On dokuzuncu yüzyıldan itibaren yavaş yavaş yerleşim alanı olarak ilgi gören Boğaziçi ve semtleri, sahip oldugu imkanların darlığıyla birer köy hükmündeydi. Bunu Boğaziçi’nin bugün de kullanılan birçok semtinin adına bakarak anlamak mümkündür. Çengelköyü, Vaniköyü, Yeniköy gibi semtler, isimlerini rastgele almamışlardır. Sahile dizilmiş olan büyük yalılarla hemen onların arka sırtlarında yer alan bu köylerin yerli halkının evlerinden başka bir bina ve yerleşim birimleri olmayan, yolları gelişmemiş, semtlere ulaşımı ise tamamen deniz yoluyla gerçekleşmekteydi.
Boğaziçi’nin değişik semtlerinde varlıklı kişilerin aldıkları ya da padişah tarafından kendilerine ihsan edilen arazi, yalı, sahilhane gibi mekanlara gidiş gelişleri rastgele olmayıp, padişah iradesine tabiydi. Mevsimi geldiğinde ve mevsimi bittiğinde padişah iradesi çıkar ancak o zaman yerleşilir veya geriye dönmek mümkün olurdu.
Başlangıçta aristokrat sınıfa dahil olan varlıklı kişiler, deniz ulaşımında “Piyade” denilen kayıkları tercih ederlerdi. Bunlar özellikle hızlarıyla tanınmış olan kayıklardı. Halk ise yolculuklarını “Pazar Kayıkları” ile yapardı. Pazar kayıkları, 50-60 yolcu kapasitesinde, 13 metre uzunluğunda, 2,5 metre eninde olur yolcularla beraber sepet, küfe, sandık gibi eşyaları da taşırdı.[1] Bu kayıklar, Rumeli yakasında Sarıyer, Büyükdere, Yeniköy, Emirgan, Rumelihisarı, Arnavutköyü, Anadolu yakasında ise Beykoz, Kanlıca, Anadoluhisarı, Kandilli semtlerine seferler yaparlar, köprüde hususi iskeleleri, kendi köylerinde ise birer kayıkhaneleri bulunurdu.
İstanbul halkı, 1828 yılından itibaren buharlı gemilerle tanışır. Sultan II. Mahmut’un gemiciliğin geliştirilmesi isteği üzerine yurt dışına bir kısım gemiler sipariş edilir. Boğaziçi’ne yolcu ve yük taşıyan buharlı gemilerin varlığıysa 1837 yılından itibaren görülür. Rus ve İngiliz şirketlerinin kapitilasyonlardan yararlanarak kurdukları bu şirkete karşılık 1844 yılında hükümet “Fevaid-i Osmani”yi kurmuş yük ve yolcu taşımacılık inhisarını yabancılara bırakmak istememişti. Yönetimi Mustafa Pazıl Paşa ve Bogos Bey’e verilen Fevaid-i Osmani, teknik imkansızlıklardan dolayı tam manasıyla bir hizmet gerçekleştiremiyordu. Fevaid-i Osmanlı’nın en önemli gemilerinden biri “Hümapervaz” adını taşımaktaydı. Fevaid-i Osmani, Şirket-i Hayriye’nin kurulmasıyla birlikte çalışma sahasını Adalara ve dış hatlara kaydırmıştı.
Şirketi Hayriye’nin Kuruluşu
Şirket-i Hayriye’nin kuruluşu, Keçecizade Fuat Paşa’yla Ahmet Cevdet Paşa’nın büyük katkılarıyla gerçekleştirilmiştir. Romanya’da görevli olarak bulunan Keçecizade Fuat Paşa’ya birtakım talimat götüren Ahmet Cevdet Paşa, bir ay müddetle Bükreş’te kalmış, bu süre zarfında Tuna’da yaptıkları vapur gezintilerinde Boğaziçi’nde de bu tip vapurların çalışabileceğine dair düşüncelerini ilk olarak oluşturmaya başlamışlardı. Görevden dönüşlerinde bu iki dost, tedavi amacıyla gittikleri Bursa kaplıcalarında da kurulacak olan şirketin nizamnamesini birlikte kaleme almışlar ve Mustafa Reşit Paşa’ya arz etmişlerdir.[2] “Esbab-ı Mucibe Mazbatası” adı verilen bu nizamnamede başlıca şu hususlara dikkat çekilmişti:
- Boğaziçi’ne halen tersane vapurları sefer yapmakta, bu sefer sayısıysa sabah ve akşam olmak üzere ikiyi geçmemektedir. Bunun için de halk kayıkları tercih etmektedir.
- Boğaziçi’ne gidecek vapur sayısı çoğalacak olursa burada yerleşim de çoğalma imkanını bulacaktır.
- Boğaziçi’ne vapur çalıştırmak için bir şirket kurulması, hisselerinin ise herkese açık olması karlı bir teşebbüstür.
- Şirketin kurulması kayıkçı esnafının zararına gibi görünüyorsa da Boğaziçi’nin yerleşime açılması ve buraya olan rağbetin artmasıyla da bu zarar giderilmiş olacak kayıkçılar yine iş bulabileceklerdir.
- Tersane vapurları, iskele olmadığından açıkta bir yerde yolcu indirip bindirmektedirler. Buna mani olmak için şirket yeni iskeleler kuracaktır.
- Şirket kurulduktan sonra, artık tersane vapurları sefer yapamayacaklardır. Tersane vapurları, taşra sahillerinde çalışacaklardır.
- Boğaziçi’nde vapur işletme hakkı 25 seneliğine bu şirkete verilmelidir.
- Vapurları almak ve yeni binaları yapmak için şirkete 8000 kese sermaye gerekmektedir.
Bazı kişilerin hamam safaları esnasında meydana gelen böyle bir çalışmanın, Tanzimat hareketlerine getirilen bir laubalilik olarak kabul edilmesi gerektiğini düşüncesi Reşit Paşa’nın nazarında bir kabul görmeyerek, Reşit Paşa’nın teklifi ve dönemin padişahı Abdülmecit’in onayıyla 17 Ocak 1851’de Şirket-i Hayriye bir anonim şirket olarak kuruldu. Şirketin ilk etaptaki masraflarını karşılamak için bir tanesi 3000 kuruştan 1500 adet, daha sonra da 500 adet olmak üzere 2000 hisse satışa çıkarılır. Şirketin ilk hissedarları içinde dikkati çeken isimler şunlardır:
Padişah Abdülmecit 100 hisse, Bezm-i Alem Valide Sultan: 50 hisse, Reşit Paşa, Serasker Mehmet Ali Paşa, Tophane Müşiri Fethi Ahmet Paşa, Girit Valisi Mustafa Paşa, Yusuf Kamil Paşa, Sarraf Mıgırdıç, İsak, Mısır Sarrafı Hegork, Abraham, Mise Yani 25’er hisse.[3] Bu şekilde kurulan şirket, kendisine en uygun şartları getiren Baltacı Manolaki adlı bir komisyoncu vasıtasıyla Londra’ya sekiz vapur ısmarlanır. Vapurların inşaatına 1853 yılında başlanır. Bu vapurların dördü bir yıl sonra kalanı ise daha sonra gelerek seferlere başlanır. Gelen ilk vapurların isimleri ve numaraları şöyledir:
1 numaraya Rumeli, 2 numaraya Tarabya, 3 numaraya Göksu, 4 numaraya Beylerbeyi adları verildi. İlk sefer 1854 yılında dualar ve kurbanlarla Üsküdar’a yapıldı.
Şirketin yolcu sayısının hızla artması sonucu, 1857 yılında yeni vapurlar ısmarlanır. İlk vapurların İstanbul’a gelmesiyle birlikte işletmesi 10.500 Osmanlı altını karşılığı Andon Kalcıyan ile Agop Bilezikciyan’a altı yıllığına verildi. Bu kişilerin vapur işletmeciliğinde tecrübesiz olmaları ve şirketin hazırlayarak işletmecinin yerine getirmek zorunda olduğu tüzükteki kuralların ağırlığı neticesinde yapılan anlaşma bir yıl sonra yani 1855’te feshedildi. Yönetimi, Ali Hilmi Efendi’nin müdürlüğünde Pol Anyan, Hacı Kevork Bahçevanyan, Yakup Yakupyan ve Giritli Hüseyin Haki Efendi’den oluşan idare heyeti ele aldı.
Ali Hilmi Efendi’ye 1864 yılında işten el çektirilmesiyle boşalan müdürlüğe Nafiz Paşa’nın kethüdası Raşit Efendi getirildi. Biletçilerin zimmetlerine para geçirdikleri iddiasıyla başlayan kargaşalık neticesinde 1866 yılında müdürlük makamı Hüseyin Haki Efendi’ye geçti. 1875 yılında görevinden istifaya mecbur kalan Hüseyin Haki Efendi’nin yerine tekrar eski müdürlerden Ali Hilmi Efendi geldi. Ali Hilmi Efendi, ölünceye kadar bu makamda kaldı, onun ölümüyle de eski müdürlerden Hüseyin Haki Efendi yeniden eski görevine döndü. Onun ölümüyle de eski mesai arkadaşı olan Hafız Vehbi Efendi, 1895 yılında müdür olarak göreve başladı. Hafız Vehbi Efendi’nin 1909 yılında vefatıyla Ali Bey ve sırasıyla 1921’de Babanzade Hikmet Bey, 1923’te Hamdi Bey, 1924’te Emin Bey ve son olarak 1928’de Yusuf Ziya Bey müdür oldular.
Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasıyla birçok sektörde oldugu gibi Şirket-i Hayriye’de de ekonomik buhranlar üst seviyeye çıktı. Bogaziçi’nde oturan azınlıkların daha güvenli bir yer arama düşünceleri ile buradan taşınmaları ya da daha iç noktalara çekilmeleri, yolcu sayısında büyük düşüşlere neden oldu. Bundan başka silahlı kuvvetlerin isteği üzerine şirketin vapurlarının önemli bir kısmı ordu emrine verildi. Savaş sonuna kadar vapurların bazısının içleri sökülerek nakliye gemisi haline getirildi. Bazıları da çeşitli sebeplerden dolayı kullanılamaz hale geldi.
Birinci Dünya Savaşı’nın ardından milli mücadele yıllarının zorlukları, kıtlıklar, malzeme yoklukları da şirketin ekonomisini hayli zorladı.
Cumhuriyet’in ilanıyla başta ülke içindeki yabancı şirketler olmak üzere birçok şirket devletleştirildi. Şirket-i Hayriye’de 1 Temmuz 1944 günü bütün mal varlığıyla 2.5 milyon bedelle Münakalat Vekaleti tarafından devletleştirildi. Vapurları ve diğer mal varlığı, Şehir Hatları Müdürlüğü’ne verildi. 15 Ocak 1945 tarihinde 4517 sayılı kanunla tamamen ortadan kalktı.
Araba Vapurları
Şirket-i Hayriye’nin en verimli yıllarının müdürü olan Hüseyin Hak Efendi, Umumi müfettiş İskender Efendi ve Hasköy Fabrikası Sermimarı Mehmet Usta’yla başbaşa vererek o güne kadar örneği olmayan bir vapur tipi tasarladılar. Araba, yük, otomobil aynı zamanda yolcu da taşıyabilecek olan bu yeni araba vapuru, 26 baca numaralı Suhulet Vapuru’na birtakım tadilatlar yapılması sonucunda gerçekleştirildi. İlk önce Sirkeci Üsküdar arasında çalışması düşünülürken daha sonra Kabataş Üsküdar arasında çalışmasına karar verildi. Bu yeni vapurun yolcu dışında yük ve malzeme götürecek olması mavnacıların büyük tepkisine sebep oldu. Hüseyin Haki Efendi, bunları duyup ilk sefer esnasında Seraskerlik’ten yardım isteyerek, iskelede bir topçu kıt’ası bulundurarak mavnacıları yıldırmayı başardı. Mavnacılar, birbirlerine zincirledikleri mavnalarının toplarla yok edileceğini anlayınca aceleyle zincirleri çözdüler. Bu başarı karşısında Sultan Aziz Hüseyin Haki Efendi’ye Rütbe- i Evvel-i Sınıfı Sanisi nişanıyla, üçüncü rütbeden Mecidi Nişanı ihsan etti. Bir süre sonra aynı amaçla kullanılmak üzere İngiltere’ye sipariş edilen diğer araba vapuru olan 27 numaralı Sahilbent de gelerek hizmete girdi.[4]
Vükela Vapurları
Şirketin kurulmasıyla birlikte çoğu Boğaziçi’nde oturan devlet ricalini taşımak üzere bir vapur tahsis edilir, “Vükela Vapuru” denilen bu vapur, sabahları Kanlıca’dan hareket eder ve Sirkeci’ye varır, akşamları yine Sirkeci’den kalkar vekilleri bıraktıktan sonra Kanlıca’ya demirlerdi. Vapurda teşrifata, rütbeye kıdeme son derece riayet olunur, vekillerin çubukları da vapura getirilirdi. Rahmetli Süheyl Ünver Hoca, üstadı Hoca Ali Rıza Efendi’den dinlediği güzel bir fıkra nakleder: Vükeladan biri, hoşsohbet, nükteci bir dostunu yalısına davet eder. Birlikte Vükela vapuruna binip yalıya gelirler. Sabah olunca tekrar vapura binecekleri sırada adet gereği bir vekilin vapura binişi sırasında çalınması gereken düdük, kaptan tarafından çalınınca vekilin nüktedan dostu irticalen şu beyiti söyler:
“öte git bunda çalınmaz boru
Düdügüm bu Vükela vapuru”[5]
Hasköy Fabrikası ve İskeleler
1861 yılından itibaren Şirket-i Hayriye kendi vapurlarının bakımlarını ve tamirlerini gidermek için Haliç’te bir atölye kurdu. Hasköy Tersanesi’nin en önemli hizmetlerinden biri, açıkta bekleyen yolcuları bu azaptan kurtarabilmek için gerçekleştirdiği iskele yapımlarıdır.
Şirket-i Hayriye, kuruluşuyla gerçekleştirdiği hizmetler ve yeniliklere her zaman devam etmiş, bunların başında 1908 yılında çalışanlarının greve giderek diğer iş kollarında bulunanlara bu konuda örnek teşkil etmesi gelmiştir. Şirket makinistleri, tayfaları, memurları günlük 14 saat çalışmalarının karşılığını az bularak yönetime başvurmuşlar, ücretlerine zam istemişler, 14 Eylül 1908 tarihine kadar çeşitli süre uzatımlarıyla gelmişler ve yönetimce yeni belirlenen ücretlerini tatminkar bulmayarak greve başlamışlardır. Ancak 24 Eylül 1908 günü Sadrazam, Harbiye, Ticaret ve Nafia, Zaptiye nazırını makamına çağırmış ve grevle ilgili gereken önlemleri almalarını buyurmuştur. Bunun üzerine olay yerine askeri birlikler sevk edilerek grevciler dağıtılmıştır.[6]
Şirket-i Hayriye’den önce ve Şirket-i Hayriye Dönemi’nin ilk yıllarında yolcuların vapura rahatça binip inebilmeleri için iskeleler yoktu. Soğuk kış günlerinde yolcular ya açıkta bekler ya da yakındaki bir kahveye sığınarak vapurları gözetlemek mecburiyetinde kalırlardı.[7]
Boğaz’ın Rumeli kıyısındaki ilk büyük iskelesi Beşiktaş İskelesi’dir. Şirket-i Hayrife’nin çıkardığı Salnamenin renkli kapağında da bu iskeleyi görmek mümkündür. Ahmet Tal’at Bey’in yaptığı bu bina 1913 tarihini taşımaktadır. Yeniköy iskelesi, Şirket-i Mayriye’nin aktarmalarını yaptığı iskele olması sebebiyle aynı bir önem taşımaktadır.
Şirket-i Hayriye’nin kuruluşundan beri ana iskele olma özelliğini taşıyan “Köprü” yani Galata İskelesi’nden birçok semte seferler düzenlenirdi iskelenin en uç tarafında bulunan birahanede, yolcular biralarına içerken aynı zamanda da seyrine doyum olmayan manzarayı seyretme imkanı da bulurlardı. Boğaz vapurlarının en çok uğradıkları iskeleler şunlardı:
Rumeli Yakası: Kabataş, Beşiktaş, Ortaköy, Kuruçeşme, Arnavutköyü, Bebek, Rumelihisarı, Mirgune, İstinye,Yeniköy, Tarabya, Kireçburnu, Büyükdere, Sarıyer, Yenimahalle, Rumelikavağı.
Anadolu Yakası: Üsküdar, Kuzguncuk, Beylerbeyi, Çengelköyü, Vanköyü, Kandilli, Küçüksu, Anadoluhisarı, Kanlıca, Çubuklu, Paşabahçesi, Beykoz, Anadolukavağı.
Tarifeler, Bilet Fîyatları
Yapılacak olan seferlere ilişkin tarifeler, başlangıçta olmadıgından büyük karışıklıklar meydana gelmekteydi. Bunun için Boğaz’dan Köprü’ye gelen vapurlara tek, Koprü’den Boğaz’a çıkanlara çift numaralar verildi. Bu sefer numaraları kaptanlara verilerek bir sistem geliştirilmeye çalışıldı. Şirket’in ilk tarifesi, İstepan Tophaneliyan Efendi tarafından hazırlanmıştır.
Şirket-i Hayriye’yle yolculuk yapacak olan kişiler, önce iskeleden bir marka alır vapura binerler, biletleri ise vapurun içinde alırlardı. 1881 yılında iskeleler açıldığında biletler burada satılmaya başladı. Bedros Azaryan Efendi Köprü’yü merkez kabul ederek iskelelerin buraya olan uzaklıklarına göre bir sınıflama yapmış, ücretleri bu kademelere göre hazırlamıştı. Buna göre:
- Bölge: Üsküdar, Beşiktaş, Ortaköy.
- Bölge: Bebek, Kandilli, Anadoluhisarı, Rumelihisarı.
- Bölge: Kanlıca, Beykoz, Yeniköy, Tarabya.
- Bölge: Büyükdere, Sarıyer, Anadolukavağı, Rumelikavağı.
Kurulan bu sistem, birkaç gün devam ettikten sonra bilet ücretleri zamlandı. Halk, tekrar kayıklara itibar etmeye başladı. Sarayın önünde yapılan nümayişler sonucunda zamlar, padişah iradesiyle geri alındı.[8] Ayrıca 7 yaşına kadar olan çocuklardan ücret alınmazdı. Dikkate değer bir husussa uşaklarıyla beraber yolculuk yapanlar hakkındaki tarifeydi. 1868 yılındaki Şirket-i Hayriye yolcu tarifesine göre: İstanbul’dan Kandilli’ye gidecek olan bir efendinin uşağıyla beraber ödeyeceği aylık ücret 250 kuruştu. Birden fazla uşak olması halinde ücret, daha da düşürülerek abonmanlık usulü getirilmişti.
Kaptanlar
Şirket-i Hayriye’nin kuruluşundan sonuna kadar olan başarısında şüphesiz ki en büyük paylardan birini kaptanlara vermek gerekir. Birçoğu, yaptıkları işin eğitimini görmemiş yani “Alaylı” olan kaptanlar, Boğaziçi’nin değişken havasına suyuna, dalga durumuna göre gemilerini iyi şekilde idare edebilmiş, hiç biri ciddî kazaya sebebiyet vermemişlerdir. Kaptanların yapmakla yükümlü oldukları işleri görünce de bu hakkı teslim etmemek mümkün degildir. Bu yükümlülüklerden bazıları şunlardır:
- Gemideki her türlü eşyanın korunmasından sorumlu olmak.
- Vapurun hareketinden 10 dakika önce iki tayfayla beraber vapuru başından sonuna kadar dolaşmak, alt salonlara inerek her yeri denetlemek, ayakta kalan yolcuların oturmalarını temin etmek, gelişigüzel konulmuş olan yükleri kenara çektirmek.
- İskele dışında başka bir iskeleye uğramamak.
- Sarayların önünden geçerken saraya fazla yanaşmamak.
- Mecburiyet olmaksızın vapur vapur üzerine yanaştırmamak.
- İşe başladığında yaşı 25’in altında, 40’ın üzerinde bulunmamak.
Şirket-i Hayriye’nin ilk kaptanlarını gayr-i müslimler oluşturmaktaydı. Şirketin ilk kaptanı, Louis Goujon, onu takip eden Zaharaki, Nikolaki, Dimitriy Marko kaptanlardı.
İlk Türk ve Müslüman kaptan ise Beykozlu Rıza Ömer Kaptan’dı. İstanbul kültürü ve terbiyesiyle yoğrulmuş olan kaptanların hepsinin kendilerine mahsus olan mîzaçları şüphesiz ki işlerine de yansırdı. Başta halen hayatta bulunan Eser Tutel olmak üzere, rahmetli A. Cabir Vada, Ahmet Rasim, Sermet Muhtar Alus, A. Süheyl Ünver gibi yazarlarımız değişik eserlerinde bunlardan bahsetmişlerdir. Biz bugün bir espiri niteleğinde olan bazı enteresan olayları yaşamış bazı kaptanları size aktararak hem o günkü Boğaziçi’ni hem de insanların sosyal durumlarını ve çevreyi gözler önüne sermiş olacağız.
Ömer Kaptan
Şirket-i Hayriye’nin geliştiği dönem içindeki iskelelerin çokluğu, yaygın deniz yolculugunun yeni başlamış olması, teknik imkansızlıklar, Ömer Kaptan’ın zamanında iskelede olmamamasına sebebiyet vermektedir. Artan şikayetler üzerine kendisinin idare meclisinde dinlenmesine ve savunmasının alınmasına karar verilmiştir. Kendisine mesele sorulduğunda Ömer Kaptan: “Efendim Beylerbeyi’nin teşrifatı, Kuzguncuk’un haşaratı olmasa zamanında Köprüye geleceğim” demiştir. Bilindiği gibi Beylerbeyi, Osmanlı aristokrasisinin o yıllardaki merkezi olması sebebiyle, nezaketen herkes birbirine önce siz buyurun efendim diyerek yol vermek ister, bu da gecikmeye yol açardı. Kuzguncuk ise bilhassa kalabalık gayrimüslim ailelerin o yıllarda yerleştigi bir mekan olarak bilinirdi.[9]
Macaroviç Kaptan
Şirket-i Hayriye’ye 35 sene hizmet etmiştir. Sakalı favori gibidir. Macaroviç’in başından geçen güzel maceralardan biri, “Haçı Suya Atma Merasimi”dir. Ortodoksların geleneksel bu töreni esnasında vapurunu Arnavutköyü’ne yanaştırdığı sırada papaz, haçı suya atar. Haçı almak için kendilerini denize atan gençleri gören Macaroviç Kaptan’ın köpeği de denize atlar ve kimseye kaptırmayarak haçı alarak karaya çıkar. Bunu gören papaz ve Rum gençleri, çok sinirlenerek köpeği kovalamaya başlarlar. Ürken köpek, haçı ağızından atarak Bebek’e doğru koşmaya başlar. Olaydan çok etkilenen ve başına bir iş geleceğini zanneden kaptan, geceleri Bebek’teki evine gidemez vapurunda yatmak zorunda kalır.
Şeref Kaptan
Kıyıdaki halkı düdüğüyle selamlaması, ona bütün gönüllerde müstesna bir yer kazandırmıştı. Şeref Kaptan’ın gemisine hakimiyeti ve mesleğindeki ustalığını belirtmek için eski İstanbulluların anlattığı hatıralar içinde en meşhuru Şeref Kaptan’ın ustaca, bir yalıya yanaşarak kendisine uzatılan kahve fincanını tepsisiyle alınası dönüşte ise yine sahibine teslim etmesiydi. Kendisi, genç yaşta felç olarak vefat etmiştir. Cenazesi, gözyaşları içinde gayet mütehassisane biçimde kaptanı olduğu 74 numaralı Altınkum vapuruna konarak Beykoz’da defnedilmiştir.[10]
Sezaî Kaptan
Boğaziçi’nin fırtınalı, sisli havalarında gemisini çok ustaca sahile yanaştırmasıyla ünlüydü. Bu başarısını çeşitli notlar aldığı defterini her zaman yanında bulundurmasına ve bozuk havalarda eski notlarından istifade etmesine borçluydu. Sezaî Kaptan, iskeleye yanaşırken ipe bağladığı bir yumurtayı iskeleyle vapur arasına sarkıtır ve yumurtayı kırmadan gemiyi iskeleye yanaştırırdı.
Tahsin Kaptan
“Beybaba” lakabıyla tanınan Tahsin Kaptan, başta çocuklar olmak üzere kendisini selamlayanları üşenmeden düdük çalarak selamladığından düdük telleri incelerek sık sık kopar, idarece “Bu adama düdük teli yetiştiremiyoruz” serzenişlerini mucip olurdu. Kendisi, sefer olmadığı zamanlarda bile vapurundan çıkmaz orada yatıp kalkar, bu yüzden arkadaşlarınca “63’ün nikahlısı” diye çağırılırdı.
Süreyya Kaptan
Şirket-i Hayriye’nin okul gezintilerinin birinde vapuru Çengelköy iskelesi yerine salaş bir gazinoya yanaştırmış, bu duruma hem gazinocular, hem yolcular şaşırmışlar. Müşterilere içecek yetiştiremeyen gazino personeli ikramda kusur etmemiş. Süreyya Kaptan, bununla yetinmeyerek dönüşte vapuru Beylerbeyi’ndeki bir kahveye yanaştırarak yolculara dondurma ikram etmiştir.
Hariye Kaptan
Çanakkale Savaşı’nda vapuruyla asker taşımıştır. Bu seferlerin birinde hareketten biraz evvel kendisine verilen zarfta, Çanakkale Boğazı’nda bir düşman denizaltısının saldırısına uğrayacakları yazılıydı. Nitekim beklenen saldırı düşman denizaltısından atılan bir torpil vapura doğru gelmekteyken anlaşılır. Hayri Kaptan’ın ustaca manevrası sayesinde gemi yara almaz ve kurtulur. Sefer bittiğinde gemiye doğru gelmekte olan atlı bir Teğmen kaptanı sorar ve ona tepeden kendilerini seyreden Mustafa Kemal Paşa’nın hediyesi olan bir şişe konyağı verir. O soğuk havada kaptan için bundan güzel bir hediye olamazdı.
Kaptanların başından geçen ilginç maceraların tabiî ki hepsi bu kadar değildir. Ama Şirket-i Hayriye’nin yaptığı aşağı yukarı her seferde böyle tatlı maceralara rastlamak mümkündü.
Şirket-i Hayriye’nin Sosyal Etkinlikleri
Şirket-i Hayriye’nin sosyal etkinliklerinin en büyüğü, Boğaziçi’nde daha çok insanın yaşamasını temin edebilmek burada ikameti genişletmekti. Böylece yazları ve kışları taşıyacak daha çok yolcuya sahip olacaktı. Bu maksatla çeşitli yerlere ilan verilmiş Bogaziçi’nde ev almak ya da kiralamak isteyenlere, şirket ücretsiz olarak aracılık yapacaktı. Bu ilanların birinde manzum olarak Boğaziçi’nde yaşamanın güzelliği anlatılırken bazı semtlerdeki kira durumu da belirtilmiştir:
“Yazı Boğaziçi’nde Geçirin
Tatlı bir ömür yaşa, gel de Boğaziçi’ne;
Renk dolsun, şiir dolsun hayat dolsun içine…
Orda gündüzler aydın, orda geceler derin.
Geçer bir masal gibi, rüya gibi günlerin.”[11]
Kiralar
Bebek’te General Arifî’ye ait 4 odalı yalı aylık 17 lira. Rumelihisarı’nda mobilyasız 10 odalı ev, aylığı 20 lira. Emirgan’da mobilyasız 10 odalı ev, aylığı 15 lira.
Boğaziçi’ni Diriltme Programı
1936 yılında Bogaziçi’ni tanıtmak için “Boğaziçi” dergisi yayınlanır, 1937 yılından itibaren şirketçe Boğaziçi’nde yapılacak yeni inşaat sahiplerine 3 yıllık ücretsiz paso verilmesi, öğrencilere yazın ücretsiz paso verilmesi uygun görülerek yürürlüğe konulmuştur.
Boğaziçi’ni diriltme proğramı içinde Sarıyer’de canlı balık lokantası, Anadolu Kavağı’nda Altınkum Plajı Küçüksu Plajı açılarak işletilmeye başlanır. Bunlardan daha da önemlisi günümüzde de minyatür bir şekliyle uygulanılmaya çalışılan özel tenezzühlerin düzenlenmesidir. Bu gezintilerin ilki 12 Temmuz 1936 tarihindeki “Bogaziçi’nde Mehtap Alemleri” ismiyle düzenlenen gezintidir.
Bu gezintiye sanatçı olarak Safiye Ayla, Selahattin Pınar, saz heyeti olarak Kemanî Sadi, Kemanî Necati, Udî Cevdet, Klarnet Şeref, Piyanist Feyzi katılacaklardır. Diğer sanatkarlar ise Nuri Halil, Hafız Yaşar, Radife (Erten), Küçük Safiye’dir. Mehtap Alemini yapacak olan 71 numaralı vapur saat 21.15’te Köprü’den hareket ederek, gece 1.30’a kadar sürecektir. Görülen ilgi üzerine bu gezintiler devam eder. Eylül 1936’da Yücel dergisinde verilen bilgiye göre Denizkızı Eftalya için geminin çekeceği çiçeklerle ve ışıkla donatılmış bir sal düzenlenir. Denizkızı Eftalya ile saz arkadaşlarının içinde bulundugu sal ve programın çok ilgi görmesi üzerine bu eğlenceye tam 14 vapur yolcu iştirak etmiştir. 1938 yılından itibaren klasik Türk müziğinin yanı sıra sadece caz müziği çalınan seferlerde düzenlenmeye başlamıştır. Sazlı yani klasik Türk müziği çalınan seferlerle, cazlı yani Batı müzigiyle seferler yapan vapurlar arasında bir rekabet başlar. Bu rekabet hemen kendini aile içi rekabetlere yansır. Aileler hangi vapura bineceklerini hareket saatine kadar münakaşa ederler. Nihayet cazlı vapurlar, giderek gözden düşer.
Türk Edebiyatında Şirket-i Hayriye
Edebiyatımızda özellikle ikinci Meşrutiyet Dönemi’nden itibaren romancılarımızın birçoğu değişik vesilelerle Şirket-i Hayriye’ye eserlerinde yer vermişlerdir. Özellikle vapurlarda geçen enteresan olayları, genellikle romanlarının ana konularından bağımsız olarak ele almışlardır.
Romanlarının ana yapısının dışında İstanbul’u adeta bir folklorcu gibi örf adetleri, sosyal yaşantısıyla ele alan ünlü sanatkar Hüseyin Rahmi Gürpınar, 1901 yılında yayınlanan “Nimetşinas” romanının hemen başında Şirket-i Hayriye ve Îdare-i Mahsusa’yla ilgili o günkü uygulamalara deginir. Romanın ilk cümleleri şöyle başlar: “Mevsim Şubat, hava hafif lodos. Beşi çeyrek geçe postasını yapmaya hazırlanan Ferah Vapuru Kadiköyü İskelesi’nden bagını çözmeye acele eder gibi hafif hafif sallanıyor.Vapurun bacasının tüttüğünü, hele düdüğünün öttüğünü, sallandığını uzaktan işiten, gören yolcularda -ha gitti ha gidiyor- gibi bir telaş. Koşan koşana… Bilet kulübesinin önünde hanım, madam, kokana, poliçe. Bay, efendi, mösyö, esnaf, köylü gibi çeşitli bir kalabalık.” Yazar daha sonra bilet alımı işleminin nasıl yapıldığını, vapurun iskeleden hareketini, vapurun iç yapısını okuyuculara anlatır.[12]
Yine Hüseyin Rahmi Gürpınar, ilk defa 1920 yılında yayınlanan “Ada Vapurunda” adlı hikayesinde Şirket-i Hayriye ve Seyr-i Sefain Îdaresi’nin Ada yolcularıyla olan ilişkilerini anlatır.
Hikayenin ilerleyen safhasında ise vapur içindeki insan ve eşya kalabalıklığını, gayr-i müslîmlerin Türkçeyi yanlış kullanmaları ve anlamalarıyla imparatorluğun çeşitli tiplerinin kavga ve konuşmalarını komedi üslubuyla ele alır.
Ünlü şehir mektupçusu Ahmet Rasim Bey’in bir mektubunda 4 ve 5 numaralı vapurların eskiliğinden ve Kadiköyü İskelesi’nin dubalarını delerek tehlikeli durumlara sebebiyet vermelerinden söz ettikten sonra mizahî bir üslupla değişik meslek gruplarına sahip olan insanların hangi isimleri taşıyan vapurlara binmeleri gerektiğini belirtir.
Buna göre:
Kuşbazlar: Şahin, Tayyar
Denizden korkanlar: Selamet, Asayiş
Ada’ya kadar ağır ağır gitmek üzere bulunanlar: Nüzhet
Şirket-i Hayriye Memurları: İntizam
Kavak’ta oturanlar: Azimet, Avdet
Vapur görmeyenler: Neveser
Selametle iskeleye varanlar: Şükran
Kadiköyü’ne gidecekler: Kadiköyü
Kademden tefeül edenler: Meymenet
Çalışmadan usananlar: Gayret
Şirket-i Hayriye ve Kadıköyü taraflarına işleyen kaptanlar: Rehber
Kış günlerinden bıkanlar: Bahariye
İstanbul sokaklarında langur lungur giderek oku yayı fırlayan arabaların beray-ı tamir Üsküdar’a çekilmesi fikrinde bulunanlar: Suhulet vapurlarına binmeleri tavsiye olunur.[13]
Şirket-i Hayriye’nin Vapurları[14]
Baca No Adı Hizmete Hizmet
Giriş Yılı Dışı Kalışı
- Rumeli 1854 1864
- Tarabya 1854 1864
- Göksu 1854 1864
- Beylerbeyi 1854 1864
- Tophane 1854 1864
- Beşiktaş 1854 1864
- İstinye 1857 1864
- Bebek 1857 1857
- Kandilli 1857 1864
- Beykoz 1857 1867
- Anadolu 1857 1865
- Kabataş 1860 1875
- Galata 1860 1902
- Büyükdere 1860 1899
- Beyazıt 1863 1898
- Büyükada 1863 1898
- Bahariye 1865 1905
- Asayiş 1865 1914
- Seyyar 1865 1903
- Terakki 1869 1914
- Sürat 1869 1902
- Tayyar 1869 1903
- Azimet 1870 1915
- Rahat 1870 1911
- Selamet 1870 1915
- Suhulet 1872 1958
- Sahilbent 1872 1959
- Meymenet 1872 1905
- Küzhet 1872 1905
- Refet 1872 1905
- Amed 1872 1905
- Messeret 1872 1905
- Nusret 1874 1915
- Gayret 1872 1915
- İşgüzar 1881 1914
- Mirgün 1881 1910
- Îhsan 1890 1916
- Şükran 1890 1915
- Neveser 1890 1917
- Rehber 1890 1915
- Metanet 1893 1916
- Resanet 1892 1916
- İkdam 1894 1916
- İntizam 1894 1916
- Resan 1895 1916
- Rüçhan 1896 1916
- Tarz-ı Nevin 1903 1967
- Dilnişin 1903 1967
- Hale 1904 1919
- Seyyale 1903 1924
- Süreyya 1905 1967
- Şihap 1905 1965
- İnşirah 1905 1964
- İnbisat 1905 1963
- Bebek 1905 1963
- Göksu 1905 1967
- Tarabya 1906 1967
- Nimet 1906 1964
- Kamer 1906 1964
- Rağbet 1907 1966
- Sultaniye 1910 1916
- Hünkar İskelesi 1909 1915
- Sütlüce 1909 1974
- Küçüksu 1910 1985
- Sarayburnu 1910 1984
- Boğaziçi 1910 1984
- Kalender 1911 1984
- Güzelhisar 1911 1984
- Hüseyin Hakî 1911 1983
- Ziya 1911 1933
- Halas 1923 1983
- Üsküdar 1927 1958
- Rumelikavağı 1927 1984
- Altınkum 1929 1984
- Kocataş 1939 1984
- Sarıyer 1938 1983
- Kabataş 1938 1939
Şirket-i Hayriye ile ilgili daha pek çok şey söylemek mümkün. İlerki yıllarda yeni bulunacak belge ve bilgilerle bilinenlere ilave edilecek unsurlar olacak. Ama şirketin hayatımızdaki, anılarımızdaki yeri, hiç silinmeyecek.
Şirketten Önce Boğaziçi’nde Ulaşım
Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 14 Sayfa: 493- 500
Kaynaklar: