Kazak Türklerinin Bolşevik Devrimi’nden önce eğitim durumlarının ne olduğu oldukça tartışmalı bir konudur. Sovyet kaynakları, 1917 yılına kadar Kazakların okuma yazma oranlarının sadece yüzde 2 olduğunu belirtirler. SSCB’nin dağılmasından sonra yazılan tarih kitapları bu oranı yüzde 8.1 olarak gösterirler. Bu verilerin doğruluk derecesini tartışan bir grup Kazak Türkü yazarı, sözü edilen yüzde 2’lik okuma-yazma oranının sadece Rusça eğitim alan Kazaklarla ilgili olduğu görüşünde birleşirler. Dolayısıyla, bunun Kazakların genel okur-yazarlık oranını yansıtması söz konusu değildir, derler. Kazak Türkleri arasında çocukların, göçebe düzenine rağmen, 9. yüzyıldan itibaren Arap alfabesiyle eğitim gördüklerine işaret eden yazar Ahmet Toktabayev, ancak, bunun dikkate alınmadığını ifade eder. Bu nedenle, Arapça okuma-yazma öğrenenlerin de, okuma-yazma bilmeyenler arasında sayıldığına dikkat çeker.[1] 20. yüzyılın başındaki Kazak Türkleri Ulusal Kurtuluş Hareketi Alaş’ın liderlerinden Ahmet Baytursun’un görüşleri de aynı doğrultadır. Nitekim, Qazaq gazetesine yazdığı bir makalesinde Arap alfabesiyle Kazakça okuyup yazan Kazakların okur-yazarlık oranı, Kril alfabesi kullanan mujiklerden (Rus köylülerinden) yüksektir, der.[2] Bunun ötesinde, Ekim Devrimi’ne kadar Kazakça basılan kitapların toplam tirajının 2 milyon 200 bini geçmiş olması da bu görüşlere bir bakıma haklılık kazandırmaktadır.[3] Demek oluyor ki, Kazak Türklerini 1917 yılından önce tamamen eğitimsiz bir halk olarak gösteren Sovyet-Rus tezinin aslı yoktur. Ancak, Kazakların o dönemlerde içinde bulunduğu genel eğitim düzeyinin, diğer Rusya Türk kavimlerinde de olduğu gibi, çağın gereksinimlerine cevap vermekten uzak olduğu da bir gerçektir.
A. Kazak Türklerinde Geleneksel Eğitim
Kazakistan’ın geleneksel eğitim kurumları, giderleri aileler tarafından karşılanan özel mektep ve medreseler idi. Aileler, çocuklarını dini eğitimlerini sürdürmeleri için çoğunlukla Türkistan’ın Buhara, Semerkant, Taşkent gibi İslam kültür merkezlerine gönderirlerdi.[4] 18. yüzyılın sonlarına doğru, Kazak bozkırlarında bu tür dini okulların sayısı artmıştı. Çünkü, aşağıda ayrıca ele alacağımız gibi, İmparatoriçe II. Katerina’nın Rus yayılmacılık siyasetinin bir parçası olarak verdiği emir üzerine, ona bağlı bir kısım Tatar Türkü tüccar ve mollalar Kazak bozkırlarında devlet hesabına yeni mektepler açmıştı.[5]
Kazak avıllarındaki (oba ve köylerindeki) bütün bu mekteplerde eğitim Arap alfabesi ile yapılırdı. İslami eğitim geleneklerinin hakim bulunduğu “eski yol” tabir edilen bir öğretim metodu uygulanırdı. Eğitim için yeterli araç-gereçlerin bulunmadığı bu mekteplerde, çocukları okutabilecek muallim sayısı da azdı. Her şeye rağmen, zamanın Kazak Türkleri, ulusal kurtuluş hareketine yön verenlerin, Kazakça ilk kitap, gazete ve dergi çıkaranların hepsi ilk eğitimlerini bu mekteplerden almışlardır.[6] 20. yüzyıla yaklaşıldığında söz konusu mektepler artık çağdaş gereksinimleri karşılamanın çok gerisinde kalmışlardı. Bunun üzerine dini temeldeki geleneksel Kazak mekteplerini yeniden yapılandırmak için bir reform hareketi başladı. Usul-ü Cedid taraftarı aydınların yönettiği bu reform hareketine “yeni yol” adı verildi.[7] Onlar, mekteplerde din derslerinin yanı sıra matematik, tarih, coğrafya, tabiat bilgisi vb. derslerin de okutulmasına çabalamışlardır. Ceditçilerin büyük gayretine rağmen yeni eğitim metodu sınırlı imkanlar yüzünden çok az sayıda mektepte uygulanabilmiştir.[8]
Kazakça ilk mektebi bitiren Kazak çocukları eğitimlerini medreselerde sürdürüyorlardı. Medreseden yetişenler, mekteplerde öğretmenlik, cami ve mescitlerde imamlık ederlerdi. Medrese eğitimi 3 ya da 4 yıl sürerdi. Bu süre, medresesine göre değişirdi. Medrese öğrencilerine, din bilgisinin yanı sıra felsefe, astronomi, tarih, dil, tıp ve matematik dersleri de verilirdi. Kazak öğrencileri arasında Ufa’daki Galiye, Orunbor (Orenburg) daki Hasaniye, Troysk’taki Resuliye medreseleri pek popülerdi. Qazaq gazetesi 1913’te Troysk, Semey, Karkaralı, Orsk ve Kızılcar medreselerinde 10.000’den fazla Kazak Türkü öğrencinin eğitim gördüğünü haber veriyordu.[9]
Bunlar ve benzeri medreselerden, Kazak Türklerinin kültür tarihine derin izler bırakan Abay Kunanbay, Sultanmahmut Toraygır, Mağcan Cumabay ve Beyimbet Maylin gibi kimseler yetişmiştir.
B. Rus Eğitim Politikası ve Kazak Türkleri
Kazakistan’da Rusça eğitim, Rus işgali ile birlikte başlamıştır. Çarlık hükümeti, Kazak Türklerinin okuduğu okullarda Ruslaştırmayı ana ilke olarak uyguladı. Hükümet, bu okullar aracılığıyla kendi sömürge yönetimine kadrolar yetiştirmeye çalıştı.
İlk Rus okullarının başında, 1786’da Ombı’da (Omsk) açılan Asya Okulu ve 1789’da Orenburg’da açılan hükümet okulu gelmektedir. Bu okullarda, öğrenciler, özellikle Kazak Türklerinin çocukları, devlet hizmetinde çalıştırılmak üzere tercüman ya da kâtip olarak eğitiliyordu. Bundan sonra, 1825’te Orenburg’ta Neplyuev Askeri (kadet) Okulu açıldı. 1846’da Omsk Askeri (kadet) Okulu’nun temeli atıldı. Bu askeri okullarda, Rus yönetimi için askeri uzmanlar ve memurlar hazırlandı.
Bu sıralarda, Kazak aristokrasisi de eğitim sorunlarıyla ciddi olarak ilgileniyordu. 1841 yılında Cihangir Han, Bökey Ordası’nda (Han Ordası) ilk kez çağdaş bir okul açtı.[10] Bökey Ordası’ndaki okulda, öğrencilere Rusça, Türk ve Doğu dilleri, matematik, tarih, coğrafya ve İslam dini dersleri okutuluyordu. 1850 yılında da Orenburg Sınır Komisyonu tarafından Kazak çocukları için yedi yıllık bir okul daha açıldı. Bu okulu ilk bitirenlerden biri Kazak Türkü pedagog, yazar İbrahim Altınsarı olmuştur.[11]
19. yüzyılın ikinci yarısında Kazak bozkırlarındaki Rus okulları iyice çoğalmıştı. Bunların arasında, kent okullarını, kilise okullarını, meslek liselerini, Rus-Kazak okullarını sayabiliriz. Bu okulların hepsi devlete aitti. Buna paralel olarak bazı Rus okullarında Kril harfi Kazakçaya uyarlanarak öğretim yapılıyordu. Bu alfabe, Kril alfabesinin Kazak Türklerini önce Ruslaştırıp, ardından Hıristiyanlaştırma konusunda ilk adım olacağına inanan oryantalist ve misyoner N. İl’minsky tarafından hazırlanmıştı.
Zaten, Çarlık Rusyası’nın kültür ve eğitim politikası, hakimiyeti altına aldığı milletleri Ruslaştırma esasına dayanıyordu. Rus hükümetinin bu konudaki tutumu hiçbir tereddüte yer bırakmayacak kadar açıktı. Nitekim, Rus Halk Eğitim Bakanı D. A. Tolstoy, 1870 yılında şöyle yazmıştı:
“Ülkemizde yaşayan geri kalmış halkları eğitmekteki esas gaye, onların muhakkak Ruslaştırılması olmalıdır. Böylece onlar, Rus halkıyla karışıp, eriyip gideceklerdir.”[12]
Buna mukabil; Kazak Türkleri kendi geleneksel eğitim kurumlarını korumakta da kararlı olduklarını gösterdiler. 19. yüzyılın ikinci yarısında, Kazak çocuklarının çoğu Müslüman mekteplerine, bazen de medreselere gidiyorlardı. Bunun üzerine, Çarlık hükümeti Kazak bozkırlarında Müslüman mekteplerinin açılmasını engelleyici önlemler almıştı. Hükümet organları, Müslüman okullarını sıkı bir biçimde denetime tabi tutuyor, sınırlamalar getiriliyordu. Kazak Türklerinin çocuklarını böyle okullarda okutması Rus hükümet makamlarından izin alma şartına bağlanmıştı. Çocuklarını bu okullarda izinsiz okutanlar ise para ve hapis cezalarına çarptırılıyordu. Bu caydırıcı tedbirlerin işe yaramadığı durumlarda, Kazak çocuklarının Müslüman okullarında okuması tümüyle yasaklanıyordu.[13]
Bütün bu engellemelere ve sınırlamalara karşın, Kazakistan’ın hemen her bölgesinde, özellikle İslam dininin güçlü olduğu Güney Kazakistan’da Müslüman okullarının açılması sürmüştü. Bu da Kazak Türklerindeki sağlam İslam inancının bir göstergesi oluyordu.
C. Kazak Bozkırlarında İslamiyet
Bugünkü Kazakistan’ı oluşturan coğrafyada yaşayan göçebe Türkler, 8. yüzyıldan itibaren İslam dini ile tanışmaya başladılar. 11. yüzyılın ortalarına doğru bu Türklerin çoğu, belki de hepsi Müslüman oldular. Fakat Türkler Müslümanlığa geçtikten sonra da eski “çok tanrılı” dinlerinin bazı unsurlarını yaşattılar. Bunun etkileri 12. yüzyılda, Güney Kazakistan’da kurulan ve bölgede İslamiyet’in yayılmasında büyük rol oynayan Yesevi tarikatında da görüldü. Yerel halkın “Hazret Sultan” dedikleri Hoca Ahmet Yesevi (1103-1166), Kazakistan’ın güneyindeki Yesse (bugünkü Türkistan) kentinde kendi tarikatını kurarken; Türklerin İslamiyet’ten önceki geleneklerini tamamen reddetmemiş, onlardan birçok unsurları benimseyerek devam ettirmiştir. Halkın anlayacağı sade bir dille yazdığı “Hikmetlerin”de göçebe Türkler için eski dinleri bakımından çok anlamlı olan “Tenri” sözcüğünü, “Allah” sözcüğü ile birlikte çok sık kullanmıştır. Yesevi tarikatının dervişleri, dini ayinlerde veya namazdan sonra cemaate dağıtılan “halim” adlı aşın hazırlanması gibi etkinliklerde de hep göçebe Türk geleneklerinden yararlanmışlardır.[14] Böylece, Güney Kazakistan’daki yerleşik tarımcılık ile göçebe kültürün kesiştiği bölgede, İslam dini eski yerel inanç ve geleneklerle bir bakıma uzlaşarak yayılmasını sürdürmüştür.
Burada göz önünde tutulması gereken bir diğer husus; İslamiyet’in Kazak bozkırlarında yayılmasına Yeseviliğin yanı sıra Nakşibendilik ve onun kollarının da önemli katkılarının olduğudur. Nakşibendilik tarikatının Doğu Türkistan’da kurulan Aktağlık ve Karatağlık cemaatlerinin bu sahadaki hizmetleri büyüktür. Bilhassa, Hoca İshak Veli (Ö. 1598) önderliğinde kurulan Karatağlık cemaatine mensup din adamları Kazak bozkırlarında İslamiyet’in güçlenmesi için nesiller boyunca uğraştılar.
Nakşibendi tarikatına bağlı bu iki cemaat yalnız Kazak-Kırgız bozkırlarında değil, aynı zamanda bütün Türkistan ülkesinde etkili oldular ve 19. yüzyılın ikinci yarısına kadar faaliyetlerini sürdürdüler.[15]
Bu iki Sufi tarikatının, Yesevilik ve Nakşibendilik tarikatlarının, etkileriyle Kazakistan’ın özellikle güneydeki kentlerinde ve bu bölgede yaşayan Kazaklar arasında İslam dini giderek güç kazandı. Kazak hanları, sultanları ve aristokrasinin başka mensupları hep dindar oldular. Bir rivayete göre, Tevekel Han oğulları ve sultanlarıyla birlikte Hoca İshak Veli cemaatine intisap etmiştir.[16] Bunun yanında, Kazak Hanlığı’nı İslam kurallarına göre yönetme girişimleri olduğu da görülmüştür. Nitekim, 17. yüzyılın sonunda; Tevke Han, “Ceti Cargı” (Yedi Kural) olarak ya da kendi adıyla anılan yasaları hazırlarken şeriat kurallarını esas almaya çabalamıştır.
Kazak bozkırlarında İslam dininin yayılmasında bu iki tarikatın yanı sıra Buhara, Taşkent ve Hive gibi Türkistan’ın büyük din merkezleri de önemli rol oynadılar. Ancak göçebe hayat tarzı, Kazak bozkırlarında özel ibadethanelerin yapımına, daimi faaliyette bulunacak dini müesseselerin kurulmasına ve daimi hizmet yapacak din adamları topluluğunun oluşmasına imkan vermedi. Bu sebeplerden ötürü bilhassa Türkistan’ın dini merkezlerinden uzak bölgelerde yaşayan Kazak Türkleri arasında -Yeseviliğin de etkisiyle- Şamanist ve animist gelenekleri de içeren katı kuralcılığın dışında, bağnazlıktan ve şekilcilikten uzak, sade bir İslam inancı yer etmiştir. Kimi komşu ülkelerin bunu yadırgadıkları da olmuştur. Ancak, bu Kazak Türklerinde İslam inancının zayıf olduğu anlamına gelmiyordu. W. Radloff daha 1844’te Kazak Türklerindeki Şamanizm’den söz ederken haklı olarak şunları yazmıştı:
“Kazakların İslamiyet’i kabul edişinin üstünden birçok asırlar geçmiştir. Onlardaki Şamanizm kalıntılarına bakarak güya ancak şimdi Müslüman olmakta bulunan bir halk diye telâkki etmek hatadır. Kazakların İslamiyeti’nin, diğerlerinin İslamiyet’inden az çok farklı olması, yalnız hayat tarzı farkından ileri geliyor. Bununla birlikte onlar, haklı olarak titiz ve hatta çok sıkı Müslüman diye vasıflandırılabilirler.”[17]
Nitekim, Kazaklar İslam’ın gereklerini yaşatma konusunda Türkistan’ın kuvvetli dini merkezlere sahip diğer bölgeleriyle hep birlikte hareket etmişlerdir. Müslümanlarca kafir bir devlet olarak görülen Hıristiyan Rusya hakimiyetine karşı mücadeleyi yalnız milli bir görev değil, aynı zamanda İslam’ın cihat anlayışının gerektirdiği dini bir farz olarak da görmüşlerdir. Bu durum özellikle 18. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Kazak bozkırlarında, Rus istilasına karşı verilen mücadelelerde açık bir şekilde kendini göstermiştir. Mesela, Kişi Cüz Kazaklarının Datoğlu Sırım Batur önderliğinde 1783-1797 yıllarında gerçekleştirdiği ayaklanma bunun en çarpıcı örneklerinden biridir. Osmanlı-Rus Savaşı (1787-1791) sırasında Türkistan’ın Buhara ve Hive Hanlıklarından gelen temsilciler Sırım Batura Rusya’ya karşı cihat etmenin ve bir Müslüman olarak da Osmanlı İmparatorluğu’nu desteklemenin şart olduğu konusunda mesajlar getiriyorlardı. Nitekim, Sırım Batur ve ona bağlı Kazak din adamlarının buna dayanarak halka yaptığı cihat ve din kardeşliği çağrıları çok etkili olmuş, Rus hakimiyetine karşı verilen mücadelede önemli başarıların elde edilmesini sağlamıştır.[18]
Özellikle 18. yüzyılın ikinci yarısında artan bu cihat çağrılarının Kazak bozkırlarıyla birlikte bütün Türkistan ülkesinde olumlu yankı bulması Rusya’yı tedirgin etmişti. Çarlık hükümeti, bölgenin Osmanlı İmparatorluğu’nun etki alanına girmesinden korkmaya başlamıştı.[19] Bunun üzerine harekete geçen Çariçe İkinci Katerina, kendisinden önce Müslümanların dini duygularına tecavüz edilmiş de, şimdi onu anlayıp düzeltiyor ve İslam dinini himayesine alıyormuş gibi bir tavır takınmıştı.[20] Müslüman halkı kazanmak için bazı kentlerde, büyük camilerin yapımına izin vermişti. Kazak bozkırlarında da yeni camilerin yanı sıra, mektepler ve kervansaraylar yaptırmıştı.[21] 1788’de Orenburg’da, daha sonra Ufa’ya taşınan, Müslüman Ruhaniler Meclisi’ni kurdurmuştu. Böylece, merkezi dini bir yönetimin kurulmasıyla, İstanbul’daki Sultan halifenin Rusya İmparatorluğu’ndaki Müslümanlar üzerindeki manevi otoritesi de sona eriyordu.[22] Ayrıca, Kazak Türkleri arasında bu kuruma bağlı ve kendi hükümetinin güvendiği bir mollalar sınıfı meydana getirmişti.[23] Gerek Kazaklar arasındaki bu mollalar sınıfının üyeleri, gerekse Müslüman Ruhani Meclisi’nin başına getirilenler, İkinci Katerina’nın sadakatinden çok emin olduğu Tatarlar arasından seçilmişti.[24]
Nitekim, Kazak bozkırlarına Rus hakimiyetini yerleştirmekte en etkin güç, Rus Devleti’nin hizmetindeki bu Tatar Türkü mollalar ve tüccarlar sınıfı olmuştur. Kazak Çokan Velihan ve Kazanlı Şahmerdan İbrahimoğlu gibi aydınların şiddetli eleştirilerine hedef olan bu Tatar mollaları, Kazakistan’da Rus yanlısı (Russophilic)[25] bir İslam propagandası yaparak, halkı Rus Çarı’nın (Ak Padişahın) sadık tebası olup, onun himayesi altında ticaret, tarım ve ibadetle meşgul olmaya çağırmışlardır. Onlar, halkı pasifize etmek için Rus hakimiyetine karşı isyan hareketlerini, Kur’an’da zikredilen “ulûlemr”e itaatsizlik olarak göstermişlerdir.[26]
Doğrudan Rus Çarlığı’nın denetiminde ve himayesinde bulunan[27] söz konusu Tatar molla ve tüccarları, bilhassa 18. yüzyılın sonlarına doğru çok faal durumda idiler. Onlar Rus Devleti’ne yaptıkları hizmetten ötürü Çarlık hükümeti tarafından hem parasal olarak destekleniyor hem de değişik şekillerde ödüllendiriliyorlardı. Mesela, Orta Asya bölgesinde Rusya yanlısı (Russophilic) İslam’ı yayma faaliyetlerine karşılık, Orenburg kentinin Seyitov varoşunda (posad) yaşayan Tatar Türkü tüccarlarına 1784’te Rus asilzadeleriyle eşit haklar tanınmıştı. Bunların çoğu, zamanında Başkurt Türklerinin ayaklanmasına katılmayarak, Çarlık Rusyası’na sadakatlerini ispatlamış ve ticari amaçlarla Orenburg’un hemen yanı başına yerleşme izni almayı başarmış Tatar ailelerinden oluşuyordu. Aslında, Orta Asya’nın istilasında dayanak noktası olması için stratejik maksatlarla Çarlık yönetimi tarafından Kişi Cüz Kazaklarının topraklarında inşa edilen Orenburg kentine Rusların dışında Türk ve Müslüman kökenlilerin yerleşmesi yasaktı.[28] Bu sebeplerden ötürü, Prof. Dr. S. Atavov, Kazakların ülkelerini kaybetmelerine ve Rus boyunduruğu altına girmelerine neden olan faktörleri sıralarken bilhassa Tatar mollalarının ve tüccarlarının bu iki yüzlü hareketlerini zikretmiştir.[29] Zaten, 1876’da daha önce kafirlere kapalı olan Türkistan’ın işgalinin tamamlanmasından sonra Çarlık Rusyası, sözü edilen Tatar molla ve tüccarlarının faaliyetlerini durdurmuş, Türk ve Müslüman kökenlileri Hıristiyanlaştırma çalışmalarına hız vermiştir.[30]
Ancak, Rusya’nın sağlam bir inanca sahip Türkistan Türklerini Kazak bozkırlarından başlayarak Hıristiyanlaştırıp hakimiyeti altına alma konusundaki geleneksel politikası, hiçbir zaman arzulanan başarıya ulaşmamıştır. Mesela, 1861-1862 yıllarında, bazı kışlaklarda halkı Hıristiyanlaştırmak için yapılan uygulamalar; Kazak bozkırlarında yeni Rus yönetimini düzenleyen 1868 Nizamnamesi (Geçici Statüsü) ne Kazakları Hıristiyanlığa özendirmek için konulan özel maddeler hep sonuçsuz kalmıştır. Prof. Dr. A. Konıratbayev’in de belirttiği gibi; “Rusya’nın Müslüman halkı Hıristiyanlaştırma politikası, Kazaklar arasında infial uyandırmış, onların İslam dinine daha fazla sarılmasına sebep olmuştur.”[31]
Konıratbayev’in görüşleri, bir bakıma kendisinden çok önceleri bu konuya temas eden Z. V. Togan’ın görüşlerini tamamlayıcı niteliktedir. Togan, bununla ilgili olarak şunları yazmıştı:
“Edil ve Çu (Bulğarla Balasagun) nehri arasında yaşayan ve bundan takriben bin yıl önce (349 H.=960 M.) İslamiyet’i kabul eden iki yüz bin çadırlı, yani takriben bir milyon nüfuslu olan Kazakistan Türkleri arasından hiçbir zaman din alimliği iddiasında bulunan kimseler çıkmamış ve hiçbir zaman dini taassup gösterilmemiştir; mamafih o günden zamanımıza kadar herhangi bir başka din namına yapılan teşvikata burada kimse kapılmamış ve hep Müslüman kalmışlardır.”[32]
D. İstilaların Halk Edebiyatına Yansıması
Kazak Türklerinin yabancı işgal ve istilalara karşı direnci, dini inançlarını koruma mücadelesinin yanında, halk edebiyatında da kendini göstermişti. On sekizinci yüzyılda, Kazak halk edebiyatının ana konusu, Kalmuk istilasına karşı yapılan mücadele idi. Bu konuyu işleyenlerin başında, 1675-1768 yılları arasında yaşamış olan Aktamberdi Cırav,[33] Ümbetay (1706-1178), Tatikara (18. yüzyıl) gibi ozanları sayabiliriz. Ancak, 18. yüzyıl Kazak halk edebiyatının en önde gelen temsilcisi Cırav Buhar Kalkamanoğlu (1668-1781) olmuştur. O, Rusya ve Çin arasında mahir bir siyaset kullanarak, Kazak Hanlığı’nın bağımsızlığını korumayı başarmış olan Abılay Han’ın da danışmanlarından biriydi. Ozan, dizelerinde bir yandan, Kalmuk istilasına karşı yapılan mücadeleyi dile getirmiş; diğer yandan da Rusya tarafından gelmekte olan işgal tehlikesine karşı halkı birliğe teşvik etmeye çalışmıştır. Aynı zamanda, dindar bir ozan olan Buhar Cırav, ahlaki değerlere önem vermiş; Han’ı halka karşı hep adaletli olmaya çağırmış, kimi zaman onu sert bir biçimde eleştirmekten de geri durmamıştır.
19. yüzyılda ise Kazak halk edebiyatının ana konusu bu kez Rus istilası olmuştur. Akın adı verilen Kazak saz ozanları şiirlerinde, Rus sömürgeciliğine ve baskısına karşı yapılan mücadeleyi; Kazak topraklarının haksız bir biçimde nasıl gasp edilmekte olduğunu anlattılar. Ülkelerinin gittikçe Rus hakimiyeti altına girmesi karşısında; ozanlar, geçmişe özlem duydular. Dizelerinde, Kazakların steplerde özgür olarak göçüp kondukları hanlık dönemini “altın zaman” olarak nitelediler. Doskoca, Baytok, Canuzak ve Nısanbay Akın bu dönemin önde gelen akınlarıdır (ozan). Bunlardan Nısanbay Akın, 1837-1847 yılları arasında Rus istilasına karşı Kenesarı Han önderliğinde doruğa çıkan Kazak ulusal kurtuluş hareketini destanlaştırmasıyla ünlüdür.
On dokuzuncu yüzyılda yaşamış olan Kazak Türkü ozanları, ulusal kurtuluş hareketlerini salt şiirleştirmekle kalmamışlar; kendileri de savaş meydanlarında çarpışarak, kahramanlıklar göstermişler, halkı birliğe ve mücadeleye çağırmışlar, özgürlüğün simgesi olmuşlardır. Kazak halk edebiyatının “muharip ozanlar” geleneğini şiirlerindeki lirik anlatımla yeni kuşaklara taşıyan bu ozanların başında Mahambet Ötemisoğlu (1803-1846) bulunmaktadır. 1836-1838 yılları arasında gene Rus hakimiyetine karşı İsatay Tayman önderliğinde gerçekleşen ayaklanmanın liderlerinden biri olan Mahambet Ötemisoğlunu, Şerniyaz Carılgasoğlu (1807-1867) izlemiştir. Tarihi, ulusal değerleri, ulusal birliği, ulusal kurtuluş ve özgürlüğü ön plana çıkaran bu geleneğin, 19. yüzyıldaki diğer önemli temsilcileri arasında Süyinbay Arun (1822-1895), Şöce Karcavbay (1808-1895), Canak Akın (1770-1856), Kempirbay Bögembay (1834-1895) vb. sayabiliriz.
19. yüzyılın ikinci yarısında Kazak Türkleri halk edebiyatında çok etkin bir İslamcı ve muhafazakar akımın yer ettiğini görmekteyiz. Şortanbay Kanayoğlu (1818-1881), Dulat Babatayoğlu (1802-1874), Murat Mönkeoğlu (1843-1906), Bazar Cırav (1839-1911), Ebubekir Kerderi (1858-1903) gibi ozanlar bu akımın en güçlü temsilcileri olmuştur. Bu ozanlar, eserlerinde; İslam kurallarına ve ahlak değerlerine çok geniş yer verdiler. Kazakların geleneksel hayat tarzını övdüler. Rus sömürgeciliğine ve yeni Rus idaresine, özellikle Kazakistan’a Rus göçmenlerinin getirilmesine karşı çıktılar. Bu nedenle, sözünü ettiğimiz ozanlar grubu, Kazak edebiyat tarihinde “zar zaman” (güçlüklerle dolu zaman) ozanları olarak da adlandırılırlar. Bunlardan Şortanbay Kanayoğlu ve Murat Mönkeoğlu gibi ozanlar, Kenesarı Han önderliğindeki ulusal kurtuluş hareketine katılarak, Ruslara karşı savaşmışlardı.[34]
On dokuzuncu yüzyıl sona ererken, muhafazakar Kazak ozanları Pantürkist fikirlere meylettiler; Kazan’da ceditçilik hareketini başlatan reformist Tatar Türkü aydınlarıyla işbirliği yapma yoluna gittiler. Bu akıma mensup ozanların başında Ebubekir Kerderi bulunuyordu. Bu sıralarda, Kazak bozkırlarında buhran artmış, ekonomi çökmüştü. 1890 yılındaki kıtlık sırasında, topraklarından edilen binlerce Kazak açlıktan ölmüştü. Bu yüzden, geçmişin şanlı günlerini anımsatmak ya da Kazak halkının yeniden manevi dirilişini sağlamaya çağırmak yeterli olmuyordu. Geleneksel eğitimde reform gerekiyordu. Ebubekir Kerderi, Kazak Türklerinin hem İslam’a bağlı kalarak hem de bozkırın değişen ekonomik koşullarına ayak uydurmak için gerekli bilgi ve beceriyi kazanılabileceklerini; Ruslarla boy ölçüşebilmenin yolunun da bu olduğunu söylüyordu ve çağdaş bir eğitimi savunuyordu. Kazanlı reformistlerin başlattığı yeni metot ya da usûl-ü cedit mekteplerinin Kazakistan’da da açılması için çabalıyordu. Sonuçta, kolonyal rejim altında yetişen ve “zar zaman” ozanlarından, özellikle Ebubekir Kerderi’den etkilenen yeni kuşak Kazak yazarları ortaya çıkmıştı. Bunlar hem dindardı hem de yeni metot okulları savunuyorlardı. Bu yeni kuşak aydınlar grubunun önemli temsilcileri, Şahkerim Kudayberdioğlu (1858-1931), Akmolla (asıl adı Muftahetdin) Muhammedyaroğlu (1839-1895) ve Meşhur Cüsip (Yusuf) Köpey (1858-1931) gibi yazarlar ve ozanlardan oluşmaktaydı.[35]
E. Aydınlar Sınıfının Oluşumu ve Arayışlar
On dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında, Batılılaşma yanlısı olan ilk Kazak Türkü aydınları belirmeye başladı. Bunların arasında Çokan Velihan, İbrahim Altınsarı ve Abay Kunanbay üçlüsünün özel bir yeri vardır.[36] Batılı yazarların “sekuler aydınlar”[37] olarak tanımladığı bu aydınlar grubu, bilim, pedagoji ve edebiyat alanlarında eserler verdiler. Geri kalmışlıktan ve karanlıktan kurtulmak için halkı bilime ve çağdaş eğitime çağırdılar. Avrupa medeniyetinin ekonomik ve kültürel alanlardaki gelişmelerde ne denli önemli rol oynadığını anlatmaya çalıştılar. Onlar, çağdaş Batı medeniyetine yönelmenin Rus dili ve kültürü vasıtasıyla mümkün olacağı inancını taşımışlardır. Ancak bu durum, Çarlık rejiminin Kazak bozkırlarında uyguladığı Ruslaştırma ve kolonyalist siyasetlerini eleştirmelerine de engel oluşturmamıştır.
Kazakların sekuler dünya görüşünü belki de ilk kez sistemli bir biçimde ortaya koyan Çokan Velihan oldu. Abılay Han’ın torunu olan Çokan (gerçek adı Muhammed-Hanafiya), 1835’te Kökçetav’daki Kusmurın kalesinde doğdu ve 1865’te Taldıkorgan vilayetindeki Altın Emel’de öldü. Kısa süren ömrünü bilime adamış, geride çok önemli eserler bırakmıştır. O, ilk eğitimini özel bir Kazak mektebinde almış, sonra da Omsk Askeri (Kadet) Akademisi’ni bitirmiştir. Rus imparatorluk ordusuna subay olarak katıldığı yıllardan başlayarak, tarih, etnografya ve coğrafya konularında Orta Asya, Kazakistan ve Doğu toplumlarını incelemiştir. Çokan Velihan, dini taassuba son derece karşı idi. Kazak Türklerinin, ulusal varlıklarını korumaları için çağdaş Avrupa medeniyeti ile bütünleşmelerinin gerekliliğine inanıyordu. Rus aydınlarını, bu Avrupa medeniyetinin temsilcileri olarak görüyordu. Zaten kendisi de, Petersburg’da bulunduğu yıllarda (1860-1861), önde gelen Rus yazar ve düşünürleri ile dostluklar kurmuş, onların görüşlerinden etkilenmiştir. Ünlü yazar Dostoyevski, etnograf Potanin ve Fransız Devrimi’ni savunan düşünür Gonsevskiy, onun yakın dostları idi.[38]
Öte yandan, eski Türk destanları da Çokan Velihan için bir esin kaynağı olmuştur. Kırgızların üç yüz bin mısralı Manas destanını ilk haber veren odur. Kırgızistan’a yaptığı bir bilimsel keşif seyahati sırasında, Manas destanının önemli bir kısmını kaydetmiş, onu da Rusçaya çevirerek, Avrupalı oryantalistlerin istifadesine sunmuştur. Doğu Türkistan’a yapılan bilimsel keşif seyahatleri sırasında, Kaşgar ve Kulca’da bulunmuştur. Marco Polo’dan sonra Kaşgar’a giden, orada bilimsel araştırmalar yapan ilk bilgin, etnograf, tarihçi, oryantalist, folklorist Çokan Velihan’dır. Bu seyahatlerinin sonunda; Cungarya Denemeleri, Doğu Türkistan Ahalisi, Yönetimi, Sanayii ve Ticari Durumu, Tan-lu, Altışehir Ülkesinin Durumu, Kırgızların Uruğlara Ayrılması gibi eserler yazmıştır. Bu eserlerinde Çokan Velihan, Doğu toplumlarının geri kalmışlığını anlatarak, onları ileri Batı kültür ve medeniyetine yönelmeye çağırmaktadır.
Çokan Velihan, Müslümanlardaki dini taassubun düşmanı olduğu kadar, Şamanizm’in, din konusunda eski Türklerin gösterdiği hoşgörünün hayranıydı. Ona göre; göğü, yeri ve suyu kutsal bilen eski Türkler doğaya tapmışlardı. Bu da en mükemmel bir dindi.[39] Doğayla iç içe yaşayan Kazaklar, eski Türklerin bu inanç ve geleneklerini en iyi biçimde korumuşlardı.[40] Çokan, ideal din olarak gördüğü Şamanizm’i, materyalizmin nihai şekli olarak tanımlamıştır.[41] Bu konudaki görüşlerini, Kazaklarda Şamanizm’in izleri, Kazak bozkırlarındaki Müslümanlık adlı eserlerinde toplamıştı. Bunların dışında, Abılay, Kazaklarda Yargı Reformu, Kazak Şeceresi, Ulu Cüz Kazaklarının Efsane ve Rivayetleri, Kazakların Eski Silahları, Şona Batır, Edige, Kazak Yaylaları gibi birçok araştırma yazıları ve eserleri bulunmaktadır.[42]
Çokan Velihan, daha önce değindiğimiz 1868 Nizamnamesi’nin (geçici statüsü) nin ilanından önce ölmüştü. Dolayısıyla, Çarlık hükümetinin uyguladığı toprak siyasetinin, Kazaklar arasında neden olduğu ekonomik ve toplumsal çöküntüyü görmemişti. 1868 Nizamnamesi’nin uygulandığı yılları yaşayan, eserlerinde bu dönemi işleyen ise yukarıda sözünü ettiğimiz aydınlardan yazar, pedagog İbrahim Altınsarı (1841-1889) olmuştur.
Ibıray mahlası ile de bilinen İbrahim Altınsarı, Kostanay’da dünyaya geldi. 1850 yılında Orenburg’da Kazak çocukları için açılan yedi yıllık Rus okuluna girdi. Bu okulu 1857 yılında bitirdi. Kazakların ilk modern okul sisteminin temelini atan odur. Çarlık yönetiminin tüm engellemelerine rağmen, halktan topladığı paralarla ilk olarak 1864 yılında Torgay’da, Kazak çocukları için bir ilkokul açtı. Altınsarı, Kazak kızlarının okutulması için de çabaladı. Bu amaçla, 1888 yılında Irgız’da yatılı bir kız okulunun açılmasını sağladı.
Altınsarı, Kazakların, bozkırları istila eden Ruslarla eşit haklara sahip olmasının ve kurtuluşunun ancak iyi bir eğitimle sağlanabileceğine inanıyordu. Gene onun inancına göre, Kazaklar modern eğitime ağırlık vermeli, teknolojik bilgi ve becerileri kazanmaya çalışmalı idiler.
Altınsarı, pedagoji alanında Kazakça kitaplar yazdı. Kazak dilinde eğitime çok önem verdi. İlk Kazak gramerini ve ilk Kazakça-Rusça sözlüğü hazırlayan odur. Dini eğitimde ise ezberciliğe karşı oldu. Kazak Türklerinin, İslam dinini en iyi biçimde kendi dillerinde öğrenebileceği görüşünü savundu. Altınsarı, bu amaçla Şeriat-ül İslam-Musılmanşılıktın Tutkası adlı Kazakça bir ilmihal yazdı. Onun bu ilmihali 1884 yılında yayınlandı. Modern bir eğitimden yana olmakla birlikte İbrahim Altınsarı, Rus misyonerlerinin okullardaki Hıristiyanlık propagandalarını, Kazak çocuklarına İncil okutma teşebbüslerini şiddetle eleştirmiş, yerleşik İslam geleneklerini rencide edici (Kazak çocuklarına domuz eti yedirme ve domuz bakıcılığı yaptırma gibi) tutumlarını protesto etmiştir.[43] Çünkü, o Kazak Türklerinin milli varlıklarını korumaları açısından İslam dinini vazgeçilmez bir unsur olarak görüyor, ona zarar verilmesine karşı çıkıyordu.[44]
Altınsarı, Kazak edebiyatında, eleştiriye dayalı realizm akımını başlatan yazar ve ozan olarak da bilinir. Bu akımı daha da geliştirerek, modern Kazak edebiyatının temelini atan Abay (İbrahim) Kunanbay (1845-1904) olmuştur.
Abay, Semey vilayetindeki Şıngıstav’da doğdu. İlk eğitimini özel hocalardan aldı. Semey’de medrese öğrenimi gördü. Bundan sonra, Kazak Türklerinin geleneksel yaşantılarını eleştiren lirik şiirler yazmaya başladı. Abay’ın bu şiirleri, Kazak bozkırlarına geniş ölçüde yayılmış olup, ezbere okunurdu. Abay, şiirlerini birkaç cilt olarak yayımlamıştı. Ancak, fikir ve düşüncelerini, daha çok düz yazılarında ortaya koymuştur. Onun Nakil Sözler adı altında bir kitapta toplanan bu düz yazılarının çoğu, Rusya’nın büyük miktarlarda Kazak topraklarını gasp ettiği ve Avrupalı göçmenlerin Kazak bozkırlarına doluştuğu 1890’lı yıllarda yazılmıştır. Bu sıralarda, geleneksel ekonomileri bozulan Kazak Türkleri iyice yoksullaşmıştı. Abay, Kazakları çağdaş bilim ve eğitime teşvik ediyor; göçebe hayvancılığı terk ederek, yeni meslekler edinmeye, zanaat ve çiftçilikle daha çok uğraşmaya, ticareti geliştirmeye çağırıyordu.
Çokan Velihan, İbrahim Altınsarı ve Abay Kunanbay’ın kendilerinden sonra gelen Kazak Türkü aydınlarının üzerindeki etkileri büyük olmuştur. Onların izinden yürüyen yeni kuşak aydınlar, Kazak bozkırlarında ulusal uyanış ve kurtuluş hareketini başlattıkları gibi;[45] kolonyalist rejimin neden olduğu geri kalmışlığı, karanlığı ve cehaleti yenmek için eğitim alanında da önemli çalışmalar yaptılar.
Bu arada, Kazak aydınları yirminci yüzyılın başında, toplumsal ve siyasal fikirler bakımından daha çok Batı Avrupa’ya yöneldiler; Rusya’nın içinde ise demokrat akımlara ilgi gösterdiler.[46] Bu durum özellikle, Alihan Bökeyhan (1866-1937), Ahmet Baytursun (1873-1937) ve Mir Yakup (Mircakıp) Dulat (1885-1935) önderliğindeki aydınlar grubunun çalışmalarında ve eserlerinde açık bir biçimde görülmektedir.
Yirminci yüzyılın başında Kazak Türklerinin ulusal kurtuluş hareketine yön veren Alihan Bökeyhan, aydınlara hitaben yazdığı bir makalesinde şöyle demektedir: “Özgürlük, eşitlik ve kardeşlik on sekizinci yüzyıldan bu yana ortaya çıkmış, aydınlık fikirlerdir. Bunları, ilk olarak Fransız siyaset adamları ortaya koymuşlardır… İnsanoğlu için bu üç ilkenin dışında mutluluk ve sevgi yolu yoktur.”[47] “Eki col” (iki yol) adlı başka bir makalesinde de Bökeyhan, Kazak Türkleri ulusal kurtuluş hareketinin bir bakıma teorik esaslarını açıklamış; ağlama devrinin gerilerde kaldığına işaret ederek, siyasal hakların ağlanarak değil mücadele ile alındığını ve korunduğunu anlatmıştır.[48] Bu dönemde, Alihan Bökeyhan’ın üzerinde en çok durduğu konulardan biri, Ruslar tarafından gasbedilen Kazak toprakları sorunu olmuştur. Bu konuda çok önemli yazıları ve eserleri bulunmaktadır.
Adları her zaman Kazak Türklerinin ulusal önderi Alihan Bökeyhan’la birlikte anılan Ahmet Baytursın ve Mir Yakup (Mircakıp) Dulat’ın, daha çok Kazakları uyanışa çağıran, toplumsal hayatın aksayan yönlerini tenkit eden eserleri ve ders kitapları vardır. Baytursın, Kazak dilinin gramerini yazmış ve imlasını da kesin olarak tespit edebilmiştir.[49] Eğitimin yaygınlaştırılması amacıyla alfabenin ıslahını gerekli görmüş, pedagoji ve öğretim konularında çağdaş yöntemlerin uygulanması için çalışmıştır. Ayrıca, lirik şiirler yazmıştır. Rus ozanı Krılov’un masallarından yaptığı manzum çevirileri de vardır.
Mir Yakup (Mircakıp) Dulat da edip ve eğitimcidir. Ancak, onun ateşli, ihtilalci ozan kişiliği ağır basmaktadır. 1909’da Ufa’da yayınlanan Oyan Qazaq! (Uyan Kazak!) adlı eseri bilhassa önemlidir. Kazak bozkırlarındaki milli ve en önemli problemleri içeren bu eserin yaptığı etki ve bıraktığı iz son derece büyüktür. Hele halkta yaptığı milli şuuru uyandırıcı etkisinin çok büyük olduğu görülen Oyan Qazaq!’ın Rus yönetimi üzerindeki ürkütücü etkisi de o oranda büyük olmuştur. Onun için de kitabın yasaklanmasına ve şairin mahkumiyetine sebep olmuştur. Bu eserin başlığı altındaki şu birkaç mısra her iki cephedeki etkisini layıkıyla aydınlatacak niteliktedir:[50]
Közindi aş, oyan Qazaq köter bastı!
Ötkizbey qarangıda beker castı!
Cer ketti, din naşarlap, hal harap bop,
Qazağım, endi catuv caramastı![51]
Gözünü aç, Uyan Kazak, kaldır başını!
Karanlıkta geçirme ömrünü!
Topraklar gitti, din zayıfladı, hal harap oldu,
Kazağım, artık yatmak sana yaramazdı!
Mir Yakup Dulat, halkı uyanışa çağıran bu ateşli manzumelerinin yanında, Kazak bozkırlarında toplumsal hayatı saran birçok müşkül problemleri ele alan eserler de vermiştir. Bunların başında Bahtsız Camal (Kazan, 1910) adlı eseri gelmektedir. Bahtsız Camal aynı zamanda Türkistan’ın çağdaş anlamdaki ilk romanıdır da.[52]
Kazak bozkırlarında görülen uyanışa, uluslaşma çabalarına, ulusal kurtuluş mücadelesine, güç veren öteki aydınlar, yazarlar ve ozanlar arasında Mağcan Cumabay (1893-1938), Sultanmahmut Toraygır (1893-1920), Yusufbek (Cüsipbek) Aymavıt (1889-1931) ve Şahkerim Kudayberdi (yukarıda zikrettik), Muhammedcan Seralin (1872-1929), gibi simalar da özel bir yere sahiptir.
Mağcan Cumabay, Kazakların ve bütün Türkistanlıların milli şairidir. Şiirleri toplu olarak 1923 yılında Taşkent’te yayınlanmıştır. Ateşli bir Türk milliyetçisi olması, Rus yönetiminin çok şiddetli baskılarına maruz kalmasına sebep olmuştur. Bu yüzden Mağcan, şiirlerinde Türklerden ve Ruslardan bahsederken, onları anlatmak için kün men tün (gündüz ve gece) gibi semboller kullanmak zorunda kalmıştır. Ona göre, Türkler aydınlığı, gündüzü; Ruslar ise gece karanlığını, uğursuzluğu temsil ederler:[53]
Uzın Oral-kün men tün şekarası,
Bir cagı-kün, bir cagı tün balası.
Argı cagı-kök közdi cın uyası,
Bergi cagı-Türiktin sarı dalası.[54]
Uzun Ural-gündüz ve gecenin sınırı,
Bir yanı-gündüz, bir yanı gecenin çocuğu.
Öte yanı-gök gözlü cin yuvası,
Beri yanı-Türkün sarı (altın) bozkırı.
Mağcan, şiirlerinde, Türk kavimlerinin o dönemdeki dağınıklığını, yabancı işgali altında yaşamak zorunda kalışlarını ve bundan kaynaklanan ezikliği de anlatır. Şair mütareke yıllarında Türkiye Türklerine hitaben kaleme aldığı alıstagı bavrıma (uzaktaki kardeşime) adlı uzun şiirinin iki kıtasında şöyle seslenmektedir:
Alısta avır azap çekken bavrım,
Quvargan beyçeşektey kepken bavrım,
Qamagan qaliñ cavdiñ ortasında,
Köl qılıp közd’rn casın tökken bavrım.
Bavrım! Sen o caqta, men bu caqta,
Qaygidan qan cutamız. Bizdiñ atqa
Layıq pa qul bop turuv? Cür ketelik
Altayga, ata miras altın taqqa.[55]
Uzaklarda ağır azap çeken kardeşim,
Solmuş beyçeşek (lale) gibi olmuş kardeşim,
Kalın (kalabalık) düşman kuşatması altında,
Göl gibi göz yaşlarını döken kardeşim.
Kardeşim ! Sen o yanda, ben de bu yanda,
Kaygıdan kan yutuyoruz. Bizim adımıza,
Layık mı kul olarak yaşamak bize?
Gel gidelim Altaya, ata miras altın tahtta.
Mağcan Cumabay, “Türkistan” adlı başka bir şiirinde ise Türklerin, Ural ve Altay dağları arasında, Ceyhun ve Seyhun ırmakları boylarında, Türkistan, Turan havzasında bir zamanlar nasıl saltanat kurduğunu anımsatır. Kazakları, dünyanın her tarafına Türkistan’dan dağılmış olan bu asil milletin anayurtta kalan varisleri olarak görür:
Türkistan-eki düniye esigi goy,
Türkistan-er türiktiñ besigi goy.
Tamaşa Türkistanday cerde tuvgan
Türiktiñ teñiri bergen nesibi goy.
Turanda türik oynagan uqsap otqa,
Türikten basqa ot bop can tuvıp pa?
Köp türik enşi alıp tarasqanda,
Qazaqqa qara şañıraq qalgan coq pa?[56]
Türkistan-iki dünya (dünya ve ahiret) kapısıdır,
Türkistan-er Türk’ün beşiğidir.
Muhteşem Türkistan gibi yerde doğmak,
Türk’e Tanrının verdiği nasibidir.
Turanda Türk oynadı benzeyerek ateşe,
Türk’ten başka kimse ateş olarak doğmuş mu?
Birçok Türk boyları paylarını alarak dağılırken,
Kazak’a miras olarak baba ocağı kalmadı mı?
Şair Mağcan, Türkistan, Oral, Aqsaq Temir Sözü, Künşıgıs (Doğu), Ot (Ateş) gibi şiirlerinde Türklerin eski savaşçılık ruhunu büyük bir çoşkuyla överek, Rus emperyalizmine karşı verilen özgürlük mücadelesinde, halkın maneviyatı yükseltmeye çalışır.[57]
Bu arada, yirminci yüzyılın başında, Kazak bozkırlarındaki siyasal, toplumsal gelişmelere Saken (Said Vakkas) Seyfulla gibi gazeteci ve yazarlar da aktif olarak katıldılar. İlyas Cansügir, Beyimbet Maylin, Sabit Dönentayev, İsfendiyar Köbeyev, Muhtar Avezov gibi yazarlar ilk eserlerini verdiler. Bunlar, sonradan Kazak Sovyet edebiyatının kurucuları arasında da yer aldılar.
F. Kazak Basınının Doğuşu
İlk Kazakça gazeteler on dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında çıkmaya başladı. 28 Mart 1870’ten itibaren Türkistan Vilayetinin Gazeti çıktı.[58] Bunu, 1888-1902 yılları arasında yayınlanan Dala Vilayetinin Gazeti izledi.[59] Bunların ikisi de Çarlık hükümetinin resmi organlarıydı. Ancak, bu gazetelerde Kazak Türklerinin kültürel, edebi ve toplumsal yaşantılarına ait haber ve bilgilere geniş yer verildiği de bir gerçektir.
Kazak basının gerçek anlamda doğuşu, 1905 Rus Devrimi’nden sonra olmuştur. Çarlık rejiminin Ruslaştırma politikasına, kültür emperyalizmine karşı koyma çabası içinde olan Kazak aydınları geniş kitlelere ulaşmak için gazete ve dergi çıkarma işini ele aldılar. Bu konuda, Sekuleristler ve Pantürkistler dahil olmak üzere her kesimden aydınlar işbirliği halinde idiler.[60] Onların Kazakça çıkardıkları ilk gazeteleri Serke (Petersburg, 1907), Qazaq Gazeti (Troysk, 1907) oldu. Bu gazeteler ancak tek sayı olarak çıkarılabildi. Dolayısıyla, halk üzerinde bir etkileri söz konusu değildir. Bundan sonra, Qazaqstan adlı bir gazete yayın hayatına girdi. İlk dört sayısı 1911 yılında Orda’da (Bökey Ordası) çıkan bu gazete, daha sonra iki yıl boyunca yasaklandı. 1913 yılında Oral’da yeniden yayınlanmaya başladı ve toplam 14 sayı çıkabilmiştir. Kazak aristokratlarından Sultan Şahingerey Bökeyoğlu tarafından çıkarılan Qazaqstan gazetesi, Panislamist ve inkilapçı aydınların organıydı.[61]
1911 yılından itibaren Troysk’ta Kazakça Ay Qap adlı bir dergi yayınlanmaya başladı. 1915 yılına dek bu derginin 88 sayısı çıkmıştır. Ay Qap dergisi, Pantürkist ve Panislamist bir yol izledi. Dergi, Rusya’daki Türk ve Müslüman kavimlerinin birleştirilmesi görüşünü savundu.[62] Ayrıca, Kazak topraklarına yapılan Rus köylü göçüne de karşı çıktı. Kazak Türklerinin, göçebe hayvancılığı terk edip, tümüyle yerleşik düzene geçmelerinin, tarımla uğraşmalarının gerekli olduğu görüşünü yaymaya çalıştı. Ay Qap dergisinin başyazarı pedagog, gazeteci Muhammedcan Seralin idi. Bunun dışında; tarihçilerden, öğretmenlerden, dilcilerden ve hatta ozanlardan oluşan çok geniş bir yazarlar kadrosu vardı. Bu bakımdan dergi, çağdaş Kazak edebi dilinin gelişmesine çok olumlu katkıda bulunmuştur.
Kazak basınının bu dönemdeki en önemli organı Qazaq gazetesi idi. Mart 1913 ve Eylül 1918 tarihleri arasında Orenburg’da haftalık gazete olarak çıkmıştı. Dağıtımı ve niteliği bakımından diğer Kazak gazete ve dergilerinden daha üstündü. Tirajı sekiz bine ulaşan Qazaq gazetesinin yayımcısı Mustafa Orazayoğlu ve başyazarı Ahmet Baytursın idi. Gazetede Kazak Türkleri ulusal mücadele hareketinin ileri gelenlerinin çoğu yazıyordu. Dolayısıyla Qazaq gazetesi, Kazakların ulusal, siyasal ve toplumsal tüm sorunlarını dile getirdi ve bunlara çözüm yolları aradı. Kazak ulusal kimliğinin, dilinin, kültürünün ve tarihinin korunması için çalıştı.[63] Rusya’nın sömürgecilik ve Ruslaştırma politikalarını şiddetle eleştirdi.[64] Özellikle, Çar hükümetinin Kazakistan’a Rus göçmen gönderme politikasına karşı cesaretle mücadele etti. Bu tür nedenlerden ötürü, 1913 ve 1914 yıllarında Çarlık rejimi tarafından yirmi altı kez müsadere edildi ya da yayını durduruldu. Qazaq gazetesi, Temmuz 1917’den sonra Kazak Türkleri ulusal demokrat partisi Alaş’ın basın organı oldu. 1918 yılında da Sovyet makamlarının kararıyla kapatıldı.
Bu arada, 1913 yılında Kızılcar’da Eşim Dalası adlı bir gazete daha çıkıyordu. Kazakça ve Tatarca haftada üç kez yayınlanan bu gazete, toprak sorunuyla ilgili olarak Kazak Türklerinin haklarını savunuyordu.[65]
Yukarıda saydığımız Kazak peryodiklerinin dışında, Kasım 1916’dan itibaren Taşkent’te Alaş adlı haftalık bir gazete daha çıkmaya başlamıştı. Meryem Abselam tarafından çıkarılan Alaş gazetesini Kölbay Togusoğlu yönetiyordu. Gazete milliyetçi bir yayın politikası izlemekle birlikte ılımlı sol bir çizgide bulunuyordu. Mayıs 1917’de kapanana dek Alaş gazetesi 22 sayı çıkmıştır.[66]
Rusya’daki Şubat (1917) Devrimi’nden sonra Kazak Türklerinin gazete ve dergilerinin sayısında artış olduğu gözlendi. Haziran 1917’den itibaren Semeyde, Halil Abbasoğlu ve Rahimcan Marsıkoğlu haftalık Sarı Arqa (Kazak bozkırları anlamında) gazetesini çıkarmaya başladı. Orda’da Temmuz 1917’den sonra Uran adlı bir gazete yayın hayatına girdi. Bu gazeteyi çıkaran, İstanbul’da öğrenim görmüş Abdül Aziz Musa adlı bir Kazak aydını idi. Aynı dönemde Semeyde, Abay adlı edebi bir dergi ve Halıq Sözü adlı bir gazete daha yayınlanıyordu.[67]
Diğer taraftan, Mustafa Çokay ve arkadaşları (Mir Yakup Dulat, Sultanbek Kocanoğlu, Alibeg Komus) Haziran 1917’den itibaren Taşkent’te Birlik Tuvı (Birlik Tuğu) adlı Kazakça haftalık bir gazete çıkarmaya başladılar. Pantürkist ve Panilamist çizgideki bu gazeteyi, aynı zamanda başyazarlığını yapan Mustafa Çokay’ın kendisi yönetiyordu.[68]
1917 yılının sonlarına doğru Kazak sosyalist “Üş Cüz” (Üç Cüz) partisinin organı haftalık Üş Cüz gazetesi yayınlanmaya başladı. Önce Taşkent’te çıkan bu gazete, sonra Kızılcar’a nakledildi. Üş Cüz gazetesi Sosyalist, Pantürkist bir yayın politikası izliyordu. Kazakistan’daki Rus göçmenler geri gönderilmeden, özerklik sorunun çözümlenemiyeceği görüşünü savunuyordu.[69] Bunların dışında, 1917 yılında Akmola kentinde Tirşilik (dirlik, hayat) adlı bir gazete daha çıkarılmıştır. Önce milliyetçi olan bu gazete, 1918 yılının yazından itibaren Bolşeviklerin organına dönüşmüştür. 1919 yılında da, Bolşeviklerle işbirliğini reddeden, yeni rejimi tanımayan bir grup aydın Semey kentinde Qazaq Sözü adlı haftalık bir gazete çıkarmışlardır.
Sonuç olarak, Bolşevik İhtilali’nden önce, Kazak Türkleri Rus hakimiyetine kolaylıkla baş eğmemişlerdir. Rus işgaline karşı, savaş meydanlarında olduğu kadar, din, kültür, edebiyat ve fikir gibi milli hayatın her cephesinde direnmişlerdir. Bunu da, bütün aleyhteki şartlara rağmen, Türk milletine ve İslam inancına mensubiyet idrakine var güçleriyle sarılarak gerçekleştirmişlerdir.
Gebze Teknoloji Enstitüsü, İşletme Fakültesi / Türkiye
Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 19 Sayfa: 438-447
Elinize yureginize saglik