Bize Bir “Gençlik” Lâzımdır
“Bir milletin ikbali gençliğinin terbiyesine mevdudur.” Layibniç bu sözünde çok haklıdır. Bugünün çocukları, bugünün gençleri yarının kumandanları, idarecileri, kanun yapıcılarıdır. Bugün mazbut bir ahlâk, ilmî bir şuurla yetişen genç, yarın cemiyeti için fena bir uzuv olamaz. Genci, gençliği yetiştirmek bir millet meselesidir.
Yeni Türk cemiyetinde gencin, gençliğin vazifesi nedir?… Ona verilen cephe, gösterilen yollar hangileridir?…
Cumhuriyet memleketinde her şey değişmiştir. Hadiseler daha birçok şeylerin değişmesini emretmektedir. Bu hummalı istihale devrinde Türk gencinin vazifesi nedir? Onun kuvvet ve zekâsı bu değişiklikler karşısında kayıtsız mı kalacaktır?…
Mazinin karanlık günlerini hatırlatmak istiyoruz. Çok uzağa gitmeyeceğiz, hepimiz hatırlarız:
Büyük harpten çok yorgun ve bitik bir hâlde çıkan Türkiye Mondros mütarekesiyle kanlı ve şerefli bir maziyi karanlık ve zelil bir devre bağladı, Türk’ün bükülmez kollarına kahpece zincirler vuruldu. İstanbul’un mahut ve menfur bir zümresi, başta Sultan olmak üzere bu masum ve yorgun millet için en hatıra gelmez hainlikler hazırladılar. İstanbul, Adana, Edirne ve İzmir gibi Türk’ün en can alıcı mafsalları tüyler ürpertecek birer vahşetle alındı.
Evvela Erzurum’da, sonra Sivas’ta Mustafa Kemal Paşa etrafında toplanan “Türk” savaş tarihlerinin göstermediği bir yararlılıkla vurulan zincirleri kırdı, kendi varlığını dünyaya tanıttı. Sultanı ve adamlarını kovarak memlekette cumhuriyet ilan etti. Çok az bir zamanda içtimaî ve siyasi yenilikler yaparak mazinin köhne ve sakat müesseselerini yıktı. Fakat:
İnkilap tamam değildir.
İnkilabın en mühim eksikliği yeni binaya yaraşan; müşterek düşünür, müşterek amel ve aksülamellere malik bir gençlik yokluğudur.
Yeni binanın adı “Cumhuriyet”tir. Temelinde kan ve iman vardır. Biz bu binanın yıkılmayacağına inanmışız. Bizim gözümüzün önünde yapılan bu binanın bazı ustalarında beceriksizlik, kayıtsızlık, yorgunluk vardır. Genç kuvvetlerin yardımına muhtaçtırlar. Ustalar, dülgerler çalışmaktadırlar, fakat bunların mesaisinde ihtisas ve işbölümü yoktur.
Milletimizin yeni doğuşuyla muasırız. Bütün müesseselerimize bakınız bir yenilik, bir acemilik göreceksiniz. Bazıları bu beceriksizliği, bu acemiliği kötü niyetimize, bazıları şarklılığımıza atfetmektedirler. Siyasetimizde, idaremizde, iktisadımızda acemilik vardır.
Bu pek tabiidir. Ahdiatika göre Allah dünyayı yedi günde yaratmıştır. İşte biz Yeni Türkiye’nin daha ilk günündeyiz. Fakat dikkat edelim. Nuh’un tufanları, Firavun’un zulüm ve istibdadı bizim içindir. Her attığımız adım metin olmalı ve bir daha geri dönmemeliyiz. Garbın teşekkül ve tekemmül etmiş cemiyetlerine benzer hiçbir yerimiz yoktur. Garp cemiyetlerindeki ahenk ve inzibattan mahrumuz. İhtisas, iş bölümü, kıymet ve ehliyet mefhumları daha bize ulaşmamıştır. Yeni Türkiye’nin inkişaf ve neşvüneması güçtür. Garp milletlerinde olduğu gibi bizde müşterek hisler kuvvetli değildir. Buna mukabil müfrit bir “bencillik” vardır. Halkın idraki sathan genişlemiş fakat derinlik itibarıyla azalmıştır. Dünün karanlık hükümlerinden kurtulan millî duygularda şuur yoktur. Sevki tabiiye müstenittir.
Bugünün adamlarına düşen vazife, temeli kan ve iman örülü yeni binada oturacak insanları buraya layık bir şekilde yerleştirmektir. Binada oturacak insanların bu binanın en ücra köşesine varıncaya kadar hürmetkar olmaları lazımdır.
Büyük devlet adamları, şöhretli alimler gençlikle meşgul olmuşlar, onu yetiştirmeğe çalışmışlardır. Atina’da Solon, Isparta’da Likörg, Yunan sitelerine genç yetiştiriyorlardı, Fransa’da Ansiklopedistler, Almanya’da Fihte, Fransız ve Alman medeniyetlerinin sağlam temellerini gençlerle beraber örmüşlerdir.
Bize lazım olan gençlik bir fırka veya zümre gençliği değildir. Biz fırka ve şahsiyetlerin ebediyetine kani değiliz. Her şeyden üstün, her şeyden önce bir Türkiye vardır. Biz Türk gençliği istiyoruz!…
Teşkilâtı esasiye kanunumuz mükemmeldir. İdare şeklimiz en asrî esaslar üzerine kurulmuştur. Fakat biz bütün bunlara müstahak olabilmek için Ansiklopedistler devrini hiç olmazsa bugün yaşamaklığımız lâzımdır.
Dünyanın her tarafında gençlik bir şahsiyet sahibidir. Bu, nişan, rütbe değildir. Bir kül halinde gençliğin müteradifidir. Kanunlarla, emirlerle bahşolunmaz. Demokrasi en müşkül idare sistemidir. Demokrat idarelerde vatandaşlardan ruhî istikrar, ahlâkî ciddiyet istenir. Ruhî istikrar, ahlâkî ciddiyet olmayan demokrasiler monarşilerden daha vehim neticeler tevlit edebilirler.
Türk genci inkılâbı benimsememiştir.
Mugalâtaya lüzum yoktur. Biz hâdise ve vakialara eserleriyle kıymet ve mânâ veririz. Mersin’de mütevazi ve bin türlü mahrumiyetler içinde görünmeğe çalışan bir ışık, münevver Türk gencinin Anadolu’ya karşı lâkaydisinden bahsediyordu. Çok yazık ki bu ışık feryadlarına bir cevap gelmeden söndü.
İtiraf etmeliyiz… Vazifemizi yapamıyoruz. El çırpmakla, yaşa demekle inkılâba karşı borcumuzu ödemiş sayılamayız.
Hangi adsız Türk genci şehirden köye bir damla nur ulaştırmıştır?
Efendimiz olduğunu kanunlarımızla ilân ettiğimiz köylüye her başımız sıkıştıkça koşarız. O ananevî bir tevekkülle bize her şeyini verir? Biz ona ne veriyoruz?…
Demokratik müesseselerde muallim, avukat, doktor, sanatkâr ve gazeteci gibi münevverler millî gayelerin tahakkuku için hükümet kadar faaldirler.
Her şeyi hükümetten beklemek doğru değildir. Biz, bu memleketin sırtında münevveriz diye geçinenler fazileti, şuuru anlayabildiğimiz kadar etrafımızdakilere anlatmak ve onları tenvir etmek mecburiyetindeyiz.
Umumî harpten sonra bütün dünya cemiyetleri şümullü ve afakî bir surette gençliği hazırlamaktadırlar. Bu hareketlerde hükümetin müzaheret alâkasına ihtiyaç yoktur denemez. Fakat birçok memleketlerde bu heyecan, bu teşekkül halkın içinden doğmuştur. Almanya’da 1923 senesinde bir yüzbaşı etrafında toplanan yedi genç 1931 senesi nihayetinde 600.000 faal sivil asker, on iki milyon taraftar kazanmıştır. Finlandiya da, Polonya da ve bilhassa Çekoslovakya da böyledir. İtalya’da ise devlet bizzat eski Yunan sitelerinde olduğu gibi gençliği kendi sevk ve idaresine almıştır.
Biz her işe şarkılara ait bir heyecanla başlarız. Halk evleri güzel ve heyecanlı bir harekettir. Temenni ederiz ki bu güzel ve heyecanlı hareket şuurlu neticeler vererek, merhum Türk Ocakları’nın son zamanlarında olduğu gibi faaliyeti yalnız Cumhuriyet bayramlarında verilen balolara inhisar etmesin.
Memleketin en mütekâmil gençlik muhiti olan Darülfünun’da talebe cemiyetleri, birlikleri vardır. Bu efendilerin gayesi müderrislerine danslı çay, arkadaşlarına gezintiler tertip etmektir. Evet bunlar da gencin hakkıdır. Fakat yapılacak vazifeler?…
Bize Turkuvaz salonlarında hocalarına kasidekâr nutuklar söyleyen genç lazım değildir. Köye inen, fışkı ve toprak kokularına alışkın nasırlı köylü eli sıkacak, onu bıkmadan dinleyecek genç lazımdır.
Bize yalnız dans etmesini, iyi giyinmesini, kur yapmasını ve âşık olmasını bilen gencin lüzumu yoktur. Bize bugün mesleğinde usanmadan çalışacak, yarın hudutta göz kırpmadan ölebilecek genç lâzımdır.
Bize bir gençlik lâzımdır. Temelinde cehalet, duvarlarında riya, tavanlarında dalkavukluk bulunmasın.
Atsız Mecmua, 15 Nisan 1932, Sayı: 12