Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

Büyük Nutuk » Bölüm: 18.1

0 12.869

HİLÂFETİ KALDIRMANIN ZAMANI DA GELMİŞTİ

Saygıdeğer Efendiler, her meselede ve her uygulama safhasında kendisini söz konusu ettirmiş olan Halife’ye ve hilâfet’e bir defa daha dokunacağım.

1924 yılı başında, büyük çapta bir ordu harp oyunu yapılması kararlaştırılmıştı. Bu harp oyununu İzmir’de yapacaktık. Bu münasebetle 1924 yılının Ocak ayı başında, İzmir’e gittim. Orada iki ay kadar kaldım.

Hilâfet’in kaldırılması zamanının geldiğine orada iken karar vermiştim. Bu işin nasıl yapıldığını kısaca özetlemeye çalışacağım:

Başbakan İsmet Paşa’dan 22 Ocak 1924 tarihli bir şifre aldım. Onu olduğu gibi bilginize sunayım:

Şifre

Türkiye Cumhurbaşkanlığı Yüksek Katına

Bir süreden beri gazetelerde, hilâfet makamının durumu ve Halife’nin şahısları ile ilgili olarak yanlış anlamalara yol açabilecek yayınlara rastlanması ve özellikle arasıra İstanbul’a giden hükûmet üyelerinin ve resmî hey’etlerin kendisiyle görüşmekten kaçınmaları ve çekinmeleri dolayısıyla Halife’nin büyük bir üzüntü duyduğu; bu yüzden Başmabeyinci’lerinin

Ankara’ya veya güvenilir bir zatın İstanbul’a kendi yanına gönderilmesini rica ederek duygu ve düşüncelerini ulaştırmayı düşünmüş ise de, yanlış yorumlanabilir endişesiyle bundan da vazgeçtiklerini söyledikleri, Başkatip Bey tarafından bir yazıyla bildirilmektedir.

Bu yazıda, ayrıca uzun uzadıya ödenek işi de anlatılarak Hilâfet Hazînesi’nin gücünü aşan ve yükümlülüğü dışında kalan giderler için Maliye hazinesince yardımda bulunulacağı yolunda Hükûmet’in yazdığı 15 Nisan 1923 tarihli yazının incelenmesi ve gereğinin yerine getirilmesi istenmektedir. Durum, Hükûmet’çe görüşülecektir. Sonucu ayrıca arz ederim, efendim.

İsmet

Bu telgrafa cevap olarak makine başında yazdığım telgraf şudur:

Makine başında İzmir

Ankara’da Başbakan İsmet Paşa Hazretleri’ne

İlgi: 22.1.1923 tarihli şifre,

Hilâfet makamı ve Halife’nin şahısları ile ilgili yanlış anlamalar ve yanlış yorumlar Halife’nin kendi yanlış tutum ve davranışlarından kaynaklanmaktadır. Halife, kendi özel hayatı ve dış yaşayışı ile, ecdadı padişahların yolunu tutmuş görünmektedir. Cuma alayları, yabancı devlet temsilcileri yanına memurlar göndererek ilişkiler kurmak, gösterişli gezintiler,

saray hayatı, sarayında yedek subaylara varıncaya kadar kabul etmek, onların şikâyetlerini dinleyerek onlarla birlikte ağlamak gibi davranışlar bu cinstendir. Halife, Türkiye Cumhuriyeti ve Türk halkı karşısındaki durumunu düşündüğü zaman, İngiltere Krallığı ile Hindistan Müslüman halkı veya Afgan Devleti ile Afgan halkı arasındaki durumunu bir ölçü olarak almalıdır.

Halife ve bütün dünya kesin olarak bilmelidir ki, bugün var olan ve korunmakta bulunan Halife’nin ve halifelik makamının gerçekte ne dinî ve ne de siyasî bakımdan hiçbir anlamı ve varolma gerekçesi yoktur.

Türkiye Cumhuriyeti safsatalarla varlığını ve istiklâlini tehlikeye atamaz. Bizce, hilâfet makamı olsa olsa tarihî bir hâtıra olmaktan öteye bir önem taşıyamaz. Türkiye Cumhuriyeti devlet adamlarının veya resmî hey’etlerin kendisiyle görüşmelerini istemesi bile, Cumhuriyet’in bağımsızlığına açık bir tecavüzdür.

Başmabeyinci’sini Ankara’ya göndererek veya güvenilir bir kimseyi kendi yanına getirterek, Hükûmet’e duygu ve dileklerini ulaştırmak istemesi de, Cumhuriyet Hükûmeti ile karşı karşıya bir durum alması demektir.

Buna da yetkili değildir. Kendisi ile Cumhuriyet Hükûmeti arasındaki yazışmalarda Başkâtibi aracı kılması da yersizdir. Başkâtip Bey’in böyle bir küstahlıktan sakınması gerektiği, kendisine bildirilmelidir.

Halife’nin yaşayışı ve geçimi için Türkiye Cumhurbaşkanı’nın ödeneğinden mutlaka daha aşağı bir ödeneğin yetmesi gerekir.

Maksat, gösterişli ve debdebeli bir hayat sürmek değil, insanca yaşamak ve geçimi sağlamaktan ibarettir. «Hilâfet Hazînesi» ile ne denmek istendiğini anlayamadım. Hilâfetin hazînesi yoktur ve olamaz. Kendisine ecdadından böyle bir hazîne kalmışsa, ve açık olarak bilgi alınmasını ve bana bildirilmesini rica ederim.

Halifenin aldığı ödenekle yerine getirilemeyen yükümlülükler nelermiş; 15 Nisan 1923 tarihli yazısıyla, Hükûmet ne gibi vaatlerde bulunarak Halife’ye bildirilmiştir? Lütfen bunu da belirtiniz.

Halife’nin oturacağı yeri tespit edip açıklamak, Hükûmet’in şimdiye kadar yapmış olması gereken bir görevdi.

İstanbul’da, milletin boğazından kesilmiş paralarla yapılmış bir çok saraylar ve bu sarayların içindeki birçok kıymetli eşya ve malzeme, Hükûmet’in durumu tespit etmemesi yüzünden yok olup gidiyor. Halife’nin yakınları, sarayların en değerli eşyalarını Beyoğlu’nda, şurada burada satıyorlar diye söylentiler vardır. Hükûmet bunlara, bir an önce el koymalıdır.

Satılmak gerekiyorsa Hükûmet eliyle satılmalıdır. Hilâfet kadrosu ciddî olarak incelenerek yeni baştan düzenlenmelidir ki, başmabeyincilerin ve başkâtiplerin varlığı, Halife’yi hâlâ saltanat hülyası içinde uyutmasın! Fransızlar, kral hanedanını ve yakınlarını Fransa’ya sokmakta, bağımsızlıkları ve hâkimiyetleri için yüz yıl sonra, bugün bile sakınca görüp dururken, her gün ufuktan kendileri için bir saltanat güneşinin doğmasına duacı bir haneden mensuplarıyla ilgili tutumumuzda Türkiye Cumhuriyeti’ni nezaket ve safsataya kurban edemeyiz.

Halife, kendinin ve makamının ne olduğunu açık olarak bilmeli ve bununla yetinmelidir. Hükûmetçe, ciddî ve esaslı tedbirler alınarak bildirilmesini rica ederim, efendim.

Gazi Mustafa Kemal

Türkiye Cumhurbaşkanı

HİLAFET’İN, ŞER’İYE VE EVKAF VEKÂLETİ’NİN KALDIRILMASI VE ÖĞRETİMİN BİRLEŞTİRİLMESİ KARARI

Bu yazışmadan sonra harp oyunu dolayısıyla İsmet Paşa ve Millî Savunma Bakanı bulunan Kâzım Paşa da İzmir’e gelmişlerdi.

Genel Kurmay Başkanı Fevzi Paşa da zaten orada bulunuyordu. Hilâfetin kaldırılması gereğinde görüşlerimiz birleşmişti. Aynı zamanda Şer’iye ve Evkaf Vekâletlerini de kaldırmak ve öğretimi birleştirmek kararında idik.

1924 yılı Martı’nın birinci günü Meclis’in tarafımdan açılması gerekiyordu.

23 Şubat 1924 günü Ankara’ya dönmüştük. Burada da gereken kimselere kararımı bildirdim.

Mecliste bütçe görüşmeleri yapılıyordu. Hanedan’ın ödeneği ile Şer’iye ve Evkaf Vekâletleri’nin bütçeleri üzerinde durulmak gerekiyordu. Arkadaşlarımız bu maksada göre görüşme ve tenkitlere başladılar. Görüşme ve tartışmalar devam ettirildi.

1 Mart günü, Büyük Millet Meclisi’nin beşinci çalışma yılı dolayısıyla verdiğim nutukta, şu üç noktayı özellikle belirttim:

1 – «Millet, Cumhuriyet’in bugün ve gelecekte bütün saldırılardan kesin ve ebedî olarak korunmasını istemektedir. Milletin isteği, Cumhuriyet’in denenmiş ve olumlu sonuçları görülmüş olan bütün esaslara bir an önce ve tam olarak dayandırılması şeklinde ifade edilebilir.»

2 – «Millet kamuoyunda tespit edilen eğitim ve öğretimin birleştirilmesi ilkesinin bir an önce uygulanmasını gerekli görüyoruz.»

3 – «Müslümanlığın, yüzyıllardan beri yapılageldiği üzere bir siyaset vasıtası olarak kullanılmaktan kurtarılmasının ve yüceltilmesinin şart olduğu gerçeğini de görmüş bulunuyoruz.»

2 Mart günü Parti Grubu toplantıya çağrıldı. İşaret ettiğim bu üç konu ortaya atıldı ve görüşüldü. İlkeler üzerinde anlaşmaya varıldı. 3 Mart günü, Meclis’in birinci oturumunda, Başkanlığa gelen evrak arasında şu önergeler okundu:

1 – Şeyh Saffet Efendi ile elli arkadaşının, hilâfet’in kaldırılması ve Osmanlı Hanedanı’nın Türkiye dışına çıkarılması ile ilgili kanun teklifi.

2 – Siirt Milletvekili Halil Hulki Efendi ve elli arkadaşının Şer’iye ve Evkaf Vekâleti ile Erkan-ı Harbiye Vekâleti’nin (Genelkurmay Bakanlığı’nın görevini yapan bakanlık) kaldırılması ile ilgili kanun teklifi.

3 – Manisa Milletvekili Vâsıf Bey ve elli arkadaşının, eğitim ve öğretimin birleştirilmesi ile ilgili önergeleri.

Başkanlık kürsüsünde oturan Fethi Bey: «Efendim, birçok imzalarla gelen bu kanun tekliflerinin hemen görüşülmesi ile ilgili önergeler vardır. Yüksek oyunuza sunacağım» dedi ve bu tekliflerin ilgili komisyonlara gitmeden hemen görüşülmesini oya koyarak, kabul edildiğini bildirdi.

İlk itiraz, Kastamonu Milletvekili Halit Bey’den geldi. Görüşmeler sırasında Halit Bey’e bir iki kişi daha katıldı.

Tekliflerin lehinde uzun konuşmalar yapan birçok değerli konuşmacılar kürsüye çıktı. Önerge sahipleri dışında, rahmetli Seyyit Bey’in ve İsmet Paşa’nın ilmî ve inandırıcı konuşmaları her zaman için okunmaya değer.

Bu konuda yapılan görüşme ve tartışmalar beş saat kadar sürdü. Saat 18.45′te görüşmeler bittiği zaman, Türkiye Büyük Millet Meclisi, 429, 430 ve 431′inci kanunlarını çıkarmış bulunuyordu.

Bu kanunlara göre «Türkiye Cumhuriyeti’nde millet işleriyle ilgili kanunları yapma ve yürütme yetkisi Türkiye Büyük Millet Meclisi ile onun kurduğu hükûmete verildi»; «Şer’iye ve Evkaf Vekâleti kaldırılmış» oldu.

Türkiye içindeki bütün bilim ve öğretim kurumlarıyla, bütün medreseler Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlandı.

Halife, görevinden uzaklaştırıldı ve hilâfet makamı kaldırıldı. Uzaklaştırılan Halife ve tarihten izi silinmiş Osmanlı hanedanının bütün mensuplarına Türkiye Cumhuriyeti ülkesinde oturma hakkı süresiz olarak yasaklandı.

HİLÂFET MAKAMININ KORUNMASINDA DİNÎ VE SİYASÎ MENFAAT VE ZARURET BULUNDUĞUNU ZANNEDENLERE VERDİĞİM CEVAP

Efendiler, Hilâfet makamının korunmasında, dinî ve siyasî menfaat ve zaruret bulunduğu inancında olan bazı kimseler, arz ettiğim kararların alınmakta olduğu son dakikalarda, hilâfet görevini kendi üzerime almam teklifinde bulundular. Bu gibilere, hemen gereken red cevabını vermiştim.

Yeri gelmişken başka bir noktayı da arz edeyim. Büyük Millet Meclisi hilâfet’i kaldırdığı zaman, din bilginlerinden Antalya Milletvekili Rasih Efendi, Kızılay adına, Hindistan’da bulunan bir hey’etin başkanlığını yapıyordu. Rasih Efendi Mısır’a uğrayarak Ankara’ya döndü. Benimle görüşmek isteyerek şunları söyledi:

«Gezdiği ülkelerde Müslüman halk benim halife olmamı istiyormuş… Yetkili İslâm hey’etleri, bana bu durumu bildirmek üzere Rasih Efendi’yi vekil etmişler.» Rasih Efendi’ye verdiğim cevapta, Müslümanların bana olan bağlılık ve sevgilerine teşekkür ettikten sonra dedim ki : «Zâtıâlîniz din bilginlerindensiniz.

Halifenin devlet başkanı demek olduğunu bilirsiniz. Başlarında kralları, imparatorları bulunan halkın bana ulaştırdığınız dilek ve tekliflerini ben nasıl kabul edebilirim. Kabul ettim desem, buna o halkların başında bulunanlar razı olur mu? Halifenin emir ve yasakları yerine getirilir. Beni halife yapmak isteyenler emirlerimi yerine getirebilecekler midir? Durum böyle olunca, anlamı ve fonksiyonu olmayan asılsız bir sıfatı takınmak gülünç olmaz mı?

Efendiler, açık ve kesin olarak söylemeliyim ki, Müslümanları hâlâ bir halife korkuluğu ile uğraştırıp aldatmak gayretinde bulunanlar, yalnız ve ancak Müslümanların ve özellikle Türkiye’nin düşmanlarıdır. Böyle bir oyuna kapılıp hayal kurmak da ancak ve ancak cahillik ve gaflet eseri olabilir.

Rauf Bey’lerin, Vehip Paşa’ların, Çerkez Ethem ve Reşit’lerin, bütün yüzelliliklerin, kaldırılmış hilâfet ve saltanat hanedanı mensuplarının, bütün Türkiye düşmanlarının, elele vererek aleyhimizde durmadan ateşli bir şekilde çalışıp uğraşmaları din gayretiyle midir? Sınırlarımıza bitişik merkezlerde yuvalanarak, hâlâ Türkiye’yi yok etmek için «Mukaddes İhtilâl» adı altında haydut çeteleri, suikast tertipleriyle çılgınca aleyhimizde çalışanların maksatları gerçekten mukaddes midir? Buna inanmak için gerçekten kara cahil ve koyu bir gafil olmak gerekir.

Müslümanları ve Türk milletini bu kerteye düşmüş sanmak ve İslâm dünyasının vicdan temizliğinden, ahlâk ve karakterindeki incelikten, alçakça ve canice maksatlar için yararlanma yolunu tutmak, artık o kadar kolay olmayacaktır. Küstahlığın da bir derecesi vardır.

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.