Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

Bölüm: 20 Urungu’nun Bıçağı

0 15.373

Pars, akşama doğru Urungu’yu çağırtarak konuşmağa başladı. İlk önce elçilik işleri üzerine söz ediyordu. Sonra yavaş yavaş konusu değişti; Urungu’ya ne zaman onbaşı olduğunu sordu.

Söz buraya gelince Pars kendisinin ilk onbaşı olduğu zamanı anlattı ve o zamanki Ötüken’den bahsederek birdenbire;

– “Urungu! Belki tanırım, baban kimdi” diye sordu.

Onbaşının yüzü bir tipi gibi karıştı. Pars’la gözgöze geldiler:

– “Ben babamı hiç tanımadım binbaşı” diye cevap verdi.

– Adını da mı bilmiyorsun?

– Hayır!

Bu hayır pek tok, yırtıcı bir sesle söylenmişti. Pars, yüzünde hiçbir değişiklik olmadan Urungu’ya bakıyor, onun bakışlarından ve sözlerinden mânâ çıkarmağa uğraşıyor, onbaşının yüzündeki karışıklığa, sesindeki hırçınlığa aldırmıyordu:

– Ananı tanıdın, değil mi?

– Beni o büyüttü.

– O da babanın kim olduğu söylemedi mi?

– Söyledi.

– Kimmiş?

– Ben küçükken ölmüş bir savaşçı…

Pars, bir anlık tereddütten sonra bir soru daha sordu:

– Ananın adı neydi?

Urungu önüne baktı. Sonra tuhaf bir şaşkınlıkla başını kaldırarak:

– “Bunu sormak hiç aklıma gelmedi binbaşı” diye cevap verdi.

–  Oldu işte… Ondan başka kimsem yoktu. Beni sıkıntılar içinde o büyüttü. Bana her şeyi o öğretti. Benim için o ancak anaydı. Ana olduktan sonra da adının değeri yoktu. Bu yüzden adını sormak aklıma gelmedi.

Urungu daha bazı şeyler söyliyecekti. Fakat tam bu sırada, gözleri batmakta olan güneşe çevrilen Binbaşı Pars bir şey hatırlamış gibi:

–  “Şu bıçağını versene” dedi ve Urungu’nun uzattığı bıçağı alarak bir yüzünü güneşin son ışıklarına doğru çevirdi. Sapın dibinde bir damga görünüyordu. Bıçağın öteki yüzüne baktı. Burada da yine sapın dibinde “Bumun Kağan” kelimeleri yazıyordu.

Pars aldanmamıştı: Urungu’nun belindeki bıçak Kür Şad’ın bıçağı idi.

***

Dokuz Oğuzlar arasında en hatırı sayılan beğ, Yüzbaşı Kadır Bağa idi. Gök Türk elçilerini gözaltında bulunduran da oydu. En açıkgöz erlerden üç kişiye Pars’ı, Börü’yü ve Urungu’yu gözetlemesi için buyruk vermişti. Kendisi ise hepsini birden gözaltında tutuyordu. Gök Türkler’in yeniden çeri yürütecekleri hakkındaki haberden sonra çeri yerine elçi gelmesi onu kuşkulandırmıştı. Gök Türkler’in, Dokuz Oğuzlar’ı elçi ile oyalayıp alt etmelerinden korkuyordu. Bu yüzden bir onbaşıyı da on eri ile birlikte güneye, Gök Türkler’e karşı karakolluk etmeğe göndermişti.

Akşamlayın Pars ile Urungu’nun gizlice konuşmalarını Kadır Bağa’nın gözünden kaçmamıştı. Geceleyin, nöbet tutan erlerden birinin yanına gelerek elçilerin çadırlarını gözetlemeğe başladı. Bu işe o kadar ehemmiyet veriyordu ki uyku bastırmasın diye yemek yememiş ve parmağını kesip kanatarak üzerine tuz bastırmıştı.

Herkes yatıp uyuduktan ve ortada nöbetçilerden başka kimse kalamdıktan sonra Kadır Bağa elçilerin çadırlarından birisinin çıktığını ve birinci elçi Pars’ın çadırına girdiğini gördü. Gürültü etmeden hemen o yana doğru ilerledi ve çadırın en gölgeli tarafına gelerek yere uzanıp kulağını içeriye verdi.

Yavaş sesle konuşulanları önce iyi işitemiyordu. Biraz sonra ya yerine alıştığı yahut içerdekiler daha yüksek sesle konuşmağa başladığı için söylenenleri az çok duyar gibi oldu ve Parsla konuşanı tanıdı: Bu aralarında yarım kalmış bir kılıç dövüşü olan Urungu idi. Kadır Bağa, Gök Türkler’in Dokuz Oğuzlar aleyhindeki gizli niyetlerine ait bazı şeyler öğreneceğini umarak çadırın eteğine uzanmıştı.

Fakat işittiği şeyler büsbütün başkasıydı. Şaşkınlıktan gözleri açılmıştı. Gece yarısına kadar orada kalmış, Urungu çıkıp gittikten sonra kendisi de oradan yavaşça uzaklaşarak çadırına gelmiş, fena halde acıkmış olduğu için yemeğe saldırmış ve dalgınlıkla kızarmış et diye sadak kayışını dişlemişti.

Kadır Bağa o gece düşünde hep Urungu ile uğraştı ve sabahı dar etti. Ay Hanım’ın otağına girdiği zaman, vereceği haberin onca bir değeri olup olmıyacağını kestiremiyordu. Diz vurduktan sonra:

– “Dün gece Binbaşı Parsla Uurungu’nun gizli bir konuşmasını dinledim” diye söze başladı. Ay Hanım ilgilenerek bekliyordu.

– Pars Beğ Urungu’ya ne dedi biliyor musun? Urungu dedi, ben sana ananın bilmediğin adını söyleyim; ananın adı Altın Tarım’dı dedi.

Ay Hanım sordu:

– Buna karşılık Urungu ne dedi?

– “Binbaşı, bunu nereden biliyorsun ve benim anamın adıyla neden ilgileniyordun” dedi. O zaman Pars: “Nasıl ilgilenmem? Senin anan benim teyzemdir” diye cevap verdi. Bu söz üzerine Urungu’nun sesi dikleşti: “Bunu nereden bulup çıkarıyorsun” diye sordu. Pars: “Belindeki bıçaktan çıkarıyorum ve senin babanı tanıyorum” diye söyledi. Urungu bağırır gibi : “Söyle bakalım kimmiş” deyince Pars Beğ bir cevap verdi ki kulaklarıma inanamadım.

Ay hanım çok ciddileşmişti. Merakla bakan güzel gözlerinde olağanüstü bir ışık ve büğü vardı. Buyurucu bir sesle:

– “Urungu’nun babası kimmiş” diye sordu. Kadır Bağa:

– “Kür Şad’mış” diye cevap verince bütün yüzünü tatlı bir kızıllık kapladı ve elini belindeki bıçağa atarak:

– “Ne diyorsun Kadır Bağa” diye haykırdı.

Yüzbaşı dalgın dalgın söylüyordu:

-Zaten onun ok atışından, vuruşmasından belliydi. Onu beğ sanmıştık. Meğerse beğden de üstünmüş.

Tegin olduğunu nerden bilirdik? Şimdi yarım kalan dövüşümü daha büyük bir iştahla yaparım. Yüzbaşı Kadır Bağa bir Gök Türk teginini yendi derler.

Ay Hanım sordu:

– Ya yenilirsen?

Kadır Bağa biraz şaşaladı. Bu ihtimal hiç aklına gelmemişti. Fakat onun da cevabını bulmakta gecikmedi:

– Yenilirsem bir tegine yenildi derler.

Ay Hanım sustu. Kadır Bağa da Urungu ile yapacağı kılıç denemesinin hülyasına daldı. Kağan kızı derin derin düşünüyordu. Neden sonra:

– “Yüzbaşı” dedi, “bana değerli bir haber getirdin. Fakat tam değil. Urungu Kür Şad’ın oğlu olduğunu niçin saklıyormuş? Bunu da öğrendin mi?”

– Hayır, Ay Hanım! Buna dair birkaç söz geçti ama ben Urungu’nun tegin olduğunu öğrenince o kadar şaşırdım ve sevindim ki artık gerisini işitemedim. İşittiklerimi de anlıyamadım.

– Urungu’nun belindeki bıçak için de bir şey öğrenebildin mi?

–  Öğrendim! Bu bıçak Gök Türkler’in ilk kağanı Bumun Kağan’dan kalma tılsımlı bir bıçakmış. Bir yüzünde Bumun Kağan’ın damgası, öbür yüzünde de adı kazılı imiş. Fakat bu yazı ile damga ancak güneşin doğduğu ve battığı sırada görülürmüş. Bir de Gök Türkler’in şanı ne kadar artarsa bıçaktaki yazı o kadar iyi görünürmüş.

– Peki! Bugün Pars Beğ’i güneşin batmasına bir kargı boyu kala otağa getirecek, daha önce de benden gereken buyrukları alacaksın!…

Akşama doğru Ay Hanım tertibatını almış ve Kadır Bağa’ya birtakım buyruklar vermişti. Pars Beğ’i huzuruna aldığı zaman otağın kapısı ve perdeleri açılmış, içeriye bol ışık dolmuştu. Ay Hanım çok kısa konuştu ve İlteriş Kağan’ın bütün buyruklarını kabul ettiğini bildirip Pars’a armağan olarak güzel bir yay verdi.

Pars gidince Börü Beğ’i getirtti. Onunla da çok kısa konuştu. Güzden önce istenilen vergileri yollıyacağını, yalnız koyunları az olduğu için çadır başına iki koyun çıkmadığını, fakat güze kadar bunu da elde edip göndereceğini bildirdi. Börü Beğ’e de armağan olarak bir bıçak verdi.

Börü’den sonra Deli Ersegün’ü çağırttı. Gönül alıcı birkaç sözden sonra gümüş tokalı bir kemer armağan etti.

Güneş batmak üzere iken Urungu’yu huzuruna aldı. Derin derin bakıştılar. Ay Hanım’ın Börü ile, Ersegün ile konuşmağa hiç de niyeti yoktu. O sırf Urungu’yu çağırmak, onunla konuşmak için böyle hareket etmişti. Durup dururken Urungu’yu çağırması dikkati çeker diye böyle davranmıştı. Urungu’yu getirmekteki başlıca maksadı onun bıçağını görmekti.

Ay Hanım, karşısında dimdik duran onbaşıyı süzüyordu. Başında kendisinin vermiş olduğu börk vardı. Giyimi artık yoksul değildi. İlteriş Kağan Gök Türkleri zengin etmişti. Urungu’nun yüzünde hayatın ve kılıçların açtığı çizgiler ona başka bir mânâ veriyordu. Gönülleri okuyan Ay Hanım başka hiçbir şey bilmese bile onun büyük ızdıraplar çekmiş olduğunu yine anlıyabilirdi. Urungu’nun yüreğini titreten sesiyle konuşmağa başladı:

–  Onbaşı Urungu! Savaşta yağı olanlar barışta arkadaşlık edebilir. İlk önce adamlarımla yağılık etmiştin. Sonra benimle yoldaş oldun. Daha sonra savaş çıktı. Sen beni tutsak etmek istedin. Ben seni öldürmek istedim. İkimizin de isteğini Tanrı yerine getirmedi. Şimdi dost olarak karşı karşıya bulunuyoruz. Belki bu son görüşmemizdir. Onun için sana bir armağan vermek ve senden bir şey öğrenmek istiyorum.

Urungu yere diz vurarak:

– “Ay Hanım! Armağanın olan börkü başımda taşıyorum” dedi.

Kağan kızının ışıl ışıl yanan büğülü gözleri batmakta olan güneşe çevrildi. Zamanıydı:

– “Onbaşı Urungu! Belindeki bıçağı biraz verir misin” dedi

Urungu bir lâhza hayretle onun yüzüne baktı. Dün gece Binbaşı Pars’la konuştuktan sonra her şeyden kuşkulanır olmuştu. Fakat Ay Hanım’ın buyruğunu yapmamak elinde değildi. Bıçağını kınından sıyırarak uzattı.

Güneş batıyordu. Son kızıllıkları kağan kızının yüzüne vuruyor ve onu gökten inmiş, ışıktan doğmuş bir Tanrı kızına benzetiyordu. Urungu, onun elindeki bıçağı güneşe çevirip dikkatlice baktığını görünce her şeyi bildiğini anladı ve kıpkırmızı oldu.

Şimdi Ay Hanım gözlerini dikmiş, Gök Türk onbaşısına bakıyor, Kür Şad’ın oğlu onun bakışlarına karşı koymak istiyor, direniyor, fakat gücünün kesildiğini duyuyordu.

Bakışmalarla yapılan bu savaş uzun sürmedi. Urungu’nun başını eğmesiyle son buldu. Kağan kızı bıçağı geri verirken:

– “Kür Şad’ın oğlu! Bunu niçin sakladın” diye sordu.

Urungu, göğsüne ok yemiş bir insan gibi baştan aşağı sarsıldı. Susuyordu. Öteki yeniden sordu:

– Çaşıtlar kendini saklar. Sen en yiğit, en doğru bahadırlardan birisin. Söyle: Bunu niçin sakladın?

Ay Hanım’ın sesi artık buyruk veriyordu. Urungu’nun gönlü bir kasırgaya tutulmuş gibiydi. Sevdiği kız kendisinin bir tegin olduğunu öğrendi diye seviniyor, anasının dileği bozuldu diye düşünüyor, Ay Hanım bunları nasıl anladı diye şaşıyordu. Kağan kızı şimdi bir pars gibiydi. Buyruk vererek yalvarıyor, yalvararak buyruk veriyordu:

– Söyle, Gök Türk tegini! Anlat, Urungu Şad! Bunu niçin sakladın?

Urungu yere diz vurarak cevap verdi:

– Anamın isteği yerine gelsin diye sakladım Ay Hanım! Ona söz vermiştim.

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.