Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

Büyük Nutuk » Bölüm: 17.4

0 13.771

RAUF BEY’İN SAHNEYE KOYMAK İSTEDİĞİ OYUNA FARK EDENLER TARAFINDAN BİR PARTİ TOPLANTISINDA KENDİSİNİN İMTİHANA ÇEKİLMESİ

Efendiler, Rauf Bey’in çalışmalarının nasıl bir hedefe yöneldiğini ve maksadının içyüzünü anlamak için, bir haftalık bir süre yetti. Elbette kimin tarafından yapılmış olursa olsun, Cumhuriyetçiler bu şekildeki bir çalışmaya daha fazla göz yumamazlardı. Rauf Bey’in sahneye koymak istediği oyunu fark edenler, bir parti toplantısında Rauf Bey’i imtihana çekmeye karar verdiler. Bu toplantıyı hatırlarsınız. Bu toplantıda yapılan görüşmeler de olduğu gibi yayınlanmıştı.

Onu da okumuşsunuzdur. Ben burada o toplantının ayrıntılarına girecek değilim. Yalnız, o toplantının vardığı sonucu gerçek anlam ve kapsamıyla açıklamaya yarayacak bazı tahliller yapmayı, kamuoyunun aydınlanması için gerekli ve yararlı görüyorum.

Önce şunu açıkça arz etmeliyim ki, Rauf Bey, saldırıya geçmek için daha hazırlığını tamamlamakla uğraşırken, saldırıya uğramıştır.

Gerçi, bazı gazetelerde yapılan olumsuz yayınlar, Halifeye ve bir şehzadeye aldırılan durumlar, Rauf, Adnan Bey’lerin ve bazı komutanların Halife’yi ziyaretleri, Halife ve şehzade hakkında söz söyleyenlere, yazı yazanlara bazı yerlerden yaptırılan haysiyet kırıcı hücumlar, memlekette kararsızlıklar, kamuoyunda karışıklıklar uyandırmaktan geri kalmamıştı.

Fakat Meclis’te saldırıya geçmek için bu yeterli görülmemiş, Ankara’da Meclis üyeleri üzerinde de işlemenin gerekli bulunduğu anlaşılıyordu. İşte bu son hazırlıklar yapılırken, Rauf Bey’den önce davranılarak harekete geçilmiştir.

Parti Grubu Başkanlığı’na bir önerge verdirildi. Parti Grubu Başkanı İsmet Paşa idi. Verilen önergede: «Rauf Bey’in İstanbul gazetelerinde çıkan Cumhuriyet’in ilânına karşı gelme yolundaki demecinin Cumhuriyet’i sarsıntıya uğrattığı ve bu demeç sahibinin çevresinde muhalif bir parti kurulduğu kanaatinin belirdiği» ileri sürülerek, durumun, Parti Grubu’nun görüşlerine sunulması teklif edilmişti.

Parti Grubu’nun toplandığı 22 Kasım 1923 günü, ben de toplantıdan önce, toplantı salonuna bitişik odada bulunuyordum. Rauf Bey yanıma geldi. Benden görüşmelere karışmamaklığımı rica etti. Çünkü, bana karşı söz söyleyemeyeceğini bildirdi.

Kesinlikle görüşmelere müdahale etmeyeceğimi ve hiçbir söz söylemek niyetinde olmadığımı, ancak, Parti Başkanı sıfatıyla, görüşmelerin nasıl geçeceğini görmek üzere toplantı salonuna gireceğimi bildirdim. Toplantı salonunda da bulunmamamı rica etti. Bunu kabul etmedim.

Rauf Bey’in, benim görüşmelere karışmamı ve salonda bulunmamı önlemek isteyişindeki gerçek maksadı neydi? Benim huzurumda veya benim muhatabım olarak konuşmasına ve iddialarda bulunmasına engel olan şey, gerçekten bana karşı duyduğu saygı mıydı? Buna inanmak mümkün değildir.

Benim anladığıma göre, Rauf Bey, muhatap ve hasım olarak İsmet Paşa’yı karşısına almak istiyordu. Ben orada bulunmadığım takdirde, parti üyeleri arasından kendisini destekleyenlerin çıkabileceğini zannediyordu.

Parti Grubu, İsmet Paşa’nın başkanlığında toplandı. İsmet Paşa, başkanlık kürsüsünden görüşme konusunu açıklayıp önemini belirttikten sonra, «bugünkü toplantıda benim de söz almam gerekebilir» diyerek başkanlığı başkasına bıraktı.

Önerge sahibinin yaptığı açıklamalardan sonra, söz alan Rauf Bey, uzun bir konuşma yaptı.

Rauf Bey, İstanbul’daki demeci dolayısıyla bir yanlış anlama ortaya çıktığını, bunu düzeltmek için arkadaşlarla görüşmelerde bulunduğunu söyledikten sonra «eğer bizim eleştirmek istediğimiz bir nokta varsa o da eserdir» dedi.

Rauf Bey’in: «Çok iyi niyetlerle başlanıp uğrunda canlar feda edilmiş olan pek sağlam ilkelerin uygulanmasında yapılan yanlışlıklar yüzünden sakatlandığını da sanırım hiçbirimiz bir kalemde reddedemeyiz» şeklindeki sözlerini de olduğu gibi alıyorum.

Şimdi, bu iki cümle üzerinde bir an duralım. Rauf Bey’in eleştirmek istediği eser hangi esendir? Cumhuriyet mi, yoksa Cumhuriyet’in ilân ediliş tarzı mı?

Eser olan Cumhuriyet’tir. İlân ediliş tarzı şu veya bu şekilde olabilir.

Rauf Bey’in «sağlam ilkeler» dediği Cumhuriyet ilkeleri midir? Yoksa, uygulamasında yapılan yanlışlık yüzünden sakatlanmasından korktuğu Cumhuriyet midir?

Efendiler, söz konusu olan Cumhuriyet’in kendisi ve onun memlekette ilânıdır.

Daha Cumhuriyet rejimini uygulama safhalarında yanlışlık olduğunu iddia edecek kadar zaman geçmemişti. Rauf Bey’in telâşı Cumhuriyet ilânının hemen ertesi günü başlıyor ve daha iki üç gün bile geçmeden demeç veriyor.

KÂZIM PAŞA’YA «CUMHURİYET’İN İLÂNINA ENGEL OLABİLİRSEN MEMLEKETE BÜYÜK HİZMET ETMİŞ OLURSUN» DİYEN RAUF BEY ASLA CUMHURİYETÇİ OLAMAZ

Rauf Bey, demecinin ne anlama geldiğini ve ne gibi düşünceleri içine aldığını, her birini birer evirip çevirme ile yorumlayarak dedi ki: «Duygularım, Cumhuriyet rejiminden başka hiçbir rejimi benimsemediğim yolundadır.» Rauf Bey’in bu itirafı Meclis üyelerinde sevinç yarattı ve «bravo» sesleri ile karşılandı.

Rauf Bey, «aziz duygularım», «kutsal duygularım» diye söylediği bu sözlerinde samimî ve ciddî miydi? Ben, hiç çekinmeden hayır diyorum, Efendiler. Çünkü, Ankara’dan ayrılırken, kendisine Cumhuriyet’ten söz açan Meclis Başkanı Kâzım Paşa’ya: «Buna engel olabilirsen, memlekete büyük hizmet etmiş olursun!» diyen Rauf Bey olduğunu biliyorum.

Rauf Bey, Cumhuriyet’i bir punduna getirip ilân eden sorumsuz kimselerden, birtakım müşavir ve danışmanları kastettiğini de söyleyerek bunda da yanlış anlama olduğunu anlatmak istedi ve «böyle olunca benim kullandığım ifadeden şu veya bu kimse sorumludur şeklinde bir anlam çıkarılmasın; bunu benden beklemek doğru olmaz dedi.

Rauf Bey, sözlerindeki bu evirip çevirme ile de gösteriyordu ki, bugünkü Parti Grubu toplantısında, Parti’nin şimşeklerini üzerine çekmeden maksadına ulaşabilmek için, gereken noktalarda geri çekilme ve sözlerimi evirip çevirme yolunu tutmuştu. Fakat, asıl görüşünden vazgeçmiş değildi. Örnek olarak şu sözlere dikkat buyurunuz:

«Türkiye’de hükûmet şekli nedir?» diye sorulacak sorulara karşı, hatırlarsınız ki, büyük Başkanımız, bu kürsüden yapıcı bir cevap olarak ilân buyurdular ki, «Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmeti’dir.» «Hangi idareye benziyor?» dediler. «Bize benziyor. Çünkü biz, bize benzeriz.

Bize has bir idaredir» buyurdular. Bu benim vicdanımı tatmin eden en açık bir ifadeydi ve buna itiraz etmek çok güçtür. Zannetmem ki, insaflı olmak şartıyla dışarıda ve içeride buna itiraz edecek bir tek adam bulunsun.

Bu inandırıcı ve büyük sözlerden sonra, sırf bir kabine bunalımı yüzünden bu hükûmet şeklinin idare edilemez bir şekil olarak gösterilip de ad değişikliğinden ibaret olan «Cumhuriyet» kelimesinin konmasını ve eskisine bu kadar güvendiğimiz hattâ halkın da güvendiği bir şeklin sakat olduğunun bu bunalım devresinde anlaşıldığı ileri sürülerek yeni bir hükûmet şeklinin getirilmesini doğru bulmuyoruz.

Bu duygunun etkisi altında kalanları gerici olarak kabul etmeyeceğinizden emin olarak söylüyorum. Eğer bu da eksik görülürse, acaba bunu da tamamlayacak yeni bir şekil var mıdır diye kararsızlık ve endişeye düşenler vardır.»

«… Bir halk ki, Cumhuriyet’i istiyor; bir halk ki, hâkimiyet kayıtsız şartsız milletin elinde oldukça bunun Cumhuriyet olduğunu biliyor ve onu istiyor; istiyor ama uygulayamayız da başka bir rejimde kalırız, diye halk üzüntü ve endişe duyarsa… üzülmek mi sevinmek mi gerekir?»

SALTANAT DEVRİNDEN CUMHURİYET DEVRİNE GEÇİŞ DÖNEMİ VE BU DÖNEMDE İKİ AYRI GÖRÜŞÜN ÇARPIŞMASI

Efendiler, Saltanat devrinden Cumhuriyet devrine geçebilmek için, herkesin bildiği üzere bir geçiş dönemi yaşadık.

Bu dönemde iki ayrı düşünce ve görüş, birbiriyle sürekli olarak çarpıştı. O düşüncelerden biri, saltanat devrinin devam ettirilmesiydi. Bu görüşün sahipleri belli idi. Diğer bir düşünce, saltanat rejimine son vererek Cumhuriyet rejimini kurmaktı. Bu bizim düşüncemizde Biz düşüncemizi açıkça söylemeyi başlangıçta sakıncalı buluyorduk.

Ancak, düşünce ve görüşlerimizi daha sonra zamanı geldiğinde uygulayabilmek için, saltanat taraftarlarının görüşlerini yavaş yavaş uygulama alanından uzaklaştırmak mecburiyetinde idik. Yeni kanunlar yapıldıkça, özellikle Teşkilât-ı Esasiye Kanunu yapılırken, saltanat taraftarları padişah ve halifenin hak ve yetkilerinin açıkça belirtilmesi için ısrar ediyorlardı.

Biz, bunun zamanı gelmediğini veya gerekli olmadığını söyleyerek, o tarafı geçiştirmekte yarar görüyorduk.

Devlet idaresini, Cumhuriyet’ten söz etmeksizin millî hâkimiyet ilkeleri çerçevesinde her an Cumhuriyet’e doğru yürüyen rejim etrafında yoğunlaştırmaya çalışıyorduk.

Büyük Millet Meclisi’nden daha büyük bir makam olmadığını telkinde ısrar ederek, saltanat ve hilâfet makamları olmadan da devleti idare etmenin mümkün olacağını ispat etmek lâzımdı.

Devlet Başkanlığı’ndan bahsetmeksizin onun görevini fiilen Meclis Başkanı’na yaptırıyorduk.

Fiiliyatta, Meclis Başkanı İkinci Başkan’dı. Hükûmet vardı. Fakat Büyük Millet Meclisi Hükûmeti adını taşırdı. Kabine sistemine geçmekten çekiniyorduk. Çünkü saltanatçılar, hemen Padişah’ın yetkisini kullanması gerektiğini ortaya atacaklardı.

İşte, geçiş döneminin bu mücadele safhasında, bizim kabul ettirmek mecburiyetinde bulunduğumuz orta şekli yani «Büyük Millet

Meclisi Hükûmeti sistemini haklı olarak yetersiz bulan ve meşrutiyet şeklinin açıkça belirtilmesini sağlamaya çalışan muhaliflerimiz, bize itiraz ederek diyorlardı ki:

«Bu kurmak istediğiniz hükûmet şekli, neye, hangi idareye benzer?» Maksat ve hedefimizi söyletmek için yöneltilen bu türlü sorulara, biz de zamanın gereğine uygun cevaplar vererek saltanatçıları susturmak zorunda idik.

Rauf Bey, bu durumu dikkate alarak verdiğimiz bir cevabın, vicdanını tatmin eden, reddi ve itirazı mümkün olmayan bir cevap niteliğinde olduğunu söylüyor; bütün görüş ve iddiasını benim o ifademe dayandırıyordu.

Rauf Bey, «bu inandırıcı ve büyük sözlerden sonra», Büyük Millet Meclisi Hükûmeti şeklinin sakat olacağını kabul etmek istemiyor. Eğer bu sakat ise, bu sakat şekli vaktiyle bize kabul ettirenlerin, bu defa da bir gün bu kabul ettirdikleri Cumhuriyet şeklini eksik görüp başka bir şekli ortaya atmalarından endişe edilmek gerekir, tarzında mantık yürütüyor.

Bu mantığın ne kadar çürük bir safsatadan ibaret olduğu meydandadır. «Kutsal duyguları, Cumhuriyet rejiminden başka hiçbir rejimi benimsemediği yolunda» olan bir kimsenin, geçiş döneminin zaruretlerinden olduğunu çok iyi bildiği Büyük Millet

Meclisi Hükûmeti şeklinde saplanıp kalarak, Cumhuriyet şeklinin de eksik görüleceği ve başka bir şekil araştırılacağı endişesine düşmesinin yeri midir? Rauf Bey’in burada, Cumhuriyet’ten sonra başka şekil diye ifade ettiği şeyle ne anlatmak istediği bellidir.

Rauf Bey demek istiyor ki, Cumhuriyet’i ilân edenler, Osmanlı hânedanını bu yolla saltanattan uzaklaştırdıktan sonra, acaba cumhuriyetten tekrar saltanat devrine geçerek, saltanat makamını işgal etmeyecekler mi? Bunun tarihte benzerleri yok mudur? diye tereddüt ve endişe edenler var.

Rauf Bey, olduğu gibi aldığımız sözlerinin sonunda, halkın Cumhuriyet’i istediğini kaydederken, «istiyor ama uygulayamayız ki…» yolundaki şaşılacak ifadesiyle benim işaret ettiğim noktayı çok güzel açıklamaktadır.

İSMET PAŞA’NIN MECLİS’TE RAUF BEY’E VERDİĞİ CEVAPLAR

Efendiler, Rauf Bey’e cevap veren ve değerli görüşler ileri süren konuşmacılar çoktu. Bu arada İsmet Paşa da güzel bir konuşma yaptı. İsmet Paşa’nın, okunması her zaman yararlı olabilecek bazı sözlerini de aktaracağım.

İsmet Paşa: «Köklü bir devlet şekli söz konusu olduğu zaman düşünce ve duygularımız kendi aramızda kalmaz. Onları takip eden bütün bir dünya vardır» dedikten biraz sonra, «Cumhuriyet’in ilânı bir milletin kutsal bir ideali, bir ateşi, bir ülküsü gibi ortalığı sarar.

Cumhuriyet ilân edildiği zaman, o milletin bütün hararetini gösteren her türlü belirtiler ortaya çıkar. Eğer bir memlekette Cumhuriyet’in ilân edildiği günlerin üçüncüsünde, beşincisinde, hakları ortadan kaldırılmış bir şehzade meydana çıkar da Cumhuriyet’e karşı bir tavır takınırsa…, dünya ve dünya düşünürleri, bu Cumhuriyet’in kuvvetinden şüphe eder» sözleriyle başlayarak Cumhuriyet’in ilânı üzerine İstanbul’da alınan durumun vereceği zararı açıkladı.

İsmet Paşa, Rauf Bey’in konuşmasını tahlil ederken «millî hâkimiyet esastır, diyenlerin bu sözlerinden, tereddüt ve endişeye kapıldıkları anlamını çıkaramayız» dedi. Ondan sonra, İsmet Paşa, Rauf Bey’e hitaben: «Rauf Bey! Siyaset yapıyoruz.

Yanlışları birer birer göstermeliyiz. Hattâ siz basit bir iş adamı gördünüz mü ki, daha işe başlarken sermayesini tehlikeye koyduğu düşüncesindedir ve başaramayacağını bile bile parasını tehlikeye atmıştır? Bir işe başlayan adam, daima sonundaki başarıyı garanti altına alır ve öyle başlar.

Kaldı ki, böyle inkılâp zamanlarında, hükûmet ileri gelenleri ve bir siyaset adamı herhangi bir şüphe gösteremez. Bu hatâdır.

Hatâ ettiniz Rauf Beyefendi!» dedi. Bundan sonra, İsmet Paşa, Rauf Bey’in «üst tabakada şekil değiştirerek devletin çıkarlarını gözetmeyi, milletin ihtiyaçlarını gidermeyi düşünmek affedilmez bir hatâdır» şeklindeki sözlerine cevap verirken, «affedilmez bir hatâ olan, bu kadar hassas günlerde bir noktada yoğunlaşması gereken manevî kuvvetleri, inkılâp kuvvetlerini şu veya bu noktada kararsızlığa düşürmektir.

bunu, bilerek veya bilmeyerek, isteyerek veya istemeyerek affedilmez bir hatâ işlemek olur» dedi.

İsmet Paşa, Rauf Bey’den şunu da sordu: «Devlet Başkanlığı meselesini çözmek istiyordunuz. Nasıl çözecektiniz? Kaç ihtimal vardı?

İsmet Paşa, acele edildiği iddiası ile ilgili cevabında: «Arkadaşlar» dedi, «tabiî sayılan bir sonuç için acele etme söz konusu değildir. Ancak hatâ sayılabilecek olan noktalarda acele etmiş olmak söz konusu edilebilir.»

«Cumhuriyet aceleye getirilerek ilân edildi denmekle, o gün ilân edilmeyip de altı ay sonraya kalsaydı, belki başka bir şekil ortaya çıkardı anlamına yol açılıyor ki, asıl bu mânâda acele edilmiştir.»

Rauf Bey, konuşmasında, bizim Cumhuriyet ilânındaki davranışımızı eski Genel Merkez (218) işleri gibi göstermek istedi.

İsmet Paşa, bu noktaya cevap verirken dedi ki: «Bu memlekette Genel Merkez hayatını yaşatmış ve onu yıllarca savunmuş olan temsilciler ve gazeteciler de kendi görüşünü savunuyorlar. Rauf Bey’in görüşünü ellerinde silâh olarak kullanıyorlar. Bu, bedbahtlıktır!»

Rauf Bey, daha sonraki konuşmasında bu sözlere şu yolda cevap verdi: «Genel Merkez ifadesiyle yaptığım imâları Tanin gazetesi bir silâh gibi kullanmıştır; Yemin ederim ki, Efendiler, Tanin kullanmış, Tevhid-i Efkâr kullanmış, ben bilmiyorum.

İsmet Paşa, Rauf Bey ve arkadaşlarının Halife’yi ziyaretleri hususuna dokunarak şunları söyledi: «Halife’yi ziyaret konusu, halife konusudur.»

«Devlet adamı olarak, hiçbir zaman hatırımızdan çıkaramayız ki, hilâfet orduları bu memleketi baştanbaşa harabeye çevirmişlerdir. Bir gün yeniden hilâfet orduları kurulabileceğini aslâ gözden uzak tutmayacağız… Türk milleti en büyük acıları halife ordusundan çekmiştir. Bir daha çekmeyecektir.»

«Bir hilâfet fetvasının bizi I. Dünya Savaşı felâketine sürüklediğini hiçbir vakit unutmayacağız. Bir hilâfet fetvasının, millet ayağa kalkmak istediği zaman, ona düşmanlardan daha alçakçasına hücum ettiğini unutmayacağız.»

«Tarihin herhangi bir devrinde, bir halife, kafasından bu memleketin mukadderatına karışma isteğini geçirirse, o kafayı mutlaka koparacağız!»

İsmet Paşa, «bravo» sesleri ve alkışlarla karşılanan bu sözlerine, şunları da ekledi:

«Herhangi bir halife, düşünce ve davranış olarak, gelenek ve usule uyarak, gizlice veya açıktan açığa Türkiye’nin kaderinde söz sahibi imişçesine bir tavır almak isterse, Türkiye devlet adamlarını ödüllendirirmiş gibi bir zihniyetle düşünürse, bunları memleketin hayat ve varlığı ile taban tabana zıt sayacağız, hareketlerini vatan hainliği olarak kabul edeceğiz.»

İsmet Paşa, konuşmasının sonunda şu hususu da söz konusu etti: «Rauf Bey, konuşmalarında geçen ve bizim taban tabana zıt bulduğumuz noktaları geri alarak bu parti içinde kalmak kararında mıdırlar? Yoksa, siyasî konuşmalarında bizimle tam zıt olarak gördüğümüz noktalarda ısrar ederek, partimizin dışında ve Meclis’te bizimle karşı karşıya çalışmak kararını mı verecekler? Karar kendilerine aittir.»

Rauf Bey, tekrar uzun uzadıya kendini savunarak parti kurmayacağını, partiden çıkmayacağını söyledikten sonra, Genel Kurul’un acıma ve hoşgörme duygularını harekete geçirerek ve konuşmasına yumuşak sözlerle son vererek, toplantı salonundan ayrıldı.

Konuşmacılar, karşılarında cevap verecek kimse bulamadılar. Rauf Bey, yanıldığını itiraf ederek cumhuriyetçi olduğunu söylediğine göre, görüşmeler yeterli sayıldı.

Halkın kafasında uyandırılmış olan şüpheleri gidermek için, gazetelerde bildiriler yayınlanması, ayrıca, görüşmelerin tutanağının da bastırılıp dağıtılması kararıyla yetinildi.

Şimdi Efendiler, bu karar neyi ifade eder?

Rauf Bey’in çapraşık ve iki anlamlı sözleri, Parti’yi acaba onun gerçekten cumhuriyetçi olduğuna inandırabildi mi? Rauf Bey’in, Parti içinde, bizimle aynı duygu ve görüş sahibi olarak çalışabileceği kanaati doğdu mu?

Partinin bu kararı, görüşmelerin gerçek sonucunun gerektirdiği karar mıydı? Elbette ki hayır!..

O halde, bu eksik kararla yetinilmesindeki sebep ve tesir neydi?

Bu noktayı birkaç kelime ile açıklayayım. Rauf Bey, konuşmasının başından sonuna kadar, aldığı tavır ve konuşma üslûbuyla parti üyelerinin hoşgörü ve yumuşaklığına sığınmış gibiydi. Bundan başka, Rauf Bey, konuşmasında o kadar demagoji ve safsata yapıyordu ki, sözlerinin ne dereceye kadar ciddî ve samimî olduğunu hemen anlamak Genel Kurul için kolay değildi.

Bu sebeplerin de üstüne çıkan en önemli psikolojik sebep, itiraf etmek gerekir ki, «sorumsuz, oldubitti, Cumhuriyet’ten sonra, şekil» kelimeleri üzerinde yapılan olumsuz propaganda, duygu ve düşünceleri kararsızlık ve gevşekliğe sürüklemişti.

Durumu, Cumhuriyet tartışması dışında, İsmet Paşa ve Rauf Bey çekişmesi gibi görenlerin düşünüşlerinin de anlamsız bir kararla yetinilmesine yol açtığı şüphesizdir.

Efendiler, bu karar yüzünden Rauf Bey ve arkadaşlarına bir süre daha partinin içinde partiyi yıkma fırsatı verilmiş oldu.

İstanbul’daki bazı gazetelerin memleket ve Cumhuriyet’in yüksek yararlarına zarar verici nitelikteki yayınları da, orada öyle bir hava yarattı ki, Meclis, İstanbul’a bir İstiklâl Mahkemesi göndermeyi zarurî gördü.

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.