Bir Balkan Kahramanı – Resneli Niyazi Bey – 2
(İKİNCİ BÖLÜM)
1908 yılı Haziran ayının ilk günlerinde, İngiltere Kralı VII. Edward ile Rus Çarı II.Nicolanın Reval’de buluşup görüşmeleri sırasında, Balkanların durumunu da ele alıp, Osmanlı Devletini sıkıntıya sokacak bazı kararlar almaları, İttihat Terakki cemiyetini fazlası ile rahatsız edince Balkanlarda kıpırdanmalar başladı. 1878 yılından beri rafa kaldırılmış olan 1876 Anayasasının hükümlerinin tekrar yürürlüğe konulması, seçimlerin yapılıp Meşruti yönetime geçilmesi halinde her şeyin düzene gireceği ve Avrupa devletlerinin baskısının azalacağı yolunda genel bir inanış her tarafa hâkim oldu. Sonunda özellikle askerler bu konuda harekete geçmek zamanının geldiğini düşünerek teker teker kendilerini Uluslarının mutluluk ve refahı için feda etme anlamına gelecek isyan bayrağı açmaya, diğer Balkan militanları gibi dağlara çıkmaya başladılar. İlk hareket kahramanımız Kolağası Niyazi Beyden geldi. Niyazi Bey anılarında dağa çıkışını ve nedenlerini şu sözlerle anlatır: (Balkanlarda Bir Gerillacı, s.79–80)
“…Reval buluşmasında Rusya ve İngiltere tarafından kararlaştırılan sonucu düşünerek üç gün üç gece heyecan içinde çırpındım. Ölümden başka bir kurtuluş yolu göremiyordum. Reval buluşmasının tüm Türklüğün gönlünde yarattığı karanlığın, ancak milletçe bir ölümü göze almak yoluyla son bulacağını düşünerek, etkilerini her gördüğüm aydının yüzünden okuyordum. Hepimiz ve Cemiyet’e bağlı aydınlar, yurdumuz için verilen kötü kararı öğrenmiştik. Hiç çelişkiye düşmedik. Bir çete meydana getirmek düşüncesini kafamda geçirmeye başladım. Bir yandan da hazırlanıyordum. Akılsızca bir bekleme, çok kanlı olaylar hazırlayabilirdi. Kararan ufuklar, dolayısıyla yurdumuzun bir daha yaşama imkânı bulamayacak bir felakete doğru sürüklendiğini açıkça görmekteydik.
Baskı idaresinin kendilerine sağladığı mutluluk içinde yaşayan Abdülhamit’in adamları, ne yazık ki, bu tehlikeleri göremiyordu. Tehlikeleri önlemek bize, bizim gibi küçük rütbelilere kalmıştı, bunu iyi biliyorduk. İttihat ve Terakki Cemiyeti’nden fazla bir yardım bekleyemezdim… Doğup büyüdüğüm, gençliğimin geçtiği ve Rumeli’mizin bir parçası olan Resne’nin gözlerini bana çevirip benden bir şey istediğini çok iyi anlıyordum. Çeşitli düşüncelerin etkisi altında kafamda geçen baskı yönetimine karşı ayaklanmanın düzenlenmesiyle üç gün üç gecemi geçirdim. En çok silah, cephane, araç, gereç ve beslenme durumu beni düşündürüyordu. Bunu da, bulunduğum bölgedeki hükümet kaynaklarına, milletimin yardımından geri kalmayacağına inanıyor, Cemiyetin dolaylı da olsa yardımı esirgemeyeceğini biliyordum.
Kararımı, hatta hiç kimse katılmasa bile tek başıma uygulamaya kesinlikle Tanrı üzerine yemin ederek, 28 Haziran 1908’de Resne’de İttihat ve Terakki’ye bağlı Belediye reisi Cemal ve Polis Komiseri Tahir’e açtım. Bir çete tertip ederek ihtilale bir an önce geçmek üzere Salı günü sabahı evimin bahçesinde buluşmayı kararlaştırdık. O gün aramızda ciddi ve önemli bir görüşme oldu. Onlara şunları söyledim: Sizin ve benim budalaca ölmemizden bir şey çıkmaz. Cemiyetin toplum üzerindeki etkisini kullanarak yapılacak genel bir ayaklanma bize beklediğimiz sonucu verebilir. Ben ve siz burada Cemiyet’e bağlılardan, asker ve köylülerden yüz elli, iki yüz kişilik bir çete çıkarabiliriz. Bu akşam Hacı Ağa’nın evinde tüm cemiyete bağlı olanlarla durumu görüşelim, onların da kararlarını alalım. Her ilçe cemiyetin her merkezi bize uyarsa iş kendiliğinden çözülür gider. Yalnız biz, en önce biz örnek olalım. Ben her şeyi hazırladım. Şimdiye dek aldığım yolluklardan beş yüz elli lira biriktirdim. Para, silah, cephane, çarık, keçe, kütüklük gibi şeyleri de bulma kolaydır. Yalnız sizden bana yardım ve katılmak için mertçe bir söz beklerim.”
Belediye Reisi Cemal ve Komiser Tahir Beylerin destek sözü vermesi üzerine o akşam 21.30’da Hacı Ağa’nın evinde bir toplantı yapılır. Toplantıda etkili bir konuşma yapan Niyazi Bey, Bulgarların da ilk olarak Resne’de ayaklandıklarını belirterek, hürriyet mücadelesi için yapılacak ayaklanmanın en önce Resne’de başlamasının gerektiğini belirtti. Daha sonra Osmanlı toplumunda Müslümanlarla Hıristiyanların eşit olduklarını, Avrupa devletlerinin Hıristiyan toplulukları bahane ederek dış müdahalelerde bulunmalarının haksızlık olduğunu ve Osmanlı yöneticilerinin bu isteklere uymalarının onur kırıcı bir davranış olduğunu ifade ederek sözlerini şöyle bağladı:
“Özet olarak diyebilirim ki, biz millet adına eşitliği sağlamaya çalışacağız. Ben cemiyetin bizi destekleyeceğinden kesinlikle eminim.”
Niyazi Bey’in bundan sonraki son cümlesi o dönemdeki bütün subayların değişmez durumunu yansıtır. Günümüzde her şeyin maddi ve ailevi çıkar açısından değerlendirildiği ve bunun o kişinin özgür düşünce ve imkânlarını akıllı kullanması sonucunda elde ettiği bir hak ve bir meziyet olarak kabul edilen bir ortamda, kişilerin Niyazi Bey ve benzerlerinin neden böyle davrandıklarını anlamaların bekleyemeyiz. Ancak, bu ülkede özgür bir yaşamın temelini atmak üzere silaha sarılmış bir genç subayımızın hangi şartlarla mücadeleye atıldığını yansıtmak, vicdani ve insani bir borçtur.
Niyazi Bey’in son sözleri ailesi ile ilgilidir ve şöyledir:
“Kimsesiz kız kardeşlerimi, yeğenlerimi, eşimi, Manastır’a gönderiyorum. Bunlardan belki bir daha buluşmamak üzere ayrılıyorum. Evimi kapayacağım, kararım budur. İçinizde candan ve gönülden bana uymak isteyen var mıdır?
Sözlerimi bitirmiştim ki, hepsi bir ağızdan:
– Seninle birlikte ölmeyi şeref ve mutluluk sayarız, hepimiz hazırız diye bana koştular ve hepsi beni gözyaşlarıyla kucaklamaya başladılar. Bundan böyle dağa çıkış günü kararlaştırıldı.
Cuma günü, Cuma namazından sonra harekete geçilmesi kararlaştırıldı. Çarşamba günü kız kardeşimle çocuklarını Perşembe günü eşimi Manastır’daki yakınlarıma gönderdiğim için gecemi yalnız ve evimde, geleceğin aydınlık günlerini düşünmekle geçirdim. Geçimini, terbiyesini kendisine bıraktığım kız kardeşim ile beş kişiden oluşan çocuklarını, kardeşlerimi kimsesiz bırakıyordum. Onların hayali ve geleceği yüreğimi parçalıyordu. Büyük bir davaya girişmenin gücüyle dolu olan maneviyatım böyle küçük problemlerle uğraşmaz duruma gelmişti. Mutlu bir evlilik hayatına girişimin dokuzuncu ayında eşimden ayrı kalmanın üzüntüleri içindeydim. Bacanağım Manastır Kaymakamı İsmail Hakkı Bey’i durumdan şu mektubumla haberdar ettim.
Saygıdeğer Bacanağım,
Bir saate kadar Tanrı’ya sığınarak hareket edeceğim için özet olarak yazacağım isteklerimin eksiksiz ve geciktirilmeden yerine getirilmesini sizden beklerim. Uzun yazmayı gereksiz buluyorum. Alçakça yaşamaktansa ölmeyi daha doğru buldum. Bu nedenle, silahlandırdığım şimdilik iki yüz vatan çocuğu ile yurdum için ölüme gidiyorum. Gerek eşimi, gerekse kardeşimin çocuklarını sana emanet ediyorum. Eşimi yarın, olmazsa Pazar günü Yeğenim Şevki ile İstanbul’a gönderiniz.
Bundan böyle ya ölüm, ya da vatanın kurtuluşu
3 Temmuz 1908
Önyüzbaşı Ahmet Niyazi”
Niyazi Bey de, 3 Temmuzdan itibaren Saraya resmi idari kademelere ve uğradığı şehir ve kasabaların halkına ard arda birçok bildiri yayınlamıştır. 3 Temmuz tarihinde yazdığı bildirilerin birincisi “Yıldız Sarayı Başkâtipliğine, Rumeli Genel Müfettişliğine ve Manastır Valiliğine” hitap etmektedir ve şu sözlerle başlamaktadır:
“Tüm ulusun isteği, Anayasanın yürürlüğe konmasıdır… Padişahına karşı millet şimdiye dek yapılanlardan herhangi bir hesap sormamaktadır. Amacımız, bundan sonra uygar milletler gibi bir yönetim kurulmasıdır. Kanımız pahasına koruduğumuz vatanı otuz yıldan beri uğraşmakta olduğu bölünmeden kurtarmak için yurt çapında yayılmış olan dünün ayrılıklarını kaldırmak ve bugün, karanlık geleceğimizi aydınlığa kavuşturmak ve sağlam bir temele oturtmak kararındayız… Biz Anayasa’nın hemen bugün yürürlüğe konmasını istiyoruz. Eğer hükümet bunu sağlayamazsa millet zorla alacaktır. Kuruluşumuz bu milli isteği gerçekleştirmek, hürriyetimizi ele geçirmek gücünü sağlamak amacındadır. Bunu en kısa süre içinde yapacağız.”
Halka yazdığı bildirilerde de Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin kuruluşu ve örgütün amaçları hakkında bilgi veriyordu. Bütün istedikleri: “Osmanlı İmparatorluğunun şimdiki sınırları içindeki tüm halkların din, mezhep ayrımı gözetmeksizin özgürlüklerini elde etmek, yaşamlarının ve mal varlıklarının güvenliğini sağlamak, onların kardeşçe, insanın onurlu soyuna yaraşır bir yaşam sürmeleri için gerekli koşulları yaratmaktı. Bunları elde etmek, özgürlüklerin, eşitliğin, kardeşliğin, adaletin elde edilmesiyle mümkün olabilecekti. Mevcut despotik rejim, meşrutiyetçi bir yapıyla değiştirilmeliydi.
Makedonya ilinin bazen Müslüman, bazen de Müslüman olmayan köylerini ziyaret edip köylülerle konuşan Niyazi Bey ve arkadaşları tüm Makedonya halklarının kardeş olduklarını ifade edip, herhangi bir yağma ve çapulculuk hareketine meydan vermeden herkese eşit ve adil davranarak büyük destek sağlıyorlardı. Bulgarlar Resne, Ohri, Bersene gibi birçok bölgelerde mitingler düzenliyorlardı. Kısa süre sonra birçok Bulgar, Sırp ve Arnavut çetesi, ayaklanan Jön Türk saflarına katıldılar. (Y.A. Petrosyan: Sovyet Gözü ile Jön Türkler, s.310)