Bölüm: 21 Vu Katun’un Gözdesi
Çin imparatoriçesi Vu, korkunç akınlarla Çin’i titreten İlteriş Kağan’ı yok etmeğe karar vermişti. Böyle bir başarı kazanırsa hile ile geçtiği Çin tahtındaki mevkiini sağlamlaştıracağını umuyordu. Türkeli’ne gönderdiği çaşıtların raporları ümit verecek bilgilerle doluydu: İlteriş Kağan, baş eğdirdiği boyların çerileri de dâhil olmak üzere 20.000 kişi çıkarabiliyordu. Vu Katun memnundu. Çünkü kendisi 200.000 kişilik bir ordu hazırlayack, bu on kat üstün çeriyle Gök Türkler’i ortadan kaldıracaktı. Aynı zamanda, bu ordunun başına gözdesi “Hoay-i”yi geçirecek zaferin şerefini ona sağlıyacak, böylelikle bir taşla iki kuş vurmuş olacaktı.
Hoay-i, Buda rahipliğinden gelme idi. iki yüz bin kişilik bir orduyu değil, iki yüz atlıyı bile yürütebilecek kabiliyeti yoktu. Sarayda caka yapmaktan, kumandanlar ve nazırlarla devlet işlerini konuşmaktan başka bir şey bilmezdi Vu Katunla aralarında vaktiyle bir gönül işi geçmiş olduğu sarayda dedikodu halinde söyleniyordu. Şimdi ihtiyar bir kadın olan imparatoriçe, gençliğinde dillere destan olan bir güzeldi. Şımarttığı Hoay-i ise sarayda ciddi adamlar tarafından soysuz bir züppe sayılan beceriksiz bir gözdeydi. Fakat başkumandanlık kendisine verilince gururu artmış, hazırladığı büyük tasarılar hakkında izahat vermeğe kalkışmıştı.
Birkaç gün içinde bütün başkent halkı Türkeli’ne sefer yapılacağını öğrenmişti. Zaten yeniden çeri toplanması, azık yığılması, başka şehirlerden binlerce çerinin başkente gelmeğe başlaması da gözden kaçmıyordu.
Hoay-i, başkumandanlığı aldığının onuncu gününde, işlerin yolunda gittiğini görerek keyifli bir halde konağına dönmüştü. İleriki zaferlerin şerefine o gece konakta bir şölen verecekti. Büyük havuzlu bahçede yemek yenecek, içki içilecekti. Dört yaver, aldıkları buyrukları yerine getirmek için öteye beriye seğirtip duruyorlardı.
Yaverlerden en küçük rütbelisi olan Yin-şao herkesten çok çalışıyor, fakat aldığı tertibat, uşaklara bazan çok garip ve anlaşılmaz geliyordu. Bununla beraber onun somurtkan yüzünü görmemek, azarlarını işitmemek, hatta pataklanmamak için bütün buyruklarını aniden yerine getiriyorlardı. Yaver, bilhassa şarabın en keskinini bol miktarda hazırlatmış, sonra da birdenbire ortadan kaybolmuştu.
Şölene elli kişi gelmişti. Renkli fenerlerle süslenen bahçede, çalgıcıların ezgileri arasında yemeğe başlandı. Aralarında nazırlar ve kumandanlar da bulunan konuklar, uşakların bol bol getirdiği yemekleri yiyorlar, keskin sücü ile keyifleniyorlar, güzel yemişlerle içlerini serinletiyorlardı.
Küçük rütbeli yaver Yin-şao yeniden peyda olduktan sonra öteki yaverler de yiyip içmeğe koyulmuşlar, şölenin düzenlenmesi ve yürütülmesi işini ona bırakmışlardı.
Yin-şao hiç içmiyor, fırdolayı oradan oraya koşuyor, konukları ve Hoay-i’yi bir lâhza bile gözden uzak bulundurmuyordu.
Gece yarısına doğru kafalar iyice dumanlanmıştı. Başkumandan zevzekliği ele almış, her şeyi söylüyor, Türkeli’ne hangi yollardan yürüyüş yapılacağını anlatıyor, daha şimdiden, ileriki zaferin sevinciyle kendinden geçiyordu.
Bir aralık yaverlerden birini çağırarak ona gizlice bir şeyler söyledi. Bu kısa ve gizli konuşma ile konuşmayı yapan yaverin hemen ortadan kaybolması Yin-şao’nun gözünden kaçmamıştı. Şölen yerinden uzaklaşarak beride hiçbir iş yapmadan duran bir uşağı çağırdı. Gizlice birkaç şey söyledikten sonra çabucak yine şölene geldi. Ondan buyruğu almış olan uşak karanlıkta gizlice öteki yaveri takip ediyor, bu işi yaparken çevreyi de dikkatle kolluyordu.
Yin-şao’nun bir şey beklediği, bir fırsat gözlediği bütün hareketlerinden belliydi. Fakat telaşlı değildi. Uşaklara çok az içki içmelerini buyruk vermişti. Onlarda kendisinden korktukları için buyruğun dışına çıkmıyorlardı. Yaver, uşakların bu haline acımış gibiydi. Birer çanak daha içmelerine izin verirken somurtkan yüzü biraz gülümsemiş, uşaklar sevinç içinde kalmıştı. Yin-şao ise içkiyi içmeden önce hepsini konuklara içki ve yemek dağıtmağa göndermiş, uşak odasının boş kalmasından faydalanarak bazılarının çanağına beyaz tozdan birer parça serpmiş ve şaraplarını koymağa başlamıştı. Birer ikişer odaya dönen uşaklar, Yaver Yin-şao’nun kendi çanaklarına sücü doldurmakta olduğunu görünce şaşırıp afallamışlar, bu sert ve aksi adamın nasıl olup da böyle bir tenezzülde bulunduğunu anlıyamamışlardı.
Yaverin doldurduğu çanakları içen uşaklardan bazıları bir zaman sonra dayanılmaz bir uykunun baskısı altında birer kıyı bucağa kıvrılarak sızdılar. Bunlar, şaraplarına beyaz toz katılan uşaklardı.
Yin-şao, böylelikle ortada çalışan uşakların sayısını azaltınca başkumandanı ve konukları ağırlamak hususunda kendini onların yerine koydu ve böylece çanaklara şarap doldurmak imkânını elde etti.
Vakit gece yarısını geçtikten biraz sonra diğer iki yaver, Hoay-i ve konuklar arasındaki subaylardan bazıları da aynı şekilde sızdılar. O zaman yaver yapmacık bir telaşla bir iki uşak çağırarak başkumandanı yatak odasına kadar götürdü ve onu rahat bir şekilde yatağına yatırmak bahanesiyle ötesini berisini karıştırdı. Belindeki kemerden çıkan mührü alarak büyük bir soğukkanlılıkla odadan çıktı. Emin adımlarla başkumandanın divan odasına girdi. Telâşsızca yaktığı bir mumun ışığı altında bir kâğıda Çince bir şeyler yazdıktan sonra altına balmumuyla başkumandan mührünü bastı. Sonra yine sessizce mumu söndürerek yatak odasına gelip mührü kemere koydu. Bahçeye inip konukların ayakta kalmış olanlarını ağırlamakla devam etti.
Sabah olurken ayakta kalmış olan davetlileri yanlarına koştuğu uşaklarla ve atlarla evlerine gönderdi.
Bütün konaktakiler arasında hiç içki içmiyen yalnız kendisi olduğu için dipdiriydi. Yorgunluğun ve içkinin tesiriyle herkes uykuya dalarken Yin-şao atına atlıyarak başkentin sokaklarından dörtnala geçti. Şehrin dış mahallerinden birinde küçük bir evin kapısı önünde durdu. Çinlilerde hiç görülmeyen çevik bir davranışla atından atladı. Evin kapısını üç defa üçer vuruşla gümletti. Açılan kapının önünde orta yaşlı ve yoksul giyimli bir Türk belirdi. Çin kumandanın yaverine Türkçe olarak:
– “Seni bekliyordum Karabuka” diye hitap etti.
Çin başkumandanının konağında dördüncü yaver olan Yin-şao gerçekte Bilge Tonyukuk’un oraya sokmuş olduğu Karabuka adlı bir Türk çaşıtından başka kimse değildi. Kaç günden beri topladığı bilgiyi bu gece elde ettikleriyle büsbütün genişletmiş ve iki yüz bin kişilik Çin ordusunun Gök Türk ülkesine kaç koldan, hangi yollardan ve hangi kumandanların buyruğunda saldıracağını bütün incelikleri ile öğrenmişti. Bu bilgiyi Bilge Tonyukuk’a ulaştıracak olan arkadaşı şimdi geldiği evde kılık değiştirmiş bir yüzbaşıydı. Karabuka, Çin kumandanının mührüyle mühürlenmiş olan buyrultuyu da ona göstererek fikrini sordu. İki yüz bin kişilik Çin ordusunun istenilen zamanda toplanmaması için bu ordunun en büyük kolordusuna kumanda edecek olan Çinli başbuğa sahte bir buyrultu yazılmış ve bunda toplantı zamanı on beş gün geç gösterilmişti.
Karabuka daha fazla bir şey yapamıyacağını, yaparsa üzerine şüphe çekeceğini arkadaşına anlattı. Arkadaşı hareketlerini tasvip etti ve Bilge Tonyukuk’tan gelen yeni bir buyruğu ona bildirdikten sonra Karabuka yıldırım hızıyla konağa döndü.
Öteki de bu sıra çok hızlı koşan gösterişsiz bir Türk atına binmiş olduğu ve belinde bir yayla sadak asılı bulunduğu halde doludizgin Ötüken’e doğru uçuruyordu.
Karabuka konağa döndüğü zaman sahte gururunu yine takınmış ve yeniden Yaver Yin-şao olmuştu. Konağın içinde hızlı adımlarla yürürken birisinin uzaktan kendisine gizli bir işaret yaptığını gördü. Bu, şölen sırasında başkumandandan aldığı gizli bir buyruk üzerine bilinmedik bir yere doğru giden öteki yaverin arkasına saldığı uşaktı ve gerçekte o da Bilge Tonyukuk’un gönderdiği Türk çaşıtlarından birisiydi. İkisi gizlice konağın bir köşesine çekildiler ve gizlice konuştular. Karabuka sordu:
– Ne yaptın?
Beriki Türkçe cevap verdi:
– En tenha yerde başına bir tokmak vurup geberttim. Sonra elbiselerini çıkarıp aldım ve kendisini bir kuyuya attım. Üzerinden hiçbiri yazı çıkmadı.
Karabuka, başkumandanın sahte bir buyruğunu çıkardı:
– “Hemen yaver elbiselerini giyip bu buyrultuyu yazıldığı yere götürecek, böylelikle üzerimize çullanacak iki yüz bin kişinin altmış bini on beş gün geciktirmiş olacaksın” dedi.
Buyrultuya bir göz atan çaşıt belli belirsiz gülümsiyerek:
– “Peki” dedi ve oradan uzaklaştı.
Bütün bu işler olup bittikten sonra Yin-şao kesesindeki beyaz tozdan bir çanağa biraz koyarak üzerine şarap doldurdu ve bir dikişte içtikten sonra bir odada sızmış öteki yaverin yanında yere uzanarak kısa bir zamanda çok derin bir uykuya daldı.