Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

Bölüm: 8 İlteriş Kağan

0 14.792

Bozkıra yeni bir bahar gelmişti. Karlar erimiş, aç toprak suları içmiş, her yer yeşile bürünmüştü. Tepeleri karla örtülü dağlar, bozkırın binlerce yıllık masalını dinliyordu. Yamaçlarda, ormanlarda kuşlar ötüyor, yerden canlılık fışkırıyordu.

Ağaçlı bir düzlükte tören vardı. Sağa, sola yaptıkları akınlarla sayıları çoğalan, yoksulluktan kurtulan, zaferle heyecanlanan Kutluk Şad ordusu devlet kuruyordu.

Yedi yüz kişi olmuşlardı. İki bölüğü atlı, bir bölüğü yaya idi. Tonyukuk yedi yüz kişiyi düzene sokmuş, Türk türesini yaymıştı.

– “Kutluk Şad! Kağanımız olacaksın” dedi.

– Kağan olursam Türk türesini yükselteceğime inanıyor musun?

– Bunu çok düşündüm. Buğa, ıraktan bakılınca arık mı, semiz mi belli olmaz. Ama ben seni iki yıldır yakından görüyorum. Sen Bozkurt soyunun eski kağanları gibi ulu bir kağan olabilirsin. Onun için artık Gök Türk devletini kuracağız ve sen bizim kağanımız olacaksın.

Kutluk Şad kısa bir an düşündü:

– Boyla Bağa Tarkan ne diyor?

Boyla Bağa Tarkan bir adım ilerledi:

– Senin kağan olmanı istiyorum.

– Çeri ne diyor?

Tonyukuk cevap verdi:

– Çeri Türk kağanını tahta oturtmak için pusata sarıldı.

Kutluk Şad elini Tonyukuk’un omuzuna koydu:

– “Türk kağanı olmayı kabul ediyorum” dedi.

Tonyukuk gülümsedi:

– “Ben Tonyukuk, Boyla Bağa Tarkan ve çeri ile birlikte seni Türk kağanı ilân ediyorum. Bundan sonra sen İlteriş Kağan’sın” dedi.

Sonra sözlerini şöyle tamamladı:

– Bugün için kılıç döverken ölen ve sana yaptığı kılıca İlteriş Kağan adını yazan demircinin vasiyeti yerine gelmiş olur.

Kağan cevap verdi:

– Tonyukuk! Kurt başlı sancağı kaldırdığım zaman bana ilk katılan sen olsun. İki yıllık savaşlarda da yüksek bilgi ve aklınla işi iyi idare ettin. Bundan sonra sana Bilge Tonyukuk denecektir!

Bilge Tonyukuk orduya döndü. Ormanda uğuldıyan gür sesiyle şöyle haykırdı:

– Türk çerisi! Bugün Gök Türk devletini yeniden kuruyoruz. Kutluk Şad kağanımız olup İlteriş Kağan adını almıştır. Eskiden olduğu gibi yine Ötüken’e varacak, atalarımızın buyruğunda olan bütün boylara baş eğdirecek, Çin’den haraç alacağız. Biz İlteriş Kağan’ın buyruğunda savaştıkça azlık budun çoğalacak, yoksul budun bay olacak, Gök Türkler’in adı sanı yeryüzünü kaplıyacaktır.

Kılıçlar havaya kalkmıştı. Yedi yüz kişi, devletin kuruluşu şerefine gürlüyorlardı. Davullar çalınıyor, kımızlar içiliyor, bir ozan deyiş söylüyordu:

Çekildi mi kılıçlar
Türk’ün gönlü hoşlanır
Kağanlığı kurmağa
Yeni baştan başlanır.

Gözler ayda, güneşte;
İlteriş Kağan başta.
Yazlar geçer savaşta.
Ötüken’de kışlanır

İçelim kımızları…
Yosma Gök Türk kızları
Mestederken bizleri
Yavuzlar yavaşlanır.

Çinliler ve Kıtaylarla yapılan savaşlarda çok yararlılık gösterdiği için kendisine onbaşılık verilen Urungu hazin bir bahtıyarlık içinde ozanı dinliyordu. Anasının ve kendisinin rüyası gerçekleşmişti. Artık kendi iç sızılarını dinliyebilir, kendi kendisine yanıp yakılacak zaman bulunabilirdi. Bu bahtıyar yedi yüz kişi arasında neden onlar kadar sevinçli olmadığını biliyor, hattâ bunu kendi kendisine itiraf ediyordu: Şimdi onun gönlünde bir kadın hayali vardı. Adı belli olmayan bu hayal, çok eskiden ölmüş olan karısıyla kağan kızı Ay Hanım’ın karışıp birleşmesinden doğuyor, ikiz gibi birbirine benziyen bu iki kadın bir tek varlık halinde birleşerek Urungu’nun gözlerini ve gönlünü kavuruyordu.

Onbaşı Urungu bu kadar dünya kavgası gördükten sonra gönlünü bir kadına kaptırdığını anlıyor, bir ses ona: “Seveceksin” diye fısıldarken, başka bir ses: “Sevemezsin” diye ihtarda bulunuyordu.

Şu savaş ne kutlu şeydi! Savaş sayesinde avunuyor, dertlerini unutuyor, kederlerden sıyrılıyordu. Savaş olmasa herhalde dünyanın en dertli adamı olacağını düşünüyor, kendisini Çinli olarak değil de Türk olarak yaratan Tanrı’ya içinden minnetlerini gönderiyordu. Gönlünde bir gizli sevinç, daha doğrusu sevinç değil de ümit ışığının parladığını seziyor, bunun ne olduğunu araştırıyordu.

Urungu kendi gönlü ile hesaplaşmalara çok eskiden alışık olduğu için bunu da anlamakta gecikmedi. Yakında Dokuz Oğuzlarla savaş yapılacaktı. Demek ki, kötü şartlar altında da olsa, Ay Hanım’ı tekrar görmek ihtimali vardı. Ay Hanım aklına gelince Urungu orada takılır, başka bir şey düşünemezdi. Onun sesindeki ezgi, bakışlarındaki ışık, yüzündeki güzellik gönlünü oyalar, kendine geldiği zaman içinde sevinçli bir acılık, yahut da acı bir tat diyebileceği bir şeyin yerleşmiş olduğunu anlardı.

Şimdi yine onu düşünüyor, çerinin sevinç haykırışlarını, kılıç oyunlarını, güreşleri ne görüyor, ne de işitiyordu.

Birden anasını hatırladı. İşte onun rüyası gerçekleşmişti. İşte Türk kağanı İlteriş Kağan tahta oturmuş, ordu kurmuştu. Kendisi bu ordunun bir onbaşısıydı. Daha ne istiyebilirdi? O zaman içinin gizli bir ateşle yeniden yandığını sezdi: Kür Şad’ın oğlu olduğunu kimseye söylemiyecekti. Urungu dalgın gözlerle bir yere bakarken kulağına kopuz tıngırtıları ve bir ozan sesi geliyordu:

Göz kamaşır, gelince
Ayla o kız yan yana.
Birisi göz ışıtır,
Birisi girer kana.

Ay mı güzel, o kız mı?
Bunu soran sorana.
Birbirinden parçadır
Gibi geliyor bana.

Ay bulutun bağrında
Kan sızan bir yaradır
Ay’ın bahtı karanlık,
Bulutunki karadır.

Ay bir kızdır, saçını
Gece suya taratır.
Tanrı bu yeryüzünde
Nice aylar yaratır.

Ayla o kız bir gece
Karşı dağa indiler.
Orda gönül denilen
Bir otağa girdiler.

Bulutlar yılkı oldu,
İki güzel bindiler.
Ay, kız oldu; kız da ay…
Birbirine sindiler.

Nice erler eriyor
O ay kızın yasından.
Esrik olur içenler
Gözlerinin tasından.

Gönülleri okşıyan
Ezgi akar sesinden.
O kız çarpar insanı,
Ayrı eder usund
an.

Urungu’nun aklında bu deyişin yalnız bir parçası kalmıştı:

Ayın bahtı karanlık,
Bulutunki karadır.

Neredeyse hüzünlenecekti ki, bir er kendisine bir çamçak kımız sundu ve: “İlteriş Kağan gönderdi” dedi. Kağanın adı anılınca artık başka düşünce kalamazdı. Onbaşı Urungu toparlandı. Kağanın yolladığı kımızı içtikten sonra: “Kağan sağ olsun” dedi.

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.