Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

Çözülmeden Çözüm

0 11.484

Prof. Dr. Saadettin Yağmur GÖMEÇ

Yıllardır bir çözüm sürecidir gevelenip duruyordu. Bununla birlikte insanların büyük bir kısmı halâ bu çözümün ne olduğunu anlayabilmiş değilken, biz sıradan vatandaşları bir kenara bırakın, meclisteki hükümet partisinin milletvekilleri bile çözümün ne olduğunu öğrenemediler. İşin farkındakiler de; gizliden gizliye çözüm süreci desteklenmeli, kan akmamalı, analar ağlamamalı yalanlarıyla halkı kandırmaya devam etti ve halâ ediyor. Demek ki hükümet karşı tarafla ülke bütünlüğü konusunda çok korkunç birtakım şeyler konuşmuş ki, Türkiye Büyük Millet Meclisinden bile saklanıyor.

Bu çözüm süreci için, elinde silahla yol kesen, insanlara hizmet götürmek için çalışan araçları yakan, ne yazık ki güvenlik güçlerinin gözü önünde bile kimlik kontrolü yapan, insanları kaçırarak fidye isteyen, devletin mahkemelerinde değil, kendi meydana getirdiği adalet sistemiyle yargılamalar yapan, bir ülkedeki milli birliğin en önemli göstergesi olan ortak dili yok sayarak, her taraftan Türkçe tabelaları söküp, yerine Kürtçe ve Ermenice tabelalar asan, okul, belediye ve diğer resmi kurumlardaki Türk bayraklarını, İstiklal Marşı ve Gençliğe Hitabeleri indirten eli silahlı ve eli kalemli teröristlere ses çıkarılmadı. Üç kuruşluk menfaat ya da oy kaygısıyla iç ve dış güvenliğimizi sağlayan, bölünmez bütünlüğümüz konusunda Türk milletinin güvencesi olan Türk Silahlı Kuvvetlerine “aman ha çözüm süreci var, ortalığı karıştırmayalım, yapılan kanunsuzlukları görmezlikten gelin”  diye emirler verildi. Günden güne Türkiye Cumhuriyeti Devleti karanlık bir uçuruma doğru sürüklendi. Tabiî ki bütün bunlara göz yumanların rütbe ve makamları ne olursa-olsun tarih ve yasalar karşısında hesap vereceğini düşünüyoruz.

Türkiye’de vaziyet öyle korkunç bir hale geldi ki, herkes ne yapacağını bilmez haldedir. Türkiye Büyük Millet Meclisindeki bir siyasi parti ve onun sırtını dayadığı bölücü terör örgütü artık açıktan açığa Türkiye’de bir iç savaş çıkaracağını, ülkeyi kan gölüne çevireceğini ve böleceğini söylemekten çekinmiyor. Biz bu gidişin sonunun iyi olmadığını yıllarca önce kaleme aldığımız yazılarda vurguladık. Güya demokratik haklar, bölgesel özerklik, anadilde eğitim vs. söylemlerin neticesinin kopuş olduğunu belirttik. Yine bundan beş sene önce 2010’da Güney-doğu Anadolu’da meydana gelen hadiseleri bir başkaldırının provası olarak gördüğümüzü ve devletin alması gereken tedbirleri yazdığımız sırada kimileri, bugün olduğu gibi o gün de halisünasyon gördüğümüzü, böyle bir şey olmayacağını, Türk milliyetçilerinin evhamına vermişler, hatta Türkiye’yi bölenler siz Türk milliyetçilerisiniz diye suçlama utanmazlığını bile göstermişlerdi. Bizler iş işten geçmeden devletin gerekeni yapmasını söylediğimiz vakit, yine duymazlıktan gelindik.

Sözü fazla uzatmadan naçizane birkaç teklifte bulunmak istiyoruz. Bir kere devlet dediğimiz siyasi yapı, ülkesinin sadece bir bölümünde değil, her tarafında güç olduğunu hissettirmelidir. Van’da alenen trafik suçu işleyenlere bile ceza kesemeyen polis, Afyon’da vatandaşa olmadık zorbalık ve eziyet ederse devletin varlığı ve hakkaniyeti elbette tartışılır. Devlet dediğimiz mefhum bir baba gibidir. Gerektiğinde güler yüzünü, yeri geldiğinde asık suratını göstermelidir. Türklerdeki “devlet baba” anlayışı durup-dururken ortaya çıkmamıştır. Bu gibi düşüncelerin temelinde binlerce yılın birikimi ve tecrübeleri saklıdır. Ailede de böyledir. Çocuklar yaramazlık yaptığında baba nasıl onların kulağını çekerse, iyi ve güzel şeyler yapınca da evlatlarını sevip, okşar. Dolayısıyla devlet de böyle olmalıdır.

Vatandaş her türlü derdinin çözümünde arkasında devletinin olduğunu bilmelidir. Devlete güvenmeli, devlet de onu koruyup-gözetmelidir ki çareyi başkasında aramasın. Bu da devlet otoritesinin sağlanmasıyla olur.

Bir kere ülkemizin doğu ve güney-doğusundaki halk çalışmaya alıştırılmalıdır. Kaçakçılık gibi kolay yoldan para kazanma ya da devletin sürekli verdiği yardımlar sayesinde karnını doyurmaktan vazgeçirilmelidir. İnsanlar Türkiye’nin Karadeniz, Ege, Akdeniz veya İç Anadolu bölgesinde olduğu üzere ekmeğini yeri geldiğinde taştan çıkarmalıdır. Çocuk planlaması sadece Türkiye’nin doğu ve güney-doğusunda dikkate alınmıyor. Birtakım çevreler ve bölücü örgüt bilhassa Kürt vatandaşlarımızı nüfuslarını çoğaltmaları yönünde teşvik etmektedir. Dolayısıyla on çocuk yapıp da devlet bize baksın mantığından da insanların vazgeçirilmeleri lazımdır. Şimdi birileri iş mi var da insanlar çalışmıyor diyebilir, ancak memleketin çoğu yeri doğu ve güney-doğudan daha berbat ve geri kalmış vaziyette olmasına rağmen insanlar devlete yük olmadan bir şekilde, hem de meşru yollardan karnını doyurabilmektedir. Bu yüzden iş yok vs. bunlar mazeret değil.

Ayrıca sadece Doğu ve Güney-doğu Anadolu sınırlı kalmadan, bütün Türkiye genelinde üniversitelerin sayısı azaltılmalı, merkezi ve ihtisas üniversiteleri meydana getirilmelidir. Çünkü ilkokul ve liseyi doğduğu şehirde okuyan birisi, üniversiteyi de aynı yerde bitiriyor. Ülkenin farklı bölgelerini bilmeden, ufku genişlemeden hayatını dar bir mekânının içerisinde geçirmektedir. Zaten büyük üniversitelerin dışındakilerin sadece binaları ile sosyal tesislerinin güzelliğinden başka bir şey yok. Dolayısıyla başta Doğu ve Güney-doğu Anadolu olmak üzere üniversitelerin sayılarının azaltılması ve bir reform şarttır. Her ile üniversite kurmakla bir memleket gelişmez. Hatta Türkiye örneğinde olduğu üzere daha da geri gidiyor. Bölgedeki dinamikler ve terör baskısı sebebiyle öğretim üyeleri doğru-dürüst ders yapamadıkları gibi, anlatmak istediklerini de korkularından söyleyemiyorlar. Böyle bir ortamda mantıken eğitim olmaz.

Bir başka mesele ise, bölgede görevlendirilecek devlet memurları, başta öğretmenler olmak üzere kesinlikle çevre insanından olmamalıdır. Eğer Türkiye’nin doğusu ile batısı, kuzeyi ile güneyi arasında bir entegrasyon, bir birlik, bir kaynaşma olacak ise bu şarttır. Bizim üstünde en çok durduğumuz konu budur. Çünkü evinde Kürtçe konuşan bir çocuk okula gittiğinde dersi de öğretmeninden Kürtçe dinliyor ise bu tehlikeli bir haldir. Ortak dil bilinci ve anlayışı ilkokulda kazandırılır. Eğer bu meseleyi kişinin ilk eğitim hayatında çözemiyorsanız daha sonraki çabalar boşunadır. Dil bu ülkeyi ve milleti bir arada tutan en önemli unsurdur. Esas dilde ayrışmalar ve farklılıklar toplulukları bölünmenin eşiğine götürür. Herkes evinde anadilinde konuşsun, isteyen de özel kurslarda Arapça, Farsça, Kürtçe, Çerkezce, Rumca, Boşnakça, Gürcüce vs. öğrensin buna diyeceğimiz bir şey yok. Ama bu dilleri bir program dâhilinde devletin okulları ve TRT gibi resmi kurumlarında yaparsanız bu milli birlik ve beraberliğe vurulan bir darbe, vatana ihanettir.

Zaten güvenlik problemi halledilmediğinden ülkemizin bu sorunlu bölgelerinde çoğu terör örgütüyle bağlantılı veya ondan çekinen çevre insanları görev yapıyor. Bu da ortak bir millet yaratma bilinci noktasında sakıncalı bir durumdur, bizden söylemesi.

Prof. Dr. Saadettin Yağmur GÖMEÇ

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.