Bölüm: 17 Ay Hanım’ın Elçisi
O gün Ötüken’de büyük bir tören vardı: Gök Türk kağanı İlteriş Kutluk Kağan, Dokuz Oğuz katunu Ay Hanım’dan gelen elçiyi kabul edecekti. Kağan’ın üç tuğu otağın önüne dikilmişti. Borular davullar tören havaları çalıyordu. Kağan’ın demir göğüslük takmış öz çerileri otağın iki yanında iri birer kaya parçası gibi duruyordu. İlteriş Kağan, yanında İl Bilge Katun olduğu halde tahtında oturuyordu. Tahtın iki yanında şadlar, Tarkanlar, buyruklar sıralanmıştı. Bilge Tonyukuk ile Boyla Bağa Tarkan, Kağanın yanında duruyordu. Töreni idare eden bir tarkanın işareti üzerine davullar borular sustu ve bir ulak: “Ay Hanım’ın elçisi Binbaşı Pars Beğ gelir” diye bağırdı. Bütün gözler binbaşıya dikilmişti.
Pars Beğ, ardında iki oğlu olduğu halde yürüyordu. Daha geride Çalkara, arkasında yedi at olduğu halde ilerliyordu. Kağanla katuna yirmi adım kala durup dördü de yere diz vurdular. Sonra Parsla iki oğlu kalkıp Kağan’ın karşısına kadar geldiler ve yeniden yere diz vurdular. Kağan:
– “Binbaşı Pars Beğ! Ötüken’e hoş geldin” dedi.
Pars cevap verdi:
– Hoş bulduk kağan! Otağına Dokuz Oğuz katunu Ay Hanım’ın elçisi olarak gelip armağanlarını ve baş eğme haberini getirdim. Fakat ben Ötüken’in yabancısı değilim. Gök Türk’üm ve Ötüken’de doğup büyüdüm.
Kağan, katun ve bütün beğler dikkat kesildiler. Kağan sordu:
– Ötüken’de ne idin? Niçin ayrıldın?
– Ötüken’de onbaşıydım. O zaman yüzbaşı olan Işbara Han’ın buyruğunda idim. Işbara Han’ın büyük kızı Almıla’yı aldım ve İçing Katunla kardeşi Şen-king’in kötülükleri yüzünden batı kağanının ordusuna gittim.
İçing Katunla Şen-king’in kötü hâtıraları daha unutulmamıştı. Adları anılınca bütün beğlerin gözlerinden birer tiksinme dalgası geçti. İlteriş Kağan batı Türkleri hakkında bilgi edinmek istiyordu:
– “Binbaşı Pars! Batıda hangi kağanlar kağanlık etti? Şimdi orası nicedir” diye sordu.
Pars, vukuatı hatırlamak istercesine önüne bakıp bir ara düşündükten sonra anlatmağa başladı:
– Ötüken’de Kara Kağan varken batıda da Tüng Yabgu Kağan vardı. Ulu kağandı ama talihsizdi. Kara Kağan tutsak olduğu yıl o da öldü. Sonra Bağatur Sibi Kağan, ondan sonra da Sır Yabgu Kağan başa geçti. Daha sonra El karıştı. Başta iki kağan birden bulunmağa başladı. Kan gövdeyi götürüyordu. Öyle oldu ki, Tüng Yabgu Kağan’nın ölümünden otuz yıl sonra batı Elinde ne budun kaldı, ne kağan.
Yirmi yıl kağansız, türesiz yaşadıktan sonra Eçine Türçe Kağan başa geçip dokuz yıl Eli tuttu. O ölünce yeniden düzen bozuldu. Üç yıl yeniden kargaşalık oldu. Eçine Kür Çur Kağan başa geçince umutlanmıştık. Fakat bir yıl geçmeden o da ölünce artık batı Elinde yaşanamayacağını anladım. Doğuda yeniden devlet kurulduğunu işittim. Sağ kalan iki oğlumu alarak at uşağımla birlikte Ötüken’e geldim.
Ötüken’e yaklaşırken ilk rasladığımız El, Dokuz Oğuzlar oldu. Başlarında Ay Hanım bulunuyordu. Anası, Işbara Han’ın kızı olduğu için bir yandan da Bozkurt ocağına bağlı olan bu kağan kızı bizi iyi ağırladı. İlteriş Kağan’a bağlılığını söyledikten sonra armağan olarak bir kılıçla yedi tane soy at gönderdi.
Binbaşı Pars sözlerini bitirince Ezgene’nin elinden kılıcı aldı. Kağan’a kadar götürerek sundu. Sonra geride Çalkara’nın tuttuğu atları göstererek:
– “Ay Hanım bunların kabul edilmesini diledi” dedi
İlteriş Kağan’ın çerileri yedi atı alıp götürdüler. Bir yüzbaşı da kılıcı alarak dizideki yerinde durdu. Sonra Pars Beğ yeniden söze başlıyarak:
– “Oğullarım Yüzbaşı Ezgene ile Onbaşı Yula da senin orduna katılmak için geldiler. ikisi de sınanmış erlerdir” dedi.
Kağan Binbaşı Pars’ın oğullarına dikkatle baktı:
– “Önce benim erlerimle boy ölçüşsünler” dedi.
Ezgene ve Yula ileleyip diz vurarak:
– “Buyruk senindir” dediler.
Önce at yarışı yapılacaktı. Pars’ın oğullarına karşı Ötükenlilerden Yüzbaşı Börü ile Deli Ersegün çıktılar. Kağan otağından üç bin adım kadar uzakta olan bir ağacın ardından dolaşıp kağan otağına kadar geleceklerdi. Bir ulak daha önce giderek oraya dört tane yarış tuğu dikmişti. Ortalıkta çıt bile yoktu. Davul üç defa gümledikten sonra dört yarışçı yıldırım gibi fırladılar. İlk önce bir hizada koşuyorlardı. Sonra Ezgene ile Yula ötekileri geçtiler. Ezgene çatık kaşları ve asık yüzü ile savaşta düşman kovalıyormuş gibi uçuyor, Yula sakin çehresiyle eğlenceye çıkmış gibi yarışıyordu. Börü, vaktiyle babasının bütün batılıları geçerek birinci geldiğini bildiği için usta bir biniciye yakışacak şekilde atın yelesine yatmış, dörtnala gidiyordu. Deli Ersegün dünyada kimsenin kendini geçebileceğine akıl erdiremediği için atını sert vuruşlara kamçılayarak ilerliyordu. Bir müddet bu durum değişmedi. Tuğlara yaklaşırken Börü en ileri geçerek iki kardeşi geride bıraktı. Ersegün de sonra yetişerek hemen hemen aynı hizaya geldi. Tuğlara kadar bu diziyi bozmadan geldiler. İlk tuğu Börü kaparak geriye döndü. İkinci tuğu kapan Yula çok usta binici olduğunu gösterdi. Öndeki, Börü gibi büyük bir çark yapmadan atını birden şahlandırıp olduğu yerde tersine döndüren Börü’nün önüne düştü. Ezgene ve Ersegün aynı zamanda alırken çarpıştılar. Fakat düşünmiyerek geriye doğru çarkettiler. Bu çarpışma Ersegün’ün işine yaradı ve Ezgene’yi on adım kadar aştı.
Dönüşün yarısına kadar sıra değişmedi. Yarısından sonra yarış hem hızlandı hem de heyecanlandı. Kağan otağının çevresindekiler bakışlarını, ufku delercesine keskinleştirerek gelen dört kişiyi seçmeğe uğraşıyorlardı. Önde Börü ile Yula çekişiyorlardı. Yula bir at boyu ilerdeydi. Onların on adım kadar gerisinde Ezgene ile Ersegün yarışıyorlardı. Yüzbaşı Ezgene, Deli Ersegün’e yetişmişti. Fakat aradaki bir at başı açıklığı bir türlü kapatamıyordu. Böyle olduğu halde arkada kalmış olan bir iki yarışçı yavaş yavaş öndekilere yetişiyordu.
Otağa beş yüz adım kadar kalmıştı. Yüzbaşı Börü, Onbaşı Yula’ya yetişmişti. Şimdi atbaşı beraber gidiyorlardı. Ersegün’le Ezgene de aynı hizada gidiyor ve öndekilerin hemen ardında bulunuyordu.
Otağa üç yüz adım kala Ersegün hepsini geçti. Öteki üçü onun iki adım gerisinde atbaşı beraber koşuyorlardı.
İki yüz adım kala Yula ötekileri aştı. Hemen ardından Ersegün’le Börü bulunuyordu.
Yüz adım kala Börü, Yula’ya yetişti. Yüzbaşı Ezgene’nin yüzü büsbütün asılmıştı. En arkada kalmak hoş bir şey değildi.
Elli adım kala Börü ile Yula aynı hizada uçuyorlardı. Yarım at boyu geriden Deli Ersegün geliyor, onu da bir at boyu geriden Yüzbaşı Ezgene kovalıyordu.
İhtiyar Binbaşı Pars oğullarından biri en geride kaldığı için çok üzgündü. Fakat bu sırada beklenmedik bir şey oldu; Yarışın bitmesine yirmi adım kalmıştı. Yüzbaşı Ezgene’nin sert bir ıslık çalarak üzengileri üzerinde ayağa kalktığı görüldü. Arkasından atı şahlanır gibi yaparak şiddetle sıçradı. Ezgene’nin atı yere düştüğü zaman Ersegün’le aralarındaki açıklık kapanmış ve iki at aynı hizaya gelmişti. Yarış biterken Börü ile Yula önde ve aynı hizada, Ersegün’le Ezgene de yarım at boyu geride, aynı hizada idiler.
Yarışçılar atlarından atlıyarak tuğlarını otağın önüne diktiler. Sonra Kağan’ın buyruğuyla kendilerine sunulan kımızı içtiler.
Şimdi ok atılacaktı. Pars’ın oğullarına karşı Ötükenlilerden dört beğ çıkmıştı. Bunlardan biri, yarışta birinci olmayışını bir türlü sindiremiyen Deli Ersegün’dü.
Yüz adımdan, kıpırdamıyan hedeflere atılan oklar şaşmaz bir isabetle yerini bulduktan sonra uzun bir sırığın tepesine bir top bağlandı ve toprağa dikilen sırığın üstündeki hedefe, atla dörtnala giderken yay çekilmeğe başlandı.
Altı nişancı da hedefi buldular.
Şimdi yeni bir deneme yapılıyordu: Bir er, kalınca bir dalı hızla toprağa vururken okçular elli adımdan buna nişan alacaklardı. Elli adımdan atılan oklar dalı vurunca, aralık yetmiş adıma çıkarıldı ve Ersegün vuramıyarak yarışı bıraktı.
Aralık seksen adıma çıkarıldığı zaman dört kişi bunu da vurdu. Vuramayıp çıkan bir Ötükenli idi.
Aralık doksan adıma çıkınca Ötükenliler bunu da vuramadılar. Ortada Pars’ın iki oğlu kaldı.
O zaman, bir bahadırın Kağan’a doğru yürüdüğü görüldü. Yere diz vuran bu er:
– “Yüce kağan! Buyruk verirsen bu beğlerle bir yol ben ok atışayım” dedi.
Kağan memnundu:
– “İyi edersin Onbaşı Urungu” diye cevap verdi.
Urungu yayını gerip gezledi. Keskin bir ıslık sesi. Ok dala saplanmıştı.
Aralık yüz adıma çıkarıldı. Bu kadar uzaktan kıpırdayan bir dalı vurabilmek için nasıl bir göz, nasıl bir bilek isterdi!… Fakat bütün seyircilerin takdirle bakan gözleri önünde üç nişancının oku da hedefi buldu.
İlteriş Kağan, Binbaşı Pars’a baktı:
– “Oğulların yavuz nişancılarmış Pars Beğ! Daha başka deneme de yapalım mı” diye sordu.
Pars’ın gözlerinde Kara Kağan’ın kağanlık şenliğinde yapılan tören ve orada Kür Şad’la Işbara Alp’ın ok atışı canlanmıştı:
– “Sen bilirsin kağan” dedi, “tahtalar üzerine ellişer okla Türk yazmak da var. Vaktiyle Kür Şad’la Işbara Alp bunun için burada ok atmışlardı”.
Kağan kabul etti. Aynı büyüklükteki üç tahtaya üç nişancı ellişer okla Türk kelimesini yazacaklardı. Davulun gümlemesiyle atış başladı. Sağ eller görülmemiş bir çabuklukla sadaklara gidiyor, oradan çektikleri okları yay kirişlerine takıyor ve gerdiği kirişi koyuvererek okları tahtadaki yerine en özenli bir şekilde yerleştiriyordu. İlk önce üç yiğit sanki talimli imişler gibi aynı okları aynı hareketlerle fırlatıyorlardı. Sonralara doğru bir tanesi ötekilerini biraz geçer gibi oldu. Seyircilerde ses yoktu. Bir yanlış atış en ilerde bulunan okçuya bile yarışı kaybettirebilirdi…
Binbaşı Pars büyük bir dikkatle yarışmaya bakıyordu. İki oğlunun hareketleriyle birlikte Urungu’ya göz atıyor, Kara Kağan’ın zamanını yaşıyordu. Urungu son oku atıp yerine sapladığı zaman Ezgene ile Yula son oklarını henüz fırlatıyorlardı. Bir anlık öncelikle Onbaşı Urungu kazanmıştı.
Kağanın yolladığı kımızı içerken Pars onun yüzünü daha iyi görmüş ve kendi kendine: “Ne kadar da Kür Şad’a benziyor” diye düşünmüştü. Kür Şad’ın öldüğünü bilmese Urungu’nun Kür Şad olduğunu iddia edebilirdi. Bu ok atış, bu vuruşlar ve sonra benzeyiş.