Çokayoğlu Mustafa Beye Son Cevap
Efendim,
“Yaş Türkistan” mecmuasında çıkan yazılarınızı dikkatle okudum. “Atsız Mecmua” da K.A. imzasıyla çıkan yazı dolayısıyla ve kullandığımız “Sart” kelimesi münasebetiyle yazdıklarınıza Atsız’ın bu sonuncu sayısında cevap vermeği kendime millî borç bildiğim için bu satırları yazıyorum:
K.A. imzası sizin sandığınız gibi Başkurdistanlı Abdülkadir Bey’e değil, bana, yani pek yakında “Sabık” sıfatını takınacak olan Türkiyat Enstitüsü Asistanlarından Türkiyeli H. Nihâl’e aittir. Asıl adım yerine niçin K.A. imzasını attığımı geçen sayıda başka birisine verdiğim cevapta anlattığım için bu sefer yeniden izaha girişmiyorum. Sizin verdiğiniz cevaplar büyük bir telâş ve asabiyetle yazıldığı için oradaki mugalâtalarınıza da cevap vermeyeceğim. Çünkü Abdülkadir beyin bana gösterdiği, sizin el yazınızla yazılı cümleleri inkâr edecek kadar küçüldükten sonra sizinle uzun boylu münakaşayı faydasız buluyorum. Eğer Abdülkadir Bey sizin hakkınızda “Ne de olsa Türkistan için bağırıp çağıran bir adamdır. Ona ölüm darbesi vurmamalı” diyerek sizin hakkınızdaki büyük bir hüsnü niyet göstermeseydi. Atsız’ın bu sayısında sizin aleyhinizde mühim bir vesika olacak Rusça bazı mektuplarınızın klişesini basacaktık. Fakat sizin bir çok hücumlarda bulunduğunuz ve küfür ettiğiniz Abdülkadir Bey yine bir yiğitlik göstererek bu mektupların klişelerinin alınmasına müsaade etmedi. Her ne ise bunu geçelim ve gelelim “Sart” meselesine:
Ben Atsız Mecmuanın 12. sayısında “Sart” kelimesini kullandım. Fakat sizin yaygara ile etrafa yaymak istediğiniz gibi Türkistan halkları arasında ayrılık sokmak kaygısıyla değil… O yazımda ben “Türk ırkının istikbalini kuracak ve koruyacak olanlar Türkistan’ın Sart’ı ile Türkiye’nin şehirlileri değil, Türkistan’ın göçebeleriyle Türkiye’nin köylüleridir” demiştim. Bu fikrim bugün eskisinden daha ziyade kuvvetlenmiştir. Siz benim bu fikrimi siyasî bir körlük sayabilirsiniz. Nitekim ben de sizin hakkınızda aynı şeyleri düşünüyorum. Kimin doğru düşündüğünü zaman gösterecektir.
Mustafa Bey! Ben size her şeyden evvel şunu söylemek isterim ki Türkistan’ın istiklâli Paris’te rahat rahat oturarak Yaş Türkistan’a yazı yazmakla alınmaz, istiklâl için Türkistan dağlarında yıllarca çarpışmak, ölmek lâzımdır. Ölümü göze alamayanların istiklâlden bahsetmesi denizdeki balığı pazarlık etmeğe benzer. Türkistan’da istiklâl için çarpışanlar ve hâlâ da çarpışmakta olanlar Sartlar değil hakikî Türkler’dir. Zeki Velidî Bey’in kitabından her türlü Türklerin ahlâkı hakkında az çok bir fikir edinmek kabil olmakla beraber ben burada Sart’ı da, Türkmen’i de, Özbek’i de, Başkurt’u da, Kazak’ı da, Tarançı ve Kaşgarlı’yı da gördüm ve hepsi hakkında fikir edindim. Sart, tarihî bakımından Hintli ve Acemle karışık etnik bir Türk zümresidir. Fakat bana göre Sart Türkistan’ın millî menfaatlerine engel olan mütereddi bir zümredir. Her yerde olduğu gibi Sartlar arasında da kahraman ve iyi insanlar olabilir. Fakat bu, Sart denilen, zümrenin Türkistan’ın bünyesinde bir çıban olmasına mani olamaz. Onun için bu çıban deşilmedikçe yaranın iyi olmasına ihtimal yoktur diyorum.
İstanbul’a vaktiyle Türkistanlı diye gelen Sart talebelerin de pek çoğunu tanırım. Bunlar zeki değildir, çalışkan değildir. Üstelik korkak ve seciyesizdir de. Bu Sartlar’dan Yüksek Muallim mektebinde okuyan birisi “Türk milleti yoktur. Türk milletleri vardır. Ben Türk değil Özbek’im” derdi. Edebiyat zümresinde talebe olan bir diğeri de Azerbaycanlı, Başkurdistanlı ve sair Türkler’in de bulunduğu bir mecliste “Türkiye gibi müstakil olmaktansa Rus esaretinde kalmağı tercih ederim” demek alçaklığında bulundu. Bu sözler üzerine de kendisine yaptığım en şiddetli hakaretlere karşı sustu… Sart budur. Onda ne millî haysiyetine şahsî gurur vardır.
İşte sizin Türkistan gençliği dediğiniz ve bel bağladığınız gençlik! Hâlbuki Türkistan’ın dağlarında, Bozkırlarında Basmacı Özbeklerle eşkıya Türkmenler hâlâ çarpışıyor.
Çokayoğlu Mustafa Bey! Türkiye’nin şehirlisi ve Türkistan’ın Sart’ı birer mütereddi unsurdur. Türklüğün istikbalini bunlara yükletemeyiz. Türkiye’nin su katılmamış çobanları, yarı göçebe köylüleri, Türkistan’ın Özbekleri, Kazakları, Türkmenleri, Kırgızları, Başkurtları dururken ve Türk tarihini bunlar yapmışken ileriki Türkistan’ın başına harp etmesini bilmeyen korkak Sartlar geçemez. Sartlar ancak Yahudiler üzerinde hâkim olabilir.
Ben sizin anladığınız gibi, Türkistan istiklâline düşman değilim. Böyle olmama imkân da yoktur. Fakat ben ayrı bir Türkistan’a, ayrı bir Azerbaycan’a, ayrı bir Kırım’a muarızım. Kanaatimce Türk milleti 30-40 yıla kadar ya Garbı Trakya’dan Yakutistan’a kadar birleşecek yahut da yeryüzünden kalkacaktır. Yeryüzünde yüz milyonluk milletler meydana gelirken arasında bir çok da yabancı unsurlar olan 14 milyonluk Türkiye, 13 milyonluk Türkistan hele üç milyonluk Azerbaycan ve 300 binlik Kırım tek başına yaşayamaz. Ayrı istiklâl, ayrı idare, muhtariyet, federasyon… bunlar hep lâftır. Bir büyük Türk ili vardır. Bu il daima bir tek merkezden idare olunacaktır. Münakaşa olunacak mesele federasyon mu, ittihat mı meselesi değil ancak “merkez Anadolu’da mı, Yedisuda mı” meselesi olabilir.
Mustafa Bey! Şimdilik ne söylesek aramızdaki meseleleri halledemeyeceğiz. Müşterek düşmanlarımızı yok ettikten sonra sizinle kendi aramızdaki kozu elbette paylaşırız. Fakat size şu kadar söylemekten de kendimi alamayacağım ki benim kimseden milliyetperverlik ve Türklük dersi almağa ihtiyacım yoktur.
ATSIZ MECMUA, 1932, Sayı: 17