Büyük Nutuk » Bölüm: 16.7
KUPONLAR VE İMTİYAZLARLA İLGİLİ YAZIŞMALAR İKİ TARAFI YENİDEN SİNİRLENDİRDİ
Kuponlar ve imtiyazlar konusunda aralarında geçen bir yazışma iki tarafı yeniden sinirlendirmiş. İsmet Paşa’nın 26 Haziran 1923 tarihinde Rauf Bey’in bir yazısına verdiği cevapta şu cümleler vardır:
Kuponlar meselesi çözümlenmeden imtiyazlar meselesinin çözümlenmesine gitmeyeceğiz. Zaten sorduğumuz soru, kuponlar meselesine bir çözüm yolu bulduktan sonra, takip edeceğimiz tutumla ilgili talimat almak içindi. Hükûmet bu konuda suskunluk gösteriyor. Konferans görüşmelerinde, Delegeler Hey’eti’nin, ana talimattaki kısıtlamalar dışında, bütün davranışlarının ayrıntılı olarak Ankara’dan idare edilme istek ve eğilimi, görüşmelerin memleket için en yararlı bir şekilde idaresini ve hayırlı bir barışa ulaşma gücünü, Delegeler Hey’eti’nin elinden almaktadır.
Hükûmetçe tercih buyurulan bu yolun, 93 Seferi’nin (1877–1878 Türk- Rus Savaşı’nın) saraydan idaresinden farkı yoktur.
Bize karşı, güvensizlik duyulduğu ve yetersiz olduğumuz hususunda durmadan ifade buyurulan kanaat süregeldikçe bizim aracılığımızla barış yapılabileceği düşünülemez.
Hükûmetin görüşlerini, İtilâf Devletleri’ne olduğu gibi kabul ettirebileceğine inanan bir hey’etin ve tabiatiyle yüksek şahsiyetinizle olan ilgisi dolayısıyla Maliye Bakanı Beyefendi’nin doğrudan doğruya sorumluluk yüklenerek konferansa hareket buyurmalarını rica ediyoruz.
Maliye Bakanı Hasan Fehmi Bey’di. Bu telgrafı okudum ve Rauf Bey’e cevap verdim. İsmet Paşa’ya da şunu yazdım:
Kişiye özel 26.6.1923
İsmet Paşa Hazretleri’ne
26.6.1923 tarihli cevap telgrafınızı okudum. Çok sinirli olarak yazılmıştır. Bunu gerektirecek hiçbir duygu, düşünce ve davranış yoktur. Sizi haksız buldum. İçinde bulunduğunuz güçlükler ve çektiğiniz sıkıntılar takdir edilmektedir. Bundan sonra belki, daha da artacaktır. Bu kırgınlığın sebebi Ankara değil, orada her gün yeni bir hile yaratanlardır.
Çalışmalarınızı yılmadan ve soğukkanlılıkla olumlu bir şekilde sonuçlandırmaya himmet ediniz. Arada yanlış anlaşılmayı gerektirecek bir durum görmüyorum. Çalışma alanınız sınırlı değildir. Fakat yapılacak işler sınırlı olduğu ve pek önemli meselelerle karşı karşıya bulunduğunuz için, durum kendiliğinden sıkıntılı olmuştur. Gözlerinizden öperim.
Gazi Mustafa Kemal
Saygıdeğer Efendiler, görülüyor ki, İsmet Paşa ile olan yazışmalarımda, onu incitebilecek sözler de vardır. Sonuna kadar da buna benzer ciddî emirlerim olmuştur.
İsmet Paşa’nın da bana aynı şekilde ifadeler kullandığı olmuştur. Bakanlar Kurulu kararlarında benim görüşlerimin de yer aldığını, İsmet Paşa’ya gerektikçe bildiriyordum. Buna göre; İsmet Paşa’nın Bakanlar Kurulu Başkanlığı’nı hedef alan bazı şikâyetleri, yalnız Rauf Bey’in şahsıyla ilgili sayılmazdı.
Bütün bakanlarla ilgiliydi. Hattâ bana da dokunuyordu.
Rauf Bey’in bu görüş ayrılığını, kendisi ile İsmet Paşa arasında başlıbaşına bir mesele sayması ve öyle saydırmaya kalkışması doğru değildir.
Her durumda ve her konuda talimat verenler o talimatı, uzakta ve özellikle talimat verenin içinde bulunmadığı şartlar altında uygulayan kimse arasında görüş ayrılığı olabilir. Esasta bir değişiklik yapılmamak şartıyla, durum gereğine göre idare edilir.
İsmet Paşa’nın, durumun izlenmesi için benim dikkatimi çekmesi de mazur görülmelidir. Çünkü, konu gerçekten ciddî ve hayatî idi.
Nihayet, Efendiler, Temmuz ortalarında konferans sona erdi. İsmet Paşa, barış antlaşması imzalanmadan önce Bakanlar Kurulu Başkanı Rauf Bey’e, konferansın son bulduğunu ve meselelerin ne şekilde çözüme bağlandığını bildirmiş… Rauf Bey, olumlu veya olumsuz hiçbir cevap vermemiş…
İsmet Paşa, bekleyiş içinde geçirdiği bu günlerde çok üzülmüş. Hükûmetin hiçbir cevap vermeyişini, Ankara’da bir kararsızlığın hüküm sürmekte olduğuna bağlamış… Rauf Bey’e yazdıktan üç gün sonra 18 Temmuz 1923 tarihinde durumu bana da bildirdi.
Telgrafında, Hükûmet’i kararsızlığa düşürebileceğini tahmin ettiği noktaları birer birer sayıp açıkladıktan sonra, düşüncelerine şu sözlerle son veriyordu:
«Eğer hükûmet kabul ettiğimiz noktalardan geri dönmemiz hususunda kesinlikle ısrar ediyorsa, bunu bizim yapmaklığımıza imkân yoktur. Benim düşüne düşüne bulduğum yol, İstanbul’daki İtilâf Devletleri komiserlerine, imza yetkisinin bizden alındığını bildirmektir. Gerçi, bu durum, bizim için yeryüzünde görülmemiş bir skandal olur.
Fakat vatanın yüksek çıkarları, şahsî düşüncelerin üstünde olduğundan, Millî Hükûmet istediği gibi hareket eder. Hükûmetten teşekkür beklemiyoruz. Yaptıklarımızın muhasebesi milletin ve tarihin yargısına bırakılmıştır.»
Efendiler, İsmet Paşa’nın yürüttüğü ve sonuçlandırdığı işin ne kadar önemli olduğunu açıklamaya gerek yoktur. Bu işin sonuçlandırıldığı, son günün, imza gününün geldiğini bildiren telgrafa sevinçle ve can atarak cevap verileceğini kabul etmek tabiîdir.
Ankara ile Lozan arasında, bir veya iki günde haberleşmek mümkündü. Üç gün geçtiği halde, hiçbir cevap verilmemiş olması, en basit bir anlayışla, Hükûmet Başkanı’nın işi önemsemediğini ve aldırmazlıkla karşıladığını gösterir.
Yapılan işin hükûmetçe noksan görülerek, kabul edilmemesi yoluna gidildiği ve bundan dolayı da cevap verilmemekte olduğu zannına da düşülebilir. Bu durum karşısında, işi bitirmek için büyük ve tarihî sorumluluk yüklenerek imza kullanacak olan zatın ne kadar güç bir durumda kalacağı düşünülürse, İsmet Paşa’nın üzüntü ve ıztırap çekmesini haklı görmek gerekir.
İSMET PAŞA’YA BARIŞ ANTLAŞMASINI İMZALAMASINI BİLDİRDİM
İsmet Paşa’nın telgrafına hemen şu cevabı verdim:
Ankara, 19.7.1923
İsmet Paşa Hazretleri’ne
18 Temmuz 1923 tarihli telgrafınızı aldım. Hiç kimsede kararsızlık yoktur. Elde ettiğiniz başarıyı en sıcak ve içten duygularımızla tebrik etmek için, antlaşmanın usulüne göre imza edildiğinin bildirilmesini bekliyoruz, kardeşim.
Gazi Mustafa Kemal
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanı
Başkomutan
İSMET PAŞA’NIN ÇEKTİĞİ IZTIRAP
İsmet Paşa, bu telgrafıma cevap verdi. İsmet Paşa’nın ıztırabının derecesini gösteren bu cevabı, aynı zamanda temiz kalpliliğini, içtenliğini ve özellikle alçak gönüllülüğünü de gösteren bir belge olduğu için, aynen bilginize sunuyorum:
Sayı: 338 Lozan, 20.7.1923
Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri’ne
Her dar zamanımda Hızır gibi yetişirsin. Dört beş gündür çektiğim azabı bir düşün. Büyük işler yapmış ve yaptırmış adamsın. Sana bağlılığım bir kat daha artmıştır. Gözlerinden öperim pek sevgili kardeşim, aziz şefim.
İsmet
LOZAN BARIŞ ANTLAŞMASINI HAZIRLAYAN VE İMZALAYANLARA TEŞEKKÜR VE KENDİLERİNİ KUTLAMA
Efendiler, İsmet Paşa, 24 Temmuz 1923 günü antlaşmayı imzaladı. Kendisini tebrik etme zamanı gelmişti. Aynı gün şu telgrafı çektim:
Lozan’da Delegeler Hey’eti Başkanı
Dışişleri Bakanı İsmet Paşa Hazretleri’ne
Millet ve hükûmetin zâtıâlilerine vermiş olduğu yeni görevi başarıyla sona erdirdiniz. Memlekete biribiri ardınca yaptığınız yararlı hizmetlerle dolu ömrünüzü bu defa da tarihî bir başarıyla taçlandırdınız.
Uzun çarpışmalardan sonra vatanımızın barış ve istiklâle kavuştuğu bu günde, parlak hizmetiniz dolayısıyla zâtıâlinizi, pek sayın arkadaşlarımız Rıza Nur ve Hasan Bey’leri ve çalışmalarınızda size yardım eden bütün Delegeler Hey’eti üyelerini şükran duygularımla kutlarım.
Gazi Mustafa Kemal
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanı
Başkomutan
Efendiler, Bakanlar Kurulu Başkanı Rauf Bey’in İsmet Paşa’ya kutlama telgrafı çekmediğini anladım. Kendisine bunun gerekli olduğunu hatırlattım. Rauf Bey’e bu konuda diğer bazı arkadaşlar da uyarıda bulunmuşlar.
Daha sonra öğrendim ki, Rauf Bey, İsmet Paşa’yı kutlamayı ve ona yaptığı bu önemli ve tarihî görevden dolayı teşekkürü gerekli görmüyormuş. Yapılan uyarı üzerine Kâzım Paşa’ya bir mektup yazarak, ondan kendi adına, İsmet Paşa’ya bir kutlama telgrafı yazmasını rica etmiş. Bunun anlamı nedir?
Kâzım Paşa, bu mektubu Bahriye Vekili (Deniz Bakanı) İhsan Bey’in evinde bulunduğu bir sırada almış. Maliye Bakanı Hasan Fehmi Bey de orada imiş…
RAUF BEY’İN YAZDIĞI VEYA YAZDIRDIĞI TELGRAF
Hep birlikte, Rauf Bey’in ağzından uygun bir telgraf müsveddesi yaparak İsmet Paşa’yı kutlamışlar ve ona teşekkür etmişler. Bu müsveddeyi bir zarfa koyup Rauf Bey’e göndermişler.
Fakat Rauf Bey müsveddeyi beğenmemiş. İsmet Paşa’ya başka bir telgraf yazmış veya yazdırmış. Rauf Bey, Kâzım Paşa’yı gördüğü zaman demiş ki: «Sizin yaptığınız müsveddede sanki her işi yapan İsmet Paşa imiş gibi gösteriliyor. Biz burada bir şey yapmadık mı?»
Efendiler, Rauf Bey’in yazdığı veya yazdırdığı telgraf metni, kendisinin duygu ve düşüncelerini gizlememektedir. Arzu buyurursanız o telgrafı da olduğu gibi bilginize sunayım:
Şifre 27.7.1923
Lozan’da Delegeler Hey’eti
Başkanlığı’na
İlgi: 20 ve 24 Temmuz, 347 ve 348 sayılı telgraflar:
Birinci Dünya Savaşı’nın sonsuz ıztıraplarından kurtulmak ve milletimizin dünya barışını kurmakta ne büyük bir rolü olduğunu fiilen ispat etmek üzere imzaladığımız Mondros Ateşkes Anlaşmasına rağmen, en feci ve insafsız saldırılara uğramış; bunun arkasından yaşama hakkımızı ve istiklâlimizi ayaklar altına – alan Sévres Antlaşması yapılmıştı.
Yüzyıllar boyunca hür ve bağımsız olarak yaşamış olan aziz Türkiye’nin asil halkı, uğradığı haksız ve feci saldırılar karşısında bütün şuuru ve bütün varlığıyla yaşama hakkını ve istiklâlini kurtarmak için ayaklanarak kurduğu yılmaz ve yenilmez millî ordusuyla Büyük Önderimiz ve Başkomutanımızın ve kahraman komutanlarımızın sevk ve idaresiyle zaferden zafere yürüdü.
Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Hükûmeti’nin milletten aldığı kudret ve kuvvetle ve ordularının pek yüksek savaş kabiliyetiyle elde ettiği bu başarı ve zaferlerin, Lozan’da aylardan beri süregelen barış görüşmeleri sonunda, milletlerarası bir belge ile belgelenmiş olması, milletimize yeni bir çalışma ve huzur dönemi hazırlamıştır.
Bakanlar Kurulu, azimli ve fedakâr milletimizin yaşama hakkını ve istiklâlini güven altına alan bir antlaşmanın yapılmasındaki çalışmalardan dolayı başta zâtıdevletleri olmak üzere, delegelerimiz Rıza Nur ve Hasan Beyefendi’lere ve müşavirlerimize tebriklerini sunar, efendim.
Hüseyin Rauf
Bakanlar Kurulu Başkanı
Efendiler, Rauf Bey, Lozan Antlaşması’nı yapan ve ona imzasını koyan İsmet Paşa’yı tebrik vesilesiyle, kendisinin yaptığı ve imzasını koyduğu Mondros Ateşkes Anlaşması’ndan bahsetmeyi ve onu ne kadar önemli ve yüksek amaçlarla imza ettiğini söyleyerek kendisini savunmayı gerekli görüyor.
Mondros Ateşkes Anlaşması, Osmanlı Devleti’nin müttefikleriyle birlikte uğradığı acı yenilginin yüz kızartacak bir sonucudur. O anlaşma hükümleridir ki, Türk topraklarını yabancıların işgaline sundu.
O anlaşmada kabul edilen maddelerdir ki, Sévres Antlaşması hükümlerinin de kolaylıkla kabul ettirilebileceği düşüncesini yabancılara mümkün ve akla yatkınmış gibi gösterdi.
Rauf Bey, o ateşkes anlaşmasını «milletimizin dünya barışını sağlamakta ne büyük bir âmil olduğunu fiilî olarak ispat etmek amacıyla» imzaladığını, söylüyorsa da, bu hayalî cümle ile kendinden başka kimseyi avutmaz.
Çünkü böyle bir amaç yoktu.
Rauf Bey’in, telgrafına Mondros Ateşkes Anlaşması ile başladığına bakılırsa, bu anlaşmanın Lozan Konferansı için bir başlangıç olduğunu ve Lozan barışının da Rauf Bey’in yaptığı Mondros Ateşkes Anlaşması’nın sonucu olduğunu söylemek eğiliminde bulunduğuna hükmedilebilir.
Rauf Bey, telgrafında Sévres Antlaşması yüzünden Türk milletinin uğradığı saldırıları, buna karşı milletin nasıl ayaklandığını, nasıl yılmaz ve yenilmez bir ordu kurduğunu ve kahraman komutanlarımızın sevk ve idaresi ile nasıl zaferden zafere yürüdüğünü hikâye ediyor.
Rauf Bey, bu hikâyeyi İsmet Paşa’ya, o zaferler kazanmış ordunun başından Lozan’a gitmiş olan zata anlatıyor. Rauf Bey, bu başarı ve zaferleri hükûmetin kazandığını anlatabilmek için de parlak bir cümle bulmuştur: Lozan barış görüşmelerinin aylardan beri devam ettiğine de işaret ederek üstü kapalı bir şekilde işin uzatıldığını belirtmekten kendini alamamıştır.
Rauf Bey, «Antlaşmanın yapılmasındaki çalışmalarından dolayı Delegeler Hey’eti’ni tebrik ederken, Mondros Ateşkes Antlaşması’ndan başlayarak, bütün inkılâbımızın bir özetini yapmak suretiyle, Delegeler Hey’eti’ne yaptıkları antlaşmanın nasıl ve ne olduğunu da anlatmak gayretine düşmüştür.
Bir tek teşekkür kelimesini bile içine almayan bu yazıların ne anlama geldiğini kavramak, dikkatli ve incelikleri görebilen kimselerce elbette güç değildir.
RAUF BEY, İSMET PAŞA İLE KARŞI KARŞIYA GELEMEM, ONUN KARŞILANMASINDA, BULUNAMAM DİYOR
Efendiler, Delegeler Hey’etimiz görevini tamamladıktan sonra, Ankara’ya dönmek üzere yolda bulunuyordu. Herkes Delegeler Hey’eti’ni yakından alkışlamak için can atıyordu. O günlerdeydi. Hükûmet Başkanı Rauf Bey, Meclis İkinci Başkanı bulunan Ali Fuat Paşa ile birlikte, Çankaya’da bana geldiler.
Rauf Bey; ben, dedi İsmet Paşa ile karşı karşıya gelemem. Onun karşılanmasında bulunamam. Müsaade ederseniz, o geldiği zaman Ankara’da bulunmamak için, seçim bölgemde dolaşmak üzere Sivas’a doğru bir geziye çıkayım.
Rauf Bey’e bu şekilde davranmasına bir sebep olmadığını, burada bulunarak İsmet Paşa’yı bir Hükûmet Başkanı’na yaraşırcasına karşılamasının ve görevini başarı ile sona erdirdiği için onu sözle de takdir ve tebrik etmesinin uygun olacağını söyledim.
Rauf Bey, «kendime hâkim değilim; yapamayacağım» dedi ve geziye çıkma hususunda ısrar etti. Hükûmet Başkanlığı’ndan ayrılması şartıyla çıkmasını kabul ettim.
RAUF BEY, DEVLET BAŞKANLIĞI MAKAMININ GÜÇLENDİRİLMESİNİ TEKLİF EDERKEN NE DÜŞÜNÜYORDU
Ondan sonra, Rauf Bey’le aramızda şu konuşma geçti:
Rauf Bey, «Hükûmet Başkanlığı’ndan çekilirken, sizden çok rica ederim» dedi «Devlet Başkanlığı makamını güçlendiriniz.»
Rauf Bey’e: «Dediğinizi yapacağıma kesin olarak güveniniz!» cevabını verdim.
Rauf Bey’in ne demek istediğini ben pek güzel anlamıştım.
Rauf Bey, Devlet Başkanlığı makamı olarak, hilâfet makamını düşünüyor, o makama kuvvet ve yetki sağlamamı benden rica ediyordu.
Rauf Bey’in, benim olumlu cevabımla ne demek istediğimi anlayıp anlamadığı belli değildir. Daha ileriki bir tarihte, Cumhuriyetin ilânından sonra, kendisiyle Ankara’da yaptığım bir görüşmede, Cumhuriyet’e niçin karşı olduğunu sorduğum ve yapılmış olan şeyin, Ankara’dan ayrılırken, benden yapılmasını rica ettiği ve benim söz verdiğim işten başka bir şey olmadığını söylediğim zaman: «Ben, demişti, Devlet Başkanlığı makamını güçlendiriniz derken, asla Cumhuriyet ilânını düşünmüş ve kastetmiş değildim.»
Oysa, Efendiler, benim verdiğim cevabın anlamı tamamen o idi. Gerçekten de, millî hükûmetimizin niteliği Cumhuriyet Hükûmeti olduğu halde, bence onu kesin olarak ifade ve ilân etmemek ve Devlet Başkanlığı makamı ile Türkiye Büyük Millet Meclisi makamını bir tek makam halinde bulundurmak bir zayıflık teşkil ediyordu.
İlk fırsatta Cumhuriyeti resmen ilân etmek ve Devlet Başkanlığı’nı Cumhurbaşkanlığı makamında temsil ederek kuvvetli bir durum yaratmak şarttı. Rauf Bey’e bunu yapacağıma kesin olarak söz vermiştim. Eğer ne demek istediğimi kavrayamamışsa, sanırım ki eksiklik bende değildir.