Bölüm: 1 İhtilâl Başarılamadıktan Sonra
Çin kağanı Tay-tsung çok düşünceli idi. Birkaç gündür kendisinde bir başkalık, anlaşılmaz bir değişiklik seziyordu. İlk önce bunun ne olduğunu anlamadan içinde rahatsızlık duymuş, sonra düşüne düşüne rahatsızlığı nereden geldiğini bulmuştu: Korkuyordu: hele gün battıktan sonra her karaltı, her gölge onu ürkütüyor, şu uğursuz ihtilâlcilerden biri karanlıklar içinden çıkarak kendisine doğru yay gerip ok fırlatacak sanıyordu. O, ihtilâlcilerden birçoğunun başkentte gizlenmiş olduğuna inanıyordu. Çünkü bunlardan ancak 38 tanesinin cesedi bulunmuş, Vey ırmağından da üçünün ölüsü çıkarılmıştı. Bu kadar büyük bir gürültünün 41 kişiyle yapıldığına, Çin kağanı olarak inanamazdı. Bu ihtilâlciler ne kadar gözü pek, çılgın herifler olurlarsa olsunlar, 300’den çok Çin askerini öldürmek ve koca bir şehre bu kadar korku salabilmek için herhalde birkaç yüz kişi olmalıydılar.
Üç gündür bütün Siganfu ve yöreleri altüst edildiği, birçokları yargılanıp idam edildiği, birçoğuna işkenceler yapıldığı halde gizlenmiş olan ihtilâlcilerden kimse ele geçirilememişti. Acaba bunları, kendi tahtına göz diken kumandanlarından birisi mi saklıyordu? Öyle ise sarayın içinde fırsat kollamaları da akla gelebilirdi.
İşte Çin kağanı bunları düşünerek sıkılıyor, heyecanlanıyordu. Aldığı raporlara göre geceleyin bir çok yerde ihtilâlciler gözükmüştü. Fakat bütün sıkı araştırmalara rağmen kimse ele geçmiyordu. Herifler herhalde geceleyin iş görmeyi seviyorlardı. Sarayı geceleyin bastıkları gibi şehirlerde de geceleyin ortaya çıkıyorlar, fakat gündüz olunca silinip kayboluyorlardı. Ama niçin şimdiye kadar bir teki ele geçmemişti?
Siganfu halkı ihtilâlcilerin korkusundan geceleyin sokağa çıkamaz olmuştu. Şehrin ucunda oturan bir Çinli, bir gece Vey ırmağı kıyısından dönerken bunlardan birçoğunun atlarıyla birlikte ırmağı yüzerek geçtiklerini görmüş, bir başkası da Siganfunun içinde çok iri ve tam pusatlı bir yığın adamın karanlıklar arasında hızla yürüdüklerini görerek çığlıklarla kaçmıştı. İhtilâlciler bu ikisine de bir şey yapmamışlar, fakat yaşlı bir kadını öldürmüşlerdi. Geceleyin komşusundan biraz pirinç alan kadın, kapıdan çıktıktan sonra “ihtilâlciler” diye bağırarak yığılmış, kapıyı tekrar açan komşular zavallının ölüsünü bulmuşlardı. Üzerinde ok ve kılıç yarası yoktu. Karşısında korkunç haydutları gören kadıncağızın korkudan öldüğü anlaşılıyordu.
Bugün ihtiyar bir kadını korkutarak öldürenlerin yarın yeniden saraya saldırmıyacakları ne malûmdu?
Çin kağanı bütün bunları düşünerek tedbirler almış, saray çerisini çoğaltmış, nöbet işlerini düzene koymuş, geceleri dışarda gezmek âdetini bir yana bırakmıştı. Bütün bunlara rağmen içi rahat değildi. Öldürülen ve başı kesilen Kür Şad’ın bile öldüğünden emin olamıyordu. Kür Şad’ın kızını idam ettirmiş, fakat konçuyu ile oğlunu bulduramamıştı.
Bir yandan da nâzırların verdiği raporlar ve raporlardaki teklifler dolayısıyla aklının büsbütün karıştığını hissediyor, öfkeleniyor, saçma sapan şeyler düşünüyordu. Bütün bu düğümleri çözmek için bugün sarayda bir toplantı yapılacaktı. Tay-stung son ümitlerini bu toplantıya bağlamıştı.
***
Siganfu sarayın büyük bir odasındaki toplantı heyecanlı bir hava içinde açıldı. Nâzırlar, Çin kağanının karşısında sinirlerine hâkim olabilmek için kendilerini sıkıyorlardı. Kağan, Kür Şad ihtilâlinden sonraki durumu anlatarak başkentteki rahatsızlığın önüne nasıl geçilebileceğini, bunun için yapılması gereken işlerin neler olduğunu sordu. İşin aslına bakılırsa kendisi de onlardan daha az heyecanlı değildi. İlk sözü Vey-çing aldı. Koyu bir Türk düşmanı olan bu adamın Türklere karşı duyduğu kin Kür Şad ihtilâlinden sonra büsbütün artmış, Türklerin yok edilmesini kendisine ülkü edinmişti. Düşüncelerini büyük bir konuşkanlıkla anlatarak Türklerin tehlikeli ejderler olduğunu, günün birinde Çin’in batmasına zemin hazırlamaktansa şimdiden bir çare düşünmek lâzım geldiğini söyledi. Çareyi de soğukkanlılıkla bildirdi: Çindeki bütün Türkleri öldürmek…
İşi gücü Vey-çing’e karşı gelmek, onunla tartışmak olan Ven-yen-po bu düşünceye hemen itiraz etti. O, Türkleri çinlileştirmenin devlet için daha faydalı olacağını ileri sürüyor, bu milletin kabiliyetlerinden faydalanmanın Çin’e getireceği menfaatları sayıp döküyordu.
Li-pe-lo ikisi arasında bir tez müdafaa ediyor, Yen-sen-ku da onu destekliyordu.
Çin kağanı bugün çok iradesizdi. Hangi nâzır konuşursa onun tesirinde kalıyor, böylelikle durmaksızın fikir değiştiriyordu.
Nihayet, uzun tartışmalardan sonra bir sonuca varılabildi: atılganlıkları ve korkusuzlukları dolayısıyla Çin’in içinde kalmaları tehlikeli görülen Türkler yeniden eski yurtlarına gönderilecekti. Bu karar Vey-çing’i yıldırımla çarpılmış gibi sarsmıştı. Son defa söz alarak:
– “Bu kararla Kür Şad’a karşı yenilmiş olduğumuzu kabul ediyoruz; onun istediği de bundan başka bir şey değildi” dedi.
Fakat Çin kağanı ve öteki nâzırlar öyle bir kâbus içinde idiler ki bu kâbusun bastırıcı tesirinden kurtulmak için yenilmiş olmayı kabul etmekten utanmıyorlardı.
Şimdi sıra bu kararın nasıl tatbik edileceğine gelmişti. Türkeli Sırtarduşların hâkimiyeti altına girmişti. Çindeki yüzbin Türk bunlarla başa çıkamazdı. Çünkü çoğu kadın ve çocuktu. Çin kağanı bu mesele hakkında parlak düşüncelere sahipti:
– “Sırtarduşlar da Türk olduğu için böylece Türkleri ikiye ayırmış olacak, birini veya ötekini destekliyerek muvazene kuracağız. Böylelikle hem onları birbirine kırdıracak, hem de kuzey sınırlarımızın güvenliğini sağlamış olacağız” dedi.
Bu dâhice düşünce nâzırlara saygı ile baş eğdirdi. Hiçbiri itiraz etmedi. Kağan, çoktandır kaybettiği neşesini yeniden bulmuş gibiydi. Nâzırlara sordu:
– Bu Türklerin başına geçirmek üzere kimi salık verirsiniz?
Bozkurt ailesinin bütün teginleri akıllardan geçer ve hiçbiri beğenilmezken kağan yeniden söze başladı:
– Sırba Tegin hakkında ne düşünüyorsunuz?
Bu soru Ve-çing’in yüzünde bir buruşukluk yaptı ve gözlerinden garip bir ışık geçti:
– “Çok korkunç yüzlü ve vahşi bakışlı bir adam” diye mırıldandı. Tay-tsung gülümsedi:
– “Bu korkunç yüz göğün bize en büyük iyiliğidir” dedi. Sonra, bu sözlerden bir şey anlamıyarak birbirlerine bakan nâzırların meraklarını şöylece giderdi:
– Hepsi aydınlık yüzlü ve yakışıklı adamlar olan Bozkurt ailesi teginlerinden bu korkunç yüzlü, çirkin adamı kendi soylarından saymıyorlar. Batı Türklerinden olduğu için de soyunu iyice incelemiyorlar ve ondan şüphe ediyorlar. Hakkında türlü türlü söylenti var. Bir söylentiye göre anası, ölü doğan çocuğunun yerine bu kim olduğu belirsiz çocuğu alarak büyütmüş… Böylece Gök Türklerin başına Sırba Tegin’i geçirmek öteki teginlerin hoşnutsuzluğunu kabartarak aralarına ayrılık tohumları saçmak olacaktır. Bu ayrılığı körüklemek için de Bozkurt soyundan iki tegini Sırba’nın buyruğuna vereceğim. Sırba bize en sadık tegindir ve Gök Türkler tarafından sevilmediği için de sadık kalmağa mecburdur. Kendisine kağanlık verirsek herhalde Gök Türkleri Çin’in menfaatlarına uygun şekilde idare eder.
***
Birkaç gün sonra Sırba Kağan, yanında yüz bin Türk olduğu halde Çin duvarının dışına çıkıyor, bu çıkış bütün Çinde, hele Siganfuda bir bayram gibi içten içe kutulanıyordu. Artık geceleyin sokağa çıkabilecekler, karşılarında ölüm zebanileri görmiyeceklerdi. Tay-tsung hayatından pek memnundu. Bundan sonra sarayın basılması tehlikesi kalmıyordu. Rahat uyumak bahtiyarlığına erişecek demekti. Hele düşünde şu uğursuz haramiler başbuğu Kür Şad kesik başıyla karşısına dikilmiyerek, ona dirliğini zehir etmiyecekti.
Bu gidişten yalnız Vey-çing hoşlanmamıştı. Sarayda Ven-yen-po ile karşılaştığı zaman:
– “Kırk eşkıyanın ölüsü kırk milyonluk koca devleti yendi” dedi ve gülerek tamamladı:
– Hayaletlerden korkmanız sayesinde…