Büyük Nutuk » Bölüm: 16.2
NURETTİN PAŞA’NIN BAĞIMSIZ MİLLETVEKİLİ OLMA TEŞEBBÜSÜ VE YAYINLADIĞI HAL TERCÜMESİ
Gerçekten, bazı seçim bölgelerinde bağımsız milletvekili olma teşebbüsünde bulunanlar başarı sağlayamadılar. Bu arada, o zaman daha Birinci Ordumuzun Komutanı bulunan Nurettin Paşa da milletvekili olmak teşebbüsünde bulunmuştu. Mümkün olmadı. Nurettin Paşa, bu isteğini daha sonra bir ara seçimde Bursa’da gerçekleştirdi.
Paşa’nın kendi başına ve bağımsız olarak milletvekili seçilebilmek için, her zaman olduğu gibi, kendi usulünce ve gerektiği şekilde propaganda yaptırmaktan geri kalmadığı da anlaşılmıştı. Bu yoldaki teşebbüslerden ve yapılan yayınlardan herkesin dikkatini çekmiş olanı özellikle hal tercümesidir.
Nurettin Paşa, yeni seçim yılı olan 1923′te, Âbit Süreyya Bey adında bir şahsa (A. S.) baş harflerini taşıyan bir hal tercümesi yayınlattı.
Âbit Süreyya Bey, Abdülhamid’in başkâtiplerinden rahmetli Süreyya Paşa’nın oğludur. Meşrutiyetten önce, Nurettin Paşa gibi ve onunla birlikte fahrî hünkâr yaveri idi. Birinci Dünya Savaşı’nda İzmir’de ve İstiklâl Savaşı’nın sonunda, Nurettin Paşa karargâhının bulunduğu İzmit’te ordu müteahhitliği yaptı.
Nurettin Paşa’nın hal tercümesinin yer aldığı broşürü hazırlayan Âbit Süreyya Bey değildir. Broşür kendisine yazılı olarak verilmiştir. Ondan, adının baş harflerini koyması ve ortağı bulunduğu Matbaa-i Osmaniye’de bastırması Nurettin Paşa tarafından rica edilmiştir.
Bu broşürün kapağında şu yazılar okunur:
«İzmir Fâtihi, Afyonkarahisar ve Dumlupınar Savaşlarının galibi Gazi Nurettin Paşa Hazretleri’nin hal tercümesi.»
Efendiler, on dokuz sayfadan ibaret olan bu hal tercümesi broşürünün ne kadar insan tarafından okunduğunu bilmiyorum. Ben, bu hal tercümesinin memleketin bütün aydınları tarafından okunmasını çok yararlı ve eğitici buluyorum. Yalnız, bu broşürü okuyanların veya okuyacak olanların, broşürde temas edilen olaylar ve işlerle ilgili olarak başka ve güvenilir kaynaklardan da bilgi edinerek, metinle gerçeği karşılaştırmaları ve ona göre hüküm vermeleri gerekir.
Bu broşürün niteliği ve nasıl bir anlayışı ortaya koyduğu konusunda bir fikir edinebilmek için, bazı noktalarını hep birlikte gözden geçirelim:
Broşürün kapağındaki yazılardan sonra, metnin başlığında da şu sözler vardır:
«Kûtülamare’nin kuşatıcısı, Bağdat’ın savunucusu, Yemen, Selmanpâk, Batı Anadolu, Afyonkarahisar, Dumlupınar, İzmir Savaşları galibi ve İzmir fâtihi.»
Nurettin Paşa’nın kendi kendine takındığı «kuşatıcı», «galip», «fâtih» ünvanları hakkındaki görüşümü belirtmeyi daha sonraya bırakarak, broşürün metnine girelim.
Paşa, Konyar adındaki Türk aşiretinden rahmetli Mareşal İbrahim Paşa’nın oğlu ve Hazret-i Peygamber soyundan gelen Âyan üyesi ve Şeyhü’l-Vükelâ (Osmanlı Devleti’nde nazırların en yaşlısına verilen ünvan) Bursalı merhum Rıza Efendi’nin torunlarından imiş… Bu bilgilere ve ifade biçimine göre Mehmet Nurettin Paşa hem Türk hem de Arap’tır.
Babası ve büyük babalarıyla da övünmektedir. Burada, babasının büyük adam olmasıyla övünen Bizans İmparatoru Theodosius’a babası ve anası Türk olan Attilânın «ben de, büyük ve asil bir milletin evlâdıyım» dediğini hatırlatmadan geçemeyeceğim.
Resmî okullardaki öğrenim dışında özel öğrenim de görmüş olan Nurettin Paşa 1893′te Harp Okulu çıkışlı olup Hassa Ordusu (İstanbul’da bulunan, Saray’ın ve şehrin korunması ile görevli ordu) Erkân-ı Harbiyesi’ne atanmış…
Nurettin Paşa, kurmaylık tahsili yapmamış ve o sınıfa girmemiştir. Bu bakımdan ordu karargâhına kurmay olarak atanamaz. Olsa olsa, bir asker! birliğe gönderilmeyip ordu kurmaylığında karargâh emir subaylığı veya buna benzer bir görevle alıkonulmuş olabilir… Genç bir teğmen için, askerlik görevine buradan başlamak, elbette övünülecek bir başlangıç sayılmaz. Askerî bir birliğe tayin edilmek ve orada askerliğin disiplin ve güçlüklerine alışmak şarttır.
Nurettin Paşa, 1887′de gönüllü olarak Türk-Yunan Harbi’ne katılmış ve Başkomutanlığa tayin edilen Gazi Osman Paşa’nın yaverliğine ve İstanbul’a dönüşünde hünkâr yaverliğine, refakat subaylıklarına getirilmiş.
Bilindiği üzere, Gazi Osman Paşa, İstanbul’dan Selânik’e kadar gitmiş fakat savaş meydanına gitmeden Selânik’ten geri dönmüştür. Savaşa katılmamış bir komutanın yaverliğine ve ondan sonra da Sultan Hamid’in yaverliğine ve birtakım refakat subaylıklarına tayin edilmiş olmak, bilmem ki, ne dereceye kadar anlatılmaya ve övünülmeye değer görülebilir.
Nurettin Paşa, «sırasıyla yarbaylığa ve albaylığa yükseltilmiş ve 1908 yılı başlarında Selânik’te Üçüncü Ordu Kurmaybaşkanlığı Özel Şube Müdürlüğü’ne tayin» edilmiş… Nurettin Paşa’nın hangi sıra ile albaylığa kadar yükselmiş olduğu, Meşrutiyet’in ilânından sonra rütbesinin yeniden binbaşılığa indirilmiş olmasıyla anlaşılıyorsa da, Selânik’te, Üçüncü Ordu Kurmay Başkanlığı Özel Şube Müdürlüğü’ne tayinini anlamak güçtür.
Çünkü, benim de Kurmay Başkanlığı’nda bulunduğum bu orduda, denildiği gibi bir özel şube yoktu. Belki de ordu komutanı olan babası, oğlu için, özel ve gizli işlerle uğraşan bir özel şube kurmuş olacak…
Nurettin Paşa, Üçüncü Ordu Komutanı bulunan «babası Mareşal İbrahim Paşa ile Meşrutiyet inkılâbının yapılmasına ve ihtilâlin aşırılıktan uzak ölçülerle ve engelsiz olarak yürütülmesine hizmet ve yardımda bulunmuşlar…»
Hal tercümesi broşüründe, Nurettin Paşa’nın iki defa Sultan Hamit tarafından tutuklattırılıp sorguya çekildiği, bir defasında sürülmesine ve diğer bir defasında da askerlikten kovularak altı yıl hapsine karar verildiği ve fakat babasının, araya girip yalvarması üzerine kurtulduğu hikâyesinden sonra… «İstanbul’dan bir yolunu bulup yine Rumeli’ye geçerek, 1908 Meşrutiyet inkılâbının hazırlanmasına ve gerçekleştirilmesine diğer arkadaşlarıyla birlikte hizmet etmiştir» sözleri yazılıdır.
Nurettin Paşa’nın gördüğü zulmü kısaca anlatmak gerekirse, diyebiliriz ki, Sultan Hamit, Nurettin Bey’e hürriyetçi düşüncelerinden dolayı kızdıkça, onu yarbaylığa, albaylığa yükselterek sırmasını artırır ve sevilip okşansın diye babasına teslim edermiş…
Mareşal İbrahim Paşa’nın Üçüncü Ordu Komutanlığı, oğlu Nurettin Bey’in babasının yaverliği ve Meşrutiyet inkılâbında nasıl ve ne dereceye kadar rol oynadıkları konusu üzerinde de bir parça bilgi vermek isterim. Bunun için geçmişle ilgili kısa bir hâtıramı anlatmama müsaadenizi rica ederim.
Efendiler çeşitli vesilelerle duymuş olacağınıza şüphe yoktur ki, ben kurmay yüzbaşı olur olmaz, Sultan Hamid tarafından Suriye’ye sürüldüm. Orada üç yıl kaldıktan sonra, o zaman Üçüncü Ordu bölgesi olan Makedonya’ya nakledildim. Ordu merkezi Manastırdı. Ordu Mareşalliği adı altında bir komuta makamı da vardı. Üçüncü Ordu Komutanı Selânik’te otururdu.
Orada da Mareşallik Kurmay Hey’eti (Maiyet-i muşirî Erkân-ı Harbiyesi) diye bir kuruluş vardı. Ben 1908 yılında kolağası rütbesiyle bu kuruluşta görevliydim. Hürriyeti getirmeye çalışan gizli cemiyetle pek yakından ilgim vardı. Yanyalı Esat Paşa Üçüncü Ordu Komutanıydı. Süleyman Paşa – zade Ali Rıza Paşa, Kurmay Başkanı’mızdı O zaman binbaşı bulunan rahmetli Cemal Paşa ve yine binbaşı olan Fethi Bey (bugünkü Paris Büyükelçisi) ve ben, Mareşallik Kurmay Hey’eti’ni oluşturuyorduk. Her üçümüz de cemiyetin üyesi idik. Cemiyetin başarıya ulaşması için çalışıyorduk.
O tarihlerde, Üçüncü Ordu bölgesine bağlı Serez’deki tümenin ve Serez bölgesinin komutanı mareşal rütbesinde bir zattı. Bu zat, Sultan Hamid’in fevkalâde güven ve itimadını kazanmış bulunuyordu. Rütbesinin mareşal olmasına, Esat Paşanın kendinden daha ast bir bir rütbede bulunmasına rağmen, İstanbul ile Serez arasında güvenli bir bölge bulundurulmak maksadıyla Serez’den uzaklaştırılamazdı. İşte bu önemli komutan, Mareşal İbrahim Paşa idi. Oğlu Nurettin Bey (Nurettin Paşa) de, babasının yanında bulunurdu. Meşrutiyet’in ilânından önceki günlerde, bir binbaşı, Mareşal İbrahim Paşa’nın komutanlık bölgesinde, istibdat idaresinin aleyhinde konuşmuş… Bir casus bunu jurnal etmiş… O zaman Selânik’te Merkez Komutanı bulunan Yarbay Nâzım Bey, olayı yerinde soruşturmak üzere İstanbul’dan görevlendirildi.
Cemiyet, Nâzım Bey’i bu görevden alıkoymak üzere vurdurdu. Yaralanan Nâzım Bey İstanbul’a getirildi. Olayın soruşturmasına İstanbul’dan birinin değil, ancak orduca gösterilecek bir görevlinin gidebileceği görüşü telkin edildi. Ben görevlendirildim. Görevim, hiç şüphesiz istibdat aleyhinde bulunmuş olan binbaşıyı kurtarmaktı.
Önce Serez’e gittim. Mareşal İbrahim Paşa’yı ziyaret ettim. Görüşme sırasında anladım ki, Paşa’nın büyük bir endişesi vardır. Paşa, kendi bölgesinde, Sultan Hamid ve istibdat idaresi aleyhinde bir tek kişi bile bulunmadığı ve bulunamayacağı yolunda Sultan’a güvence vermişti. Buna rağmen, söz konusu binbaşı için yapılan jurnal, Sultan Hamid’in Mareşal İbrahim Paşa’ya olan güvenini sarsacak nitelikteydi. Bu jurnalda yazıların doğrulanması, İbrahim Paşa’nın durumunu kötüleştirecekti. Bunu istemiyordu.
Ben derhal Paşa’nın endişesini anladım ve dedim ki: «Paşa Hazretleri, devletli şahsınızın bölgesinde, Zâtışâhane aleyhinde duygular besleyen bir tek kişinin bile bulunabileceği düşünülemez. Yapılmış olan jurnalda yazılanların yerinde soruşturulması, devletli şahsiyetiniz tarafından kurulmuş olan disiplini ve aşılanmış olan bağlılık duygularını kolayca ortaya koyacaktır. Arzu buyurursanız, yapacağım soruşturma raporunun bir suretini zâtidevletlerine göndereyim.»
İbrahim Paşa, bu sözlerimden çok ferahladı. Benden memnun oldu ve oğlu Nurettin Bey’i çağırtıp benim çok iyi ağırlanmamı ve olay yerine gidebilmem için kolaylık gösterilmesini emretti.
Soruşturmanın sonucu, binbaşıyı kurtardı. Jurnal vereni iftira ettiği için cezaya çarptırdı. Mareşal İbrahim Paşa da, sultana kendi bölgesinde, aleyhte bir tek kişinin bile bulunamayacağını ispat ederek Zâtışahane’nin kendisi hakkındaki güven ve itimadını bir kat daha artırdı.
Mareşal İbrahim Paşa’nın bu yolla kendisine beslenen güveni bir kat daha artırması, çok geçmeden, kendine bütün Makedonya’yı istibdada karşı olanlardan temizleme görevini hazırladı.
Bu noktayı biraz açıklayayım: Cemiyet, bütün Makedonya’da teşkilâtını genişletti, faaliyetini hızlandırdı. Artık hemen hemen açıktan açığa ve korkusuzca çalışmalara başlandı.
Selânik’te, Ordu Mareşallığı’nda bulunan Esat Paşaya güven kalmadı. Kurmay Başkanı’mız olan Ali Rıza Paşa hakkında şüpheye düşüldü. Bunlar birer birer, Sultan Hamid tarafından sorguya çekilmek üzere İstanbul’a geri çağrıldı. Ordu Mareşallığı’na her bakımdan güven ve itimat uyandıran Mareşal İbrahim Paşa tayin edildi ve Selânik’e gönderildi.
İbrahim Paşa ‘nın Selânik’e gelmekte olduğu haberi üzerine, Cemal Bey (rahmetli Cemal Paşa), ne olur ne olmaz düşüncesiyle, bir vesile yaratarak merkezden uzaklaştı. Arkadaşım Fethi Bey, zaten daha öncesinden Jandarma Okulu Komutanlığı’na geçmişti Merkezde Ordu Komutanı ve Kurmay Başkanı adlarına yalnız ben bulunuyordum. Yeni gelen komutana Üçüncü Ordu Komutanlığı’nı ben devir ve teslim edecektim. Gerçekten de öyle oldu.
İbrahim Paşa, yanında oğlu Nurettin Bey olduğu halde, trenle geç vakit Selânik’e vardı. Doğruca komutanlık dairesine geldi. Orada kendisine durumu anlattım. Gece olmasına rağmen, ordu karargâhında görevli bütün komutanları birer birer görmek istedi. Herkes gelip kendini tanıtıyordu. Mareşal Paşa, her yeni tanıdığı zata, kendisinin ne kadar şiddetli olduğunu, insanı yokedebilecek güçte bulunduğunu anlatmaya çalışır birtakım tavırlar takınarak, hiç de yakışık almayan sözler söyleyerek, arasıra çizmeli ayaklarını yere vurarak, ilk andan itibaren korkutma politikası uygulamaya başladı.
Gece evime gittim. Ertesi gün erkenden bir süvari, bir binek atı getirdi ve Mareşal Paşa’nın beni istediğini söyledi. Daireye geldiğim zaman anladım ki, benim göreve devam edebileceğimi emretmiş…
Şimdi Efendiler, gelelim ihtilâl ve inkılâp safhasına…
İbrahim Paşa’nın, korkutma politikası, ihtilâl komitesinin gözdağı verici tutumuyla karşılandı. Paşa, hiddet ve şiddetini bir tarafa bırakmak mecburiyetini duydu. Bu arada en çok Cemal Bey (Cemal Paşa) vasıtasıyla ihtilâl cemiyetinin kuvvetinden ve teşebbüsündeki ciddiyetten İbrahim Paşa’nın oğlu haberdar edildi.
Babasının cemiyet aleyhinde bir harekette bulunmaması için uyarıldı ve Paşa’dan teminat istendi. Söz gelişi, Paşa, cemiyet aleyhinde hareket etmeyeceğini göstermek üzere, Cuma namazını filân camide kılacak ve ikinci safta namaza duracaktır gibi birtakım isteklerde bulunuldu. İşte Nurettin Bey bu gibi şeyleri babasına duyurmak için aracı olarak kullanılıyordu. Fakat önemli işlerde daha çok görevlendirilen ve çalıştırılan, babasının emir subayı Nurettin Bey değil, cemiyetin üyesi ve mutemedi olan, komutanlık makamının emir subayı Yüzbaşı Kâzım Nâmi Bey (şimdi yazar ve öğretmendir) idi.
İbrahim Paşa, cemiyetin uyarılarına uymak zorunda bırakıldı. Fakat, cemiyetin teşkilâtından, teşebbüslerinden, kararlarından ve yaptığı işlerden hiçbir vakit haberdar edilmemiştir.
Hürriyet ve Meşrutiyet’in ilânından da, ne İbrahim Paşa’nın ve ne de oğlu Nurettin Bey’in daha önce hiçbir şekilde ve asla haberleri de olmamıştır. Meşrutiyet’in ilânı konusunun tamamen içinde bulunduğum ve bütün teferruat ve safhalarıyla şahsen ve yakından ilgili olduğum için, bu konudaki hâtıralarım olduğu gibi aklımdadır.
Hürriyet ve Meşrutiyet ilânı ile ilgili gösterilerde erken davrandığı sanılan Üsküp’teki hazırlıkları Selânik’te ve diğer yerlerde yapılacak hazırlıklara uygun bir şekilde düzenlemek için Üsküp’e gitmiştim. Oradan dönüşümde ve artık her yerde fiilî gösteriler başladıktan sonra, Mareşal İbrahim Paşa beni çağırdı ve şunları söyledi: «Beni Ordu Komutanlığı’nda bırakacak mısınız, bırakmayacak mısınız? Bırakılmayacak isem, şahsım tecavüz ve hakarete uğratılmadan hemen İstanbul’a hareket edeyim.» Hattâ Paşa, bürosu üstünde duran yazı hokkasını eline alarak aynen hatırımda kalan şu kelimeleri de ekledi: «Burada benim yalnız bir hokkam var, onu alır, giderim.»
Gerekenlerle görüştükten sonra cevap verebileceğimi söyledim. Cemiyet adına yetkili olan diğer arkadaşlarla, İbrahim Paşa’nın komutanlığı konusunu görüştük. Bir zaman için kalmasında sakınca görmedik. Komutanlıkta kalacağını bildiren cemiyet kararını kendisine ben tebliğ ettim.
Fakat, bir iki gün sonra, dağa çıkmış olan subaylardan bir teğmen efendi, İbrahim Paşa’ya bulunduğu yerden hakaret dolu bir telgraf çekmiş… İbrahim Paşa, derhal beni çağırttı ve telgrafı uzatarak dedi ki: «Beni komutan olarak burada bırakacağınızı bildirmiştiniz. Bu hakaret nedir?» Komutan Paşa’ya Cemiyet’çe kendisi için aldığımız kararı bütün teşkilâta duyuracak kadar zaman geçmediğini, özellikle dağ başında bulunan subaylarımızın herhangi bir telgraf merkezinden bu gibi telgrafları çekmelerine engel olmanın bugünlerde güç olacağını kabul etmesi gerektiğini söyleyerek kendisini yatıştırmaya çalıştım.
Fakat, aradan çok geçmeden, o zaman Yunan Sınırı Komutanı bulunan Muhlis Paşa, Cemiyetin Manastır’daki Merkez Hey’eti tarafından Manastır’a davet edilmiş… Muhlis Paşa, Ordu Komutanı İbrahim Paşa’dan izin almaksızın Manastır’a gitmiş. Bu duruma canı sıkılan İbrahim Paşa, Muhlis Paşa’ya tekdir edici bir yazı göndermiş…
Bunun üzerine, Muhlis Paşa’yı davet eden Merkez Hey’eti, İbrahim Paşa’ya uzun bir telgraf çekmiş… Bu defa da Mareşal Paşa beni çağırarak telgrafı gösterdi ve: «ya bu ne?» dedi.
Telgrafı baştan sona kadar okudum. Bu telgrafta Konyar aşiretinden Mareşal İbrahim Paşa’nın bütün hayatı, geçmişi ve hayatının içyüzü açıklandıktan sonra, ağır ve hakaret dolu kelimelerle, istibdat devrinin, Sultan Hamid kulluğunun ender rastlanır bir örneği olan İbrahim Paşa’nın hürriyet için çalışan bir çevrede, hürriyet için çalışanlara komuta etmek cesaretinde bulunmasına şaşılıyor ve hemen komutanlıktan çekilmesi ihtar ediliyor ve isteniyordu.
Efendiler, bundan sonra, İbrahim Paşa gerçekten Selânik’te duramadı. Dediği gibi bir hokkasını alıp gitti.
Bu bilgilerden sonra, Nurettin Paşa’nın, Üçüncü Ordu Komutanı bulunan babası Mareşal İbrahim Paşa ile Meşrutiyet inkılâbının yapılmasına ve ihtilâlin aşırılıktan uzak ölçülerle ve engelsiz olarak yürütülmesine ne yolda hizmet etmiş olduklarını anlamak kolaylaşmıştır, sanırım. Denildiği gibi, «ihtilâlin aşırılıktan uzak ölçülerle yürütülmesine» de etkili olamamışlardır. En ölçüsüz davranışlar, bizzat kendilerine yapılmış olan muamelelerde görülmüştür.
HAL TERCÜMESİ BROŞÜRÜNE GÖRE NURETTİN PAŞA’NIN MEŞRUTİYETİN İLÂNINDAN SONRA GÖRDÜĞÜ HİZMETLER
Hal tercümesi broşürünün 4′üncü sayfasında, Nurettin Paşa’nın, Rumeli’den İstanbul’a yürüyen Hareket Ordusu’na katılarak vatan görevini yerine getirdiğinden söz edilmektedir. 31 Mart Vak’ası dolayısıyla Rumeli’den İstanbul’a gönderilen kuvvetlerin komutanı, rahmetli Hüsnü Paşa idi. Ben bu kuvvetlerin kurmay başkanı idim.
Bu kuvvetlere Hareket Ordusu adını veren, Hareket Ordusu’nun İstanbul’a kadar gidişini düzenleyen ve yöneten bendim. Nurettin Bey’in bu kuvvetlere katılarak görev aldığını bilmiyorum. Nurettin Paşa, birçokları gibi, Hareket Ordusu İstanbul’a yaklaştığı zaman, Ayastefanos’a veya Makrıköyü’ne gelmiş olabilir.
Nurettin Paşa, «Yemen vilâyetinin kurtarılması ve âsilerin sindirilmesi için yapılan savaşlarda birtakım tümen birliklerine veya müfrezelere komuta etmiş…»
Her tümen komutanı, her savaşta aynı durumda bulunur. Sonra, «San’a’nın kurtarılması üzerine, orada yığınak yapmış olan askerî kuvvetlere komuta etmiş…»
Efendiler, asker olanlar çok iyi bilirler ki, bir yerde çeşitli ordu birlikleri toplandığı zaman, orada bir merkez komutanlığı, bir mevki komutanlığı, bir bölge komutanlığı veya ordugâh komutanlığı kurulur… Nurettin Paşa’nın San’a’daki komutanlığı bundan başka bir şey miydi?
Nurettin Paşa, «İmam Yahya ile anlaşma yapması için Ahmet İzzet Paşa’ya yardımcı olmuş…»
Ahmet İzzet Paşa’ya sormadım. Fakat, İzzet Paşa ile birlikte olup çalışmalarına yakından katılan yetkili kimselerin söylediklerine göre, İmam Yahya ile anlaşma görüşmelerinde Nurettin Paşa hiçbir şekilde yetkili kılınmamıştır.
Nurettin Paşa «Balkan savaşlarına katılma arzusu göstererek Yemen’i kuzeyinden güneyine kadar geçip Aden-Mısır-Suriye-Konya-İstanbul yoluyla Çatalca yakınlarında bulunan Başkomutanlık Karargâhı’na katılmış ve komutanlığı açık bir tümen bulunmaması dolayısıyla, kendi isteği ile gönüllü olarak 9′uncu Alay’ın komutasını» üzerine almış.
Nurettin Paşa’nın Yemen’den İstanbul’a gelmek için takip ettiği yol, Yemen’den İstanbul’a gelen bütün asker ve sivillerin, kısacası herkesin takip ettiği yoldu. Yol o idi. Nitekim, o tarihte biz de Afrika’da bulunuyorduk.
İstanbul’a gelmek için Afrika çöllerini batıdan doğuya Mısır’a kadar deve ile geçtikten sonra, İskenderiye ile Triyeste arasındaki bütün Akdeniz’i ve Adriyatik denizini güneyden kuzeye ve Triyeste’den Bükreş’e kadar Avrupa’yı ve ondan sonra da Karadeniz’i geçerek aynı karargâha ulaşmıştık. Yol buydu.
Nurettin Paşa, bu noktada asıl söylenmesi gereken konudan söz etmiyor. Nurettin Paşa, albaylıktan binbaşılığa indirildikten sonra, Yemen birliklerinde görev yapmak üzere yarbaylığa yükseltilmiştir. Bu yükselmenin gereği olarak, yarbaylıkta Yemen’de iki yıl kalmak lâzım gelirken, vaktinden önce İstanbul’a gelerek kurtulma yolunu bulmuştur.
Hal tercümesi broşürünün 6′ncı ve 7′nci sayfalarında, Nurettin Paşa’nın Irak Komutanlığı’ndan söz ediyor ve yerli imkânlara başvurarak yeniden ordu kurup dost ve düşmanların umduklarının ve beklediklerinin aksine, yenilgiden zafere ulaşma harikasını gösterdiği belirtiliyor.