Büyük Nutuk » Bölüm: 11.3
ETHEM VE KARDEŞLERİ CANLARINI REFET PAŞA’YA BORÇLUDURLAR
Yunan ordusunun giriştiği bu taarruzda, Ethem ve kardeşleri de kendilerine düşen görevi yerine getirmekten geri durmadılar. Tekrar Kütahya’ya yönelerek, orada bulunan zayıf tümenimize saldırmaya başladılar. İzzettin Paşa’nın sağlam karakteri, vukuflu komutası ve emrindeki Türk subay ve erlerinin yüksek kahramanlıkları Ethem ve kardeşleriyle saldıran hain kuvvetleri yenerek geri çekilmeye mecbur etti.
Eğer kendi şahısları da dahil olmak üzere toptan yok edilmekten kurtulabilmişler ise, bunu da hiç sevmedikleri Refet Paşa’ya borçlu olduklarını söylemeliyim. Bu noktayı açıklayıvereyim:
Refet Paşa, iki süvari tümeniyle, Dumlupınar’ın on kilometre kadar doğusunda Küçükköy’de bulunuyordu. Kütahya’da bulunan 61′inci Tümen’e, batıdan taarruz eden Ethem kuvvetlerini derhal yenmek ve yok etmek üzere hareketi emrolundu. Refet Paşa, kendi süvarileriyle Ethem kuvvetlerinin yan ve arkasına gidecekti. Bulunduğu yerden kuzeye, Kütahya’ya bakılacak olursa, bu görevin tabiî bir yürüyüşle ve pek etkili bir şekilde yapılabileceği meydandaydı. Halbuki Refet Paşa, gereken yere gitmemiş. Bunun aksi tarafına, Kütahya’nın batısına değil, doğusuna Alayunt’a gitmiş. Süvari kuvvetleri, 12 Ocak 1921 günü öğleye doğru Alayunt bölgesine ulaştı.
Refet Paşa, İzzettin Paşa ile görüşmek üzere Kütahya’ya gitti. İzzettin Paşa, süvari tümenlerinin Kütahya güneyinden, Yellice dağı batısından, tamamen süvariden ibaret olan Ethem kuvvetlerinin gerilerine gönderilmesini teklif etmiş.
Refet Paşa, iki tarafın savaş durumu hakkında tam bir bilgisi olmadığını ileri sürerek, böyle bir harekete yanaşmamış…
Refet Paşa, İzzettin Paşa kuvvetleri, doğuya, Porsuk suyu gerisine çekilme durumu ile karşılaşırsa, süvarileriyle Kütahya ovasından âsîlerin yan ve gerilerine taarruzu düşünüyormuş.
Atlı âsîlerin hayvanlarından inip piyade tümenimiz karşısında yaya olarak savaştığı en zayıf durumunda bile üzerine yürümekte kararsızlığa düşen komutanın, piyade tümenimiz yenilmiş olarak geri çekilirken atları üzerinde bulunacak, manevî güçleri yükselmiş âsîlerin, hangi yanına ve nasıl taarruz etmeyi düşündüğü, gerçekten her asker için üzerinde durup düşünülecek bir meseledir.
Böyle şey olamaz! Bu düşman süvarisi, geri çekilmeye mecbur ettiği piyadeyi bırakıp Refet Paşa süvarileri üzerine atılmayacak mıydı?
Efendiler, savaş alanına, top ve tüfek sesine gelen kuvvetin, bir tek tüfek atmadan, savaşmakta olan kendinden bir kuvvetin yenilmesini beklemesi ve ondan sonra iş görebileceğini sanması, yalnız asker olanların değil, en sade görüşlü insanların bile akla yatkın bulacağı bir düşünce değildir. Görev ve fedakârlık, savaşan birliklerin yenilmeden, çekilmeden başarısını sağlamaya çalışmakla yerine getirilir.
Arkadaşı savaşırken ve yardıma muhtaç iken, seyirci kalmış olan komutanlar, arkadaşının yenilgisine şahit olabilirlerse de tarihin amansız tenkit ve suçlamalarından asla kurtulamazlar.
İzzettin Paşa, 11 Ocak 1921 öğlesinden 13 Ocak gece yarısına kadar devam eden şiddetli ve kritik çarpışmalar sırasında, süvari gruplarının da taarruza katılması zamanının geldiğini Genelkurmay Başkanlığı’na bildirmişti.
Refet Paşa, Güney Cephesi’nden getirtmekte olduğu 8′inci Tümen yetişebildiği takdirde, 14 Ocakta taarruza geçmek niyetinde olduğunu, birliklerine bildiriyordu. İzzettin Paşa, 11, 12, 13 Ocak günlerinde yalnız başına düşmanla savaştıktan sonra, akşam gün batarken yaptığı bir karşı taarruzla âsîleri yenerek kaçmaya mecbur etti.
Refet Paşa, muharebeye seyirci kalmak suretiyle büyük bir fırsatı kaçırdı; Ethem’i ve kuvvetlerinin geri çekilmesine elverişli bir durum yarattı. 14′üncü günü emri altında bulunan bütün süvari kuvvetlerini Süvari Tümen Komutanlarından Derviş Bey’in (Kolordu Komutanı Derviş Paşa’dır) emrine vererek, onu, Ethem’in takibi ile görevlendirdi.
Derviş Paşa, Afşar’da, özellikle Gediz’de Ethem kuvvetlerinin gerilerine doğru, geceleri de yürümek suretiyle indirdiği korkunç darbelerle Ethem, Tevfik ve Reşit kardeşleri sersem etti. Kuvvetlerinin toplanmasına zaman bırakmadı. Derviş Bey, Ethem ve kardeşlerini 14 Ocaktan 22 Ocağa kadar dokuz gün nefes aldırmaksızın durmadan takip etmiştir. Sonunda, bütün Ethem kuvvetleri esir edilmiş; yalnız Ethem, Tevfik ve Reşit kardeşler yine bir görev almak üzere düşman ordugâhına kaçabilmişlerdir.
İZZET VE SALİH PAŞALAR ANKARA’DAN MEMNUN GÖRÜNMÜYORLAR, İLLE PAYİTAHTA GİTMEK İSTİYORLARDI
Saygıdeğer Efendiler, Ankara’da bulunan İstanbul’lu misafirlerimize, bir bir buçuk aylık misafirlikleri sırasında çok şeyler göstermek fırsatına sahip olduğumuzu sanıyorum. Asî Ethem ve kardeşlerinin kuvvetleri ortadan kaldırıldı. Yunanlıları İnönü’de üç günde yendik. Büyük Millet Meclisi’nin ferahlayacağı ve memnun olacağı yeni bir devir açıldı. Fakat, İzzet ve Salih Paşa’lar, bunların hiçbirinden memnun görünmüyorlar, sıla özlemine tutulmuş gibi de payitahta (İstanbul) gitmek istiyorlardı. İstanbul’daki arkadaşlarının da çok merakta oldukları anlaşılıyordu.
Ankara’ya gelişlerinden on gün sonra, Fransız telsizleriyle Zonguldak’a bir telgraf gelmişti. Telgraf şudur:
16.12.1921
Zonguldak Mutasarrıflığı Vasıtasıyla
Devletli İzzet Paşa Hazretleti’ne
Zâtıdevletlerinden henüz bir haber alınamadığından, yüksek hey’etin İstanbul’a ne zaman geleceği haberinin beklenmekte olduğu…
Mustafa Arif
İki gün sonra Adapazarı üzerinden de şu telgraf geldi:
Dahiliye Nâzırı İzzet Paşa Hazretleri’ne
Zâtıdevletlerinden bir bilgi alınamadığından, İstanbul’a ne zaman dönüleceği haberinin beklenmekte olduğuna dair birkaç gün önce Zonguldak üzerinden çekilen telgraf cevabının bir an önce gönderilmesi rica olunur.
Dahiliye Nâzırı Vekili
Mustafa Arif
Tevfik Paşa Kabinesi adına, Ziya Paşa’nın İnebolu’ya gönderdiği bir özel memur, 10/11 Ocak 1921′de uzun bir şifre ile birtakım bilgiler veriyordu.
İzzet Paşa hey’etinin, Anadolu’ya katılma haberi İstanbul’ca doğrulanmış… Kabine İzzet Paşa’dan bilgi istiyormuş. Ziya Paşa, Safa, Mustafa Arif ve Raşit Bey’ler de demişler ki: «Memleketin menfaati, hey’etin Ankara’da kalmasını gerektiriyorsa buna bir şey denmez. Bu takdirde kabinenin düşeceği şüphesizdir. Ancak, biz de bu vatanın evlâtlarıyız. Hiç olmazsa bizleri de durumdan haberdar etsinler… Bizi aydınlatsınlar, biz de ona göre hareket edelim…»
Ziya Paşa, Paris’ten, Ahmet Rıza Bey’den aldığı bir mektupta yazılanlardan ve İstanbul’da güvenilir bir kaynaktan elde ettiği bilgilerden de söz ettiriyordu.
Ahmet Rıza Bey diyormuş ki: «Eğer Kuva-yı Milliye’nin askerî gücü elverişli ise, İzmir meselesi, iyi hazırlanmış bir hücumla oldubitti şeklinde halledilmeliymiş… Aldığı bilgiler bunu doğruluyormuş. Kral Konstantin’i tutacaklarmış…»
Ziya Paşa’nın özel olarak elde ettiği bilgiler de, son konferanstan önce Yunanlılar’ın kuvvetleri artırılarak, büyük bir taarruza geçirileceği yolundaydı.
Damat Ferit Paşa yoğun bir çalışmaya geçmiş. Baltalimanı’nda çeşitli kabine listeleri düzenlenmeye başlamış…
İnebolu’ya gelmiş olan özel memur vasıtasıyla Ziya Paşa’ya ve arkadaşlarına gönderdiğim cevapta: «verdikleri bilgilere teşekkür ettikten sonra, İzzet ve Salih Paşa’lar, ortak gayemizin kesin bir gereği olarak Ankara’da kalmışlardır» dedim.
Kendilerinin İstanbul’da iş başında kalmaları doğru ise de, kabine düşmeden önce, hepsinin, şimdiden hazır bulunduracakları güvenilir, sür’atli bir vasıtayla hemen Anadolu’ya gelmelerinin vatanın yüksek menfaatlerinin gereği olduğu ve bu şekilde yapacakları hizmet ve fedakârlığın milletçe büyük bir şükranla karşılanacağını yazdım.
Özel memurun, İstanbul’a döndükten sonra, İnebolu’ya gönderdiği ve oradan 19 Ocak 1921′de çekilen şifrede, Ziya Paşa ve arkadaşlarının görüşüme uygun olarak harekete karar verdikleri bildirilmişti.
SADRAZAM TEVFİK PAŞA BENİMLE TEMAS KURUYOR
Efendiler, bu tarihten bir hafta kadar sonra, Kocaeli Komutanlığından şöyle bir telgraf aldım:
Geyve istasyonu, 26.1.1921
Büyük Millet Meclisi Başkanlığı’na
Memleketin yüksek yararları ile ilgili önemli bir konu üzerinde, Sadrazam Paşa’nın zâtıdevletleriyle makine başında görüşmek istedikleri İstanbul Telgraf Genel Müdürü’nün 26.1.1921 günü saat 16.30′da yazdırdığı telgrafla bildirilmektedir. Bu konudaki emirleri arz ve rica olunur.
Kocaeli Komutanlığı’na aynı gün makine başında verdiğim cevapta dedim ki:
«İstanbul Geyve ile doğrudan doğruya nasıl haberleşebilir? İstanbul’da Tevfik Paşa ile veya herhangi biriyle haberleşip ilişki kurabilmekliğim Bakanlar Kurulu’nun ve belki de Meclis’in kararına bağlı olduğundan, bu konuda şimdiden bir şey diyemem.
Tevfik Paşa ile telgraf memurunun bile açıktan açığa haberleşmede bulunması, yabancıların gözünde İstanbul’a karşı olan durumumuzu sarsacağından, doğru olmaz. Ancak, Tevfik Paşa’nın benim şahsıma değil de, Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmeti’ne bir müracaatı varsa, bu müracaatın kabulü tabiîdir. Bu noktanın özel olarak ve aynı yolla kendisine duyurulmasında bir sakınca yoktur.
İstanbul’dan Adapazarı’na telgraf ve oradan da Geyve’ye askerî makamların kontrolü altında bulunan telefon hattı vardı. Tevfik Paşa’nın benimle kapalı olarak görüşmek istemesi üzerine, İstanbul teli Ankara’ya bağlandı.
Tevfik Paşa ‘dan açık olarak şu telgrafı aldım:
İstanbul, 27.1.1921
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı
Mustafa Kemal Paşa Hazretleri’ne
25 Ocak tarihinde Paris’te toplanan konferans tarafından alınan kararlar gereğince, Doğu meselesinin çözümünü görüşmek üzere 21 Şubatta Londra’da İtilâf Devletleri delegeleriyle Osmanlı ve Yunan Hükûmetleri delegelerinden oluşan bir konferans toplantıya çağırılacaktır. Yürürlükteki antlaşmada, daha sonraki olaylar dolayısıyla zarurî değişiklikler yapılacaktır.
Osmanlı Hükûmeti’ne gönderilecek davet için, Mustafa Kemal Paşa’nın veya Ankara’ca kendilerine gerekli yetki verilmiş olan delegelerin, Osmanlı delegeler heye’ti arasında bulunması şart koşulmuştur. Bu kararlar İtilâf Devletleri’nin İstanbul temsilcileri tarafından bildirildi.
Görevlendireceğiniz delegelerin, buradan seçeceğimiz kimselerle birleşerek yola çıkmaları için karar ve cevabınızı bekliyorum. Nazik bir zamanda bulunmamız dolayısıyla, bu gibi önemli bazı durumların bildirilmesi için hattın açık bulundurulmasını rica ederim. Makine başında hemen cevap vermek mümkünse, telgraf başında beklemekteyim, bir de şifre var efendim.
Tevfik
Şifrenin çözülmüş şekli de şuydu:
İstanbul, 27.1.1921
Saat: 20.00
Mustafa Kemal Paşa Hazretleri’ne
Londra Konferansı’nda güçlü konuşabilmek için Yunanlıların bir kolorduyu İzmir’e göndermekte, Trakya’daki kuvvetlerini de Anadolu’ya kaydırmakta olduğu ve on güne kadar bir taarruz hareketine başlayacakları, inanılır kaynaklardan haber alınmıştır.
Tevfik
TEVFİK PAŞA’YA VERDİĞİM RESMİ VE ÖZEL CEVAPLAR
Efendiler, Tevfik Paşa’ya cevap olarak çektiğim telgraf şuydu:
Tel Ankara 28.1.1921
İstanbul’da Tevfik Paşa Hazretleri’ne
İlgi: 27.1.1921.
Millî iradeye dayanarak Türkiye’nin mukadderatını elinde tutan meşru ve müstakil tek hâkim kuvvet, Ankara’da sürekli olarak toplanan Türkiye Büyük Millet Meclisi’dir. Türkiye ile ilgili bütün meselelerin çözümünde ve her türlü dış ilişkilerde başvurulacak tek yer, yalnız bu Meclis’in hükûmetidir.
İstanbul’daki herhangi bir hey’etin, hiçbir bakımdan meşru ve hukuki bir durumu yoktur. Bundan dolayı, böyle bir hey’etin kendine hükûmet adını vermiş olması, milletin hâkimiyet haklarına açıkça aykırıdır ve bu ad altında memleket ve milletin hayatı ile ilgili konularda, dışarıya karşı kendini muhatap göstermesi uygun görülemez.
Hey’etinize düşen vatan ve vicdan görevi, derhal gerçeğe ve duruma uyarak, millet ve memleket adına meşru ve muhatap hükûmetin Ankara’da olduğunu kabul ve ilân etmektir.
Millet ve memleketimiz adına meşru yetkiye sahip hükûmetin Ankara’da olduğunun İtilâf Devletleri’nce anlaşılmış olduğu şüphesiz bulunduğu halde, adı geçen devletlerin bu görüşlerini açıkça belirtmekte gecikmeleri, İstanbul’da aracı bir hey’etin varlığının kendileri için yararlı olabileceğini sanmaktan ileri gelmektedir.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmeti, barış ve güvenliği büyük bir ciddiyet ve samimiyetle arzu ettiğini ve yalnız millî haklarının tanınmasını istemekten ibaret olunan şartlarını defalarca ilan etmiş; bu hakların onaylanması halinde, teklif edilecek görüşmeleri kabule hazır olduğunu bildirmiştir. İtilâf Devletleri, Londra’da toplayacakları konferansta, Doğu mes’elesini hak ve adalet ölçüleri çerçevesinde çözmeye karar vermişlerse, davetlerini Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmeti’ne doğrudan doğruya yapmalıdırlar. Yukardaki şartlara uygun olarak yapılacak davetin, Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmeti tarafından iyi karşılanacağını tekrar bildiririz. Saat 00.30.
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanı
Mustafa Kemal
Bunun arkasından da kendi adıma ve özel olarak şu telgrafı çektim:
Tel Ankara, 28.1.1921
İstanbul’da Tevfik Paşa Hazretleri’ne
Yüksek şahsiyetleri gibi, bütün bir ömrü bu millet ve memlekete aralıksız değerli hizmetlerde bulunmuş saygıdeğer bir devlet adamına, bütün geçmişteki hizmetlerinizi tamamlayıp taçlandıracak müstesna ve tarihi bir fırsatın çıktığına inanıyoruz.
Biz tam bir birlik içinde hareket etmek istiyoruz. Dolaylı olarak davet edildiğimiz konferansta memleketi ayrı ayrı temsil edecek iki hey’etin ne büyük sakıncalara yol açtığını tamamiyle takdir buyurduğunuza eminiz.
Milletin, sırf hâkimiyet haklarını korumak için harcadığı emekler, akıttığı hesapsız kanlar, içten ve dıştan birçok güçlüklere karşı gösterdiği dayanma ve direnme, bugün karşısında bulunduğumuz elverişli yeni durumu yarattı.
Bir yandan da dünya olayları, bu dayanma ve direnmenin asıl hedefi olan tam istiklâlimizi haklı gösterecek yolda gelişmekte devam ediyor. Bizi esirliğe ve yıkılmaya mahkûm etmek istemiş olan hükûmetler karşısında, millî haklarımızı savunurken maddî ve manevî bütün memleket kuvvetlerinin birlikte hareket etmesi şarttır. Bunun için, Zâtışâhâne’nin, memlekette millî iradenin kendini gösterdiği tek yer olan Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni tanıdığını artık resmen ilân etmesi gerekmiştir.
Böylece, İstanbul’un memlekete biribiri ardınca zararlar verdiği acı tecrübelerle sabit olan ve ancak yabancılar lehine devam ettirilen gayri tabiî durumuna bir son vermek mümkün olur. İtilâf Devletleri temsilcileri tarafından yapılan tebligat gösteriyor ki, İstanbul’dan gidecek olan bir delegeler hey’etinin Londra Konferansı’na katılabilmesi, ancak onun Ankara Hükûmeti tarafından tam yetki ile görevlendirilmiş delegeleri de içinde bulundurması şartına bağlıdır.
Böylece, İtilâf Devletleri, Türkiye adına barış görüşmelerine katılacak delegelerin ancak Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmeti tarafından gönderilebileceğini yeteri kadar açıklıkla itiraf etmiş oluyorlar.
Fiilî ve hukukî olarak memlekette tek meşru hükûmet olan Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmeti’nin ortaya koyduğu ve ilân ettiği esasları kabul ve bu esasların düşmanlarımız tarafından da onaylanmasını kolaylaştırmak için, bize katılmak suretiyle durumunuzu düzeltmenizi ve tespit buyurmanızı, tarih ve millet karşısında yüklenmiş olduğumuz görev ve yetkiye dayanarak teklif ederiz.
Bu suretle mücadelemizi mutlu bir sonuca eriştirme hususu çabuklaştırılmış olur. Birlikte hareket ve millî gayeyi olanca gücümüzle savunmak düşüncesiyle yapılan bu samimî tekliflerimiz, kabul görmediği ve yerine getirilmediği takdirde, saltanat ve hilâfet makamında oturan Zâtışâhânenin durumunun sarsılması tehlikesinden haklı olarak korkulur.
Biz, millî iradenin vermiş olduğu fiilî ve hukukî bütün yetkilere sahip bir hükûmet olarak, şimdiden belirtir ve bildiririz ki, bundan doğacak sorumluluk, tahmini önceden kestirilemeyecek olan bütün kötü sonuçlarıyla birlikte doğrudan doğruya Zâtışâhâneye aittir. Yüksek şahsiyetinizin bu durum karşısında vicdanî ve tarihî görevinizi tamamiyle yerine getirmenizi ve sonuçlarını tarafımıza kesin ve açık olarak bildirmenizi bekliyoruz. Bu vesile ile samimî saygılarımızın kabulünü rica ederiz, efendim.
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanı Mustafa Kemal
Saygıdeğer Efendiler, aslında maddî ve manevî bakımdan hükmü kalmamış ve fakat varlığını devam ettirmesi de çok zararlı olan İstanbul Hükûmeti’ni bertaraf etmek önemliydi. Buna engel olanların başında Padişah ve Halife bulunuyordu.
Bu bakımdan, durumun açıklık kazanması için yapılacak ilk iş, bu makama Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni ve Hükûmeti’ni tanıtmak olmalıydı. Zaten elimizde olmayan ve temasımız bulunmayan bu makama, henüz başka bir işlem uygulayabilecek maddî bir gücümüz de yoktu. Bu yüzden Tevfik Paşa’ya aynı gün şu üçüncü telgrafı da yazdım:
Ankara, 28.1.1921
İstanbul’da Tevfik Paşa Hazretleri’ne
Resmî ve özel telgrafımızdaki görüş ve tekliflerimizi aşağıda özet olarak tekrarlar, gereğinin acele yerine getirilerek sonucunun bildirilmesini rica ederiz:
1 – Zâtışâhâne, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni tanıdığını kısa bir Hattı Hümayun’la (Padişahın herhangi bir iş için bizzat yazdırdığı yazı.) ilân edeceklerdir. Bunda Hilâfet ve Saltanat makamının dokunulmazlığını esas olarak kabul etmiş olan Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni bugünkü şekli, niteliği ve yetkisiyle kabul buyurduklarını belirteceklerdir. Diğer ayrıntı ve inceliklerin ilâvesi, şimdilik karışıklığa yol açabilir.
2 – Birinci madde hükmü yerine getirildiği takdirde, bir aile meselesi olan iç durumumuzun düzenlenmesi aşağıdaki şekilde olabilir:
Zâtışâhâne eskisi gibi İstanbul’da otururlar. Yetkili ve sorumlu olup her türlü saldırıdan uzak bulunan ve her türlü istiklâl unsurunu kendisinde toplayan Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Hükûmeti şimdilik Ankara’da bulunur. Elbette, İstanbul’da artık kabine adı altında bir hey’et kalmaz. Ancak, İstanbul’un özel durumu dolayısıyla Zâtışâhâne’nin yanında Büyük Millet Meclisi’nce görevlendirilecek ve yetki verilecek bir hey’et bulundurulur.
3 – İstanbul şehri ile çevresine ait yönetimin nasıl düzenleneceği sonradan düşünülür ve uygulanır.
4 – Bu şartlar kabul edilip uygulandığı takdirde, Büyük Millet Meclisi’nce onaylanmış bütçemize, Padişah ve hanedandan olanlar için daha önce konmuş bulunan ödenek, görevlendirilecek olan bütün memurların ve diğer maaşlıların aylıklarını ödemek için gerekli olan para hükûmetçe sağlanarak ödenecektir. Malî gücümüz bunu karşılayacak durumdadır.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı
Mustafa Kemal
Tevfik Paşa’nın bu uzunca telgrafımıza gece verdiği cevap çok kısa oldu. Tevfik Paşa’nın cevabı şuydu:
Tel 28/29.1.1921
Telgrafları aldım. Yarın kabineyi toplayarak saat 18.00 de bilgi sunarım, efendim.