğini” söyledi. Diktatörlüğe gidiş konusundaki söylentiler konusunda ise, “Milli hakimiyetimiz hiçbir tehlike karşısında bulunmamaktadır. Bir diktatörlüğün varlığını belirtmeye çalışmak anlaşılır gibi değildir. Cumhuriyet Halk Fırkası ve onun bütün liderleri ve mensupları milletin özgürlüğü için çalışmış olduğuna göre, işaret olunan diktatörlük herhalde yoktur. İstanbul’daki kötü niyetli yayınların halk üzerinde etkisi olamaz.”[32] dedi.
O, meşhur 6. maddeyle ilgili soruyu ise: “Efkar ve itikadat-ı dinîyeye hürmetkâr olmak, öteden beri tabii ve umumî bir telâkkidir. Bunun aksini düşünmek için sebep yoktur.”[33] şeklinde yanıtladı.
Ancak Şeyh Sait İsyanı’nın patlak vermesiyle, “parti düşünce ve din inanışlarına saygılıdır” maddesi şiddetle eleştirilmeye başlanacak partinin kapatılma gerekçesi olarak tarihe geçecektir. Diğer tarafta Ali Fuat Paşa Parti’nin laik olduğunu anlatmak için Batılı örneklerinde olduğu gibi kendilerinin de böyle bir maddeyi Parti programlarına aldıklarını söylemektedir.[34] Kendisi bu iddiayı kuvvetlendirmek için “Hatta Nurettin Paşa ile Raif Hoca’yı muhafazakâr oldukları için kabul bile etmedik.”[35] kaydını düşmektedir.
Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası programı,[36] Halk Fırkası programından ve Teşkilatı Esasiye Kanunu’ndan bazı farklılıklar içermekteydi. Bunlar, halkın onayı alınmaksızın anayasanın hiçbir maddesinin değiştirilemeyeceği, milletvekili seçimlerinde bir dereceli seçim usulü kabul edilmesi,[37] devlet vazifelerinin en alt düzeye indirilmesi, halka geniş ölçüde teşebbüs imkanının sağlanması, hiçbir hakimin rızası olmaksızın terfii şeklinde bile olsa memuriyetinden uzaklaştırılmaması, on sene için bir gümrük tarifesinin yapılması ancak gelişmeye müsait millî sanayiin korunması, ziynet eşyası hariç olmak üzere diğer şeylerden mutedil vergiler alınması, buna karşılık tarım ürünlerinin uygun koşullarla dışarıya ihraç edilmesi şeklinde ortaya konabilir.[38]
Ayrıca Fırka, muhalefet kontrolü olmaksızın bütün kuvvetlerin Büyük Millet Meclisi’nde toplanmasının otoriter bir idare doğuracağı kaygısıyla “güçler ayrılığı” prensibini benimsiyordu ve her türlü otokrat nitelikli eğilimlere karşı koyarak bireysel özgürlükleri korumayı amaçlıyordu. Programından anlaşıldığına göre cumhuriyet, liberalizm ve demokrasi Fırka’nın kabul ettiği temel prensipler olarak ortaya çıkmaktaydı. Programın 12. maddesi ise, cumhurbaşkanı seçilen bir mebus meclisteki görevinden ayrılması isteniyordu ki, bu maddeyle, cumhurbaşkanının günlük parti siyasetinin dışında kalması amaçlanıyordu.[39]
Partinin kabul ettiği diğer bir prensip ise, milletten vekâlet alınmadıkça yeni inkılâp yapılamayacağı; fakat yapılan inkılâpların halka iyice özümsetileceğiydi.[40] Bu husus Türk İnkılâp hareketinin o güne kadar yapılanlarla sınırlı kalacağının bir göstergesi niteliğindeydi. Çünkü sadece gelişmiş ülkelerde yenilikçi hareketler, tabandan tavana doğru bir gidiş gösterdiğine göre gelişmekte olan bir ülkede halkın gerçekleştirebileceği açılımlar konusu da tartışmaya değer sosyolojik bir olgudur.
Diğer taraftan kamuoyu tarafından uygun karşılanan Fırka, idarecilerinden birinin deyimiyle “Tavuk yumurtlayışı gibi çoğalmaktaydı.”[41] İlk şube Urfa’da açıldı. 1924 Aralık ayı sonlarında teşkilatını tamamlayan tek vilayet ise Sivas oldu. İki buçuk aylık süre içinde İstanbul merkeziyle merkeze bağlı yerlerde, Eskişehir, Samsun ve Trabzon’da parti şubeleri açıldı. İzmir’de dahil olmak üzere güney vilayetlerde incelemeler sürmekteydi.[42]
İstanbul Fırka merkezinin açılışından sonra bir gazetecinin “Fırka’nın, üye olarak kabul ettiği kişilerde aradığı özellikler nelerdir?” sorusuna. Kara Vasıf Bey’in verdiği cevaptan anlaşıldığına göre, Fırkaya kabul edilen kişilerin, İngiliz Muhipler Cemiyetine mensup olmaması, nigehbancı, kızılhançerci gibi komitelerle ilgisi bulunmaması gerekiyordu. Ayrıca vatana ihaneti kesinleşmiş fakat genel aftan faydalanmış olanlarla beraber suçlu olanlar, siyasi haklarını kaybedenler ve kötü şöhret sahibi olanlarla Lozan Antlaşması tamamıyla yürürlüğe konmadıkça azınlıklar meselesi açık olarak çözümlenmedikçe gayrimüslimler de partiye üye olarak kabul edilmeyecekti.[43]
Diğer taraftan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası İstanbul Merkezi 28 Ocak 1925’te saat üçte açıldı. Saat ikiden itibaren her sınıf halktan oluşan gruplar merkezi Cağaloğlu’ndaki binaya gelmeye başladılar. Saat üçte kalabalık hat safhaya ulaştı ve binanın salon ve koridorlarında serbest hareketin olanağı kalmamıştı.
Basında yer alan ifadelere göre: “Buçuğu beş geçe, merkezin fes renkli şık perdeleri ile, sade ve zarif surette tezyin olunmuş, büyük salonunda Merkez Katip-i Umumisi Kara Vasıf Bey, halka hitaben, Fırka’nın maksadı teşekkül ve gayesi hakkında irticalen bir nutuk irat etti ve müteakiben Meclis-i Umum-i Vilayet azasından Hacı Faik Efendi tarafından beliğ bir dua okunarak Fırka’nın muvaffakiyeti temenni olundu…”[44]
Terakkiperver Fırka’nın kurulması ve faaliyete başlamasıyla Cumhuriyet döneminde ilk defa çok partili hayat başlamış oluyordu. Ancak bu dönemin kapanışı da tıpkı açılışı gibi sancılı olacak ve her zaman üzüntü ile hatırlanacak bir dizi olaylar gerçekleşecekti.
2. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın Faaliyetleri
Terakkiperver Fırka’nın Türk siyasi hayatında yer almasıyla birlikte hükümet kanadında bir hareketlilik yaşanmaya başlandı. İsmet Paşa, muhalif Fırka’nın kurulmasından üç gün sonra Cumhuriyet Halk Fırkası’nın meclis grubu toplantısında sıkı yönetim önerisi reddedilince sağlık durumunun bozukluğunu gerekçe göstererek, 21 Kasım 1924’te hükümet başkanlığından istifa etti.[45] Mustafa Kemal Paşa’nın desteğine rağmen sıkı yönetim önerisi parti grubunda geri çevrilmişti. Üyeler olağanüstü önlemlere gerek olmadığı kanısındaydılar. Bu gelişme üzerine Mustafa Kemal, “Benim burnuma barut ve kan kokusu geliyor. İnşallah ben yanılmışımdır.” demek suretiyle verilen kararı onaylamadığını göstermiş oldu.[46]
Sonuçta 27 Kasım’da daha ılımlı olan Fethi Bey Hükümeti kuruldu. Hükümet değişikliği, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın başarısı olarak görülüyordu.[47] Bu nedenle Parti, Fethi Bey Hükümeti’ne ittifak halinde güvenoyu verdi. Umumî Katip Ali Fuat Paşa güven oyu vermelerinin nedenini, “… Cumhuriyet idarelerinde mevkii iktidara gelen hükümetler en sağlam ve kuvvetli istinatgâhlarını milletin sinesinde aramalıdırlar. Biz yeni hükümetin fikri adaletle kanunperverlikle memleketin sinesinde yer tutmaya çalışmasını temenni ederiz.”[48] şeklinde dile getirdi.
Bu açıklamadan rahatsız olan Fethi Bey, “Türkiye idaresinde Büyük Millet Meclisi’nden başka istinatgâh yoktur.”[49] diyerek tepki gösterdi.
Yukarıda değinildiği üzere İsmet Paşa’nın başbakanlıktan istifa etmesi, muhalif Fırka’nın bir başarısı olarak değerlendirilse de tek etken bu değildi. İktidar değişikliği, gerek hükümetin yarı resmi yayın organı Hakimiyeti Milliye’deki değerlendirmelerden gerekse bazı uygulamalardan anlaşıldığına göre siyasi bir taktikti ve geçiciydi. Zira İsmet Paşa hükümet başkanlığından alınmış ama parti başkan vekilliği üzerinde bırakılmıştı. Yani yeni Başbakan Fethi Bey’e parti teslim edilmemişti.[50] Şartlar oluştuğunda çok daha kuvvetli bir zeminde İsmet Paşa görevine geri dönecekti.
Diğer taraftan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası, genel bir seçime katılacak kadar uzun ömürlü olamadı. Bu nedenle genel bir seçime katılamayan parti, boşalan on üç milletvekilliği için yapılan ara seçimlere katıldı. İstanbul’dan aday göstermeyen Terakkiperver Fırka, İzmir’den Eski Vali Rahmi Bey ile Halil (Menteş) Bey’i aday olarak gösterdi ama basının desteğine rağmen ikisi de kazanamadı.[51] Bu başarısızlıkta diğer faktörlerin yanında teşkilatını henüz tamamlayamamış olması büyük rol oynadı.[52]
Yine de bu başarısızlık muhaliflerin partinin genel bir seçimde başarısız olacağına ilişkin değerlendirmelerini bir bağlamda haklı çıkartmaktaydı. Yahya Kemal (Beyatlı), Hakimiyeti Milliye’deki başmakalesinde: “… tecdidi intihap Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası için tehlikelidir. İrtica kümeleri için tehlikelidir. Bütün nifak unsurları için tehlikelidir. Çünkü Cumhuriyet Halk Fırkası tecdidi intihap olursa bir daha kazanır. Geçen intihapta kazandığı gibi. bunu muhalifler yalnız hissediyorlar, biz biliyoruz.”[53] demekteydi.
Diğer taraftan Parti’nin belki de en önemli faaliyeti, 1925 (1341) Bütçesi müzakerelerinde ortaya koyduğu muhalefetti. Bu alanda fikirlerini bildirmek suretiyle Cumhuriyet rejiminde bütçeye ilişkin tenkitlerde bulunmuş ilk muhalefet partisi olma özelliğini kazandı ve önemli bir işlevi yerine getirdi.
Ali Fuat Paşa’nın 1925 Bütçesi’ne yönelttiği eleştirilerden biri memur sayısındaki artıştı. Bu konuda o, 1924 (1340) bütçesinde merkezde 2656, taşrada ise, 71.821 memur olduğunu;[54] 1925 Bütçesi’nde merkezde 3136 ve taşrada 75.917 memur olmak üzere toplam sayının 79.053’e ulaştığının üzerinde durarak memur sayısındaki artışa dikkat çekmek istedi.[55]
Aynı şekilde Osmanlı Devleti ile de bir karşılaştırma yaparak, şimdiki hükümetin yalnız taşrada 75.917 memuru varken 1910 (1326) senesinde Osmanlı İmparatorluğu’nun istihdam ettiği memur sayısının 70 bin olduğunu; Osmanlı İmparatorluğu’nun 4848 emniyeti umumiye memuruna karşılık Türkiye Cumhuriyeti’nin 5921 memuru olduğunu; Osmanlı İmparatorluğu’nun 9886 Adliye memuruna karşılık Türkiye Cumhuriyeti’nin -İstinaf Mahkemeleri lağvedildiği halde- 8576 memuru olduğunu; 3849 ziraat memuruna karşı 3974 memuru olduğunu vurguladı ve bu sayının azaltılması gerektiğinin üzerinde durdu.[56]
Memur sayısındaki artışın devlete getirdiği ekonomik yüke de dikkatleri çekerek, 1925 Bütçesi’nin yarısı’nın memur maaşlarına gittiğini, oysa 1910 bütçesinde bütçenin 3/1’i maaş ödemelerine ayrılmış olduğunu vurguladı. Partisi adına memur sayısının azaltılmasını buna karşılık maaşların yükseltilmesini teklif etti. Memurun içinde bulunduğu geçim sıkıntısını da: Yüz lira maaş alan bir memur bu zamlarla iki yüz iki buçuk lira bir maaş alacak ama fiyatlar %200 oranında artığı için bu artış yeterli görülmüyor. Bugün Ankara’da ekmeğin kilosu yirmi yedi, kaşar peyniri iki yüz otuz kuruş olduğuna göre 24 lira maaş alan bir memur için geçimini sağlamak oldukça zordur şeklinde örneklendirdi.[57]
Yukarıda da işaret edildiği gibi, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası, mevcut koşullarda memurların durumunun düzeltilebilmesi için memur sayısının azaltılarak maaşların yükseltilmesini savunmaktaydı. Ama azaltma işinin nasıl yapılacağı ve boşta kalanların nerelerde istihdam edileceği konusunda bir öneride bulunulmamaktaydı. Sorun tespit ediliyor ama çözümü aşamasında ciddi bir program ortaya konulamıyordu. Sadece bu konuda çalışmak üzere yerli ve yabancı uzmanlardan oluşan bir heyetin oluşturulması teklifinde bulunuluyordu.[58]
Muhalefet partisinin bu eleştirilerini yanıtlayan Maliye Bakanı Mustafa Abdülhalik Bey de memur maaşlarının yeterli olmadığını kabul ediyordu. Ama o günün koşullarında ücretlerin daha fazla arttırılması da olanak dışı görülmekteydi.
Ayrıca Terakkiperver Fırka, dış sermayeye de yeterli fırsat verilmediği yolunda eleştiriler yöneltti. Bu tenkitlere Maliye Bakanı’nın verdiği yanıtta, demiryolu yapımı gibi imar işlerinde dışarıdan uygun teklifler gelmediği dile getirildi ve iktidarın dış sermayeye karşı olmadığını ancak gelen tekliflerin milli çıkarları zedelememesi gerektiği hususuna dikkat edildiği, aksi halde bütçede inşaat için konulan miktar, yalnız faiz ödemek için konulacak olunursa bu koşullar altında inşaatı yabancı sermayeye bırakmanın ne fayda sağlayacağının anlaşılamadığı vurgulandı.[59]
Gerçekten de bugüne baktığımızda bu tarihi tespit, Türkiye’nin içine düştüğü ekonomik krizlerin adeta bir öngörüsü niteliğindeydi. Bu varsayım, yabancı sermayeye karşı olma durumu olarak değil de ulusal çıkarların öncelikli olmasının bir gereği olarak değerlendirilmelidir.
Diğer taraftan partilerin ilk günden itibaren ilişkileri karşılıklı suçlamalar şeklinde gerçekleşti. Hakimiyeti Milliye yeni fırkayı Saltanat ve Hilafet yanlısı;[60] Cumhuriyet Halk Fırkası’nı da Türklük yanlısı olarak nitelemekteydi.[61]
İktidara geçeli bir sene olmamış olan Halk Fırkası ile Terakkiperver Fırkası arasındaki ilişki, gergin ve kişisel bir mücadele halinde cereyan etmekteydi. Kuruluş anında Halk Fırkası’na mensup birisi iki fırka programının aynı olduğunu ve yeni parti kurucularının beyhude yere yorulduklarını dile getirdi.[62] Bu tür söylemleri, Ali Fuat Paşa, biri programlı diğeri programsız iki parti arasındaki fark ne kadar büyükse Halk Fırkası ile Terakkiperver Fırka arasındaki farkın da o kadar büyük olduğu şeklinde yanıtladı.[63]
Diğer yandan Halk Fırkası Terakkiperver Fırka’nın programını şiddetle eleştirmekteydi. Bu konuda Hakimiyeti Milliye’de çıkan yazıda: “… Programda bir taraftan hudutsuz bir liberallik var diğer taraftan en koyu muhafazakarlığa delalet edecek işaretler mevcuttur. Hele programın koyu bir zulmet ifade eden bazı maddeleri üstünde insanın düçarı tereddüt olmamasına imkan yoktur. Mesela Fırka’nın itikadât-ı diniyeye hürmetkar olduğunu ifade eden mahûd maddesi su-i tefsire çok müsaittir. İstiklal Mahkemesi’nin temas ettiği bazı meseleler isyan sahasından gelen bazı haberler bu maddenin memlekette ne tahripkar, ne irticakar bir tesir yaptığını göstermektedir.”[64] deniliyordu.
Ancak irtica için Fırka programında bu kaydın olup olmaması o kadar önemli değildi. Liderlerin isteyip istememesi de önemli değildi. Çünkü Cumhuriyet devrinin erken süreci boyunca ne zaman bir muhalefet hareketi uyansa onun başlıca kuvveti irtica oluveriyordu. Nitekim Mustafa Kemal Paşa’nın isteği doğrultusunda kurulmuş olan Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın programında irtica kümelerini cesaretlendirecek bir ibare olmamasına rağmen parti, kısa bir sürede bu çevrelerce de desteklenir hale gelecekti.
Gerek bu nedenlerle gerekse Türkiye’yi yeniden yapılandırma sürecinin tamamlanmamasından dolayı iktidarın yitirilmesi endişesiyle muhalefet hareketleri uzun ömürlü olamadı. Mustafa Kemal’in, 1926’da İzmir’de son anda kabul etmediği gazeteci Ebuzziyazade, “Meşrutiyet veya meşveretle memleketi idareye başladığımız on beş seneden beri, bizde muhalefet kadar hiçbir şey muzır olmamıştır. Mamafih bu mazarrat, muhalefetin hadd-i zatında, daha zuhur eder etmez hıyanetle müteradif bir mahiyet almış olmasından ziyade, bilhassa herhangi bir muhalefetin behemehâl tehlikeli bir meslek ad ve telakki edilmesinden tevellüt etmiştir.”[65] demektedir.
İstanbul basının da yer alan bu tür ve daha da dozu yüksek eleştirileri, Hakimiyeti Milliye, yanıtsız bırakmıyor aynı sertlikte karşılık veriyordu. Bu yazılardan birinde: “… Bize kalırsa temiz ve asil İstanbul’un yanında acı bir İstanbul değil, fakat bir zehir menbaı vardır. Bu itibarla Recep Bey İstanbul’un kozmopolit muhiti için çok hafif bir teşbih kullanmıştır. İstanbullular da dahil olduğu halde bir kısım halkımızın vaz’iyyetlerinden müştekî olduklarına şüphe yoktur. Cumhuriyet idaresinin uzun felaket senelerinde millete miras kalan ıstırapları bir sene içinde bertaraf etmesi kabil olduğunu en insafsız ve garazkar münekkitler bile inkar edememişlerdir.”[66] deniliyordu.
İstanbul ve Ankara bası’nında karşılıklı olarak kırıcı eleştiriler devam ederken Cumhuriyet Halk Fırkası’nın İstanbul İl Kongresi açıldı. Bundan iki hafta sonra ise, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın tek kongresi olan İstanbul İl Kongresi toplandı.[67] Kongre İstanbul Merkezi İdare Heyetine Cafer Tayyar Paşa, Saruhan Mebusu Abidin, Afyon Mebusu Kamil, Sabık Erzurum Mebusu Hüseyin Avni, Meclisi Umumî Vilayet Reisi Sanisi İsmail Hakkı Beyler seçildi. Bu kongre deneyim ve kalkınma hamlesi ifade etmesi bakımından önemliydi.
Terakkiperverlerin tecrübe mahiyetinde yaptıkları İstanbul İl Kongresi Cumhuriyet Halk Fırkası’nca hoş karşılanmadı. Bu konuda Hakimiyeti Milliye’nin başmakalesinde: “… Bazı erkanı İstiklal Mahkemeleri karşısında hesap vermeye uğraşan bir Fırka için böyle bir teşebbüsü nâ-be- mevsim telakki etmek zaruretindeyiz muhaliflerimiz hiç olmazsa Urfa, Siverek mutemetlerinin beratını beklemeli idiler. Umumi Kongre salonunda bir iki münhal iskemlenin boşluğu manidar olacaktır. Yakın, uzak tehlikelerden mülhem olarak dünkü dostlarımıza tavsiye ederiz, eğer toplanacak iseniz, dağılmak kararı vermek için toplanınız.[68] denilmekteydi.
Bu değerlendirme belki de Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın artık son günlerini yaşadığının bir göstergesiydi. Çok geçmeden parti hükümet kararıyla kapatılacak Hakimiyeti Milliye’de bu kararın haklılığını savunan yazılar çıkacaktır.”[69]
3. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın Kapatılması
Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın kuruluşundan itibaren iktidar kanadında oluşan tepkiler, Doğuda 13 Şubat 1925’te Şeyh Sait İsyanı’nın patlak vermesiyle daha da şiddetlendi.[70] İsyanın başlaması haberi üzerine mecliste ve çevresinde söz konusu parti, olayın müsebbibi olarak gösterilmeye başlandı.[71] Siirt Mebusu Mahmut Bey, “Muhalif Fırka’nın programı nifakla doludur.” diyordu. Yakup Kadri (Karaosmanoğlu) ise ayaklanmanın arkasında Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın olduğunu iddia etmekteydi.[72]
Bütün bu suçlamalara Ali Fuat Paşa, “Fırka, Şark İstiklâl Mahkemesi’nin mıntıkası dahilinde hiçbir teşkilat yapmamıştı. Yalnız Urfa, Siverek, Mardin havalisinde tetkiklerde bulunup neticelerini umumi kâtipliğe bildirmek üzere. Fethi Bey o havaliye gönderilmişti. Diyarbakır İstiklâl Mahkemesi bir tek mutemet göndermemizi şubeler açmışız, geniş teşkilât yapmışız gibi telâkki etmişti.”[73] şeklinde karşılık verecekti.
Kazım Karabekir Paşa ise, isyana atıfta bulunarak “Dini araç ederek ulusal varlığımızı tehlikeye sokanlar her türlü lânete lâyıktırlar.”[74] demekteydi.
Başta Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası olmak üzere muhalefet isyanın vali ve kaymakamların yeteneksizliğinden kaynaklandığını, olağanüstü önlemlere gerek olmadığını söylüyorlardı. Ama muhalefetin tepkisi, sıkıyönetim ilan edilerek vatana ihanet suçlarıyla rejime karşı işlenen bütün suçları yargılamak üzere 1920’de kurulmuş olan İstiklal Mahkemelerinin geniş yetkilerle donatılıp faaliyete geçirilmesini önleyemedi.[75]
Gelenekselleşen bir slogan olan “Din elden gidiyor” şayiasıyla harekete geçen Şeyh Sait hilafet ve saltanatın bütün kurumlarının yürürlükte olduğu bir dönemde: 1914’te bir isyan daha çıkarmış, isyan Türk askerleri tarafından bastırılınca Rus Konsoloshanesine kaçmıştı ve Birinci Dünya Savaşı arefesinde Osmanlı Devleti’nin aleyhine Ruslarla birlikte çalışmıştı.[76]
Oysa bu isyan İstiklal Mahkemesi Başkanı Mazhar Müfit Kansu’nun da ifade ettiği gibi din maskesi altında ortaya çıkan şovenist bir eylemdi.[77] Mustafa Kemal Paşa’nın silah arkadaşları olan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası kurucularının, böyle bir isyanla ilgisi olduğunu ya da katkıda bulunduğunu düşünmek akılcı bir yaklaşım tarzı olarak görülmemektedir. Bununla beraber Fırka programındaki 6. maddenin, -ne amaçla konulmuş olursa olsun- eğitimsiz ve bilinçsiz halkın yönlendirilmesinde kötü niyetli kişiler tarafından kullanılmış olabileceğini de gözden uzak tutmamak gerekir.
Muhalif parti isyana karşı kesin tavır takınmış olmasına rağmen, 25 Şubat’ta Başbakan Fethi Bey, Şükrü Kaya aracılığıyla Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası Başkanı Kazım Karabekir’i, Genel Sekreter Ali Fuat Paşa’yı ve Rauf Bey’i davet etti. Ali Fuat’ın yerine Adnan (Adıvar) Bey’in dahil edildiği makamında kendisini ziyaret eden heyete “Size Fırkanızı kendi kendinize dağıtmanızı tebliğe beni memur ettiler. Dağıtmazsanız istikbali çok karanlık görüyorum: Kan dökülecektir.”[78] dedi.
Buna karşı Kazım Karabekir, “Kanun dairesinde fırka teşkil etmek elimizdedir. Fakat bunu dağıtmak elimizde olmayan bir şeydir. Hükümetsiniz. Her nevi kuvvetiniz, türlü vasıtalarınız vardır. Fırkamızı behemehal dağıtmak arzu ediyorsanız onu yapmak elinizdedir.”[79] dedi.
Aslında liberal bir kişi olan Fethi Bey, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın kapatılması taraftarı değildi. Kapatılmasını isteyenlere bunun lüzumsuz ve zararlı olduğunu ünlü madde hakkında ise, “Türkiye Cumhuriyeti’nin dini İslâm’dır. Teşkilâtı Esasiye Kanunu’nda bu kayıt vardır. Ben de Müslümanım ve dinime hürmetkârım. Efkâr ve itikadatı diniyeye hanginiz hürmetkâr değilsiniz?”[80] dedi.
Oysa Hükümet ve Halk Fırkası’nın büyük çoğunluğu Fethi Bey gibi düşünmüyordu. Programın 6. maddesindeki “Parti, düşünceye ve din inanışına saygılıdır” ifadesinin gerici düşünceleri istismar ettiği ve yayılma fırsatı yarattığına inanmaktaydı. Partinin şiddet kanadındakiler ise, bu maddenin Halk Fırkası’nı, dinsizlikle suçlamak için konduğunu düşünmekte ve bu nedenle kızgınlık duymaktaydılar.[81]
Bu atmosfer içinde hükümet değişikliği de gündeme getirilmeye başlanmıştı. Ancak muhalefet buna gerek olmadığı kanısındaydı ve bunu en yetkili ağızlardan dile getirmekteydi. Ali Fuat Paşa Hükümet değişikliğine gerek yok diyordu. Rauf Bey de aynı düşünceleri paylaşmakta, böyle bir dönemde hükümet buhranının sakıncalarına dikkat çekmekteydi.[82]
Ancak yukarıdaki görüşmeden bir hafta sonra Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası milletvekilleriyle birlikte, Cumhurbaşkanın uygun görmesiyle Fethi Bey Kabinesi’ni destekleyen Cumhuriyet Halk Fırkası ılımlıları, Şeyh Sait Ayaklanması’nı yöntem değiştirmek için uygun bir fırsat olarak gören Mustafa Kemal’in ağırlığını karşı tarafa koymasıyla azalacak ve Halk Fırkası çoğunluğu Fethi Bey Hükümeti’ni yetersiz bularak hükümet düşürülecektir. Söz konusu olay, 2 Mart 1925 günü uzun bir grup toplantısında gündeme getirildi ve Fethi Bey, sertlik isteyen bir önergenin 60’a karşı 93 oyla kabul edilmesi sonucu azınlıkta kalarak istifaya zorlandı.[83] Bu toplantıda on küsur saat süreyle uzun bir konuşma yapan Gazi yeni bir dönemi haber veren konuşmasını, “Milletin elinden tutmaya lüzum vardır. İnkılabı başlayan tamamlayacaktır.”[84] diyerek noktaladı.
Bu gelişmelerden sonra İkinci İsmet Paşa Hükümeti 4 Mart 1925 birleşiminde 23 muhalif, 3 çekimser oya karşı 154 oyla güvenoyu alarak göreve başladı. Başbakan aynı celsede “Takriri Sükun Kanunu”nun acele müzakeresini istedi. Cereyan eden şiddetli tartışmalar sonunda kanun kabul edildi ve biri Ankara’da diğeri isyan bölgesinde olmak üzere iki İstiklal Mahkemesi’nin kurulması karara bağlandı.[85] Yeni hükümet, ertesi gün ilk toplantısını Mustafa Kemal Paşa’nın başkanlığında gerçekleştirdi.[86]
Terakkiperver Fırka, “Takriri Sükun Kanunu”na şiddetle muhalefet etti. Söz konusu kanunla Ankara İstiklal Mahkemesi’ne idam yetkisinin verilmesi şiddetli muhalefetin en önemli nedeniydi.[87] Bu konuda Kazım Karabekir, “… Ankara İstiklal Mahkemesi hükümlerinde telafisi mümkün olmayan bir şey olursa üzüntü duyarız. Esasen fevkalade bir hal çıkarda idam salahiyetine lüzum görülürse Meclis davet edilir. Tedbirler alınır. İsmet Paşa isyanın bittiğini söylemişti. Böyle Fevkalade tedbirlere neden lüzum görülüyor? Reddini teklif ederim”[88] dedi.
Buna Adliye Vekili Mahmut Esat (Bozkurt), “… İsmet Paşa isyanın tepelendiğini söyledi, sebep olanların cezalandırılmayacağını söylemedi. İdam salahiyetinin yalnız Ankara Mahkemesi’ne teşmili meselesine gelince Hükümet isyan sebeplerinin yalnız şarkta olmadığına dair vesaik ve delail elde etmiştir. Memleketin Cumhuriyet’in menafii aliyesi bu salahiyetin verilmesini amirdir. Beş kişinin idamı karşısında hiçbir zaman memleketin menafii tehlikeye konamaz.”.[89] şeklinde karşılık verdi.
Diğer yandan tartışmalar Halk Fırkası mebuslarının İstanbul basını aleyhindeki fikirlerinin belirmesine de olanak sağladı. İstanbul basınını müdafaa etmekte doğal olarak Terakkiperverlere düştü. 7 Mart 1925 Cumartesi günü İstiklal Mahkemelerine üye seçimi için gizli oylama yapıldı. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın anayasaya aykırı olduğu gerekçesiyle katılmadığı; Cumhuriyet Halk Fırkalı milletvekillerinin bir bölümünün de gelmediği için toplantı yeter sayısı’nın ancak sağlanabildiği oylamada İstiklal Mahkemesi üyeleri seçildi ve görev hazırlıklarına başladılar.[90]
Bu gelişmeler aslında Terakkiperver Fırka’nın da sona doğru yaklaştığının habercisiydi. İsyanın bastırılmasından sonra Terakkiperver Fırka hareketsiz kaldı. İstiklal Mahkemeleri, Terakkiperver Fırka mensuplarının irticai faaliyetleri hakkında Hükümeti uyarmaktaydılar. İsyana ait tahkikat dolayısıyla Doğuda tutuklanan elemanları takiben İstanbul’da ilk olarak Fırka’nın Beykoz mutemedi tutuklandı. Daha sonra İstanbul merkez şubeleri de arandı.[91] Erenköy şubesinin açıldığı gün Ankara’daki merkez binasında da arama yapıldı.[92]
Diyarbakır İstiklal Mahkemesi’nde ayaklanmayı dolaylı olarak kışkırtmak suçlamasıyla yargılananlar arasında Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası Urfa Katibi Mesulü Emekli Yarbay Fethi Bey de vardı. Bu zatın duruşmasında partisini suçlayacak herhangi bir kanıt meydana çıkarılamadı ama kendisi 5 yıl hapse mahkum edildi. Sonra da mahkeme 25 Mayıs 1925’te görev bölgesi içindeki bütün Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası şubelerini kapatma kararı verdi. Fırka yöneticilerinin örgütlerini savunmaları bir işe yaramadı. Fırka programındaki “düşünce ve dinsel inançlara saygı” ibaresinin bütün karşı devrimcilere bir çağrı niteliğini taşıdığını propaganda eden hükümet yanlısı bası’nın sert tepkileriyle karşılaştı.[93]
Bu sürecin sonunda Hükümet, irticaı körüklediği gerekçesiyle Takriri Sükun Kanunu’na dayanarak 3 Haziran 1925 tarihli Bakanlar Kurulu kararıyla Bütün ülkede Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın kapatılmasına karar verdi.
Parti’nin kapatılmasına dair Bakanlar Kurulu kararında altıncı maddeyle dinin siyasete alet edildiği, bununda gerici çevreleri cesaretlendirdiği ve rejimi tehdit ettiği saptaması yapılıyor,[94] buna izin verilemeyeceği vurgulanıyordu. Böylece söz konusu madde partinin kapatılma gerekçesini oluşturuyordu.[95] Bu ilk parti kapatma olayıyla birlikte Cumhuriyet döneminde dinin siyasete alet edilmesi parti kapatılması’nın temel gerekçesi haline gelecektir.
Ancak bu karar milletvekillerine siyasi yasak getirmiyordu. Terakkiperver mebusları Millet Meclisi’nde bağımsız üye olarak mebusluklarını sürdürdüler. Bu süreçte de Halk Fırkası’nın şiddetli hücumlarına maruz kaldıklarından yeniden siyasi muhalefeti örgütleme cesaretini gösteremediler ama ortak hareket etmeye devam ettiler.[96]
Bu durumun rejimi tehdit etmeye devam ettiğini düşünen iktidarı, rahatsız etmesi doğaldı ve ilk fırsatta bu sorun da çözülmeliydi. Terakkiperver Fırka’nın kapatılacağı gündeme gelmeye başladığı süreçte, Milli Müdafaa Vekili Recep (Peker), “Muhalefet erbabı bir gün iktidar mevkiine gelirse yalnız Teşkilatı Esasiye değil, vatanın hayatından damla damla vere vere vatan kalmıyacaktır. Fakat yarın onların da yuvalarından çıkarılarak başlarını ezmek için icabeden tedabiri ittihaz edeceğiz.”[97] şeklindeki beyanı daha sonraki gelişmelere de ışık tutar nitelikteydi.
Nitekim, eski Terakkiperver Fırkası’na mensup milletvekilleri olan Kazım Karabekir Paşa, Ali Fuat Paşa, Refet Paşa, Cafer Tayyar Paşa, Sabit Bey, Halet Bey, Halis Turgut Bey, Feridun Fikri Bey, İhsan Bey (Ergani), Muhtar Bey (Trabzon), Şükrü Bey (İzmit), Münir Hüsrev Bey (Erzurum), Rahmi Bey (Trabzon), Cazim Bey Erzurum), Besim Bey (Mersin), Kâmil Bey (Afyonkarahisar), Faik Bey (Ordu), Abidin Bey (Saruhan), Rauf Bey (İstanbul), Zeki Bey (Gümüşhane), Bekir Sami Bey (Tokat), Arif Bey (Eskişehir), Mustafa Bey (İzmit), Necati Bey (Bursa), Osman Nuri Bey (Bursa), Rüştü Paşa (Erzurum), Halis Turgut Bey (Sivas), İsmail Canbolat Bey (İstanbul) isimlerden oluşan grup İzmir Suikastı nedeniyle toptan tutuklandılar.[98]
Bu konuda İstiklal Mahkemesi Başkanı Ali Bey’in siyah punto ile yayımlanan beyanında: “… isimleri zikredilen Şükrü ve Ziya Hurşit ve Edip Beylerin şahsi. teşebbüslerinden, gizli komite halinde icraayı faaliyet eden bir zümre-i siyasinin ittihaz ettiği karar ve program cümlesinden ve aynı zamanda taklîb-i hükümet gaye ve maksadını istidaf eden siyasi bir suikast olduğu anlaşılmaktadır.”[99] denilmek suretiyle Terakkiperver Fırka milletvekillerine de atıfta bulunulmaktaydı.
İzmir mitinginde okunan beyannamede ise: “Terakkiperver teşkilatının başında bulunan esafil tarafından bir suikast tertip edilmiştir. Gazi Paşamızı izale edip taklîb-i hükümet yapmak, Cumhuriyetimizi mahv ile irticai saltanatı iade ve bu suretle milletimizi devletimizi inkıraza sürükleyecek bir hükümet tesis etmektir.”[100] denilerek yukarıdaki ima net bir şekilde dile getirilmekteydi.
Diğer taraftan tutuklu milletvekillerinin sorgulanmasına başlandı. Kazım Karabekir Paşa sorgusunda “Her devrimde ilk günler beraber çalışanlar, amaca vardıktan sonra, araya giren sığıntı çıkarcılar yüzünden ayrılır, parçalanırlar. Lozan Barışı’na kadar el ele çalışan arkadaşlar arasında da, o günden sonra, ayrılık başladı. İlk anlaşmazlık, İsmet Paşa ile Rauf Bey arasında oldu. İçimize öyle kimseler karıştı ki; ne Gaziyi, ne de İsmet Paşa’yı, eski arkadaşlarıyla, eski yolda beraber yürütmeye imkân kalmadı. Her gün üzerimize saldırıldı. Sanki bizler, cahil kafalı softalardan daha yobazmışız gibi gazetelerde aleyhimize yayımlar yapıldı. Ve bunları susturmak isteyen de olmadı.”[101] dedi.
Sorgulamalar sonunda paşalar suçsuz bulunarak berat ettiler. Bu sonuçta Mustafa Kemal Paşa’nın etkin olduğu da bilinmektedir.
Suikast davasına bakan İstiklal Mahkemesi’nce idamlarına karar verilen ve 13/14 Temmuz 1926 günü sabah saat ikide İzmir’in muhtelif semtlerinde idam edilen milletvekilleri de şunlardır:
Arif Bey (Eskişehir), Halis Turgut Bey (Sivas), İsmail Canbolat Bey (İstanbul), Rüştü Paşa (Erzurum), Abidin Bey (Saruhan), Şükrü Bey (İzmit).[102]
Böylece genç Cumhuriyet’in ikinci yılında başlayan çok partili hayat bütün görüntüleriyle sona eriyordu. Ancak bundan sonra mecliste tamamen muhalefetsiz bir süreç yaşanmayacak tekrar parti içi muhalefetin canlandığı bir dönem başlayacaktır.
Sonuç
Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın 17 Kasım 1924’te kurulmasıyla Cumhuriyet döneminde ilk defa çok partili hayata geçilmiş oluyordu. Böylece demokratik hayatın kaçınılmaz bir gereği de yerine getiriliyordu. Ancak bir fikir partisi hüviyetiyle Türk demokrasi hayatında yerini alan Terakkiperver Fırka, uzun ömürlü olamadı, yedi ay varlığını sürdürebildi.
1924 Anayasası’nda Fransız İhtilali’nin liberal ve bireyci fikirleri geniş boyutlarda temsil edilmekteydi. Bu bağlamda anayasada kişi hak ve hürriyetleri de en geniş şekilde yer almaktaydı. Ancak parlamenter sistemde güçler birliği prensibi benimsenmişti. Bu sistemde yasama yargı ve yürütmeden oluşan devlet güçleri Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde toplanmaktaydı. Bütün kuvvetlerin Millet Meclisi’nin elinde bulunması, hükümet üzerinde herhangi bir kontrol ya da denge yaratacak etkin kuvvetlerin mevcut olmayışı, insan hak ve hürriyetleriyle ilgili anayasa hükümlerinin uygulanmasını hükümetin inisiyatifine bırakıyordu. İşte bu çerçevede Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası, ılımlı ve liberal bir alternatif olarak ortaya çıktı. Programında liberal ve özgürlükçü fikirler baskın bir şekilde yer almaktaydı. Bu haliyle parti, değişime taraf olmayanları memnun edecek bir görüntü sergilemiyordu. Ama bunun böyle olması ve liderlerin hassas davranması, her türden muhalefetin Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası etrafında kümelenmesini engelleyemedi.
Diğer taraftan bu günlerde Mustafa Kemal Paşa, yapmayı tasarladığı inkılapların hepsini gerçekleştirmemişti. Milleti yeniden yapılandırma sürecinin tamamlanması için zamana ihtiyaç vardı ve bu süreçte iktidarın el değiştirmemesi gerekmekteydi. Üstelik inkılap karşıtları muhalif fırka etrafında toplanıp çok daha etkin ve tehlikeli olabilirdi. İşte Terakkiperver Fırka’nın kapatılmasında bu tespit etkin rol oynadı.
Uludağ Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi / Türkiye
Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 16 Sayfa: 534-545