Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

Büyük Selçuklu Sultanı Alp Arslan’ın Kafkasya Politikası

0 19.287

Savaş EĞİLMEZ

Selçuklu Devleti’nin kurucusu ve ilk sultanı Tuğrul Bey, Şubat 1063’te halifenin kızıyla Bağdat’ta evlenmiş, Mart ayında başkent Rey’e geldikten sonra altı ay süren hastalıktan kurtulamamış ve 70 yaşında 4 Eylül 1063’te vefat etmiştir.

Selçuklu Devleti’nin doğusu, daha Çağrı Bey’in oğlu Alp Arslan tarafından emniyet altına alındığından, devletin başında bulunan Tuğrul Bey, batıda fetihlere serbestçe devam etme imkânını bulmuştu. Horasan meliki olan Alp Arslan (1063-1072), Selçuklu beyleri arasında çıkan taht mücadelesini kazanarak 1064 yılında Rey şehrinde tahta çıktı. Böylece doğu ve batı tek hükümdarın hakimiyeti altında birleşti. Büyük Selçuklu İmparatorluğu, İran’da daha önce kurulmuş devletler gibi, doğuda savunma, batıda hücum siyaseti takip ediyordu. Bu nedenle Alp Arslan’ın da, amcası Tuğrul Bey’in politikasını takip ettiğini görüyoruz.

Sultan Alp Arslan’ın ilk yaptığı işlerden birisi otoritesini güçlendirmek için, siyasetinin Türkmen yönüne ağırlık vermek olmuştur. Bu siyaset sonucunda yaptığı hazırlıklar ile Gürcistan sınırına doğru harekete geçti.

Sultan Alp Arslan, 22 Şubat 1064 yılında Rey’den hareket etti.

Sultan Alp Arslan, Azerbaycan’da ordusuna katılan kalabalık Türkmen kuvvetleriyle, Urmiye Gölü’nün kuzeydoğusundaki Merend şehrine geldiği zaman, pek çok askere sahip olan, Anadolu’ya sürekli akınlar yapan ve Bizans’ı durmadan rahatsız eden Emir Tuğtekin, Sultanın huzuruna çıktı. Giriştiği akınlar ve Anadolu’ya ulaşan belli başlı yollar hakkında kendisine bilgi arzetti. Ayrıca Rum beldelerinden, Gürcü beldelerinin her zaman vurgulandığı gibi küfür, isyan ve azgınlık içerisinde olduklarını bildirdi. Tuğtekin’den başka, Sultan Tuğrul zamanından beri, Anadolu’daki Selçuklu harekâtını yönetmekte olan kardeşi Yakuti ve bir kısım Selçuklu emir ve Türkmen beyleri de Sultan Alp Arslan’a katılmış olmalıdır.Ermeni tarihçisi Urfalı Mateos, Vekayinâmesi’nde, Sultan Alp Arslan’ın, Gürcü seferinin başlangıç tarihini 1064 yılı veya 1065 yılının Mart ayı olarak gösterir. “5 Mart 1064 – 4 Mart 1065 tarihinde Sultan Tuğrul’un kardeşi ve halefi olan Alp Arslan, Farslardan, Türklerden, Huzistan ve Secistan’a kadar olan yerlerden asker toplayıp şiddetle harekete geçti. Korkunç dalgalarda çalkalanan bir denizi ve taşkın sularını ileriye atan azgın bir nehri andıran bu muazzam ordu, şiddetle yürüyerek Ermenistan’a geldi.” Görüldüğü gibi Mateos bu olayı zikrederken, Tuğrul Bey’in yeğeni olan Alp Arslan’ı kardeşi olarak gösterme yanlışına da düşmüştür. Sultan hareket halinde iken, güzergâhında bazı kişilerin hırsızlık yaptığı haberini aldı. Bunun üzerine bir kısım askerini bu hırsızların üzerine gönderdi. Askerler, hırsızlardan bir kısmını öldürüp, bir kısmını da esir alarak bu bölgedeki yolları temizlediler. Geri kalanlar ise tövbe edip, Sultan’dan af dileyerek, yolların himaye ve korunmasını üzerlerine aldılar. O yollarda, meydana gelebilecek her türlü olaya kefil oldular. Sultan bu havaliyi, Emir Bey Arslan adındaki bir beye verdi.

Esas hedefi “Rum gazası” olan Sultan Alp Arslan’ı, devletin yanını ve arkasını emniyete almak maksadıyla, önce Gürcistan üzerine sefer yapmaya teşvik eden de, adı geçen Emir Tuğtekin oldu. Başta Tuğtekin olmak üzere etrafındaki beylerini dinleyen Alp Arslan buraları itaate almadan, Bizans egemenliğindeki Anadolu üzerine sefere çıkmanın tehlikeli olacağını anlamıştı. Bu nedenle Gürcistan’a sefer kararı aldı ve ordusunun bir kısmının başında kuzeye doğru harekete geçti.

Alp Arslan’ın I. Gürcistan Seferi

Arap kaynaklarının, Alp Arslan’ın başında bulunduğu bu sefer üzerinde hiç durmamaları, şüphesiz sadece bu hususta bilgi elde edememeleriyle izah edilemez. Arap kaynaklarının, bu sefer üzerinde fazla durmamalarının en önemli sebebi bunu ikinci derecede önem taşıyan bir sefer saymalarından kaynaklanmaktadır. Ancak ileride görüleceği üzere, Alp Arslan’ın bu seferi, gerek iktisadi yönden, gerekse istihdam yönünden, Bizans ile büyük mücadelelere girişecek olan Selçuklu Devleti için çok önemli faydalar sağlamıştır.

Alp Arslan ordusuyla birlikte o yöredeki dar geçitlerden ve dağ yollarından geçerek Nahçıvan’a varmış ve Aras nehrini geçmek için gemiler yapılmasını emretmiştir. Bu sırada, Azerbaycan’a bağlı olan Hoy ve Selemas şehri sakinleri itaat etmiş olmanın gereğini yerine getirmiyorlardı. Şehirlerini kapatmış, Sultan’a yardım etmeyi reddediyorlardı. Bunun üzerine, Alp Arslan, kaynaklarda isminin zikredilmediği Horasan Emiri’ni üzerlerine gönderdi ve onları itaate davet etti. Ayrıca itaat etmeyecek olur iseler başlarına ne tür felaketler geleceği hakkında da tehditler savurdu. Bu gelişmeler, Hoy ve Selemas halkının itaat ederek, Sultan’ın askerleri arasına katılmalarına sebep oldu. Sultan Alp Arslan’ın etrafında pek çok bey, emir, tabi hükümdar ve çok sayıda asker toplanmıştı.

Asker toplama ve gemi yapımı işini hallettikten sonra oğlu Melikşah’ı Nizamül-mülk ile umumi karargâhta bırakıp, bazı civâr kalelerin fethini emrettikten sonra, kendisi Gürcü beldelerine hareket etti.

Sultan Alp Arslan’ın bu seferi sırasında, bölgedeki siyasi durum genel hatlarıyla şöyle idi; “Bizans tarafından kurulan, Arpaçayı boylarını, Elegez Dağı çevresini, Kağızman Deresi ve Sürmeli Çukuru bölgesini içine alan “Anıon Theması”, merkezi Ahalkelek olan, İber Bagratlıları’na tabi “Cavaket Bölgesi”, ve Taryunt (Doğubeyazıt) kalesini kendilerine hanedanlık malikânesi edinmiş olan “Vanand Bagratlı Krallığı” vardı.

Sultan Alp Arslan, 1064 yılında büyük bir kuvvet ile Transkafkasya’ya girdi. Alp Arslan, önce Ermeniler’in Kangarp dedikleri Kangarnı Eyaleti’ne girdi. Buradan yine kuzeye doğru yürüyerek Kür nehrinin, yay şeklinde çevirdiği dağlık saha olan Trialeti’ye geçti. Selçuklular, Kangarni ve Trialeti’yi yağmalayıp, birçok esir alıp, harabeye çevirdiler. Bir gün içerisinde Alp Arslan’ın öncü kuvvetleri, Kür Nehri’nin kollarından biri üzerinde bulunan Kuelis ve Kür’e kadar ulaştılar. Daha sonra Şavşat (Shavsheti) ve Klarcet’e (Klarjeti) geçtiler.

Alp Arslan böylece Ermenistan’ın kuzeyinde, kuzey doğudan kuzeybatıya doğru geniş bir yarım daire çizdi ve nihayet güneye doğru ilerleyerek, Oltu’nun aşağı yukarı 40 km. kuzeydoğusunda ve şimdiki Panaskert çayı üzerinde bulunan Tayk’ın (Tao, Tay) kuzeydoğusundaki Panaskert’e kadar ilerledi. Aynı gün içerisinde Tori ve Giviskhevi’ye girdi. Bu sıralarda Sultan, üç gün için Trialeti’de kamp kurmuştu. Böylece Kars ve Ani daha doğuda kalmıştı. Tao’da bulunan Bagrat ve ailesi hızla Kartli’ye döndü.

Alp Arslan’ın öncüleri Gürcistan Kralı IV. Bagrat’ı yakalamak üzereyken, kral daha kuzeye doğru kaçmak suretiyle zor kurtuldu. Onu takip etmekten vazgeçen Selçuklu ordusu, önceden hazırlanmış olan plan doğrultusunda hareketine devam etti. Selçuklular Cavaketi bölgesine girip, Ahalkelek’i muhasara ettiler. Gürcistan genel olarak Türk işgali için hazırlanıyor ve şehirlerini istihkâm ediyordu. Fakat Ahalkelek istihkâmını tamamlayamamıştı. Müverrih Vardan “Ahalkelek denilen yerin aslında Narkagaki ve Şamsayltei olduğunu” iddia eder. Burada, iki grup asker arasında çetin savaşlar cereyan etti. Çatışmalar şehir içinde, sokak aralarında bile devam etti. Türkler sayısız Hıristiyan yakalayıp, birçok ganimet ve esir ele geçirdiler. Bu meşhur şehir artık Türklerin hakimiyetine girmişti.

Bu sıralarda Melikşah, emrindeki asıl ordu ile Aras nehri boyunca ilerleyerek, bugünkü Türkiye sınırlarını aştı. O, önce müstahkem bir kaleyi muhtemel olarak da Biurakan’ı (Anberd) kuşattı. İki taraftan birçok kimse öldü. Çok çetin geçen savaşta bir ara Selçuklu askerlerinde yorgunluk hat safhaya ulaştı. Fakat Horasan Amidi ve Nizamü’l-mülk’ün gayret ve ısrarları onları da galeyana getirdi. Melikşah, bizzat kendisi, attığı bir okla kale komutanını boynundan vurarak öldürdü. Nihayet bu durum, düşman askerlerinin mukavemetinin kırılmasına neden oldu. Askerler kaleyi bırakarak dağlara doğru koştular. Türkler burada bulunan askerlerin hepsini, kılıçtan geçirdiler.

Bu kalenin fethinden sonra Melikşah, Sürmâri adındaki sağlam bir kalenin önüne geldi. Bu kalenin içinde akarsular, bağlar ve bostanlar vardı. Bu kale de kuşatılıp kısa zamanda fethedildi. Kale içerisindeki halkın hepsi kaleden dışarı çıkarıldı. Bu kalenin yanında bulunan başka bir kale de kısa zamanda fethedildi. Melikşah, bu kalenin zabtı güç diye, imar etmek yerine yıkılmasını emretti. Nizâmü’l-mülk bunu haber alıp, Melikşah’ı bu işten vazgeçirmek için “Bu sağlam bir kaledir. Bu onarılınca kâfirlerin İslâm yurduna girmek için yolları kapanır, üzerimize gelmeleri zorlaşır” dedi. Bunun üzerine Melikşah da fikrinden vazgeçip, ustalara kalenin harap olan yerlerinin tamir edilmesi için emir verdi. Sonuç olarak eskisinden daha sağlam bir bina ortaya çıkarıldı.

Vezir, Müslümanlar için iyi bir üs olan bu kaleye bir takım askerle birlikte, bir de idareciyi muhafız olarak yerleştirdi. Bunlar için lüzumlu yiyecek, para ve silahları buraya depo etti. Bütün bu kaleler Nahcıvan Emiri Ebu’l-Esvar’a teslim edildi.

Bundan sonra Selçuklu ordusu İslam kaynaklarında Meryem Nişin adıyla geçen, muhtemel olarak Şirek’teki Marmaşin’i kuşattı. Rahiplerin reislerinin iskân ettiği bu yer, tam bir rahipler ve keşişler şehri idi. Çevredeki Hıristiyan idareciler onları, zengin hediyelerle birlikte ziyarete gelirlerdi. Kale çok sağlam bir yapıya sahip idi. Kalenin inşa edildiği yontma taşlar birbirlerine demir levha ve çiviler ile kenetlenmişti. Öyle ki taşlar demir levhalar altında kalmış, sanki demirden bir kale olmuştu. Yanından büyük bir nehir geçen kale, çok yüksek kulelere sahipti. Nizamü’l-mülk, buranın fethi için gemiler ve kayıklar yaptırmıştı. Ordu gece-gündüz nöbetleşe savaşıyordu. Türk ordusu her yönden kaleye saldırıyordu. Melikşah bile, kendi gayretiyle savaşa girip, hisara çıkmaya çalıştı. Surun şerefesine bir ip bağlayarak, duvara tırmanırken hendeklerde bulunan suyun içine düştü ise de gemilerden birine ulaşmayı başardı. Asker, Melikşah’ın bu çabasını görünce şevke gelip, büyük bir hırsla kaleye saldırmaya devam etti. Gulamlar, nacaklarla surları delmek istemişler, taşların sağlamlığından başaramamışlardı. Atların üzerlerinde geçirdikleri bir gece deprem oldu. Kalenin doğu tarafı tamamen yıkıldı. Bu durumdan faydalanan Selçuklu askerleri, hemen bu yıkılan yerden içeri girerek kaleyi ele geçirdiler. Güneş doğarken Melikşah ile vezir şehre girdiler. Kiliseler yakıldı, şehir yıkıldı, halkın çoğu öldürüldü. Ancak İslâmiyeti kabul edenler kendilerini ölümden kurtardılar.

Alp Arslan’ın Politik Evliliği

Diğer taraftan Sultan, Ermeni Kralı David oğlu Kivrike’nin kızı ile evlenmeye talip oldu. Alp Arslan’dan korkan kral, buna razı oldu. Yabancı kaynaklar bu olayı şöyle nakleder; “Kral David’’in kız torunu, ayrıca IV. Bagrat’ın da yeğeni idi. Alp Arslan’ın evlilik isteği üzerine, IV. Bagrat’ta Kivrike’den evliliğe razı olmasını istedi. Ama Kivrike bunu kabul etmedi. Bunun üzerine IV. Bagrat, komutanlarından Varaz-Bakur Gamrekeli’yi büyük bir ordunun başında Kivrike’nin üzerine gönderdi. Gamrekeli, Kivrike taraftarlarını mağlup etti ve Kivrike ile kardeşi Sambat’ı ele geçirdi. IV. Bagrat yeğenini, Sultan’a göndererek, güçlü komşusu ile kan bağı teşkil etti.”

Bundan sonra Alp Arslan onunla ebedi sulh ve dostluk kurdu. Hediyelere ve şereflere garkettiği kralın, payitahtı Lori’ye dönmesine müsaade etti. Alp Arslan oğlunu ve veziri Nizamü’l-mülk’ü huzuruna çağırdı. Melikşah yolda birçok kaleler fethederek, Hıristiyanlardan birçok esirler alarak, babasının yanına vardı. Alp Arslan oğlunun yaptığı fetihleri duyunca çok sevindi.

Bilindiği gibi eski Türkler, komşu ülke ve devletlerle olan siyasi ittifak dostluklarını güçlendirmek için, hanedan evliliklerine büyük önem vermişler ve bunda büyük ölçüde başarılı da olmuşlardır. Geniş bir zamana yayılmış olan Türk tarihi içinde evlilik olaylarının birçok örneği görülmektedir. Bu eski Türk geleneği, daha sonraları Selçuklu Türkleri tarafından da uygulanmış, bu onların yüksek teşkilat gücünde ve devlet hayatında çok önemli bir başarı faktörü olmuştur. Çevre hükümdar ve hanedanlarla kurulan evlilikler, Büyük Selçuklu Devleti’nin vazgeçilmez politikalarından birini oluşturmuştur. Selçuklu sultanları, komşu devlet ve hükümdarlarla siyasi münasebetlerinin bozulduğu veya onlarla yeni ittifaklar kurmanın gerekli olduğu dönemlerde, evlilik politikasını yeni bir siyasi manevra gücü olarak kullanmışlar ve onlarla akrabalık bağları kurarak ilişkilere yeni boyutlar ve daha zengin bir içerik kazandırmak istemişlerdir.

Yeniden birleşen Selçuklu ordusu, Sepid-şehr üzerine yürümeye başladı. Şehir kuşatma altına alındı. İki taraf arasında şiddetli bir savaş oldu ve birçok Türk askeri şehit oldu. Ama sonunda şehir, Türk ordusu tarafından ele geçirildi. Buranın fethinden sonra Selçuklu Sultanı Alp Arslan, İbnü’l- Esir’de “Aâl/Lâl”, Ahbar üd Devlet üs Selçukiye de “Ağal-kâl” olarak geçen Allaverdi (Lal) şehri üzerine yürüdü.

Kalenin suru, yaklaşık 100 metre idi. Doğu, batı ve kuzey tarafları dağlarla çeviriliydi. Dağların birkaç tepesinde bulunan istihkamlar içerisinde askerler bulunmaktaydı. Diğer yönde ise geçilmesi çok zor olan, bir nehir akıyordu. Kalenin tek girişi, nehrin üzerinden kaleye uzanan köprüydü. Selçuklu ordusu kalenin önüne gelince, Gürcüler hemen köprüyü kaldırdılar. Sultan Alp Arslan, nehrin karşı yakasına ordugâhını kurdu. Nehrin üzerine de geniş bir köprü kurulmasını emretti. Askerler, dağlardan büyük ağaçlar kesip, birkaç gün içinde köprüyü tamamladılar. Bundan sonra çok şiddetli çarpışmalar cereyan etti. Karşılıklı büyük kayıplar verdiler. Bir müddet sonra, Gürcüler kendilerini mağlup olmuş gibi gösterip, Selçuklu askerlerinin karşısından çekildiler. Daha sonra şehirden iki kişi çıkıp, Sultan’dan kendileriyle birlikte, özü sözü doğru bir emirin başkanlığında heyet göndermesini rica ettiler. Bunun üzerine Sultan Alp Arslan, Emir bin Mücahid ve Ebu Semre’yi gönderdi. Bu şahıslar, kalenin surlarını geçince, Gürcüler tarafından vahşice öldürüldüler.

Diğer taraftan, düşmanın teslim olacağı düşüncesiyle, rehavete kapılan Türk ordusu, istirahata çekilmiştir. Gürcüler, Türklerin bu gaflet anından yararlanarak, kaleden çıkıp saldırıya geçtiler.

Hadim’i Savab, Sultanın huzuruna gelerek, durumu anlatmak istedi. Fakat Sultan önce namazını kılmayı tercih etti. Namazını bitirdikten sonra çadırından çıktı, atına bindi ve düşmanın üzerine yürüdü. Sultanın bu davranışını gören Selçuklu ordusu da bütün gayretiyle, Gürcülere saldırdı. Zor bir muharebeden sonra Gürcüler şehre kaçmaya başladılar. Türkler de kaçanların arkasından kaleye girmeyi başardılar. Şiddetli bir muharebeden sonra Sultan ve ordusu şehre girmişti. Şehrin burçlarından birine sığınarak kendisine karşı savaşa devam edenlerin bulunduğunu gören Sultan, burcun çevresine odun yığılmasını ve ateşe verilmesini emretti. Bu emir hemen yerine getirilerek burç içindekilerle birlikte yakıldı. Sultan daha sonra ordugâha döndü. Türk ordusu bu şehirden sayısız ganimet ele geçirdi. Geceleyin çıkan rüzgar, bu burcun etrafındaki ateşin şehre yayılmasına neden oldu. Yoğun çabalara rağmen şehir yanmaktan kurtarılamadı. Bu hadise Haziran/Temmuz 1064 yılında olmuştu. Sultan Alp Arslan ayrıca bu şehrin yanı başında bulunan müstahkem bir kaleyi daha ele geçirdi.

Alp Arslan’ın bu şehirdeki zalimce davranışının sebebi, şehir halkının hilebazlığı ve gaddarlığı olmuştur. Pekçok kimse öldürüldükten sonra, halk kendi haline bırakıldı. Sultan, mağlup olanlara, özellikle ordu mensubu olmayan sıradan şehir halkına karşı her zaman iyi davranırdı. Fakat bu sefer Sultan’ın hiddetini yatıştırmak kolay olmamıştır.

Bundan sonraki gelişmeler Ahbür üd Devlet üs Selçukiye’de şöyle geçmektedir: “Gürcü Meliki (Bagrat), Sultan’a birçok hediyeler göndererek sulh talebinde bulundu. Mazeretler beyan etti. Gürcü melikinin elçileriyle beraber (Aybek veya Bek?) Emir Temur el-Hâcib de beraber Sultan’ın yanından Gürcü melikine bir mektup ile gittiler. Ya İslâm dinini yahut cizyeyi kabul etmekten başka çare olmadığını bildirdiler. Mumaileyh cizyeyi kabul etti.”

Gürcistan istilasında, sıkı bir disiplin altında olan Türk ordusu çok iyi organize olmuştu. Sultan Alp Arslan ve komutanları, Ortaçağ-Asyalı savaşında yeni bir metot geliştiren, askeri ve siyasi alanda olağanüstü yetenekli insanlardı. Türk liderler tarafından Kafkasya’da takip edilen plan doğrultusunda cereyan eden atlı seferleri, Akdeniz sahillerine kadar olan bölgede, kültürel hayatı uzun yıllar etkileyebilecek nitelikteydi. Nitekim böyle de oldu.

Türklerin, bir ülkeyi ele geçirdiklerinde, merkez ve stratejik noktalara iradesi sağlam, liderlik özelliği olan insanların kumandasında bir birlik bırakmaları alışılmış bir durumdu. Hatta bu strateji, Türk Devlet Siyaseti’nin bir parçasıydı. Transkafkasya’da da aynı plan uygulanıyordu.

Güçleri eşit dört müfrezenin, çevredeki dört noktaya sevk edilmeleri temel esastı. Bu müfrezeler etrafı çevirdikten sonra, her biri kendi arasında üç küçük bölüme ayrıldı. Bu grupların en önemli özelliği, hızla hareket edebilme kabiliyetleriydi. Bunlar önceden belirlenmiş kendi sorumlulukları altındaki bölgelere gider, sonra bunlar da kendi aralarında daha küçük birliklere ayrılarak, kuşattıkları bölgeyi yağmalarlardı. Her birlik kendi ganimet ve esirleriyle, belirlenen günde kamp yaptıkları arazilerine dönerlerdi. Sonuç olarak bu dört bölüm, seferin organize edildiği merkez karargâhta tekrar toplanırlardı. Sonra, ellerindeki esir ve ganimetlerle, düşmanlar tarafından tehdit edilemeyecekleri güvenli bölgelere çekilirlerdi.

Sultan Alp Arslan, Allahverdi şehrini fethettikten sonra, Ani şehrine hareket etti. Ani yakınında “Seylvürde” ve “Nevre” denilen iki beldenin ahalisi dışarı çıkarak İslamiyeti kabul ettiklerini bildirdiler. Buna çok memnun olan Sultan, onların İslami usule göre temizlenmelerini emrettikten sonra kiliseleri yıktırarak, yerlerinde mescitler inşa ettirdi.

Bu sırada, Nizam’ül-mülk, Bağdat’a zamanın adeti gereğince bir fetihname göndererek, Sultan Alp Arslan’ın şimdiye kadar yaptığı fetihleri bildirdi. Bu fetihnamede Sultan’ın Hazar ülkelerine kadar ilerlediğinden, o zamana kadar erişilmesi mümkün olmayan yerlere ulaştığından, büyük beldeler fethettiğinden bahsediliyor; bu esnada aşağı yukarı 30.000 kişi öldürüldüğü, 50.000 kişinin esir edildiği ve sayısız ganimet elde edildiği bildiriliyor, muzaffer olarak dönen Sultan’ın Rum ülkelerinin ilki olan Ani’ye inerek, burayı kuşatmaya başladığını, Tanrı’nın yardımıyla fethinin gecikmeyeceğini ilave ediyordu.

Görülüyor ki, bu fetihnameyle Alp Arslan’ın Gürcistan seferinin adeta bir bilançosu verilmiş oluyordu.

Ani, zamanının en büyük şehirlerinden birisiydi. Surları yüksek dağlardan meydana geliyordu. Her dağın tepesinde, bir kale vardı. Şehrin üç tarafını nehir (Arpaçay) çeviriyordu. Dördüncü tarafta ise nehirden alınan su ile dolu bir hendek bulunuyordu. Şehre hendeğin üzerindeki bir köprüden giriliyordu. Ani, Bizans Devleti’nin doğudaki en sağlam sınır şehriydi. Doğudan ele geçen ganimetler, toplanan vergiler ve hazineler burada muhafaza ediliyordu. Seyyahlara göre şehirde 500.000 ev, bunun yanında 500’den fazla kilise ve manastır bulunuyordu.

Nüfus ile ilgili verilmiş rakamlardan, etraftaki ahalinin Türk korkusu ile bu müstahkem şehre sığınmış olduğu sonucu çıkarılabilir. Nitekim şehir kuşatıldığında, savaşçıların yanında binlerce kadın, erkek, ihtiyar ve çocuğun da bulunması, Türklerin dikkatini çekmiş ve Türkler bölge halkının büyük bir kısmının, şehir duvarları içinde toplanmış olduğunu sanmışlardı.

Sultan, çadırını bu şehrin ekili tarlalarında kurmuştur. Memleketin ahalisi Sultan’ı ve askerlerini tacir zannetmişlerdir. Çünkü şimdiye kadar kimse burayı kuşatmaya, daha doğrusu ele geçirmeye cesaret edememişti. Memleketin ekili tarlalarını ve su mecraların muhafazaya memur bir takım süvariler şehirden dışarı çıktılar. Ve Sultan’ın askerlerini tarlalardan çıkarmak istediler. Bunun üzerine askerlerden bir grup onların üstlerine yürüdü. Düşman askerleri bunu görünce kaçmaya başladılar.

Böylece Ani kuşatmasındaki şiddetli savaşlar başlamış oluyordu. Nitekim bu savaşlar sonunda, Rum askerleri püskürtülmüş ve şehre kapanmaya mecbur edilmiştir. Şehrin yalnız bir tarafında, hemen bir ok menzili kadar uzakta alçak bir kısım vardı. Sultan bunun karşısında ağaçtan bir burç yaptırmıştı. Buraya bir mancınık, neftçiler, yangın çıkaracak tutuşturucu okçular yerleştirdiler. Buradan şehre günlerce hücum ettiler. Fakat içeri giremediler. Saldırılarını mecburen gevşetmek zorunda kaldılar.

Fakat tam bu sırada İmparator tarafından buraya muhafız olarak tayin edilmiş olan Roma prensleri, yani Bagrat ve Gürcü Bapuran’ın oğlu Grigor, iç ve yukarı kaleye çekildiler. Aynı gün Sultan’da bütün ordusuyla geri çekilip İran’a dönmeye hazırlanıyordu. Prenslerin, geri çekildiklerini gören halkın manevi kuvveti kırıldı ve her biri bir tarafa kaçmaya başladı. Bu manzarayı gören Türk askerleri derhal, Sultan’a gidip keyfiyeti bildirdiler. Fakat Sultan onlara inanmadı. Surların, garnizon tarafından terkedilmiş olduğunu gören Türk ordusu, şehre girdi. Şehirden aldıkları bir çocuğu, şehri aldıklarına dair delil olarak Sultan’a gösterdiler. Sultan “Onların Allah’ı, zapt edilmez dedikleri şehirlerini bugün elime verdi” diye bağırdı. Ve esas ordusu ile birlikte şehre girdi. Her Türk askerinin, ikisi iki elinde, biri de dişlerinin arasında olmak üzere üç keskin bıçağı vardı. Halktan birçok kimse öldürülmüş, şehir tahrip edilmişti. Asil ve güzel kadınlar esir alınmış ve İran’a götürülmüşlerdi. En meşhur asilzadeler zincirlenerek Sultan’ın önüne getirilmişlerdi.

Ordunun Ani’yi korkunç bir katliama ve yağmaya uğrattığı konusunda bütün kaynaklar müttefiktir.

İç kalenin fethine gelince; buraya çekilen iki kumandan yolları odun ve saire ile kapattı. Sultan bu odunları yakmalarını emretti; bunun üzerine Rumlar oradan inerek cizyeyi kabul ettiler. Sultan bunların üzerine Horasan amidi ile Şemsülhadimi gönderdi. Bunlar, onlardan ister istemez cizye aldılar. Bundan sonra, bu müsalehadan pişman olarak tekrar harp etmeye başladılar. Savaş zor bir duruma girdiği zaman, Sultan bir tepe şeklinde görülmesi için birtakım çuvallara saman ve toprak doldurularak birbirini üzerine yığılmasını emretti. Bu şekilde oluşturulan tepenin üzerine sapancılar ve neftçiler yerleştirildi. Rumlar memleketlerinin en güzel kadınlarını ve oğlanlarını seçip, Türkleri esir almakla meşgul etmek için bunları Sultan’ın karargâhının önüne dizdiler. Sultan bunların hepsinin yakalanıp hapsedilmesini emretti. Sultan ve askerleri savaşın bütün şiddetine tahammül ile yemek, içmek, uyumak gibi hiçbir şeyle iştigal etmeyerek muharebeye devam ettiler.

Sultan tahtadan bir köşk yapılmasını ve bu köşkün üstünün, sirkeye batırılmış keçeden bir gölgelikle örtülmesini emretti. Daha sonra kısa bir süre içerisinde yapılan bu köşkün üzerinde savaşmaya başladılar ve Rumların, duvarlara ve burçlara tırmanmalarına mâni oldular; nihayet Türkler, surun kuvvetli taraflarını yıkarak şehre girmeyi başardılar. Şehrin ahalisini atların ayakları altında çiğnediler.

Ani, 16 Ağustos 1064 yılında Sultan Alp Arslan tarafından fethedildi. Sultan Alp Arslan, Fethiye adı ile camiye çevrilen Ani Katedrali’nde, 20 Ağustos günü, Melikşah ve Selçuklu beyleri ile Cuma namazını kıldı.

Ani fethinden sonra Sultan, Kars’taki, Kral Gagik’e “bir elçi gönderip, kendisine arzı hürmet etmek üzere, yanına çağırdı.” Fakat o, merhum Sultan Tuğrul’un ölümünden beri, sözde bir yas için karalar giyinmiş olarak gözüküp, itaatini arz edince Alp Arslan da ordusu ile Kars’a gelerek, dostluk kurduğu Gagik’e, “Krallık esvabı” (hil’at) giydirdi ve cizyeye bağladı. Kars’ta Sultan’ın ordusuna, bir kuzu, bir “dahekan” hesabiyle verilen şölen için, 100 bin dahekan harcanmıştı.

Bundan sonra Sultan, Kirman Meliki olan kardeşi Karaaslan Kavud’un Şiraz’ı alıp sınırlarını genişlettiği haberi üzerine, İran’a dönmeye hazırlandığı sırada (Ağustos 1064 sonunda), Ani ile çevresini Şeddâdlı Emir Esvar’a verdi. Bununla Ani-Şeddâdlıları (1064-1200) kolu, Selçuklulara tâbi olarak kuruldu. Bu fetihnâme ile, Rumlardan Ani’yi aldığını Bağdat halifesine müjdeleyen Alp Arslan’a, oradan gelen tebrik ile Ebu’l-Feth ünvanı tevcih edildi. Sultan 50 bin tutsak ve zengin ganimetler ile geri döndü.

Bu seferle sultan Transkafkasya’yı tamamen Türk egemenliğine almış, böylece Bizans’ın Doğu Anadolu bölgesi ve Karadeniz ile bağı kesilme noktasına gelmişti.

Gittikçe büyüyen Türk tehdidi, bölgede bulunan ve birbirlerini devamlı taciz eden Hıristiyan hükümdarları arasında kapalı bir ilişkinin oluşmasına sebep oldu ve 1065 yılında Abaza ve Bizans saldırılarının ittifakı, Kral IV. Bağdat’ın kızı Martha ve İmparator X. Constantine Dukas’ın oğlu Michail’in evlilikleriyle daha da sıkılaştı.

Alp Arslan’ın II. Gürcistan Seferi

Alp Arslan’ın ikinci Gürcistan seferi (1067), kuzeyden gelen ve Büyük Selçuklu İmparatorluğu’nun kendi nüfuz ve hakimiyet sahası saydığı bölgeleri tehdit eden Alan istilâsı (Ekim 1065) üzerine olmuştur. Müslüman Şeddadoğulları Devleti Hükümdarı Ebü’l-Esvâr’ın, payitahtı Gence’ye dönerek, kışın yaklaşması üzerine kıtalarını yerlerine göndermesini fırsat bilen Alanlar, Alanlar Kapısı’nı geçerek, Şekki (Kakhetia) ve Hazar ülkesine girdiler. Abhaz Kralı Bagrat ile birleşerek, Şeddadoğulları ülkesi olan Erran’ı istilâ ettiler; bir engelle karşılaşmadan her tarafı yakıp yıkarak, Gence kapısına kadar ilerlediler; köylerde kimi buldularsa öldürdüler. Gence’de bulunan Ebü’l-Esvâr ve ümerâsı buradan dışarı çıkmağa cesaret edemiyorlardı. İstilacılar, Müslüman beldesi olan Berda’ya kadar ilerlediler; çevresini yağmaladılar; üç gün boyunca burada kalarak, büyük ganimetler aldılar.

Alp Arslan, Erran’a geldiği zaman (Kasım 1067), Ebü’l-Esvâr ölmüş ve yerine oğlu Fazl (veya Fadlûn) yeni geçmiş bulunuyordu. Fadlûn, Selçuklu Sultanı’nı karşılayıp arzı hürmet ettikten sonra hazinelerinin anahtarlarını ve sahip olduğu erzakı ona teslim etti. Sultan, vasallığını kabul etmesine mukabil onu payitahtına geri gönderdi.

Aynı zamanda Selçuklular, Şirvan’ı zaptettiler. Burada yerleşmiş olan ve burayı yöneten Şirvan Hükümdarı Feribuz, ülkesinin Oğuz akınlarına maruz kalmasıyla 1067 yılında, zengin hediyelerle gelerek Sultan’a itaatini arz etti. Bundan sonra Feribuz, Alp Arslan’ın Gürcistan seferine de iştirak etti.

Daha sonra Alp Arslan Gürcü memleketlerine doğru harekete geçti. Bu ordunun, öncü kuvvetleri kumandanı Emir Savtekin idi. Gürcü askeri, Rum memleketlerinin cesur adamlarından oluşuyordu. Bunlar genelde Efrenç ve Şekki yöresinden idiler. Şekki bölgesi hükümdârı Ahastan adında birisi idi. Şekki’nin etrafı Gürcü yağmacılarının gizlendikleri meşe ormanlarıyla kaplıydı.

Ayrıca Şekki Hükümdarı Ahastan ile Gürcü Kralı IV. Bagrat arasında da adı konulmamış bir savaş bulunuyordu.

Sultan Alp Arslan, Ahastan mahiyetinde, Gürcü, Pers ve Ermeni kuvvetlerinden mürekkep bir orduyu Şekki içlerine kadar sürükledi.

Sultan neftçilere, buradaki ağaçlık bölgeyi yakmalarını emretti. Yakılan ormanın ortasında demir levhalar ve bakır çivilerle desteklenmiş, taştan iki kale görüldü. Fakat bu kalelerin bulunduğu yere gitmek mümkün olmadı. Sultan bu duruma çok üzüldü. Şekki meliki aralarında öteden beri düşmanlık bulunan, bu iki kale sahibi, kaleleri Sultan’a, teslim ederek Müslüman olmayı kabul ettiler.

Sultan buralarda bulunan kaleleri birer birer fetih ve yağma ederek, zengin ganimetler elde edip, Melik Ahastan’ın payitahtına geldi. Büyüklüğünü takdir ettiği bu melik bulunduğu yere geldiği zaman, Sultan, adamlarına onun şanına lâyık şekilde ağırlamalarını emretti. Huzura kabil edilince Sultan’a hitaben “dalâlette kaldığından dolayı müteessir olduğunu, İslâm dini hakkında edindiği fikrin ve Hıristiyanlıktan ilgisini kesmek hususunda verdiği kararın, kendisini Sultan’ın huzuruna sevk ettiğini” söyledi. Bu sözler üzerine Sultan tahtından indi, onu karşıladı, kucakladı ve başını öptü.

Ahastân, Sultan’ın huzurunda Müslüman oldu. Sultan Alp Arslan bunun şerefine hazinelerinde bulunan mücevherleri yeni Müslüman olan melikin üzerine saçtı. Böylece gösterdiği saygıdan sonra Sultan onu kendi yedek atına bindirdi. Bu sırada bütün emirler ve hâcibler iki hükümdarın yanında, galiba onun için son derece ihtişamla hazırlanan saltanat çadırına ininceye kadar yaya yürüdüler.

Sultan, kendisine İslâm âdâb ve erkânını öğretecek bir fakih gönderdi; temizlenmesini (gusl etmesini) emretti. Sonra da bu vilayetlerin emîrliğini ona tevdi etti.

Sultan bölgeyi tekrar Ahastan’a verdi. Kendisi de Gürcü Kralı IV. Bagrat üzerine harekete geçti ve Kartli’ye geldi.

Eski bir Gürcü tarihçi, bu tarihi olayı şöyle anlatıyor; “Sabahleyin, birliklerini harekete geçirdi. Akşam olduğunda Kartli, Alp Arslan’ın askerleri tarafından ele geçirildi. 10 Eylül 1068 Salı günü, Kartli şarap ve tahıl ile dolduruldu. Askerleri Argueti’yi geçti ve Sueri kalesine kadar geldiler. Sayısız Gürcü öldürüldü ve esir edildi. Kiliselerin çoğu tahrip edildi. Kaçanların çoğu da soğuktan öldü.”

Yukarıda da naklettiğimiz gibi Sultan Alp Arslan, altı hafta içinde bütün bu ülke ve kalelerini fethetti. Türk akıncıları, denize yakın Sver kalesine kadar yayıldı. Şiddetli bir kış hüküm sürdüğü için, Sultan bir müddet Kars’ta kaldı. Oradan Gürcü kralının aldığı Tiflis’i kurtardı ve şehirde yeni bir câmi inşâ etti. Kral Bagrat meşhur Liparit’in oğlu İvane’yi sulh teklifi için, Sultan’a gönderdi. Dağlara çekilen ve takibi güç olan kralın vergi ödemek şartı ile tabiyeti kabul edildi. Tiflis ve Rustavi şehirleri, Fadlûn’un idaresine verilerek orada bir Uç Beyliği kuruldu.

Fakat sonradan anlaştığına pişman olan Bagrat, tekrar düşmanlığa başladı. Bu sırada kış geldiği için Sultan, havalar yumuşayıncaya ve karlar eriyinceye kadar savaşa ara verdi. Buna rağmen, şiddetli kar yüzünden Selçuklu ordusundan birçok asker ve hayvanın öldüğü, hattâ çadırların ve sair eşyanın mahvolduğu malûmdur. Bu yüzden Sultan, Gence’ye dönmeye çalıştı. Fakat galiba ancak Tiflis’e gelebildi.

Topladığı ordunun kışın şiddetinden helâk olduğunu gören Bagrat, Sultan’dan tekrar aman diledi. Fakat Sultan bu sefer hilesine aldanmadı ve cezasını verdi.

Sultan, Nemrud b. Kenan’ın sakin olduğu ve göğe çıktığı şehri tahrip ederek, civarında bir şehir ve cami inşa etti.

Karahanlı hükümdarlarının öldüğünü ve işlerinin karıştığını öğrenen Alp Arslan 6 ay süren Gürcistan seferine son verdi; Gence’ye, sonra Berda’a’ya döndü ve Aras’ı gemisiz ve yüzücüsüz (rehbersiz) geçerek yurduna hareket etti (1068).

Sultan Alp Arslan, Tiflis ve Rustavi’yi Fadlûn’a vermesinin amacı, bu emirin, IV. Bagrat ile arasındaki anlaşmazlıkları şiddetlendirmek ve IV. Bagrat’ın devamlı meşgul olup zayıf duruma düşmesini sağlamaktı.

Fadlûn, Bagrat’ın yerleşimlerini yağmalamaya başladı. Bulunduğu, doğu pozisyonunu başarıyla kullandı. Tiflis’te siperler kazdırdı. Buradan Kartli’yi zayıflatan saldırılarda bulunuyordu. Fakat zaman içerisinde Gürcü kuvvetleri Fadlûn üzerinde üstünlük kurdular. Girişilen bir çatışmada Fadlûn, Bagrat’ın eline esir düştü. Ancak Sultan Alp Arslan’ın arabuluculuğu ile kurtarılabildi. Fakat IV. Bagrat bir türlü sakinleşmedi ve eniştesi Ossetya Kralı, Darghaleli’yi yardıma çağırdı.

Darghaleli, 40.000 kişilik bir orduyla yardıma geldi. Gürcü-Ossetya birleşik güçleri, Fadlûn’a saldırarak istihkâmlarını harap ettiler ve büyük ganimetlerle geri döndüler.

1068 yılından sonra Gürcistan, kısmen de olsa Selçuklu baskısından kurtulmaya başladı. Keza Fadlûn’a karşı kazanılan zafer, onlar için önemli bir başarıydı. Bunun yanında IV. Bagrat, bu mücadeleden sonra hakimiyetini genişletmişti. Sultan Alp Arslan’ın ana hedefi, Bizans’ı Anadolu’dan atmak ve bu coğrafyayı Türk Milleti’ne yurt yapmaktı.

Bu nedenle Gürcistan’a karşı tekrar harekete geçmedi. Yalnızca, Bagrat’ı uyararak vergiyi artırmayı uygun buldu. Bölgede sağlanan sükûnet, Bizans ile büyük bir mücadeleye girişecek olan Selçuklu Devleti için de çok gerekliydi.

Selçukluları, Transkafkasya’ya iten sebeplerden birisi Azerbaycan’ı güvenlik altına almaktı. Çünkü Azerbaycan, Selçukluların Müslüman dünyasındaki hasımlarına karşı ilerideki hareketleri idare etmek için önemli bir bölgeydi. Bundan sonraki düşünce Anadolu’ya yapılacak olan akınlarda, burayı bir üs olarak kullanmaktı.

Alp Arslan’ın Gürcistan Politikasının Siyasi ve Politik Etkileri

Kuşatılan ve izole edilen Gürcistan, tarihçilerin terimiyle didi “t’urk’oba”ya (Büyük Türklük, “Ağır Türk Saldırıları ve Yerleşmesi”) açık bir durumdaydı. Bundan sonra Türkmen dalgaları, hızla bölgeye akmaya başladılar. Bu durum bölgedeki halkın hareketlenmesine neden oldu. Özellikle Ermeniler, Bizans’ın elinde bulunan Anadolu topraklarındaki Kilikya Ermeni Krallığı’na gittiler ve oradaki Ermeni nüfusunun yoğun bir şekilde artmasına sebep oldular.

Malazgirt zaferinden sonra, Sultan Alp Arslan, Karahanlı Hükümdarı Şems’ül-mülk Nasr Han ile o sırada Harezm’de bulunan Melik İlyas arasındaki savaş sebebi ile tertiplediği Mâveraünnehir seferi esnasında esir edilen bir kumandan tarafından hançerlendi.

Böylece cesareti ile meşhur ve Türk-İslâm tarihinin en seçkin simalarından biri olan bu büyük hükümdar 25 Kasım 1072’de vefat etti. Merv’de gömüldü.

Alp Arslan öldüğü zaman 45 yaşında idi. Ebû Şucâ künyesini, Abud-ud-devle lakabını ve Burhan-u Emir’il Müminin unvanını taşıyordu.

Aşağı yukarı aynı zamanda, 1072 yılının Kasım ayında Kral IV. Bagrat geçirdiği mide kanamasından öldü. IV. Bagrat, son nefesinde yaşlı annesi kraliçe Mariam Artsruni’ye “senin için ızdırap çekiyorum, çocukların senden önce gittiler ve ölüm şimdi senin peşinde” dedi. Kısa bir süre sonra da son nefesini verdi.

Transkafkasya’daki Selçuklu yönetimi süreklilik açısından henüz muntazam bir yapıda değildi. Türklerin bu bölgedeki yönetiminde, yerel halk dini yönden çok rahattı.

Çünkü, Türk töresinde dini yaşantıya asla müdahale edilmezdi. Türklerin bu bölgede bulunmalarının olumsuz yönü, bölgedeki ekonomik gelişim üzerineydi. Türklerin bölgeye gelişiyle, bölge halkının bir kısmı dağlara çekilmişti. Bu da yeterince tarım yapılmasının önüne geçiyordu.

Sonuçta tarımsal topraklar yörede otlaklara dönüşmüştü. Sadece kaçmayan ve akınlarda hayatta kalmış olan köylüler, toprağı işleyebiliyorlardı. Bu da bölgenin ekonomik gücünün zayıflamasına neden oldu.

Savaş EĞİLMEZ

Atatürk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi / Türkiye

Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 4 Sayfa: 705-712

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.