Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

Bir Ülkücünün Talat Paşa’ya Mektubu…

0 14.924

“Sevgili Talat Paşa’m,

Size mektup yazdığımı söylesem bizim ihtiyar tilki Hakan Dağtanımaz, benimle kırk sene dalga geçer. Zaten ağzını her açtığında oğlum bırak atalarına tapınmayı da günümüze gel diyor. Hazretle bir türlü anlaşamıyoruz, söz size gelince… Sizinle Cavit Bey’in dostluğuna benziyor biraz bizimkisi.

Sevgili Paşa’m,

Size küfretmenin, sizi günah keçisi ilan etmenin moda olduğu bir zamanda yaşamaktayız. Ermeni grupların hala hedefindesiniz. Onları anlıyorum da bizimkileri anlayamıyorum, satırın her iki tarafıyla da bize vurmalarını anlayamıyorum.

Biliyorum, son ana kadar tehcir kararını vermemek için direndiğinizi. Güneyde Kuttül Ammare, doğuda Sarıkamış ve batıda Çanakkale’de çarpışan bir ordunun ikmal yollarına yönelik, Anadolu’nun her yanında yaşayan Ermeni köylerinde örgütlenmiş çetelerin saldırılarına karşı aylarca sabrettiğinizi biliyorum. Doğduğum şehirden biliyorum Taşnağı, Hınçağı ve diğer melanet örgütlerini… Dedemden biliyorum.

Kurunun yanında yaşın da yandığı bu dünyada, kendi halklarının masum insanlarını kirli savaşlarına kalkan yapanların neden hiç sorgulanmadığını düşünüyorum. Bir halkın varlığını kumar masasına sürenlerin oyunu kaybedince “bizi dövdüler” diye dövünmesi hakkaniyete uygun gelmiyor.

Ah sevgili Paşa’m,

Yakın Ermeni dostlarından sen daha iyi bilirsin ki Ermeniler, din ayrı gardaşlarımızdı. Tanzimat yıllarında onlarla karşılaşan bir çok batılı, “bunlar Hıristiyan Türk” demişti. Köyümün büyüklerinden hep kötüleri dinlemedim. Kalaycı Agop Efendi’yi, Maldar Serkis Ağa’yı da dinledim. Folklorumuz, müziğimiz, mimarimiz kısaca hayatımızdaki yerlerini de öğrendim.

Anadolu’nun her tarafına yayılmış ve hiçbir bölgesinde, hiçbir şehrinde mutlak çoğunluğu olmayan bir halk için Anadolu’da bir milli devlet talebiyle ortaya çıkmanın ne demek olduğunu bir türlü anlamak istemiyorlar. Doğunun Ermenileştirilmesinin Doğuda yaşayan müslüman halkın Balkanlarda olduğu gibi tehcir ve tasfiyesini gerektireceği gerçeğini ısrarla görmek istemiyorlar. Tasfiye edilmek istenenlerin devleti elde tutmanın verdiği güçle erken davrandığını görmek istemiyorlar. Onlara göre siz çok evvelinden kafaya koymuşsunuz, bu sonucu. Utanmasalar, Taşnak ve Hıncak’ı da sizin kurdurduğunuzu söyleyecekler. Utanmasalar, Berlin Anlaşmasına 1881’de Ermeni meselesini sizin sokturduğunuz, bunu da “halkları birbirine kırdırmak için” yaptığınızı söyleyecekler.

Bir halkın yaşadığı toprakları terke zorlanmasının ne kadar acı olduğunu en iyi biz biliriz, Paşam. Siz bilirsiniz, Edirne’lisiniz! Ben bilirim, Kars’lıyım! Rumeli’den sürüler gibi nasıl atıldığımıza siz şahit oldunuz. Adamlar mezarlarımızı, ölülerimizi, camilerimizi, hamamlarımızı hülasa dörtyüz senelik bir hayatı sürdüler. İki yıl sonra da Anadolu’dan atılmayı kaldıramazdık. Doğu’dan sürülemezdik. Ermenileri temsil eden örgütlerin hangisi kaderini Devleti Aliye’nin geleceği ile birleştirdi de biz reddettik?

Sevgili Paşa’m,

Masum insanlara yanıyorum ben. Siyasi kumarbazların ölümlerini geçim kapısı yaptığı insanlara… Onlara yanarım. Bugün alnımıza soykırımcı etiketini yapıştırmaya çalışan kumarbaz lobisinin söyledikleri vız gelir bana. Madem devlet tehcire karar verdi, tehciri yaparken bir çakal ve katil güruhunun caniyane eylemlerine mutlaka engel olunmalıydı. Haklısınız.. İşe yarar herkesin cephelerde savaştığı bir ülkede bir milyon iki yüz bin kişilik bir nüfusu başka bir bölgeye kazasız belasız nakletmek mümkün değildi. Kaza ve hastalıktan ölümlere kader deyip geçilebilir belki ama, o lanet aşiret saldırıları? Ve perişan insanların mallarına el koymak için saldıranlar, köpekbalığı takımı yani..? “Savaştan sonra bu zorba takımının defterini düreceğiz”, demiştin. “Ya biz ya da gelen hükümet.”Heyhat ki kader müsaade etmedi.

Sevgili Paşa’m,

Ben işgal görmüş bir şehrin çocuğu olarak sizi ve dava arkadaşlarınızı anlıyorum. Bu çağda zor olsa da anlatması birilerine, sizin kuşağı seviyorum.’Sizi sevmek milli bir ibadettir’, Celal Bey’in Gazi Paşa’ya dediği gibi. Sizi sevmeye devam edeceğim tıpkı öz babamı sevdiğim gibi; babam birini vursa nasıl avukatını tutmak zorundaysam ve nasıl cürmünü onaylamayacaksam işte öyle Paşa’m. Tehcirin kaçınılmaz olduğunu bugünden görüyorum, insani olmasa da… Bu intikali yine de en az kayıpla hatta kayıpsız gerçekleştirmek devletimin yani sizlerin sorumluluğundaydı. Bağışla Paşa baba; dünyanın dört bir yanından kesile biçile sürülmüş bir milletin çocuğu olarak bunun, bu yanlışın üstünü örtemem. Ama yine de şunu söylüyorum bütün kalbimle; keşke bunların hiçbiri olmasaydı. Bugün soykırım kavramını ticari meta haline getiren namussuzlar olmasaydı da bugün “Hristiyan Türk” kardeşlerimizle birlikte yaşayabilseydik. Hani size demişti Kütahya valiniz; “yemek tuzsuz vatan gavursuz olmaz” diye. Vallahi doğru Paşa’m; “gavursuz” vatanın pek de tadı tuzu olmuyormuş. Ne vardı yani şimdi, komşu Malakanın sarışın kızlarından biri sevgilim olsaydı?

Ermeniyi neden mi seçmiyorum? Onlar da bizim gibi kara kuru Paşa’m. Ben “gavur gız”ının sarışınına hastayım.

Sevgili Paşa’m,

Diyorlar ki; “soykırımcı olduğunuzu kabul etmek zorundasınız; yoksa Ermeniler normalleşip hayata dönemezler.” Ben de diyorum ki; dün Ermeni halkını siyasetin kumar masasına sürenler Ermeni milli kimliğinin temeline bu kavramı yerleştirdilerse bu benim sorunum değildir. Bu mesele öyle, “Beni dövdün, hiç değilse mendil gönder gözyaşımı sileyim.” türünden basit ve amiyane bir mesele de değildir. Bilakis, eğer biz bu ithamı kabul edersek sonsuza kadar hayata dönemeyiz. Tarihin yeniden yazıldığı, aklın ortadan kalkıp insanlığın hallaç pamuğuna döndüğü bir çağda yaşanan karşılıklı vuruşmaların, ‘soykırım’ diye alnımıza kazınmasına razı olmak hem bir yalanın altında sonsuza kadar ezilmeyi hem de batının kendi günahlarını akıttığı bir foseptik çukuru olmayı kabullenmek demektir. Bu zilleti kabul etmektense toptan intihar edelim daha iyi.

“Bak soykırım derim ha!”diye iki de birde bize parmak sallayanlar var. Neyin soykırım olup olmadığına parlamentolarda parmak kaldırarak karar vermenin hakları olduğuna öylesine inandırmışlar ki kendilerini, bu “beyaz adam” tavrına neden karşı çıktığımızı anlamakta zorlanıyorlar(!) Oysa “beyaz adam” bilmiyor ki biz bu topraklarda Ermenilerle yüzlerce yıl birlikte yaşadık onların o iğrenç elleri bu coğrafyaya karışmasa bu acıları da yaşamayacaktık. Aramızdaki meselelerin çözüm yolu aramızdaki kara kediyi yani kendi vücutlarını geriye çekmeleridir. Şimdi kendi kirli geçmişlerinin günahını bizim suratımızda yıkamak istiyorlar. Oysa biz siz hürriyet neslinin ahfadıyız. Unuttukları bir mesele var ki, o da sizden sonra kolonyal tavırlara boyun eğmeyi unuttuğumuzdur. “Beyaz adam”ın gölgesi bu coğrafyadan çekildiği gün bu diyarlarda çözülmedik mesele kalmayacaktır.

Tarihle yüzleşmekten bahsediliyor; mahkûm ziyaretine gitmekten bahseder gibi. Acılarla yüzleşmekten bahsedenlerin lütfedip de bizim acılarımızı gördüğüne şahit olamadık. Size ilk mektubumda yazdığım gibi, belki de ağlamadığımızdandır. Oysa bilmiyorlar ki Türk ağlamıyorsa vakarındandır; acı çekmediğinden değil. Büyük milletler ağlamaz ve dertlerini anlatmazlar. Egemen yaşamak da asla suç değildir, ayrıca. Zincire vurulmadık diye dövünmemizi kimse beklemesin.

Son olarak sevgili Paşa’m,

Hayatınız bizim için ibrettir. Hürriyet şiarıyla demokrasi ve bağımsızlık kavgası veren yürekli bir neslin; ayaklarının altına döşenen mayınlarla infilak etmesi hikâyesidir, sizin hikayeniz. Sizleri sevmeye devam edeceğiz ama düştüğünüz yanlışlara düşmeden… Saygı ve rahmetle…

Eski ülkücü yeni Jöntürk Cemal…”


Not: Bu Yazı Faruk Kurtbaş’ın “Çocuktum Ülkücüydüm” adlı kitabından alınmıştır.

Kitap İsteme Adresi: http://farukkurtbas.com

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.