Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

Bu Yazıyı Sakın Okumayın, Okutun..!

0 13.346

Prof. Dr. Ramazan DEMİR

Mustafa Kemal Atatürk’e atılan iftiraların başında “din karşıtı” karalamasıdır. Din simsarları tarafından uydurulan bu varsayımın asıl amacı, Atatürk’ün ideali olan Kur’an’ın Türk milleti tarafından Türkçe mealiyle anlaşılmasını sağlama isteğidir. Eğer Kur’an Türkçe mealiyle anlaşılırsa, “dinci” yobaz takımının foyası ortaya çıkar. Dini siyasete alet edip ondan menfaat devşirenlerin, İslam dinini Araplaştırma ve hurafeleştirme amaçları halk tarafından anlaşılır. Dolayısıyla yanlışları ortaya çıkacak, o yoldan çıkar sağlayanların önü kesilmiş olacaktır…

Mustafa Kemal’e göre Kur’an’ın gönderiliş amacını net bir biçimde halkına anlatılmıyor; bu nedenle de Türk halkın da Kur’an’ın geliş amacının iyi anlaşılmasını istiyor. Örneğin kutsal kelamın insanlara doğru bilgi vermek, yanlışlardan uzak tutmak ve dolayısıyla davranışlarını doğru yöne yönlendirmek olduğunun anlaşılmasını sağlamak için çalışmalar yaptırıyor…

Böyle hükümler taşıyan kutsal kitabı eğer siz kendi dilinizle okuyup anlamazsanız, dininiz hakkında, Kutsal kitabınız hakkında başka kişilerin anlatımlarına, onların dediklerine bağımlı kalacaksınız demektir. Hal böyle olunca, yani başkasına bağımlı kalınca, Kur’an’ın peygambere gönderilişinin en önemli amacı olan bilgi edinme ve davranış geliştirme boyutunu böylece ihmal edilmiş oluyor. Tanrının insana verdiği aklı kendisi kullanmıyor, ama başkasının sözlerine bağımlı kalarak “sürü” konumuna geliyor. Biat kültürüne dayalı bir anlayış gelişiyor ve yaygın hale geliyor. Kayıtsız şartsız aracı kişilere bağlanıyor ve biat edilince kul ile Tanrı arasına bir “ruhban” sınıfı yaratılmış oluyor.

Ruhbanlık kültür ve anlayışı çoğalıp yaygınlaşınca, Türk halkı anlamını bilmediği bir dilde, Arapça, Kur’an’ı okumakta ve anlamını bilmeden aracı kişilerin söylediklerine kanmakta, Kur’an dışı “hurafe” ve Arap geleneklerini “din” zan ederek körü körüne “bağlı” hale gelmektedir.

Düşünmek, ibret almak ve ders almak için gönderilen Kur’an’ı anlamak yerine, başkasının söylemlerine bağlı kalmakta ve ona göre hareket etmektedir. Kur’an’ı düşünmek ve aklını kullanmak için değil sadece “duygulanmak” için okumayı tercih etmektedir.

Sonuçta duygular aklın önüne geçmekte, aklını kullanmayanların duyguları da çok kolay istismar edilmekte, vatandaşın “mide” merkezli zaafları öne çıkarılmakta, çeşitli “menfaat kırıntılarıyla” kolay kandırılmakta, oyu alınmakta ve iktidara gelinmektedir. (Not: Yunus Suresi, 100. Ayet Meali; “Aklını kullanmayanların üzerine Allah pislik bırakır-yağdırır” ).

İşte tüm bu tehlikeleri zamanında öngördüğü için Mustafa Kemal Atatürk, halkın kendi dinini daha iyi öğrenmesi, anlaması ve tanıması için Kur’an’ın Türkçe mealinin yapılmasını istemiştir. Kur’an’ın daha iyi anlaşılması ve öğrenilmesi için bu gerekliydi. İnsanoğlu Kur’an’ı kendi diliyle okur anlarsa, doğru yola sapma olacak, ama bilmediği bir dilde okursa ve anlamaz da başkasının telkinine muhtaç kalırsa, telkin edenin yanlışlarını benimsemiş olma riski çok yüksek olacak. Tanrının ilk elden gelen emirlerini kendi dilinde öğrenmek varken din simsarlarının, din bezirgânlarının elinde oyuncak olmuş olacak… Çünkü bir insanın anlamadığı, bilmediği şeye tam ve içten inanması zordur.

Bir an için düşünelim; aslı Japonca olan bir metne göre hareket etmeniz isteniyor, fakat siz anlamını bilmiyorsunuz Japonca kelimelerin. Ama ezberletiliyor size. Anlamını öğretmiyorlar, başkasının söylediği kadarıyla anlamını biliyor ya da öğreniyorsunuz. Söyleyen aracı ya farklı şeyler söylüyorsa, esasın anlamını bilmeden aldatılıyorsunuz demektir.

İşte Kur’an’ı anlamadan okumak sadece ezber durumudur. Yüz yıllarca rivayet ve hurafelerle dolu Arap kültürü telkin edilmiş bir “nakil”, bize “din” olarak, affedersiniz, yutturulmuş… Hurafeler din olarak insanlara anlatılıp dayatılınca, bunun doğal sonucu olarak Kur’an da bir kenara itilmiş, duvarda asılı kalmış…

Mustafa Kemal Atatürk, Kur’an’da yer alan ve İslam dininin esasını oluşturan temel ilkeleri, bilgileri ve öğretileri iyi anlaşıldığı takdirde, Kur’an’ın evrende var olan egemen kanunların aynı kaynağa dayandığı anlaşılacağına inanıyor ve biliyor. Mustafa Kemal bunun için de Kur’an’ın Türkçe mealiyle okunmasını, mecbur olmasını istiyor.

Hem Kur’an’ı gönderenin hem de evrendeki kanunları düzenleyenin yüce Allah olduğunu belirten Mustafa Kemal Atatürk, bu düşüncesiyle “din tüccarlarının” hoşuna gitmiyor ve O’nu güya “din karşıtı-din düşmanı” imiş gibi iftira ediyorlar.

Mustafa Kemal Atatürk, inanç ve akıl dengesinin ancak insanlara yarar vereceğini biliyor. Bu düşünce nedeniyle de; ‘insana aklı veren de dini gönderen de Allah’tır’ düşüncesini öne çıkarılmasını istiyor… Dolayısıyla Allah’ın buyrukları onun verdiği akla aykırı olmayacağına inanıyor. İşte işin püf noktası, özü buradadır.

Akla uygun inanmak… Akılla, düşünceyle inanmak ve ibadet etmek… Mustafa Kemal Atatürk bunu sağlamaya çalıştığı için yıldırımlara, iftiralara, hakaretlere maruz kalmıştır. Gerçek budur… Anlamak ve anlatmak isteyenlere duyurumdur…

22.4.2012, İzmir (www.r-demir.com)

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.