Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

Bölüm: 12 Tutsaklıktan Kurtuluş

0 13.730

Taçam, Dokuz Oğuzlar’ın yanından dönerken başı belâya uğradı: Yaralı olduğu için doludizgin yürüyüş onu sarsmıştı. Bu yüzden atını yorgaya kaldırmış ve gecikmişti. Gecikince azığı bitti. Aç kaldı. Aç kalınca da gücü kesilip derin bir uykuya daldı. Böyle bir uykuya daldığı sırada bir gürültüyle uyandı. Çevresinde on atlı vardı. Anlıyamadığı bir dille kendisine bir şeyler söylendiğini işitince:

– “Kimsiniz? Ne istiyorsunuz” diye sordu. İçlerinden birisi Türkçe:

– “Biz Kıtay’ız. Seni tutsak ettik” diye cevap verdi.

Taçam’ın kaşları çatıldı. Bir tutsaklıktan kurtulurken başka tutsaklığa düşmek olur aksiliklerden değildi. Büyük bir can sıkıntısı içinde: “Vuruşalım” dedi.

Türkçe bilen Kıtay bu sözü kendi diliyle ötekilere anlattı. Bütün gözler Taçam’a dikildi ve dilmaçlık eden Kıtay, onbaşılarının cevabını bildirdi:

– Sen bir kişisin. Bize karşı nasıl vuruşursun?

Gök Türk çerisi başını kaldırdı:

– Teke tek vuruşalım. Er kişilerseniz, kaçmazsınız.

Bu yaman teklif üzerine Kıtaylar birbirlerine baktılar. Kendi aralarında, kendi dilleriyle bir şeyler konuştular. Dilmaç neticeyi bildirdi:

– Sen yaralısın. Bizimle nasıl vuruşursun?

Taçam’ın gözlerinde bir övünme ışığı yandı:

– Yaralıyım ama Gök Türk’üm. Yine de dövüşürüm.

Kıtay onbaşısının verdiği buyruk üzerine içlerinden biri atından atladı ve kılıcını çekerek Taçam’a doğru yürüdü.

Taçam dilmaca sordu:

– Vuruşuyor muyuz?

– Evet.

– Atlarımız varken böyle yaya vuruşu mu yapacağız?

– Evet.

– Neden?

– Ata binersen kaçarsın.

Bu söz Taçam’ı çileden çıkarmıştı. Kılıcını çıkararak Kıtay’ın üzerine saldırdı. Büyük öfkeyle dövüştüğü için Kıtay savaşçısı gerilemek zorunda kalıyor, fakat usta çeri olduğunu belli eden fırsatçı saldırışlar yapmaktan da geri kalmıyordu.

Vuruşa bakan Kıtaylar merakla neticeyi bekliyorlardı. Kılıç şakırtılarının uzayıp gittiği bir sırada onbaşıları ağır ağır şöyle dedi:

– Bunlara neden yenildiğimiz anlaşılıyor. Yaralıları bile aç kurt gibi saldırıyor!…

Onbaşı, sözünü yeni bitirmişti: Taçam’ın kılıcı Kıtay’ın sağ koluna çarptı ve kolu kana bulanan beriki, kılıcını elinde tutamıyarak düşürdü. Artık kılıç kullanacak hâli kalmamıştı. Bunu gören onbaşı öfkeyle sarsılarak atından atladı ve kılıç sıyırarak Taçam’ın üzerine atıldı.

Gök Türk çerisi birinci sınıf bir vuruşçunun karşısında olduğunu anlamıştı. Hemen hemen oldukları yerde duruyorlar, saldırışlarla çelişler birbirini kovalarken bir adım ileri gitmek imkânı bulamıyorlardı. Kıtay ilkönce sağdan, soldan, yukardan vuruşlarla her vuruşu durduruyordu. Bunun sökmediğini görünce yağısının çevresinde dönmeğe başladı. Taçam yavaş yavaş yoruluyor, savaş uzarsa sonucun kötü olacağını sanıyordu. Bunu önlemek için hızlı bir davranış yaparak ileri atıldı ve kılıcını büyük bir ustalıkla Kıtay’ın yüzüne savurdu. Kılıç yerini bulmuş, onbaşının yüzünde uzun ve derin bir çizik açılmıştı. Fakat aynı zamanda o da saldırış yapmış ve kılıcını Taçam’ın pazısına yapıştırmıştı. Genç Gök Türk, kılıcının düştüğünü gördükten sonra kolunda büyük bir acı duydu. Gözleri kararır gibi oldu. Düşecekti. Yerden kılıcını almak istiyordu. Fakat bir adım daha atarsa yıkılacağını sezinliyerek durdu, kaldı. Kıtaylar’a tutsak olmuştu.

Birden Kıtaylar arasında bir kıpırdanma olduğunu gördü. Kıtayca bir şeyler söylendi. Sonra onbaşının buyruğuyla dört tanesi doğuya doğru at sürdü. O zaman Taçam’ın gözleri ufka takıldı ve oradan da dört atlının gelmekte olduğunu seçerek yüreği sevinçle çarptı. Acaba bunlar Gök Türkler miydi? Fakat sevinci uzun sürmedi. Gidenlerle gelenler karşı karşıya bir şeyler konuştuktan sonra hep birlikte tekrar geldiler. Artık kurtuluş umutları suya düşmüştü. O zaman yeniden Taçam’ın ummadığı bir şey oldu: Dilmaç kendisine gelerek, Kıtay Eli’nden dönen Dokuz Oğuz elçisi Tungra Seme bırakıldığını ve onunla birlikte Dokuz Oğuz Eli’ne gideceğini bildirdi. At ve pusatlar, yine kendisine verilmişti.

İlteriş Kağanla yaptığı savaşta ölen Dokuz Oğuz Kağanı Baz Kağan, Gök Türkler’e karşı ittifak yapmak için Tunga Sem’i Kıtaylar’a göndermiş, fakat Gök Türkler tetik davranarak Dokuz Oğuzlar’ı, Kıtaylar’ı ve Çinliler’i ayrı ayrı yenmişlerdi. Tunga Sem bir şey yapamadan yurduna dönüyordu. Kendi Elinin uğradığı acı bozgunu duymuştu. Bir iş yapabilmiş olmak için bu gök Türk çerisini tutsak olarak Dokuz Oğuz Eli’ne götürüyordu.

Kıtaylar uzaklaştıktan sonra Taçam kendisini Tungra Sem’e tanıttı:

– “Beni Ay Hanım’a yeniden götürmekle iyi etmiyorsun. Ben zaten onun yanından geliyorum” dedi.

Bu sözler Dokuz Oğuz beğini ilgilendirmişti:

– “Ay Hanım’ın yanında ne işin vardı” diye sordu.

– Önce tutsaktım. Sonra beni koyuverdi ve elçi olarak İlteriş Kağan’a yolladı.

– Elçi mi?

– Evet, elçi.. Ay Hanım, İlteriş Kağan’a baş eğdiğini de söyledi.

Tungra Sem derin bir düşünceye daldı. Bu Gök Türk’ün yalan söyleyip söylemediğini nasıl anlıyacaktı?

– “Sen Ay Hanım’ı bir yol bana anlatsana” dedi.

– Sana Ay Hanım’ı da, Kunı Sengün’ü de, Kadır Bağa’yı da anlatayım. Dokuz Oğuz Eli’nin darmadağın olduğunu da söyliyelim.

Taçam bunları söyledikten sonra Ay Hanım’ı tarif etti. Kunı Sengün’ü anlatmağa başlarken Tungra Seme inanç gelmişti: Taçam yalan söylemiyordu:

– “Peki yiğit! Seni bırakıyorum” dedi. Yarasını dağlatıp torbasına biraz azık koydurdu.

Taçam artık yaralarının acısını da, çektiklerini de unutmuştu. Karnını doyurduktan sonra güneye yöneldi. İki günlük rahat bir yolculuktan sonra Türkeli’ne vardı.

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.