Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

Büyük Nutuk » Bölüm: 10.2

0 12.271

TEVFİK CEPHE KOMUTANINI TANIMIYOR

Efendiler, tam bu günlerde, düşmanın, Bursa Cephesi ilerisinde, İznik yakınlarında bir faaliyeti hissedildi. Cephe komutanı bizzat oraya giderek yakından tedbirler almaya mecbur oldu. Onun için 28 Kasım 1920 tarihinde Kuva-yı Seyyare Komutanı Tevfik Bey’e cevap verirken: «Bu gün Bilecik’e gidiyorum. Dönüşte sizinle nerede karşı karşıya oturup görüşmek mümkün olur?» sorusunu sormuştu.

Cephe komutanına cevap verilmemişti. Cephe komutanı, İznik durumuna karşı, tedbir ve tertibat almakla meşgul bulunduğu sırada, Kuva-yı Seyyare Komutanlığı’ndan savaş raporları gelmeye başlamış… Sebebi sorulmuş:

«Raporlar gerektiği zaman Ankara’da Büyük Millet Meclisi Başkanlığı’na yazılmıştır. İmza: Yüzbaşı Tahsin» telgrafı alınmış.

Efendiler, bir cephe komutanı için, cephesinin bir kısmında geçen olaylardan bilgi alamamak ne kadar güç bir durumdur. Böyle bir belirsizlik içinde kalmak, bütün cephenin idaresini yanlış yola sürükleyebilir. Düzeltilmesi imkânsız tehlikeli durumlara yol açabilir. Cephe Komutanı İsmet Paşa, 29 Kasım 1920 tarihinde, durumu Ankara’da bulunan Kuva-yı Seyyare Komutanı Ethem Bey’e yazarak, raporlar için vekilinin uyarılmasını bildiriyor.

İsmet Paşa, 29 Kasım 1920′de, bize şu telgrafı gönderdi:

Ankara’da Büyük Millet Meclisi Başkanlığı’na

Ankara’da Genelkurmay Başkanlığı’na

1 – Kuva-yı Seyyare Komutanlığı, 27.11.1920 akşamından beri Cephe Komutanlığına rapor vermemektedir.

2 – Bu gün Ethem Bey’den, vekilini uyarmasını rica ettim. Düşmandan geri alınan yerlerin idaresi için kurulan Simav Bölgesi Komutanlığı dolayısıyla, Tevfik Bey’in üzüntü duyduğunu bildiren Ethem Bey’den bu gün bir telgraf almış ve cevap vermiştim. Durumda dikkati çekecek ölçüde bir olağanüstülük varsa da, geniş bilgim yoktur. Oraca alınan bilgilerin gönderilmesini rica ederim.

Efendiler, Batı Cephesi Komutanlığı ile Kuva-yı Seyyare Komutanlığı arasında geçen yazışmaları ve ortaya çıkan durumu nasıl öğrendiğimi müsaade buyurursanız açıklayayım:

Kuva-yı Seyyare Komutan Vekili Tevfik Bey tarafından İsmet Paşa’ya yazılan, asker kaçakları ile casusların İstiklâl Mahkemesi’ne karşı olduğunu ve Kuva-yı Seyyare’nin sol kanadının yirmi dört saate kadar 12′inci Kolordu’ca emniyete alınmayacak olursa, kuvvetini Efendiköprüsü’ne çekeceğini bildiren telgrafları, bana Ankara’da bulunan Ethem Bey verdi. Ben tabiî olarak bu telgrafları anlamlı buldum.

Kuva-yı Seyyare’nin durumunda tedbir alınmasını gerektiren dikkate değer bir hal gördüm. Onun için, İsmet Paşa’ya çektiğim ve bu telgrafları Ethem Bey vasıtasıyla öğrendiğimi bildirdiğim 25 Kasım 1920 tarihli telgrafta, «Tevfik Bey’in, önem verdiğim bu müracaatına karşı ne şekilde cevap verildiğinin ve ne gibi tedbirler alınmış olduğunun bu gece bildirilmesini rica ederim» demiştim.

İsmet Paşa, arada geçen yazışmayı olduğu gibi bildirdi.

Efendiler, bir taraftan da, 28 Kasım 1920 tarihinden başlayarak, Kuva-yı Seyyare’nin sabah ve akşam raporları, «Umum Kuva-yı Seyyare Komutan Vekili Mehmet Tevfik imzasıyla doğrudan doğruya bana bildirilmeye başladı. Tevfik Bey’e şu şifreli telgrafı yazdım:

Ankara, 29/30.11.1920

1′inci Kuva-yı Seyyare Komutan Vekili

Tevfik Beyefendi’ye

İki üç günden beri doğrudan doğruya bana göndermekte olduğunuz raporların son maddesinde, Batı Cephesi Ordu Komutanlığı’na verilmiş olduğu kaydının bulunmadığı dikkatimi çekti. Bir yanlışlık mıdır, yoksa bir sebebe mi dayanmaktadır? Bu konuda bilgi verilmesini rica ederim.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı

Mustafa Kemal

Bu telgrafıma Tevfik Bey’den cevap almadım. Fakat Ankara’da bulunan Ethem Bey’den rahmetli Hayati Bey’e şöyle bir yazı gönderildi:

30.11.1920

Hayati Bey Kardeşime

Tevfik Bey’le İsmet Beyefendi arasındaki anlaşmazlığın sebepleriyle, bu konuda her ikisiyle yaptığımız yazışmaları olduğu gibi takdim ediyorum. Lûtfen Paşa Hazretleri’ne gösterilip okunarak yanlış bir kanaata meydan verilmemesini rica ederim, efendim.

Kuva-yı Seyyare ve Kütahya Bölgesi Komutanı

Ethem

Efendiler, bu yazıya ilişik olan telgraflarda dikkati çeken noktalar şunlardı:

Tevfik Bey, kardeşine diyor ki: «Simav Bölgesi Komutanlığı’na kesinlikle ihtiyaç yoktur. Bu bölge komutanının Eskişehir’e dönmesi için şimdi emir verdim.» Tevfik Bey, İsmet Paşa’nın halka hitaben yayınladığı bildirisini de şöyle yorumluyordu:

«Bu bildiri, bulunduğumuz yerlerde bizim adaletsiz, emniyetsiz ve namussuzcasına hareket ettiğimizi ilân ediyor… Kuva-yı Seyyare, bunu kesinlikle kabul etmez. Bu konular aydınlanıncaya kadar, Kuva-yı Seyyare, Batı Cephesi Komutanlığı’nı tanımayacaktır.»

Bunun üzerine, Ethem Bey, İsmet Paşa’ya yazdığı telgrafta, kardeşinin üzüntüsünden söz ettikten sonra, bu işlerin kendisinin dönüşünden sonraya bırakılmasını rica ediyor. Kardeşine de, durumu Batı Cephesi Komutanlığı’na yazdığını, ancak kendisinin de ölçülü ve nezaketli davranması ve mukabele etmesi gerektiğini bildiriyor. Tevfik Bey, 28 Kasım 1920′de Ethem Bey’e yazdığı karşılık telgrafında:

«Namusumuzla oynayan Batı Cephesi Komutanı’nı bundan böyle âmir olarak tanımayacağımı ve Simav’a gönderdiği komutanına, bu gün yanındakilerle birlikte Eskişehir’e dönmesi için emir verdiğimi…. yazmıştım» dedikten sonra «Bu hususta başka bir şey düşünemem ve düşünebilmek imkânı da yoktur, efendim» diyordu.

Tevfik Bey’in kardeşine çektiği yine aynı tarihli bir telgrafında da:

«…… En ufak bir şey hissedersem bu yeni kurulan komutanlığın bütün mensuplarını gözaltında Batı Ordusu’na iade edeceğim. Batı Ordusu Komutanı İsmet Bey’in bu cephe komutanlığını idare edemeyeceğini anlıyorum» denilmekte idi.

Efendiler, bundan sonra, Kuva-yı Seyyare’nin savaş raporları Ankara’da Ethem Bey’e geliyor ve Ethem Bey tarafından Batı Cephesi’ne gönderiliyormuş.

Bundan başka, Kuva-yı Seyyare Komutanlığı, Batı Cephesi haberleşmelerine sansür koymuş. Telgraf ve telefon hatlarının Kuva-yı Seyyare Komutanlığı’nın haberleşmeleriyle meşgul olduğundan söz edilerek, cephe ile haberleşmeler açık ve resmî şekilde yasaklanmış. Aynı zamanda, Kuva-yı Seyyare’nin Eskişehir dolaylarına saldıracağı söylentisi yayılmıştır.

ETHEM VE TEVFİK KARDEŞLERLE KENDİLERİ GİBİ DÜŞÜNEN BAZI ARKADAŞLARININ MİLLÎ HÜKÛMETE İSYANI

Saygıdeğer Efendiler, bu durumu hep birlikte incelemeye yardım edecek kadar bilgi arz ettiğimi sanıyorum. Kolaylıkla anlaşılmakta idi ki, Ethem ve Tevfik kardeşlerle, kendileri gibi düşünen bazı arkadaşları, millî hükûmete karşı isyana karar vermişlerdi. Bu kararlarının uygulanması için Tevfik Bey cephede bahane ararken ve kuvvetlerini cepheyi terk ederek toplarken, Ethem Bey, milletvekili olan kardeşi Reşit Bey ve daha birtakımları da siyasî yoldan çalışıyorlardı.

İsyan plânında başarılı olabilmek için, her şeyden önce, buna engel sayılan Batı Cephesi’ndeki ordunun başında bulunan komutanın itibar ve makamından düşürülerek orduya hâkim olunması gerekiyordu. Ondan sonra da Meclis kamuoyunu tamamiyle kendi lehlerine çevirerek komutan, bakan veya hükûmet düşürmekte kolaylık sağlamak önemli bir noktaydı. İşte bu maksatlarla çalışmakta olduklarına bizde şüphe kalmamıştı.

Ethem Bey’in, İsmet Paşa’ya ve kardeşi Tevfik Bey’e yazdığı telgraflarda kullandığı yumuşak ve nazik bazı kelimelerin, biraz daha zaman kazanmak maksadına dayandığına ve bu meseleyi İsmet Paşa ile Tevfik Bey arasındaki anlaşmazlıktan doğan bir üzüntü dolayısıyla, en sonunda Tevfik Bey’in öfkesine hâkim olmayarak biraz ileri gitmesinden ibaret gösterip, kendilerinin pek yumuşak başlı ve alçak gönüllü olduklarını bir zaman için daha göstermeye çalıştıklarına hükmetmemek mümkün değildi. Biz de durumu olduğu gibi ciddî saydık. Siyasî ve askerî tedbirlerimizi ona göre uygulamaya başladık.

Efendiler, arz etmeliyim ki, gerek cephede gerek Ankara’da her bakımdan ihtiyaç duyulan tedbirleri aldırmıştım. Ethem ve kardeşlerinin isyanından asla çekinmiyordum. İsyan ettikleri takdirde yola getirilip cezalandırılacaklarına şüphem yoktu. Onun için pek serin ve geniş hareket ediyordum.

Mümkün olduğu kadar kendilerini nasihatle yola getirmeye ve saygılı olmaya çalışmayı, bunu başaramadığım takdirde, kamuoyunda daha çok açıklık kazanacak olan saldırganca faaliyet ve hareketlerinin gerektirdiğini yapmayı tercih ediyordum.

Bu düşünceyle, 2 Aralık 1920 tarihinde, Ankara’da bulunan Ethem ve Reşit Bey’lerle diğer bazı kimseleri de yanıma alarak bizzat Eskişehir’e gitmeye ve orada İsmet Paşa ile de birleşerek yüzyüze konuşmaya ve anlaşmaya karar vermiştim.

Ethem Bey’in bu geziye benimle gitmekten çekineceğini tahmin ediyordum. Halbuki, Ethem Bey’i de birlikte alıp götürmek bence pek gerekliydi. Bunun için istekli olsun olmasın, Ethem Bey’i de birlikte götürmek veyahut ısrarı halinde ona göre bir tutumu benimsemek üzere gereken tedbirlerin alınmasını da emretmiştim.

Gerçekten de, ertesi günü, Ethem Bey hastalığını ileri sürerek birlikte seyahat edemeyeceğini bildirdi. Doktor Adnan Bey de Ethem Bey’in rahatsızlığının seyahate engel olduğunu söyledi. Israr ettim. Nihayet 3 Ekim 1920 akşamı özel bir trenle Eskişehir’e hareket ettik. Ethem ve kardeşi Reşit Bey’lerden başka yanımızda bulunan arkadaşlardan başlıcaları şunlardı:

Kâzım Paşa, Celâl Bey, Kılıç Ali Bey, Eyüp Sabri Bey, Hakkı Behiç Bey, Hacı Şükrü Bey.

3 Aralık 1920 sabahı, erkenden, henüz ben uykudayken tren Eskişehir’e vardı. Daha önce İsmet Paşa’nın henüz Bilecik’te bulunduğu anlaşılmış olduğundan Eskişehir’de durmayıp Bilecik istasyonuna gitmeye karar vermiştik. Eskişehir’de uyandığım zaman, trenin niçin durduğunu ve yoluna devam etmediğini sordum.

Yaverlerim, arkadaşların sabah kahvaltısı yapmak üzere istasyonun karşısındaki lokantaya gittiklerini ve şimdi gelmek üzere bulunduklarını söyledi. Çabuk gelmeleri için haber gönderilmesini istedim. Birkaç dakika sonra «hazırız» denildi. «Bütün arkadaşlar geldi mi?» dedim. Bunun üzerine yapılan araştırmadan anlaşıldı ki, herkes hazırdı ama Ethem Bey bir arkadaşıyla birlikte ortada yoktu. Derhal Ethem Bey’in kaçırıldığına hükmettim.

Fakat bunu kimseye söylemedim. Yalnız, «o halde, dedim, Ethem Bey olmaksızın bizim Bilecik’e gitmemizde bir fayda yoktur. İsmet Paşa’yı da buraya çağırırız.»

İsmet Paşa da, telgraf başında yapılan özel bir görüşmeden sonra, Eskişehir’e hareket etti. Daha önce, yalnız ve özel olarak görüşmemiz gerekli olduğundan ben de bir iki istasyon ileri giderek buluştuk. Birlikte 4 Aralık 1920 akşamı Eskişehir’e geldik. Orada bekleyen arkadaşlarla hep birlikte bir lokantada yemek yedik.

Ethem Bey yoktu. Nerede olduğunu kardeşinden sordum. Rahatsız, yatıyor dedi. O gece İsmet Paşa’nın karargâhında Kâzım Paşa, Celâl Bey, Hakkı Behiç Bey de hazır olduğu halde, Reşit ve Ethem Bey’lerle konuşacaktık. Onun için Reşit Bey, Ethem Bey’in hasta olduğunu söylerken, görüşmek üzere karargâha gelebileceğini de ilâve etmişti. Yemekten sonra karargâha gittik, fakat Ethem Bey gelmemişti. Reşit Bey’e ne vakit geleceğini sordum. Verdiği cevap şuydu: Ethem Bey şu dakikada kuvvetlerinin başındadır!

Bu habere rağmen sakin olmayı ve görüşmeyi tercih ettik.

Şu noktayı da belirtmeliyim ki, ben Eskişehir’e resmî bir sıfatla gitmemiştim. Orada hazır bulunan bazı arkadaşların yanında, İsmet Paşa ile olan görüşme ve konuşmalarımızı, tarafsız bir arkadaş sıfatıyla yaptığımı söylemiştim. İsmet Paşa, durumu, aralarında geçen haberleşmeleri, Kuva-yı Seyyare Komutan Vekili olarak Tevfik Bey’in aldığı serkeşçe tavrı anlattı. Reşit Bey, kardeşleri ve kendi adına cevap veriyordu.

Reşit B ey, pek kaba ve saldırganca konuşmaya başladı. Kardeşlerinin birer kahraman olduklarını, hiç kimsenin emri altına girmeyeceklerini, bunu böylece kabul etmeye herkesin mecbur olduğunu pervasızca söylüyor; ordu, disiplin, komuta ve hükûmet kavramlarıyla bunların gereklerine dair ileri sürülen görüşlere kulak bile vermiyordu.

Onun üzerine, ben dedim ki: «Bu dakikaya kadar sizinle eski bir arkadaşınız sıfatıyla ve sizin lehinizde bir sonuç almak için samimî bir duyguyla görüşüyordum. Bu dakikadan itibaren arkadaşlık ve yakınlığım son bulmuştur. Şimdi karşınızda Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin ve Hükûmeti’nin Başkanı bulunmaktadır.

Devlet Başkanı olarak, Batı Cephesi Komutanı’na, durumun gereğini yerine getirmek üzere yetkisini kullanmasını emrediyorum.» Hemen İsmet Paşa da dedi ki: «Emrimde bulunan komutanlardan herhangi biri bana karşı gelmiş olabilir. Ben onu yola getirmeye ve cezalandırmaya muktedirim. Bu konuda daha kimseye karşı aczimi itiraf etmiş ve hiç kimsenin bana ait olan bu görevin kolaylıkla yerine getirilmesi için yardımını rica etmiş değilim.

Ben durumun gerektirdiği işleri yaparım.»

Tarafımdan ve İsmet Paşa tarafından alınan bu ciddî tavır üzerine, avazı çıktığı kadar bağırırcasına konuşan Reşit Bey, derhal şimdi; ileri gitmekte acele edilmemesini, kendisi kardeşlerinin yanına giderse bir uzlaşma çaresi bulabileceğini söyledi. Bundan bir sonuç çıkmayacağı, maksadın kardeşlerine durumu anlatmak ve zaman kazanmak olduğu meydandaydı.

Buna rağmen Reşit Bey’in bu teklifini kabul ettik. Ertesi günü, İsmet Paşa’nın hazırlatacağı özel bir trenle Kütahya’ya kardeşlerinin yanına gitmesi uygun görüldü. Kâzım Paşa’nın da Reşit Bey’le birlikte gitmesi yerinde bulundu. Hareket ettiler.

BİLECİK GÖRÜŞMESİ

Saygıdeğer Efendiler, müsaadenizle bu hikâyeyi şimdilik burada bırakacağım. Aynı günde, yani 5 Aralık 1920′de Bilecik istasyonunda bekleyen Ahmet İzzet Paşa hey’etine temas edeceğim: Hatırınızdadır ki, İzzet Paşa’nın istek ve teklifi üzerine, kendileriyle Bilecik’te görüşülmesine karar verilmişti.

Hey’et, ayın dördünden beri beni Bilecik istasyonunda bekliyordu. Bu hey’et, İzzet ve Salih Paşa’larla elçilerden Cevat, Ziraat Nâzırı (Tarım Bakanı) Hüseyin Kâzım, Hukuk Müşaviri Münir Bey’lerden ve Hoca Fatin Efendi ‘den kurulmuştu.

Bilecik istasyon binasının bir odasında birleştik. İsmet Paşa da beraberdi. Görüşme şöyle geçti: Ben, ilk söz olarak «Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Hükûmeti Başkanı» diye kendimi tanıttıktan sonra: «Kimlerle müşerref oluyorum?» sorusunu yönelttim.

Salih Paşa, benim maksadımı kavrayamadığı için, kendisinin Bahriye ve İzzet Paşa’nın da Dahiliye Nâzırı olduğunu söylemeye çalışırken, ben derhal, İstanbul’da bir hükûmet ve kendilerini o hükûmetin üyeleri olarak tanımadığımı; eğer İstanbul’daki bir hükûmetin nâzırları olarak görüşmek istiyorlarsa, kendileriyle görüşmekte mazur olduğumu bildirdim. Ondan sonra kimlik ve yetki söz konusu edilmeden görüşülmesi uygun bulundu.

Konuşmanın bazı safhalarında, Ankara’dan bizimle birlikte gelen bazı milletvekili arkadaşları da bulundurdum. Birkaç saat süren konuşmadan, gelen kimselerin esaslı hiçbir bilgi ve kanaate sahip olmadıkları anlaşıldı. Sonunda, kendilerine İstanbul’a dönmelerine izin vermeyeceğimi ve beraberce Ankara’ya gideceğimizi bildirdim.

İZZET VE SALİH PAŞALAR ANKARA’DA

Zaten beklemekte olan trenle hareket edildi. 6 Aralık 1920′de Ankara’ya geldik. İstanbul’dan gelen hey’eti itirazlarına rağmen alıkoymuştum. Fakat bunu ilân etmeyi yararlı bulmadım. Çünkü, İzzet ve Salih Paşa’larla diğerlerinden millî hükûmet işlerinde yararlanarak haysiyetlerini korumak istedim.

Bu maksatla, Ankara’ya gelir gelmez basına verdiğim resmî bildiride, adı geçen kimselerin Büyük Millet Meclisi Hükûmeti’yle görüşme yapmak bahanesiyle İstanbul’dan çıktıklarını, memleketin iyilik ve selâmeti için daha yararlı ve daha etkili bir şekilde çalışmak üzere bize katıldıklarını ilân ettirdim.

Efendiler, bizim İzzet Paşa hey’etiyle Bilecik – Ankara yolu üzerinde bulunduğumuz 5/6 Aralık 1920 tarihinde Reşit Bey’den, Kütahya’ya vardığını, ertesi günü Tevfik Bey’le görüşeceğini, Ethem Bey’in de oraya geldiğini bildiren fakat daha olumlu bir anlam taşımayan bir telgraf aldım.

Dört gün sonra da Reşit Bey’in, geri dönerken Eskişehir’den gönderdiği 9 Aralık tarihli bir telgrafında: «Tevfik ile olan mesele iyi bir sonuca bağlanmıştır» denildikten sonra, «Fakat tanımak ve tanıtmak istediğimiz kimselerin basit ve zamana uygun olarak düşünememelerine veya düşünemediklerine binbir işaret konmuştur» ibaresi okunmaktaydı.

Reşit Bey tarafından, Eskişehir’deki Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa’ya da, meselenin çözüme bağlandığı, haberleşmenin sağlandığı ve Simav Bölgesi Komutanının yerine gönderilebileceği söylenmişti.

9 Aralık 1920′de Ethem Bey’den de aldığım bir şifreli telgrafta, meselenin İsmet Paşa tarafından maksatlı ve zamansız olarak çıkartılmış olduğu anlatılmak isteniyordu. Sözde almakta olduğu bütün tedbirlerden ve yaptığı düzenlemelerden o zaman Başyaverim bulunan Salih Bey’in de aynen haberdar edildikleri belirtiliyordu.

Benim kuruntuya düşürüldüğümü delilleri ile haber aldığını yazıyordu. Ondan sonra inandırıcı birtakım sözlerle, Kuva-yı Seyyare’den olup da Maden’den katılmak üzere geri dönen fakat Genelkurmay’ın emriyle Güney Cephesi’ne gönderilen bir müfrezesinin kendi emrine verilmesini ve Kuva-yı Seyyare’nin Fuat Paşa zamanında seyyar jandarma teşkilâtı gereğince bütçeye dahil edildiğini ileri sürerek fazla para koparmak istediği anlaşılıyordu.

Benim üç gün sonra buna verdiğim inandırıcı cevapta: «Son günlerin beklenmedik olaylarının beni kuruntuya değil, kararsızlığa düşürdüğünü itiraf ederim» dedikten sonra: «… genel durumumuzun uyum ve düzenini bozmakta hiç kimseye göz yummamasını» bildirdim.

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.