Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

Bulgaristan Türklerinin Göçmenlik Serüveni

0 28.192

Prof. Dr. Cengiz HAKOV

Bulgaristan Türkleri Osmanlı Devleti’nin dağılmasının tarihi bir neticesidir. 1877-1878 Rus-Türk Savaşı sonucu Bulgar Devleti’nin yeniden kurulmasıyla, Bulgaristan Prensliği’nin hudutları içinde Bulgar nüfustan çok bir Türk nüfusu kalmıştır. Bu nedenle Bulgaristan Türklerinin Türkiye’ye göç ettirilmesi, ideolojik ve politik yönelimleri farklı da olsa bütün Bulgar hükümetlerinin değişmez bir devlet siyasetine dönüşmüştür. Bunun ve komşu ülkelerden gelen Bulgar göçmenlerinin kabulü sonucu Bulgaristan nüfusunun demografisi değişmiş ve Bulgar nüfusu artmıştır. Bu yüzden, Bulgaristan Türklerinin gönüllü ve zoraki, kanuni ve gayri kanuni Türkiye’ye göç ettirilmesi onların tarihi kaderi olmuştur.

Bulgaristan’dan Türk nüfusunun yığınlar halinde göçü, Rus-Türk Savaşı (1877-1878) yıllarında başlamıştır. Bulgaristan Prensliği ve Doğu Rumeli hudutları içinde kalan topraklardan bir milyon Türk ve diğer Müslüman nüfus ülkeden göç etmiştir. Bulgaristan Prensliği’nde 1880 yılında yapılan ilk resmi nüfus sayımında Bulgarlar 1.920.000 kişi (%71’i); Türk ve Müslüman nüfusu ise 750.000 kişi (toplam nüfusun %28’i) idi.

Balkan Savaşları ve Bulgaristan’ın komşu ülkelerle imzaladığı anlaşmalar sonucunda, Türk nüfusunun Türkiye’ye; Doğu Trakyalı Makedonya ve Dobrucalı Bulgarların da Bulgaristan’a göçmeleri devam etmiştir. Bunun neticesi olarak, ülkede Bulgar nüfusu aralıksız artarken Türklerin ve diğer Müslümanların nüfusu azalmaya başlamıştır. Ancak 1880 yılında yaklaşık olarak 2 milyona ulaşan Bulgar nüfusu, 1900 yılında 3 milyon 700 bine, 1926 yılında 5 milyon 400 bine, 1956 yılında 7 milyona yükselmiştir. Aynı zamanda 1880 yılında Türk ve diğer Müslüman nüfusu 750 bin kişiyken, 1900 yılında 643 bine düşmüş, 1926’da 825 bin 774’e ulaşmıştır. 1934 yılında 821.298’e inmiştir; 1956’da ise diğer Müslüman nüfus dışında, Türk nüfusu 656.028 kişiyi bulmuştur.

Bulgaristan’da yaşayan diğer Türk ve Müslüman nüfus arasındaki orana 1910 yılı istatistikleri en iyi delil oluşturmaktadır. Aynı yıl toplam nüfusun %13’ünü oluşturan Türk-Müslüman nüfusun %11’ini Türkler, %2’sini ise diğer Müslümanlar teşkil etmekteydi. 1878 yılında imzalanan Berlin Antlaşması’nın 4 ve 12. maddelerinde Bulgaristan’da Türk nüfusunun hak ve çıkarlarından bahsedilir.

1909 yılında iki ülke arasında müftülüklerin ayrılmasına dair imzalanan protokolde ise artık Türk değil Müslüman encümenliklerinden bahsedilmektedir. Çünkü müftülüklerin eylem alanına Türklerden başka diğer Müslümanlar da girmektedir.

1913 yılında imzalanan İstanbul Bulgar-Türk Antlaşması’na göre Bulgaristan’daki Türk- Müslüman nüfusuna geniş haklar tanınmıştır. Bu anlaşma gereğince, onların görüş, dinsel inanç ve ibadetleri ve bu arada ayinlerde halife olan sultanın adının anılması özgürlüğü de verilmiştir. Bütün Müslümanlara Türk makamları tarafından verilen resmi belgeler Bulgaristan’da tanınmıştır. Örneğin Türk kanunlarına göre taşınmaz mallar üzerindeki sahiplik hakları, sultanın ve hanedanlık üyelerinin özel mülklerini korumakta geçerli olmuştur. Her iki ülke tebaası, geçmişte olduğu gibi şimdi de hudutları geçerek diğer ülkede serbestçe yolculuk yapabilecekti.

1913 anlaşması eklerinin birine göre Sofya’da şeriat çerçevesinde ülkedeki diğer müftülükleri, dini ve hayırsever kuruluşları kontrol etmek ve Türk ilk ve ortaokullarını teftiş etmekle görevlendirilen Başmüftülük açılmıştır. Tüzel bir kişi olarak Müslüman encümenlikleri, şeriat yasaları gereğince idare edilen vakıf mallarının sahibi sayılmaktadır. Bedeli ilgili encümenlik hesabına yatırılmadıkça hiçbir vakıf malı kamulaştırılmayacaktır. Lakin Bulgaristan’daki Türk-Müslüman nüfusuna tanınmış olan bu geniş haklar, pratik olarak gerçekleştirilmemiştir. Pomak ahalisine ise (Hıristiyan-Ortadoks dinini kabul ettirmek için) idari baskılar ve önlemler uygulamıştır. Bütün bu tedbirler, Bulgar-Türk ilişkilerinde belli bir soğukluğa neden olmuştur. Bunun için Bulgaristan’daki Türk-Müslüman nüfusunun hakları sorunu 1925 Ankara Bulgar-Türk Antlaşması’nın imzalanmasına kadar çözüm bulamamıştır. Bu antlaşmanın ek protokolü Bulgaristan ve Türkiye’deki azınlıkların haklarına aittir. Türkiye’deki Bulgarların azınlık hakları 1923 Lozan Antlaşması; Bulgaristan’daki Türklerin azınlık hakları ise 1919 Nöy Antlaşması ile himaye altına alınmıştır. Böylelikle azınlıklara karşılıklı olarak uluslararası azınlık haklarına göre muamele edilmiştir. Azınlık hakları tanınmış olmasına rağmen göç sorunu Bulgaristan Türklerinin hayatında işkenceye dönüşmüştür. Savaş öncesi dönemde göç meselesi, 1925 yılında Bulgaristan ile Türkiye arasında imzalanan dostluk anlaşmasının ayrılmaz bir bölümü olan Oturma Sözleşmesi ile ayarlanmıştır. Bu sözleşmeye göre, iki ülke Bulgaristan Türklerinin Türkiye’ye gönüllü göç etmesine hiçbir engel çıkarmayacakları konusunda anlaşmışlardır. Bu göç akını 2. Dünya Savaşı ve savaş sonrası birden azalmıştır. 1840 yılından 1949 yılına kadar toplam 21.353 Bulgaristan Türkü Türkiye’ye göç etmiştir. Bunun nedenleri savaş dönemi şartları ve Bulgaristan’da siyasi rejimin değişmesi olmuştur.

9 Eylül 1944 yılında Bulgaristan’da Komünist Partisi’nin öncülüğünde Vatan Cephesi hükümeti kurulmuştur. Bulgaristan, Sovyetler Birliği’nin etkisi altına girmiştir. Yeni hükümet, kendi iktidarını güçlendirebilmek amacıyla geniş halk yığınlarının ve bu arada Bulgaristan Türklerinin en acil ihtiyaçlarını karşılayabilmek için bir dizi girişimlerde bulunmuştur. Örneğin büyük sayıda topraksız veya az topraklı Bulgaristan Türküne çalışmak üzere toprak verilmiştir. Türk okullarında mecburi Türk dili öğretimi yapılmış, Bulgar meslektaşlarıyla birlikte Türk öğretmenlerine de muntazam maaş ve emekli maaşları ödenmiş, Türk öğretmen kadrolarını yetiştirmek amacıyla pedagoji okulları açılmış, “Nüvvab” ruhani okulu liseye dönüştürülmüş vb. tedbirler alınmıştır.

1946 yılı Parlamento seçimlerinde Bulgaristan Türkleri seçimler sonrası iktidarını daha da güçlendiren Vatan Cephesi hükümetine oy vermişlerdi. Yeni kurulan Vatan Cephesi hükümetinde Komünist Partisi’nin mevzileri daha da güçlenmiştir. Sanayi, tarım ve eğitim-kültür alanında ilk sosyalist değişimlerin gerçekleştirilmesine geçilmiştir. Bulgaristan Türklerinin toprakları ve koşum hayvanları ellerinden zorla alınarak yeni kurulmuş kooperatiflere verilmiştir. Türk dili öğretiminin kısıtlanması, Kur’an’ı Kerim öğretiminin kaldırılması vb. faaliyetlerden memnuniyetsizlikler Bulgaristan’daki Türk konsoloslarına Türkiye’ye göç dilekçelerinin verilmesiyle gösterilmiştir.

Bulgaristan, Sovyetler Birliği alanı etkisinde kalıp, Sovyet hükümetinin yürüttüğü dış politikayı izlemiştir. Sovyetler Birliği’nin savaştan hemen sonra Boğazlar bölgesinde askeri üs ve Türk toprakları hakkında ileri sürdüğü iddialardan ötürü, Sovyet-Türk ilişkilerinde beliren gerginlik, Bulgar-Türk ilişkilerine de yansıyarak, bu ilişkinin gelişmesini de olumsuz yönde etkilemiştir. Bulgar hükümeti, Bulgaristan Türklerinin sosyalist değişimlere menfi tutumları olmasından memnun değildir ve onlara Türk devletinin potansiyel ajanları ve Bulgar-Türk sınırında güvenliği tehdit eden bir unsur olarak bakmıştır. Bu nedenle, hükümet onlardan kurtulmak amacıyla Türkiye’ye göç ettirme ve Bulgar-Türk sınırı boyunca yerlerine Bulgar nüfusu yerleştirme kararı almıştır.

Bulgar hükümeti 30 Ağustos 1950 tarihinde özel bir nota ile Türk hükümetinden üç ay içinde 250.000 Bulgaristan Türkü almasını istemiştir. Türk hükümeti böyle bir kısa süre içinde bu kadar kalabalık bir göçmen kitlesini kabul etmeyi reddetmiştir ve 1925 yılında imzalanan Oturma Sözleşmesi’ne uyarak, Türkiye’ye gönüllü olarak göç etmek isteyenlere giriş vizesi vermeye devam etmiştir. Bulgaristan’daki Türk konsolosları, 1 Ocak 30 Eylül 1950 tarihleri arasında Bulgaristan Türklerine 212.150 giriş vizesi vermiştir. Türk makamlarının 7 Ekim 1950 tarihinde sınırı kapatması sonucu vize alanların hepsi göç etmeye muvaffak olamamıştır. Buna neden olan Türklerden başka Çingenelere de Bulgarlar tarafından pasaport ve çıkış vizesi vermesidir. Türk hükümeti dış ülkelerden alınacak göçmen çingeneleri kabul etmemiştir.

Çingeneler yeniden Bulgaristan tarafından kabul edilene kadar hudut kapalı kalmıştır. 2 Aralık 1950 yılında Türkiye yeniden sınırı açmıştır ve Bulgaristan Türklerinin göçü için mali ve maddi yardım sağlamayı kararlaştırmıştır. Bu durumda göç etmek isteyenlerin sayısı daha da fazlalaşmıştır ki, bu durum Türk hükümetine fevkalade mali ağırlığa yol açmıştır. Bundan dolayı 8 Kasım 1951 tarihinde Türk hükümeti yeniden hududu kapatmış ve birçok göçmen hududun Bulgaristan tarafında kalmıştır. Türk hükümeti yine çingenelere sahte pasaport ve çıkış vizesi verilmesini sebep göstermiştir. Bu sırada Bulgaristan hükümeti de Türkiye daha fazla göçmen almak istemiyor diye hududu kapatma kararı alır. Ama o zamana kadar süren iki yıllık göç kampanyası sırasında (1950/1951) Bulgaristan’dan Türkiye’ye toplam 37.351 aile veya 154.393 Bulgaristan Türkü göç etmiştir.

Göç kampanyası durduktan sonra iki taraf da birbirini suçlar. Asıl sebep ise Sovyetler Birliği’nin dış politikasında köklü değişmeler olmasıdır. Sovyet hükümeti Bulgaristan hükümetinden, Bulgaristan Türklerinin Türkiye’ye göç ettirilmesine son verilmesi ve onları gelecekte Türkiye’de sosyalist devrime kadro gibi yetiştirme isteğinde bulunmuştur. Bizzat Stalin, Sofya’ya ünlü Azerbaycan bilim adamı Mustafayev başkanlığında bir heyeti Bulgaristan Başbakanı Çervenkov’a bu konuda Sovyetler Birliği’nin yeni politikasını etraflıca izahı etmesi için gönderir. Ayrıca Azerbaycan Yüksek Pedagoji Enstitüsü’nün Rektörü Prof. Aleskerov Bulgaristan Milli Eğitim Bakanlığı’na müşavir olarak gönderilmiştir ki, o burada Bulgaristan Türklerinden kadro yetiştirme işini koordine etmiştir.

Bulgaristan-Türk hududundan geri dönenlere, yaşadıkları köy ve kasabalarda yeniden yerleşmeleri için her çeşit yardım resmi Bulgar makamları tarafından yapılmıştır. Yeni Türk liseleri ve pedagoji okulları açılmıştır. Üniversite ve yüksek okullara düşük notlarla veya sınava girmeden çok sayıda Türk genci alınmıştır. Sofya Üniversitesi’nde Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü açılmıştır. Yeni açılan Türk liseleri ve pedagoji okullarına öğretmen yetiştirmek için onlarca Türk genci Azerbaycan’a gönderilmiştir. Şumnu, Razgrad ve Kırcali şehirlerinde Türk-Estrad Tiyatroları açılmıştır; Türkçe basım ve Sofya radyosunun Türkçe yayınları artmıştır. Pratik olarak sosyalizmin Türk azınlık için üstünlükleri gözler önüne serilmeye çalışılmıştır. Fakat o zaman, bütün azınlık hak ve edinimlerinin kendilerine gelecekte Türkiye’de Sosyalist devrimini gerçekleştirecek kadrolar olarak hazırlanmaları için verildiğini Bulgaristan Türkleri akıllarının ucundan bile geçirmemişlerdi.

Fakat uluslararası ilişkilerin gelişmesi ve Bulgaristan’da iç politikanın değişmesinin neticesi olarak, Bulgaristan Türkiye’ye devrimci kadro yetiştirme politikasına son vermiştir. 1953 yılında Stalin’in ölümünden sonra Sovyetler Birliği, Türkiye’ye karşı konfrontasion politikasından vazgeçmiş ve İkinci Dünya Savaşı öncesi Sovyet-Türk dostluğu politikasını canlandırmayı hedef almıştır. 1956 yılından sonra Bulgaristan’da iktidara gelen yeni parti ve hükümet yönetmeliği, başta Todor Jivkov olmak üzere, bütün alanlarda sosyalizmi tam bir zafere ulaştırmak politikasını gerçekleştirmeyi kararlaştırmıştır. Azınlıksız, etnik grupsuz sosyalist tek Bulgar ulusu yaratmak adına Bulgaristan Türklerine karşı acil asimilasyon politikası uygulanmaya başlamıştır. 1959-1960 ders yılından itibaren bütün Türk okulları Bulgar okullarıyla birleştirmiş, Türk dili öğretimi serbest seçmeli yabancı dil gibi muamele görerek son derece sınırlandırılmıştır. Bundan sonra Bulgaristan Türklerinin bütün eğitim ve kültürel edimleri birer birer yok edilmiştir. Bulgaristan Türkleri, bir taraftan kurulan köy kooperatiflerinden, öteki taraftan asimile politikasından korkarak yeniden Bulgaristan’daki Türk konsoloslarına Türkiye’ye göç dilekçilerini vermeye başlamışlar. Üstelik birçoğunun önceki göç kampanyasından ellerinde pasaport ve giriş vizesi kalmıştır.

50’li yılların ikinci ve 60’lı yılların birinci yarısında Bulgar ve Türk tarafından yeni göç antlaşması imzalamak için yapılan teşebbüsler yeterli olmamıştır. Çünkü bu sorunu çözmek için gereken siyasi idare yeterli değildi. Nihayet Bulgar Dışişleri Bakanı Ivan Başev’in 1966 yılının yazında Türkiye’ye yaptığı ziyaret sırasında her iki taraf, önceki göç kampanyalarında parçalanmış olan Bulgaristan Türklerinin ailelerini bir araya getirmek için yeni göç antlaşması imzalamaya karar vermişlerdir. Bundan sonra 1968 yılının Şubat ayında iki ülkenin bilirkişileri tarafından yürütülen görüşmeler sonucunda, Bulgaristan Başbakanı Todor Jivkov’un 22 Mart 1968 tarihinde Türkiye’ye yaptığı ziyaret esnasında antlaşma imzalanmıştır. Bu antlaşma, iki ülkenin parlamentoları tarafından onaylandıktan sonra 19 Ağustos 1969 tarihinde yürürlüğe girmiştir.

Yeni antlaşmaya göre yakın akrabaları 1952 yılına kadar göç etmiş olan Türk asıllı Bulgar vatandaşları göç edebilecektir. Yakın akrabaları denilince, karısı ve kocası, ana ve babası, nine ve dedesi, anneannesi ve koca babası, çocukları ve torunları, onların eşleri ve çocukları, ölmüş kız ve erkek kardeşlerin evlenmeyen kız ve erkek kardeşleriyle çocukları anlaşılmaktadır. Bu gruplara dahil olup gönüllü göç etmek isteyenler, 10 yıllık bir süre içinde Türkiye’ye göç edebileceklerdi. Bundan başka taşınmaz mallarını satıp elde ettikleri para ile Bulgaristan tarafından ihracaatı ve Türkiye tarafından ithali yasak edilmeyen çeşitli mallar satın alıp kendileri ile götürebileceklerdi. Önce her iki taraftan haftada 300’er kişinin göç etmesi öngörülmüştür.

İlk göçmen treni Edirne’ye 8 Ekim 1969 tarihinde, Türkiye’de yeni parlamento seçimleri arifesinde gelmiştir ki, bu parlamento seçimlerini ikinci defa S. Demirel’in (Adalet Partisi’nin) kazanmasını şüphesiz etkilemiştir. Zira göçmenlik antlaşmasından ve onun uygulanmaya başlanmasından göçmenlerden başka onların Türkiye’deki akrabaları da memnun olmuşlar ve seçimlerde S. Demirel’in Adalet Partisi’ne oy vermişlerdir.

Yeni göç antlaşmasına göre Türk hükümeti, göçmenlere maddi ve mali yardım konusunda hiçbir yükümlülük üstlenmemiştir. Bunu Türkiye’deki akrabalarına bırakmışlardır. Göç kampanyası sürerken Bulgar ve Türk tarafı haftalık 300 kişilik göçmen sayısını 1300’e çıkarma konusunda üzerinde anlaşmışlardır. Bunun neticesinde göçmenlerin sayısı bir hayli çoğalmıştır. Eğer 1969 yılında 2.500 kişi göç etti ise, 1976 yılında onların sayısı artık 61.000’i bulmuştur.

1969 yılında imzalanan göç antlaşması ve onun 10 yıl içinde yerine getirilmesi Bulgaristan-Türkiye ilişkilerini olumlu etkilemiştir. Bu yıllarda, her iki ülkenin devlet adamları karşılıklı ziyaretlerde bulunmuşlar, sıradan vatandaşların da gidip gelmeleri sıklaşmıştır. Bulgar-Türk ilişkileri dostluk havasına bürünüp diğer Balkan ülkelerine de örnek olmuştur. Lakin uzun zaman geçmeden Bulgaristan’ın bu dostane ilişkileri, ülkedeki azınlıklara ve etnik gruplara karşı uyguladığı asimilasyon politikasını örtmek için kullandığı belli olmuştur. Bu politika, tek sosyalist Bulgar ulusunun yaratılması için yapılmış ve “soya dönüş süreci’’ olarak adlandırılmıştır. Yani azınlık ve etnik gruplar “gönüllü’’ olarak “tarihi Bulgar kökenli’’ olduğunu anlamış, Bulgar şuuruna dönmüş ve Bulgar isimleri almışlardır!!! Bulgarlar, bu bilimle hiç ilgisi olmayan tezi kullanıp özellikle Pomak, Çingene, Tatar, Arnavut ve Türk azınlığının zoraki usullerle isimlerini Bulgar isimleri ile değiştirmeye kalkışmıştır.

1972 yılında Pomakların isimlerini değiştirmekle başlanmış, arkasından diğer etnik grupların ve en sonra 1984 yılının Aralık ayının son haftasından 1985 yılının Mart ayının sonuna kadar devam eden Türklerin isimlerinin değiştirme kampanyası gerçekleştirilmiştir. Ad değiştirme kampanyası önce Güney Bulgaristan’ın sınır bölgelerinden başlayıp Kuzey Bulgaristan’ın Türk-Müslüman nüfusunun çoğunlukta olduğu bölgelerinde devam etmiştir. Çeşitli bölgelerde ayrı ayrı metotlar uygulanmıştır: İsim değişikliği yapılan bölgenin her çeşit ülke dışı ilişkisi kesilmiş ve ülke içerisindekiler mümkün olduğu kadar kısıtlanmış, direniş gösterebilecek öğrenim görmüş ve daha eğitimli Türkler askerlik seferberliğine alınmış, Türk ahaliyi korkutmak için askeri manevralar yapılmış, özel ekipler tarafından polis elemanlarının desteği ile önce gece saatlerinde, sonraları gündüz de, köylerde ve kasabalarda Türk Müslümanların isimleri değiştirilip ellerine Bulgar isimli pasaport verilmiştir. Bu isim değiştirilmesine karşı ciddi direniş önce Batı Rodoplardaki ve Kuzeydoğu Bulgaristan’daki Türkler tarafından gösterilmiştir. Onların direnişini kırabilmek için Bulgar iktidarı silahlı asker ve polis güçleri, bazen tanklar ve helikopterler kullanmıştır. Bunun neticesi olarak ölenler ve yaralananlar olmuştur. Bu olan bitenler için resmi makamlar bilgi vermemekle beraber, kanlı izleri silmek için ellerinden geleni yapmışlardır. Böylelikle üç ay içinde diğer Müslüman etnik gruplar hariç 850.000 Bulgaristan Türkünün adı değiştirilmiştir.

Daha az sayıdaki Müslüman etnik grupların adlarının değiştirilmesi daha sessiz gerçekleştirilmiş ve Türkiye tarafından tepki gösterilmiştir. Gelişen dostane Bulgar-Türk ilişkilerinin perde arkasında, Türklerin adlarının değiştirilmesine başlandığı zaman, Türk hükümeti ve Türk kamuoyu sesini yükseltmiş ve Bulgaristan’daki soydaşlarını savunmak için gereken tedbirleri almıştır. Türkiye’nin büyük şehirlerinde protesto gösteri yapılmış, Bulgar elçiliğinin ve konsolosluğun kapılarına siyah çelenk konulmuştur. Meşhur Türk bilim adamların iştirakiyle bilimsel sempozyumlar düzenlenerek Türklerin Bulgar asıllı olduklarına ve zorla Türkleştirilmelerine yönelik Bulgar iddiaları bilimsel delillerle reddedilmiştir. Türkiye resmi yollarla uluslararası bilim ve siyasi forumlarda Bulgaristan Türklerinin insan haklarının çiğnendiğini gündeme getirdi ve geniş çapta tartışmalara konu etti. Böyle forumlarda Bulgaristan Türklerinin çiğnenen haklarının müdafa edilmesi Bulgaristan hükümetini etkiledi. 1985 yılının ilk yarısında, Türk hükümeti Bulgar hükümetine üç resmi nota gönderdi ve Bulgaristan Türkleri ile ilgili bütün sorunları, hatta geniş kapsamlı bir göç antlaşmasının imzalanmasını da tartışmaya ve halletmeye hazır olduğunu bildirdi.

Bulgaristan hükümeti, Türkiye’nin notalarını kendi içişlerine karışma bahanesiyle reddetti. Türkiye Başbakanı T. Özal ve Dışişleri Bakanı V. Halefoğlu, Türkiye’ye göç etmek isteyen Bulgaristan Türklerine Türkiye sınırının açık olduğunu ve onları kabul etmeye hazır olduğunu birkaç defa beyan etmişlerdir. Bulgaristan tarafı Türkiye’nin Bulgaristan Türklerine aktif destek vermesini güttüğü Pantürkist politikanın bir ifadesi olarak değerlendirmiştir.

Bulgar resmi makamlarına göre “soya dönüş süreci’’ tamamlanmıştır; azınlıksız ve etnik grupsuz tek sosyalist Bulgar ulusu meydana gelmiştir, Bulgaristan Devleti üniter bir devlete dönüşmüştür. Ancak bütün baskılara rağmen Bulgaristan Türkleri böyle düşünmüyorlardı. Daha ilk ad değiştirme girişimleri sırasında başlayan direniş, çeşitli şekillerde devam etmiştir.

Örneğin yeni Bulgar isimlerini kullanmamak, yasaklara ve büyük cezalara rağmen Türkçe konuşmak, protesto toplantıları ve gösteriler yapmak vb. Bulgar resmi makamlarının beklentilerinin tam aksine Bulgaristan Türklerinde Türk ulusal bilinci güçlenmiş ve özbenliklerini koruma kararlılıkları artmıştır.

1989 yılı baharından başlayarak Kuzeydoğu Bulgaristan’ın genelde Türklerle meskun bölgelerinde “Adlarımızı geri verin!’’ ve “Haklarımızı isteriz!’’ sloganlarıyla protesto gösterileri yapılmıştır. 20 Mayıs 1989 tarihinde Şumnu ilinin Pristoe köyünde genç ve yaşlılar protesto toplantısına katılmışlardır. Komşu köylerin sakinleri Kliment köyünde toplanarak adlarının ve insan haklarının geri verilmesi için sloganlar atmışlar ve sonra hep beraber Kaolinovo kasabasına doğru yola çıkmışlardır. Ama onları burada silahlı ordu birlikleri ve özel milis timleri silah kullanarak dağıtmışlardır. Aynı göstericiler ertesi pazar günü Todor Ikonomovo köyündeki düğün merasiminden yararlanarak yeniden toplanmışlar. Bulgaristan idarecilerin yürüttüğü asimilasyon politikasına karşı protestolarda bulunmuşlardır. Burada da silah kullanılarak göstericiler dağıtılmış ve neticede dört kişi ölmüş, pek çok kişi yaralanmıştır. 27 Mayıs 1989 yılı tarihinde Şümen ve Tırgovişte gibi büyük kasabalarda da Türkler asimilasyon politikasına karşı Bulgaristan idarecilerini büyük nümayişlerle protesto etmişlerdir. Lakin burada da iktidar, silah gücü ile onları dağıtabilmiştir.

Bütün Bulgaristan’da Türk ve diğer Müslümanların asimilasyon politikasına karşı protesto toplantı ve gösterileri düzenleyenler 1989 yılının sonunda Bulgaristan’da siyasi rejimin değişmesinden sonra Ahmet Doğan’ın liderliğinde “Hak ve Özgürlük Hareketi’’ adında yeni bir siyasi parti kurmuşlardı.

Bu partiye üye olanların çoğu Türk ve bir kısmı Müslümandı, ama partinin demokratik programını kabul eden diğer Bulgaristan vatandaşlarının da bu partiye üye olma imkanları vardı.

Bulgaristan Türklerine ve diğer Müslümanlara karşı Bulgar resmi makamlarınca uygulanan asimilasyon politikasının beklenen neticeyi vermediği ve başarısız olduğunu Bulgaristan idarecileri de anlamışlardır. Bu başarısız politikalarından çıkış yolunu yine Bulgaristan Türk ve Müslümanlarını Türkiye’ye göç ettirmekte aramışlardır. Komünist Partisi’nin Politbüro oturumunda Todor Jivkov demiştir ki “Mümkün olduğu kadarıyla Bulgaristan Türklerini Türkiye’ye göç ettirmezsek, Bulgaristan er geç yeni bir Kıbrıs’a dönüşecektir.”

30 Mayıs 1989 tarihinde Bulgaristan Türkiye’ye, orada geçici veya sürekli yaşamak isteyen bütün Türk asıllı Bulgaristan vatandaşlarına hududun açılması teklifinde bulunmuştur. Böylelikle Bulgaristan hükümeti, mümkün olduğu kadar çok sayıda Bulgaristan Türkünü ülkeden kovmak planını icra etmeye başlamıştır. Zira Türkiye’nin en üst düzey idarecileri birçok defa Bulgaristan Türklerini asimilasyon politikasından kurtarmak için Türkiye’ye almaya hazır olduklarını beyan etmişlerdi. Böylece, “Büyük Seyahat’’ diye adlandırılan Bulgaristan Türklerinin yığınsal halde Bulgaristan’dan kovulması başlamıştır. İlk adım olarak yabancı ülkeler için lazım olan pasaport çıkarma işi kolaylaştırılıp hızlandırılmıştır. Sonra protesto toplantıları ve gösterileri düzenleyenlerden birçoğu, uçakla Belgrad ve Viyana’ya gönderilmiştir, yani kovulmuştur. Bundan sonra da binlerce Bulgaristan Türkü ve diğer Müslümanlar özel veya toplumsal araçlarla Bulgaristan’ın Türkiye sınırına yollanmıştır. Taşınmaz mallarını yok pahasına satıp kendilerini Türkiye’ye atıp, asimilasyondan kurtulmaya bakmışlardır. Bu durumdan faydalanarak birçok Bulgar idarecisi ve sıradan vatandaşlar daire, yazlık, bahçe, bağ vb. mülk sahibi olmuşlardır.

Türk hükümetinin Bulgaristan’daki soydaşlarına yardım etmekte büyük fedakarlıklar göstermesine rağmen, bu kadar kısa bir zaman diliminde yüz binlerce soydaşı kabul etmekte büyük zorluklarla karşı karşıya kaldığı açıktır. Diğer yandan Bulgar hükümetinin vaziyetten faydalanarak Bulgaristan Türklerinin hepsini Türkiye’ye göç ettirmek (kovmak) için elinden geleni yapmakta olduğu fark edilmiştir. Bu nedenle bu yoğun göçün temposunu düşürüp düzenlemek için 21 Ağustos 1989 yılı tarihinde hudut geçici olarak kapatılmıştır. Ama bu üç aylık zaman diliminde 300.000 Bulgaristan Türkü ve diğer Müslümanlar Türkiye’ye göç edebilmiştir. Bunlardan 50.000’i çeşitli nedenlerden ötürü yeniden Bulgaristan’a dönmüştür. Lakin onlar Bulgaristan’da kendilerini daha büyük bir düşmanlık ortamında bulmuşlardır. Elden çıkardıkları malı mülkü geri alamamışlar, iş bulamamışlar ve tekrar göç etmeyi tek çıkış yolu olarak görmüşlerdir. Böylelikle temposu düşük olsa da bu göçmenlik kampanyası iki yıl daha devam etmiştir. 1989-1991 yılları arasında Türkiye’ye göç edenlerin sayısı 345.000 kişiyi bulmuştur. Böylelikle, “Büyük Seyahat’ adı verilen Bulgaristan Türklerinin ve diğer Müslümanların Türkiye’ye göç ettirilme kampanyasının sonu gelmiştir. Ancak Bulgaristan’da Türk-Müslüman topluluğu yine de en büyük azınlık olarak kaldığından, yeni göçmenlik kampanyalarının tekrarlanması beklenebilir.

Son olarak altını kalın bir şekilde çizmemiz gereken bir şey vardır ki, o da Bulgar Devleti’nin 1878 yılında yeniden kurulmasından bugüne kadar bütün Bulgar Hükümetlerinin en büyük Türk- Müslüman azınlığını, gelecekte Bulgar Devleti için potansiyel bir tehlike olarak görmeleridir. Bu hipotetik tehlikeyi yok etmek için zaman zaman göç ve asimile etme deneyleri uygulanmışsa da beklenen neticeler alınamamıştır. Bu da Bulgaristan Türklerinin ve diğer Müslümanların göçmenlik kaderlerinin devam edeceğini göstermektedir.

Prof. Dr. Cengiz HAKOV

Bulgaristan Bilimler Akademisi Balkan Araştırmaları Enstitüsü / Bulgaristan

Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 20 Sayfa: 371-376


KAYNAKLAR:
♦ Şimşir, B., Bulgaristan Türkleri. Ankara, 1986.
♦ Danailov, G. T., Bulgaristan Demografyası Üstüne Araştırmalar. Bulgaristan Bilimler Akademisi Derlemesi, Sofya, 1930.
♦ Uluslararası Ahidler ve Anlaşmalar. 1648 1918. Sofya, 1958, (Bulgarca).
♦ TsDA, (Merkez Devlet Arşivi Sofya), F. 166k, Op. 7, A. E. 72, L. 112.
♦ TsDA, F. 177k, Op. 2, A. E. 00028, L. 52.
♦ Soysal, I., Türkiye’nin Siyasi Antlaşmaları. Cilt 1. (1920-1945), Ankara, 1983.
♦ Kesyakov, E. D., Bulgaristan’ın Diplomatik Tarihine Katkı. Cilt II, Nöy Antlaşması, Sofya, 1926 (Bulgarca).
♦ Büksenşüti, Ulrih., Bulgaristan’da Azınlık Siyaseti (Bulgarca), Sofya, 2000, Dırjaven Vestnik (Devlet Gazetesi), 12 Ekim, 1946.
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.