Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

Büyük Nutuk » Bölüm: 11.2

0 11.923

ÇERKEZ ETHEM’E BİR NASİHAT HEY’ETİ GÖNDERİLİYOR

Bu şartlar yerine getirildiği takdirde, Kuva-yı Seyyare, şimdiye kadar olduğu gibi belirli bir kadro dahilinde yine görevine devam edecektir. Reşit Bey’le beraber Celâl, Kılıç Ali, Eyüp Sabri ve Vehbi Bey’ler, 23 Aralık öğle vakti Ankara’dan hareket ettiler ve 24 Aralıkta öğleden sonra saat 16.45′te Kütahya’ya vardılar.

Efendiler, Ethem ve Tevfik Bey’lerin Cephe Komutanı’nın bilgi ve onayı olmaksızın, bölgelerinde bulunan ordu birliklerini cepheye dağıtarak, Kuva-yı Seyyare’nin ağırlıksız erlerini Gediz’de ve Pehlivan Ağa müfrezesini Kütahya’da toplamış olduğunu haber aldım. Bunun üzerine 25/26 Aralık 1920′de, Kütahya’da bulunan Celâl Bey ve arkadaşlarına yazdığım açık bir telgrafta: «Bu hareket tarzının taşıdığı maksat ve anlamın ne olduğunu kesinlikle bilmek isterim.

Bu konudaki görüşünüzün bildirilmesini makine başında bekliyorum» dedim. Bu telgrafın bir suretini İsmet, Refet ve Fahrettin Paşa’lara, şifre ile bildirerek dikkatlerini çektim. Hey’et, ortak imza ile şu kısa cevabı verdi: «Müsterih olunuz, kötüye yorumlanacak herhangi bir davranış yoktur.

Tevfik Bey yarın gelecek, hep birlikte görüşeceğiz. Sonucu etraflı olarak arz ederiz.» Ben bu cevaptan, giden arkadaşların ya durumdan haberdar edilmeyerek aldatılmakta olduklarına veyahut da tutuklanıp istenildiği gibi yazı yazmaya mecbur edildiklerine hükmettim. Onun için, gerçek durumu anlamamış ve kısa telgraflarıyla verdikleri teminata inanmış görünmek istedim.

Bu sebeple, cevap olarak: «Tevfik Bey ile de görüşmelerinden sonra, memleket ve milletin yüksek çıkarlarını sağlayacak esaslar üzerinde anlaşacaklarına şüphem olmadığını, bana gelen haberleri dedikodu sayarak, Hükûmet’çe hiçbir tedbir alınmasına gerek bulunmadığı yolundaki inancımı Hükûmet üyelerine anlatmayı başaracağımı, ancak aramızdaki samimiyeti zedeleyen durumun bir an önce ortadan kalkmış bulunduğu haberini beklediğimi, beni gönül kırıklığına uğratmamalarını» yazdım.

Hey’etin, 26/27 Aralık 1920′de, ortak imza ile çektikleri etraflı ve açık telgraflarındaki önemli noktalar şunlardı:

1 – Güvenlik tedbirleri alındığına şüphe yoktur. Bu tedbirlerin hepsi kendilerini savunmak içindir. Kendilerine karşı çıkarılan ve yığılan kuvvetler ve yeni kurulan karakollar eski yerlerine çekildiği takdirde, bu tedbirlerden de vazgeçeceklerdir.

2 – Düşmanca hareketle karşılaşmadıkça, memleketin gelecekteki selâmeti için ve Zâtıdevletlerinin şahsına karşı besledikleri içten bağlılık dolayısıyla her türlü fiilî hareketten kaçınacaklarına en büyük yeminlerle söz vermişlerdir.

3 – Kuva-yı Seyyare’nin Konya ve Alaca’da bulunan askerleriyle, Teğmen Sadrettin Efendi komutasında Konya’dan gelmekte iken Fahrettin Paşa tarafından tutuklanan seksen neferin ve Kuva-yı Seyyare müfreze komutanlarından Kürt İsmail Ağa ile, Kalecik’teki akrabasından cihada katılmak üzere askerlik yaşı dışındaki kimselerden toplananların Kuva-yı Seyyare’ye katılmalarına engel olunmaması,

4 – Kuva-yı Seyyare’ye para verilmesi için Kütahya Mutasarrıflığı’na emir verilmesi,

5 – Karşılıklı güven ve itimadın gerçekten kurulması ve devam ettirilmesi için Fahrettin ve Refet Bey’lerin cepheden uzaklaştırılmaları.

Bu noktalardan çıkan anlam nedir Efendiler? Oraya giden arkadaşlarımızın hepsinin birden bu anlamı idrak edemiyeceklerine ihtimal verilebilir miydi? O halde, biraz önce işaret ettiğim gibi, Kütahya’ya giden hey’et, gerçekten tutuklanmıştı. Bu yazılan şeyler kendilerine dikte ettiriliyordu.

Bunun böyle olacağını hey’et gitmeden önce biliyordum. Bu yüzdendir ki, Reşit Bey, Kâzım Paşa’yı birlikte götürmek için ısrar ettiği halde, görüşmeler sırasında tesadüfen solumda oturan Kâzım Paşa’ya gitmemesi gerektiğini sezdirmiştim.

Çünkü Kâzım Paşa’yı geçici olarak değil, sonuna kadar tutuklayarak, imzasını kullanmaktan fazlasıyla yararlanabilirlerdi.

Aynı gece kendilerine şu cevabı verdim: «Telgrafınızı yarın Bakanlar Kurulu’na sunacağım.» Aynı zamanda 26/27 Aralık gecesi, Eskişehir’de Batı Cephesi Komutanı İsmet Beyefendi’ye de şu şifreli telgrafı yazdım:

Kütahya’ya giden hey’etin ayrıntılı telgrafını aşağıda olduğu gibi veriyorum. Bunun ana noktalarını özetleyerek, makina başında, Refet ve Fahrettin Bey’lere bildirmenizi rica ederim.

Hey’ete makine başında verdiğim cevap da «Telgrafınızı yarın Bakanlar Kurulu’na sunacağım» dan ibarettir. Yarın, Bakanlar Kurulu kararıyla, hey’ete, görevlerinin son bulduğunu ve hemen Ankara’ya dönmelerini bildireceğim. Ondan sonra, konuyu bütün ayrıntılarıyla Meclis’te açıklamak düşüncesindeyim.

Kuva-yı Seyyare’ye karşı, İsmet ve Refet Bey kuvvetlerinin, bulundukları yerlerde toplu ve uyanık olmalarını ve alınmış bulunan genel tedbirlere daha çok önem verilmesini ve dikkat edilmesini rica ederim. Fiili harekete herhalde onlar başlamadan, şimdilik başlanmaması taraftarıyım.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı

Mustafa Kemal

Efendiler, ertesi günü Batı ve Güney Cephesi’ne şu telgraf verildi:

Şifre 27.12.1920

Batı Cephesi Kurmay Başkanlığı

Birinci Şube Müdürlüğüne,

Güney Cephesi Kurmay Başkanlığı

Birinci Şube Müdürlüğüne,

Refet ve İsmet Beyefendi’lere özel:

Kütahya’ya giden hey’etin gönderdiği ayrıntılı telgraf, Bakanlar Kurulu’nda incelenerek aşağıdaki kararlar alındı. Bu kararlar, bu akşam açık telgrafla Büyük Millet Meclisi Yüce Başkanlığı’ndan doğruca Kütahya’ya bildirilecek ve hey’etin görevine son verilecektir. Buna göre gereken tedbirlerin alınması ve görüşlerinizin bildirilmesi rica olunur (Genelkurmay Başkan Vekili Fevzi).

Harekât Şubesi Müdürü

Salih

27.12.1920

Kararname

Vatanın selâmet ve kurtuluşu için ordularda görüş birliğinin ve mutlak itaatin şart ve gerekli olduğunu her şeyden önemli sayan Bakanlar Kurulu, Büyük Millet Meclisi üyelerinden Celâl Reşit, Eyüp Sabri, Vehbi ve Kılıç Ali Bey’lerin Kütahya’dan gönderdikleri 26/27 Aralık 1920 tarihli telgraflarını ve bu konu ile ilgili olarak ortaya çıkan durum ve olayları görüşüp inceledikten sonra, aşağıdaki kararları almıştır:

1 – Birinci Kuvve-i Seyyare, bütün öteki ordu birlikleri gibi, kayıtsız şartsız Büyük Millet Meclisi’nin kanunlarına, Hükûmetin koyduğu düzen ve emirlere ayak uydurmakla yükümlü ve askerî disipline bağlıdır.

2 – Birinci Kuvve-i Seyyare Komutanlığı’nın askerî görev ve konularla ilgili bütün teklif ve görüşleri, ancak emri altında bulunduğu komutanlığa ve bu komutanlık vasıtasıyla ilgili makamlara bildirilir.

3 – Yukarıdaki kararları Genelkurmay Başkanlığı uygular.

Mustafa Kemal

Şer’iye Vekili (Din işlerinden, vakıflar ve şer’i mahkemelerden sorumlu bakan.) Millî Savunma Bakanı

Fehmi Fevzi

Dışişleri Bakanı İçişleri Bakanı

Ahmet Muhtar Doktor Adnan

Genelkurmay Başkanı Maliye Bakanı Vekili Ferit

Fevzi

Kütahya’da bulunan Büyük Millet Meclisi üyelerinden Celâl, Reşit, Eyüp Sabri, Vehbi ve Kılıç Ali Bey’lerin, 26/27 Aralık 1920 tarihli, etraflı telgraflarına, 27 Aralıkta cevap verdim. Bunda, Bakanlar Kurulu kararını olduğu gibi bildirdim ve dedim ki: «Buna göre sizlerden istediğim özel görev son bulmuş olduğundan geri dönmeniz rica olunur.»

28 Aralık 1920′de hey’etten aldığım telgraf aynen şöyle idi:

Kütahya, 28.12.1920

Ankara’da Büyük Millet Meclisi Yüce Başkanlığı’na

Bakanlar Kurulu kararını bildiren telgraf emrinizi akşam aldık. Aslında her birimiz memleket ve milletin selâmeti için, büyük bir samimiyetle emrinize uyarak buraya geldik. Eskişehir’in ve buranın durum ve tutumunu gördük.

Anlaşmazlık konusu olan meseleyi tam bir tarafsızlık ve doğrulukla inceledik ve araştırdık. Görüşmelerin nasıl geçtiğini ve safhalarını olduğu gibi bilginize sunduk ve samimî inançlarımıza dayanarak meselenin çözüm şeklini anladığımız gibi yazdık. Sunduğumuz hususlara karşılık, Bakanlar Kurulu’nun bize bildirilen kararının neyi ifade ettiğini anlayamadık.

Aksine, vatanın selâmet ve mutluluğunu gözönünde bulunduran maruzatımızın iyi karşılanmadığını gördük. Bu konunun daha fazla sürüncemede bırakılmaya tahammülü olmadığına itimat buyurmalarını istirham ederiz.

Celâl Reşit Eyüp Sabri Vehbi Kılıç Ali

Bu telgrafa şu cevabı verdim:

Şifre-makine başında Ankara, 28.12.1920

Kütahya’da Büyük Millet Meclisi üyelerinden Celâl, Reşit, Eyüp Sabri, Vehbi ve Kılıç Ali Bey’lere,

İlgi: 28.12.1920 tarihli şifre: Memleket ve milletin selâmeti için bana karşı gösterdiğiniz samimiyete cidden müteşekkirim.

Söz konusu durum hakkında sizlerin buradan ayrılmasından önce, bütün belgeleri göstermek suretiyle yaptığım açıklamalar sonunda, konuyu resmen hükûmete intikal ettirirken, sizlerin yerinde olan hareket tarzını, oradaki arkadaşlara açıklamak ve anlatmak üzere, yolculuk zahmetine katlanmanızı rica etmiştim.

Konunun çözüm noktası olarak telgrafınızda işaret buyurduğunuz nokta zaten burada da sözkonusu olmuştu. Hükûmetin alacağı genel tedbir ve tertibatın herhangi bir tarafın isteğine göre olamayacağını bildirmiştim. Bakanlar Kurulu kararı, aslında uyulması gereken tabiî ve bilinen hususları resmî ve kesin olarak bir defa daha ifade eder.

Yüksek görüşleriniz hiçbir şekilde kötüye yorulmuş değildir. Ancak, burada da arz ettiğim üzere, benim bir buçuk aydan beri süregelen şahsî ve özel gayret ve teşebbüslerimle ve büyük bir samimiyetle yaptığım çalışmaların, ne yazık ki, takdir edilmemiş olduğunu görüyorum. Şüphesiz bu konunun çözüm ve takibini sorumlu ve ilgili makamlara bırakmış bulunuyorum.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı

Mustafa Kemal

Efendiler, Kütahya’daki hey’etin, durumu Meclis’e açıklayarak kendilerine daha yararlı olabileceklerine Ethem ve kardeşlerini inandırmak suretiyle ellerinden kurtulabildikleri anlaşılmıştır. Pek tabiî Reşit Bey orada kalmıştır.

ASÎ ETHEM VE KARDEŞLERİNE KARŞI FİİLİ HAREKATA GEÇİLMESİNİ EMRETTİM

Efendiler, Kütahya’ya, Bakanlar Kurulu kararı ve hey’etin geri dönmesi gereğini bildirdikten sonra, cephe komutanlarına da âsî Ethem ve kardeşlerine karşı fiilî harekâta geçmelerini emrettim.

Efendiler, askerî harekâtı çapulculuktan, devlet kurup yönetmeyi, şunun bunun mâsum çocuklarını kurtulmalık dilenmek için dağlara kaldırmak haydutluğundan ibaret zanneden, şarlatanlıklarıyla, yaygaralarıyla bütün bir Türk vatanını bezdiren ve Türk milletinin Büyük Meclisi’ni kendileriyle uğraştıran utanmaz, haddini bilmez, küstah ve herhangi bir düşmanın boğazı tokluğuna casusluğunu, uşaklığını yapacak kadar aşağılık ve bayağı yaratılışta olan bu kardeşleri, ellerindeki bütün kuvvetler ve dayandıkları düşmanlarla birlikte yola getirmek ve ortadan kaldırmak suretiyle, inkılâp tarihimizde, etkili bir ibret örneği vermek zarurî görüldü. Onun için şöyle bir hazırlık yapmıştık:

Bursa’da bulunan Yunan kuvvetlerine karşı bir piyade tümeni bırakılarak, iki piyade tümeni ile bir süvari tugayına Eskişehir’in güneybatısında ve Kütahya doğrultusunda yığınak yaptırılmıştı. Uşak’ta bulunan Yunan kuvvetlerine karşı da, cephede yalnız bir tabur bırakılarak, iki piyade tümeni ile yedi süvari alayına, Dumlupınar yakınlarında ve yine Kütahya doğrultusunda yığınak yaptırılmıştı.

Kuvvetlerimiz, hareket emrini alır almaz, derhal Kütahya’da bulunan âsî Ethem kuvvetleri üzerine yürüyüşe geçtiler. 29 Aralık 1920 günü Kütahya’yı işgal ettiler.

Üç gün sonra da Batı ve Güney Cepheleri’nden hareket eden bütün kuvvetlerimiz, Kütahya’nın 30-40 kilometre ilerisinde ve Gediz yönünde bir hatta birleştiler. Âsî Ethem, kuvvetlerini hiçbir yerde durdurmaya ve direnişe geçirmeye cesaret edemeden Gediz üzerine çekilmişti.

Efendiler, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin şuurlu ordusu, kendisini, Büyük Millet Meclisi ve Hükûmeti’ni küçük görecek kadar beyinsizlik ve budalaca gurur gösteren bu âsîlere hak ettikleri yola getirme sillesini vurmak için, önüne geçilmez bir hiddet ve şiddetle hareket ediyordu. Nefes almaksızın kaçan âsî Ethem, «İstanbul’da Sadrazamlık Yüksek Katına» diye şu telgrafı veriyordu:

Ankara’da tutuklanan sayın arkadaşlarınızın İstanbul’a geri gönderilmeleri için, Ankara Meclis Başkanlığı’na çektiğim protesto yazısı aşağıda bilgilerinize sunulmuştur. Şimdi, Millet Meclisi’nin kararıyla saldırıya uğramış bulunuyorum.

Kuvvettim savunmaya hattâ karşı saldırıya bile yeterli olmakla birlikte, karşımda ve yanlarımda Yunanlılar bulunduğundan, tutulacak yol konusunda Yunan komutanlığı ile anlaşmaya varılmış ise de, zâtıdevletlerinin onayını almayı da her bakımdan lüzumlu buldum.

Gereğinin yapılması, haberleşmelerin ve Zâtıdevletlerinin emirlerinin alınmasının sağlanması için, Gediz telgraf hattının onarımı ve düzeltilmesi, yüksek emirlerinize arz olunur.

Umum Kuva-yı Seyyare ve Kütahya Bölgesi

Eski Komutanı ve Şimdiki Umum Kuva-yı Milliye Komutanı

Ethem

Efendiler, bu telgrafta sözü geçen ve protesto yazısı denilen saçma sapan bir telgraf, gerçekten de Meclis Başkanlığı’na çekilmiş ve gizli bir oturumda Meclis’e okunmuştu. Bu telgrafta kullanılan kelime ve deyimler o kadar kaba ve edepsizcedir ki, bir defa okunduktan sonra bir kere daha okunmasına ve dinlenmesine tahammül edilememişti.

Bu kadar bayağı, saçma sapan bir yazıyı huzurunuzda da arz etmeyi gerekli bulmuyorum. Bu abuk sabuk yazı ile milletvekillerinin şahıslarına hakaret edilerek, Milli Meclis’in meşruluğuna saldırılarak, İzzet Paşa hey’etinin İstanbul’a dönmekte serbest bırakılması isteniyordu.

Efendiler, kuvvetlerimiz Kütahya’ya girerken, ben de Meclis’te bazı milletvekilleri tarafından sorguya çekilmiş bulunuyordum. Âsî Ethem’in üzerine yürümemize, ona saldırmamıza ve onu takip etmemize karşı çıkılıyordu.

Fuat Paşa, Ethem ve kardeşini çekip çevirebildiği için değiştirilmemesi yerinde olurmuş. Bütün anlaşmazlıkların sebebi, yeni tayin ettiğim komutanların tecrübesizlikleri ve durumun gereğine uygun tutum ve davranışlarda bulunmamaları imiş… Orduda ciddiyet ve disiplin aramanın zamanı mı imiş; ya Allah korusun Ethem Bey orduyu dağıtırsa ne yapacakmışım? Bu kadar önemli bir olaya kim ve nasıl karar vermiş? Böyle bir karar Meclis’e haber vermeden nasıl alınırmış? gibi birçok soru ve eleştirilerden sonra, «herhalde Ethem Bey ve kardeşleri vurulmamalıdır» istekleri ileri sürüldü.

29 Aralık gününün bütün oturumlarını ve 30 Aralık gününün birkaç gizli oturumunu açıklamalar yapmakla geçirdim. Durumun bütün safhalarını belgeleriyle, delilleriyle ve gerçekleriyle açıklamaya çalıştım. Bütün bu açıklamalarıma rağmen, tartışma bir türlü son bulmuyordu.

Her şey bir yana, yalnız Meclis’in meşruluğuna saldırma maksadı güden telgraf, sahiplerini Hıyanet-i Vataniye Kanunu’na çarptırmaya yeterliyken, bu âsîlerin aylardan beri devam edegelen isyancı tutumları ve millî hükûmeti yıkmak ve kendi akıllarınca başka türlü bir hükûmet kurmak düşüncelerini uygulamaya yeltenmeleri dikkate alınmak istenmiyordu.

Aksine, bunların ortadan kaldırılmaktan ve cezalandırılmaktan kurtulmalarına çalışılmak isteniyor gibiydi.

Bunun sebebini kısaca açıklayayım Efendiler, milletvekillerinden bazıları, durumun şahsî ve hissî kırgınlıklardan doğduğuna inanmışlardı. Gerçekten de bu yolda sonsuz propaganda yapılmış ve kamuoyu yanıltılmak istenmişti.

Bir de kuvvetli ve aşırı telkinler altında. Ethem kuvvetlerinin çok ve yenilmesi güç olduğu sanılarak, bunların ordu ile çatışması halinde, ordunun çil yavrusu gibi dağılacağını, o zaman da durumun gerçekten feci olabileceğini düşünüyorlar ve böyle silâhlı bir çatışmaya engel olmayı uygun buluyorlardı.

Efendiler, bu düşünceleri isabetli görüp ona göre hareket etmenin sonucu, emirerliğinden gelen ve aslında daha yüksek bir düşünce kabiliyetine sahip bulunmayan Ethem’in koskoca Türk vatanında diktatörlüğünü kabul ve tasdik etmek olacağını anlamamak mümkün müydü?

Meclis’in heyecan ve kararsızlığını giderecek inandırıcı bir konuşma yaparak, gizli oturumlardaki görüşmeleri, çarpışmanın fiilî sonuçlarını beklemek üzere kapattık.

ETHEM VE KARDEŞLERİ KUVVETLERİYLE BİRLİKTE DÜŞMAN SAFLARINDA MÜSTAHAK OLDUKLARI YERİ ALDILAR

Efendiler, Ethem kuvvetlerinin peşine düşen birliklerimiz, 5 Ocak 1921 günü Gediz’i işgal ederek, o civarda toplandılar. Ethem ve kardeşleri de kuvvetleri ile birlikte düşman saflarında müstahak oldukları yeri aldılar. Artık Ethem olayı diye bir şey kalmamıştı.

Ordumuzun içinde bulunan düşman kovularak kendi cephesine gönderilmişti. Bundan sonra, karşımızda yalnız bir tek düşman cephesini ve bu cephe ile ilgili olayları göreceğiz. Gerçekten de bir gün sonra. 6 Ocak 1921′de Yunan ordusunun tamamı bütün cephe üzerinde her noktadan taarruza geçti.

Efendiler, o günkü askeri durumu basit bir şekilde açıklamak için şöyle diyeceğim:

BİRİNCİ İNÖNÜ ZAFERİ

İznik’ten, Gediz üzerinden Uşak’a kadar bir hat çekildiğini düşününüz, bu hattın, Gediz’in kuzeyinde kalan parçası iki yüz kilometredir. Gediz’den Uşak’a olan parçası da otuz kilometre kadardır.

Düşman, üç tümenle bu hattın kuzey ucundan Eskişehir üzerine yürüdü. Bizim Gediz’de bulunan önemli kuvvetlerimiz, Eskişehir üzerinden bu düşman tümenlerini karşılamaya mecburdu. Karşıladı ve yendi. İnkılâbımızın tarihine, Birinci İnönü Zaferi’ni kaydetti.

Güney Cephesi’ne ait olan kuvvetler, eski yerlerine Dumlupınar’a iade edildiler. Kütahya’da yalnız 61′inci Tümen, iki alay kadar kuvvetiyle İzzettin Bey (Ordu Müfettişi İzzettin Paşa’dır) komutasında bırakılmıştı.

Efendiler, 8 Ocak 1921 Cumartesi günü, Meclis’in açık oturumunda durumu anlatıyordum. Artık herkes gerçeği görmüş ve anlamıştı. Ethem ve kardeşlerinin lehinde ve yumuşak hareket edilmesi görüşünde olanlar, bu defa aleyhlerinde ve pek coşkun idiler.

Ben konuşurken «Ethem, Tevfik ve Reşit Bey’lerin» diyerek konuşmama itiraz edildi. Yükselen bir ses: «Paşa Hazretleri, artık «Bey» demeyiniz, «Hâin» deyiniz.» uyarısında bulundu. «Ethem ve Tevfik hainleri diyeceğim, fakat daha Büyük Millet Meclisi üyesi sıfatını taşıyan Reşit Bey için de aynı sözü kullanmak mecburiyetindeyim.

Yüce hey’etinize olan saygım dolayısıyla bunu söyleyemem. Önce, Reşit Bey’in Büyük Millet Meclisi üyeliğinin kaldırılmasına oy vermenizi rica ederim.» dedim.

DÜŞMANLA İŞBİRLİĞİ YAPAN MANİSA MİLLETVEKİLİ REŞİT BEY’İN MİLLETVEKİLLİĞİNİN KALDIRILMASI KARARI

Başkan, «Millet ve memleketin yüksek çıkarları aleyhine silâh kullanarak düşmanlarla işbirliği yapan Manisa milletvekili Reşit Bey’in milletvekilliğinin kaldırılmasını kabul buyuranlar el kaldırsın!» dedi. Eller kalktı, kabul olundu.

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.