Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

Bölüm 3.06 – Yamtar Uyanıyor

0 15.082

Yamtar o günkü yenilişinden sonra eğlence bahçesinin en ünlü oyuncusu olmuştu. Eski arkadaşının bir deri, bir kemik kaldığını görüp bunun açlıktan ileri geldiğini anlıyan Üçoğul, bahçenin sahibi ile görüşerek yeni bir oyun yapmasını teklif etmiş, teklifi de kabul ettirmişti.

Bu oyun şu idi: eğlence bahçesinin sahibi ortaya oldukça çok akça koyacak seyircilerin içinde en çok yemek yiyebilecek olanı bir yarışa çağıracaktı. Ortaya çıkan seyirci ne kadar yemek yerse, bahçenin sahibinin çıkaracağı adam ondan çok yiyecekti. Yarışı seyirci kazanırsa bahçe sahibinin koyduğu akçayı alacak, kazanamazsa yarısı kadarını bahçe sahibine verecekti.

Bahçe sahibinin ortaya çıkaracağı adam Yamtar’dı. Çok yemek yarışını kazanacağı muhakkaktı. İlk günü Yamtar bir kuzu çevirmesi ile dört büyük çanak yoğurt yiyerek yarışı kazandı. Yamtar hem iyice doymuş, hem de güreşteki kazancından daha çok akça alarak onlarla Gök Börü’ye ve çocuklara yiyecek taşımıştı.

İkinci günü şart değişti: Yamtar, Çinlinin yediğinin iki katını yiyecekti. Fakat Yamtar kırk tane iri kuş eti, altı çanak yoğurt, yirmi çanak pirinç yiyerek bunu da kazandı. Kim ne yese iki katını kolaylıkla kıvrıyordu. Yamtar’ın oburluğu Siganfu’da duyulunca şehrin en oburu olmakla tanınan kısa boylu, fakat pek şişman bir Çinli büyük bir akça karşılığı ile Yamtar’a meydan okudu. O gün eğlence bahçesi tıklım tıklım dolu idi. Çin beğleri de gelip seyirciler arasında yer aldı. Yamtar iki kuzu ile dört çanak dolusu yemiş yedi. Üzerine de kendiliğinden iki büyük çamçak su içti. İlk defa olarak:

– “Bu gün iyi doydum!” dedi.

Üçoğul, eski yoldaşının benzine kan geldiğini, biraz kendisini toplayıp güçlendiğini görünce eğlence bahçesi sahibiyle yine konuşarak Yamtar’ı Yumru ile ikinci defa güreştirmek istedi. İstediği, Yamtar’ın akça kazanmasıydı.

Gerçekten yedi sekiz yemek yarışının verdiği tokluk ve kazanılan akçalarla yarı aç yatmaktan kurtulmuş, Yamtar’ın gücü yerine gelmişti. Yamtar üst üste iki güreşte Yumru’yu yendi. İş bu hale gelince onun karşısına Yumru’yu beraberce yenen  Kıtayla Tibetliyi çıkardılar. Koca Yamtar bunları da biçimine getirip kafa kafaya vuruşturarak yenince herkesin ilgisini çekecek yeni bir güreş yapmak gerekti. Yamtar’la Yumru aynı zamanda altı güreşçiye karşı güreşeceklerdi. İkisi Kıtayla Tibetli idi. Dördü de Siganfu’nun güreşçileri idi. Eğlence bahçesinin sahibi şehrin ileri gelenlerinden bazılarının güreşe gelmesini sağlamıştı. Bunların arasında birçok yüksek rütbeli Çin subaylarıyla, saray adamları, vezirlerden de Vey-çing vardı. Sekiz güreşçinin iki takım halinde güreşmesi şimdiye dek görülmüş şey değildi. Tellallar şehrin sokaklarında bağırarak halkı bu seyire çağırmışlardı. O günkü giriş ücreti iki kat yükseltildiği halde bahçe dolmuş, bahçe  sahibinin de ağzı kulaklarına varmıştı. Güreşin yapılacağı yer genişletilmiş, ileri gelenlerin oturması için yüksekçe localar yapılmıştı. Bir Çinli ile Üçoğul hakemlik ediyorlardı. Üçoğul’un el çırpmasından sonra sekiz kişi birbirine girdi.  Eskiden beraberce Yumru’yu yenmiş olan Kıtayla Tibetli yine onunla tutuşup dört Çinliyi Yamtar’a bırakmışlardı. Yumru’yu yine yenerek hep birden Yamtar’a saldırıp onu da sırt üstü getirmek tasarısını gidiyorlardı. Kendileri Yumru’yu yeninceye kadar dört Çinlinin de Yamtar’ı oyalıyacağından emin idiler. Bu tasarı  Yumru’nun da işine geliyordu. Yumru nasıl olsa uzun zaman iki rakibini tutabilir, bu sırada da Yamtar dört Çinlinin sırtını yere getirebilirdi. Güreş büyük sertlikle başladı, kızıştı, kırıcı bir durum aldı. Halk bağırıyor, kendi güreşçilerini cesaretlendiriyordu. Seyirciler arasında birkaç Türk de vardı. Yüzbaşı Yağmur’la Gümüş yan yana oturmuşlardı. Fakat bunların hiç sesi çıkmıyor, kayıtsız bir yüzle güreşenlere bakıyorlardı. Locaların birinde de Kür Şad’la Böğü Alp oturuyor, kıpırdamadan seyrediyorlardı. Çin veziri Vey-çing, Türklerin en büyük yağısı idi. Bir güreşçilere, bir de Kür Şad’la Böğü Alp’a bakıyor, gözlerinden kin yalazları saçıyordu. Kür Şad kılıcı ile oturuyordu. Çin kağanının özel çerisinde yüksek rütbeli subay olmuş, yanına da epey Türk toplamıştı. Çinlilere karşı yaptığı savaşlarda çok Çinlinin canına kıymış olan şu Böğü Alp da özel çeri subayları arasına girmişti. Böyle giderse tutsak diye buraya getirilen Türklerin hepsi Çin kağanının özel çerisi olacaklardı. Hem de…

Vey-çing düşüncesini yarıda bıraktı. Çünkü güreş alanındaki kargaşalıktan bir iş olduğunu anlayıp bakınca Yamtar’la tutuşmuş olan dört Çin güreşçisinden birinin kolu kırılmış olduğu halde dışarı çıkarıldığını gördü.

Doğrusu Vey-çing, içinde büyük bir kıskançlık duyuyordu. Şu hiç sevmediği, tiksindiği Türklerle kendi budunu bir türlü boy ölçüşemiyordu. Onları ya çoklukla, ya tuzağa düşürerek, ya aldatarak yenebiliyorlardı. Ama eşit şartlar altında Türkleri yenemiyorlardı. Hele ki iki Türk’e karşı altı kişinin çıkması, dört Çinlinin bir Yamtar’la başa çıkamayışı üstelik birinin kolu kırılarak meydandan ayrılması Vey-çing’in haysiyetine dokunuyordu. Hele şu Kür Şad’ın tutsak olduğunu unutarak Siganfu’da ululukla gezinmesi, kılıç şakırtdatması, şehir çevresinde dört nala at koşturması, Bögü Alp’la her gün ok atması onu içinden öfkelendiriyordu. Günün birinde Çin’in başına belâ olacak bu Türkler’i yok etmek için Çin kağanına türlü tasarılar vermişse de bir sonuç alamamıştı. Çünkü öteki vezirler Türkler’in ekinciliğe, dokumacılığa alıştırılmasını istiyorlar, Vey-çing’i desteklemiyorlardı. Ekinciliği, dokunmacılığı zaten bilen Türkler’i yalnız bu işlere bağlıyarak şehirlere, köylere yerleştirmek onlardan gelecek tehlikeyi önlemek için yeter sanıyorlardı. Bunu böyle sanmak, boynuna tasma geçirilen kurtu köpek oldu sanmak gibi yanlıştı. Hem de…

Vey-çing daldığı düşünceyi yine yarıda bıraktı. Çünkü güreş alanındaki kargaşalıktan bir iş olduğunu anlamış, başını oraya çevirince Yamtar’la güreşen üç Çinliden birinin bayılıp karga tulumba edilerek çıkarıldığını görmüştü. İşte bu da onun içini kinle yakan bir şeydi. Ötüken devi ikisini güreş dışı ettikten sonra öteki ikisini elbette yenerdi. Vey-çing, Yumru’nun yaptığı güreşe hiç aldırmıyordu. Türk’e karşı Kıtay ve Tibetli çıkmıştı. Ona göre bu barbarların hepsi de birdi. Ven-çing Türk’ten de Kıtay’dan da, Tibetli’den de aynı derecede tiksinirdi. Varsın onlar güreşsinler, boğuşsunlar , isterse birbirlerini öldürsünler, dünyadan bir barbar daha kalkacağı için bu iyi olurdu. Fakat beri yanda dört Çinlinin bir barbara yenilmesi… İşte bu gücüne gidiyordu. Hem de…

Vey-çing yine düşüncesinden ayrılmıştı. Çünkü Yamtar iki Çinliyi kafa kafaya vurduktan sonra ikisinin de sırtını yere getirmiş, pestili çıkmış olan iki Çinli güreş alanından çekilmişti. Şimdi ortada dört barbar kalıyordu. Yumru son gücünü kullanarak iki güreşçiye karşı dayanırken birdenbire yükünün hafiflediğini duydu. Çünkü Yamtar güreşe girince Kıtayla kapışmış, Yumru’yu Tibetli başbaşa bırakmıştı. Artık  Çinli seyircilerin bağırtısı işitilmiyordu. Vey-çing ise kin saçan gözlerini Kür Şad’la Bögü Alp’tan ayırmıyordu. Fakat onların yüzünde bir sevinç görmüyor, “Ah karganmışlar! En sonunda sevinmek istiyorlar” diye düşünüyordu. Fakat galiba Kür Şad sevinemeyecekti. Çünkü Yamtar yorulmuş, yıpranmış, soluyordu. Çin veziri şimdi umutlanıyor, Kıtayla Tibetlinin Türkler’i  yenmesi için içinden Tanrı’ya yalvarıyor, şu Kür Şad buradan sevinçli çıkmasın da ne olursa olsun diyordu. Yakarışını Tanrı galiba kabul edecekti. Çünkü şimdi Yamtar alta düşmüş, güç durumda kalmıştı. Kıtay, ona boyunduruk takmış, çevirmeğe uğraşıyordu. Yamtar, kızgın bir buğa gibi soluyordu. İki kişiye karşı çetin bir güreş yapmış olan Yumru da belini Tibetliye kaptırmış, bocalıyordu. Yamtar soluyarak Yumru’ya haykırdı: “Yetişmezsen işim bitik!” Yumru: “Ben de iyi değilim” diye karşılık verecekti. Birdenbire gözleri Kür Şad’ın locasına ilişip Bögü Alp’la göz göze geldi. Bu bakış mutlu bir bakış oldu. Yumru, Batı kağanının katında Bögü Alp’ın iri Karluk güreşçisini nasıl yendiğini hatırladı. O güreşteki ince oyunu yalnız Yumru görebilmişti. Hiç düşünmeden dirseklerini Tibetliye dayıyarak  zorlu bir itiş yaptı. Onun bir anda gevşiyen kollarına yukardan aşağı bir bilek vuruşu yaparak kendi belinden yakalamış olan Tibetlinin kollarını çözdü. Yıldırım hızıyla tırpanı atarak onu kavrayıp yere çaldı. Çalmasıyla sırtını yere getirmesi bir oldu. Tibetlinin kıpırdayacak hali kalmamıştı. Üçoğul ve Çinli hakem el çırparak Tibetlinin yenildiğini bildirdiler. Yumru Tibetli çıkınca geniş bir soluk aldı. Yamtar’ın bütün gücü kesilmek üzere idi. Omuzunun biri yere gelmişti. Ötekinin de gelmemesi için insan gücü üstünde emek harcıyordu. Yumru, birden ona sayıncaya kadar  yardıma gelmezse Yamtar yenilecekti. Hızla Kıtay’ı omuzundan yakalayıp kaldırdı. Silkeliyerek ileri fırlattı. Şimdi Kıtay, iki Türk güreşçisine karşı tek kalmaktan doğan şaşkınlık içinde idi. Bir an bakıştılar. Yamtar soluyarak şöyle dedi:

– İkimiz birden girişirsek erliğe sığmaz. Ya sen tutuş, ya ben…

Yumru, Kıtay’ın kendi hakkı olduğunu biliyordu:

– “Onu bana bırak” dedi ve el çırparak daldı.

Biraz sonra Kıtay yenilmişti. Vey-çing içinde öç kıvılcımları parlıyan gözleriyle Kür Şad’ı aradı. Onun sevincini görerek biraz daha öfkelenmek, Türkler’e biraz daha yağı olmak istiyordu. Fakat ne Kür Şad’da ne de Bögü Alp’ta bir sevinç belirtisi, gülümsiyen bir yüz yoktu. Bakışlarını seyirci kalabalığına çevirdi. Bu yığın arasında da başlarında börkleri, omuzlarına dökülen uzun saçlarıyla birkaç Türk gözüne çarptı. Fakat bunlar da aynı umursamaz bakışlarla bakıyorlar, sevinç göstermiyorlardı. Vey-çing buna büsbütün içerledi. “Ah kuduz barbarlar! Kurumlarından yanlarına varılmıyor. Güreşte kazanmak hep onlara vergi imiş gibi aldırmıyorlar” diye mırıldandı. Bu kadarla kalsa iyi idi. Yanındaki locada oturan ve Çin kağanının yâverlerinden olan yüksek rütbeli bir Çin subayı, yanındaki başka bir Çin subayına Türk güreşçilerini tutmak için çok güçlük çekti. Türkler’i beğenenlere hiç tahammülü yoktu. Bir yandan Çin kağanı bunları iyi binici ve nişancı oldukları için özel çeri yapıp bir takımına subaylık verirken, bir yandan Çin subayları Türkler’in gücünü beğeniyor, Çin kadınları arasında da Türkler’e gönül kaptıranlar oluyordu. Yamtar’la Yumru’yu öven şu yaverin kızkardeşi bunlardan biriydi.

Vey-çing daha çok bekliyemedi. Kalkıp gitmek üzere iken gözleri yine Kür Şad’ı aradı. Fakat o gitmişti.

Yamtar, eğlence bahçesi sahibinin verdiği akçalara bakınca bir yanlışlık var sandı. Hepsinin kendisine mi ait olduğunu Üçoğul’un dilmaçlığı ile sordu. Üçoğul bu akçayı çok görmemesini söyledi:

– “Sana verdiği 15 akçayı çok mu buluyorsun? Senin yaptığın güreş yüzünden kendisi iki üç bin akça kazandı” dedi.

Yamtar’ın gözleri açılmıştı:

– İki üç bin akça mı dedin? Kim bilir bu akça ile ne çok azık alınır!

Sonra üç akça ile yüklendiği türlü yemekler Gök Börü ve çocuklarla birlikte nasıl yiyeceğini düşüne düşüne yola koyuldu. Kendi tarlalarından aldıklarının yanına çarşıdan alınanlar da konulunca hepsi adamakıllı doyuyorlardı. Gök Börü bir şey sormuyor, Yamtar da söylemiyordu. İlk defa o akşam toklukla açlığın aynı şey olmadığını, açlığın kuruntu değil, yaman bir gerçek olduğunu anladı. Artık kendisinde uyuşukluk duymuyor, canı kılıç kuşanıp dövüşmeği çok çekiyordu. Göktaş’la Sungur da Gök Börü’nün dersleri sayesinde gelişmişler, küçük birer bahadır olmuşlardı. Böyle dört beş yıl daha geçerse bunlar iyi birer çeri olacaklardı.

Yamtar o gece, o yorucu güreşin verdiği yorgunluğa rağmen uyuyamadı. Açlığın verdiği mecburiyetle filozof olmuş, fakat felsefe onu bir türlü doyurmamıştı. Şimdi iyice doyduktan sonra felsefeye, bilime dalmakta ne zoru vardı? Kişi oğlu savaşmak için doğar, savaşacak gücü bulmak için yemek yerdi.  Yamtar felsefeyle doyacağını sanmakla aldanmış, uzun denemelere rağmen açlığını giderememişti. Şu Çinliler ne yalancı kimselerdi! Kocamış Şen-ma toklukla açlık birdir diyerek kendisini aylarca aldatmış, bu yüzden Yumru’yla olan ilk güreşi kaybetmişti. Artık fesefeye falan lüzum kalmıyordu. Yamtar bu düşünceyle yatağından fırladı. Doğru Şen-ma’nın evine gitti. Filozof bir çıranın altında kitap okuyordu. Yamtar’ı gecenin geç çağında felsefeye ait bir güçlüğü çözmek üzere geliyor sandı. Gülümsiyerek yüzüne baktı. Beriki çok ciddi idi:

– “Bana bak Şen-ma! Ben filozof olmaktan caydım” dedi.

Çinlinin tatlı gülümseyişi siliniverdi:

– Neden?

– Filozofluğum birkaç ay daha sürseydi güreşte Göktaş’a bile yenilirdim.

Şen-ma bu sözlerden bir şey anlamamıştı. Yamtar devam etti:

– Sen bana açlık bir kuruntudur, demiştin. Şimdi anlıyorum ki, kuruntu olan açlık değil, senin felsefenmiş.

Şen-ma’nın yüzünde, uzun didinmelerden sonra bulabildiği tek öğrencisini elden kaçırmanın verdiği bir gerginlik vardı. Nerdeyse ağlıyacaktı. Söyliyecek söz bulamıyordu. Yamtar:

– “Sana hoşça kal demeğe geldim” dedi ve Çince “Karnım tok” diye tamamladı. Filozofun bakışlarına karşı da Türkçe olarak: “Hem de gerçekten tok. Kuruntu değil” sözlerini ekledi.

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.