Belirsizliğin Pençesindeki Çaresizlik… (Gördüm Ve Yazdım)
15 Temmuz’u 16’sine bağlayan gece İstanbul yolculuğu için oğlumla birlikte AŞTİ’ deydik. Neşeyle başlayan gecenin kâbusa döneceğinden haberimiz yoktu. Aslında daha Ankaray Metro’sundayken bir hareketlilik hissedildi. “Askerlere polisler çatışıyormuş Gölbaşı’nda” şeklindeki konuşmalara kulak misafiri oldum. Daha sonra AŞTİ girişi kontrol noktasında yoğun bir kalabalıkla karşılaştık, güvenlik görevlisi bir taraftan bagajları, çantaları kontrol ederken, diğer taraftan “acele etmeyin zaten tüm otobüs seferleri iptal” deyiverdi. Duyduklarımızı anlamaya çalışıyorduk. Danışmaya sorduk, “ne oldu bir şey mi var?” diye. Danışmadaki görevli “askeri darbe” yanıtını verdi. Yanlış mı anladım diye “şaka yapmıyorsunuz değil mi?” dedim, görevli “hayır, televizyonlardaki haberlerden duyduk” dedi. Hızlı bir şekilde televizyon bulunan bir yer aramaya koyulduk ve haberleri izlemek üzere bir cafeye girdik. Haberler görevlinin söylediklerini doğruluyordu. Açıkçası bu hiç hesapta olmayan bir olay karşısında ne yapacağımızı bilmiyorduk. Bilet aldığımız firmanın yazıhanesine gittik, yazıhanenin önü insan kaynıyordu.
Bu arada Türk Silahlı Kuvvetlerinin savaş uçaklarının üzerimizden uçtuğunu hissediyorduk. Ne yapacağız diye düşünürken, bomba patlamış gibi bir ses duyduk. Bir anda insanlar paniklerdi, bazıları ağlamaya, bazıları kaçışmaya başladı. Dediklerine göre, duyduğuz ses süper sonic (ses hızını aşan) savaş uçağının çıkardığı yüksek gürültüymüş, bu uçaklar çok hızlı olduklarından yükselip alçalırken yüksek ses çıkartıyormuş. İnsanların büyük çoğunluğu otobüs biletlerini iptal ettirdi ve evinin yolunu tuttu. Ancak acele işi olanların otobüs seferlerinin tekrar normalleşmesini beklemekten başka çaresi yoktu. Otobüs şirketleri önce teker teker seferlerini iptal ederken, bir süre sonra tüm otobüs seferleri durduruldu, peronlar bomboş kaldı. Her gün yüz binlerce yolcuya ev sahipliği yapan, peronlarında yüzlerce otobüsü uğurlayan Ankara Otogarı hayalet otogar görünümündeydi. Gelişmeleri takip etmek için tekrar cafedeki televizyonun başına toplandık, tam da o sırada bir patlama sesi geldi, tam o sırada cafenin camları kırıldı, insanlar bir kez daha panikledi. Aralarından birisi “alt kata inelim, orası daha güvenli” dedi ve hepimiz AŞTİ’nin alt katına koştuk. Havadaki uçakların sesleri herkesi endişelendiriyordu. Bu panik anında ağlayanlar da, çığlık atanlar da, sessiz sedasız köşeye çekilenler de, elini havaya kaldırıp dua edenler de, yaşananlara beddua edenler de, işbaşı yapanlar da, askeri girişimi destekleyenler de, darbeye karşı olanlar da mevcuttu. Karşıt görüşlü olmalarına karşın kimse kimse ile kavga etmiyor, aksine bu insanlar birbirini teselli ediyor, birbirine destek olmaya çalışıyordu.
7’den 70’e kadar olan herkes otogarın bodrum katının yerlerine oturmuş belirsizlik ve çaresizlik içinde hayatın normale dönmesini bekliyordu. Farklı yaş grubundan, değişik meslekten farklı görüşlere sahip olan insanlar yaşananlara bir anlam veremiyor, bazen düşündüklerini sesli bir şekilde dile getiriyorlardı. Yanımda oturan bir genç “teyze ben de askerim, asker neden polisi vursun ki?” dedi. Ona bir yanıt veremedim. Saatler geçtikçe insanların sinirleri geriliyordu. Savaş uçakları aralıklarla bir yerleri bombalıyor, bombalamanın etkisi camları zıngırdatıyor, tavanları titretiyordu. Aramızda 40 yaşlarında çok heyecanlı bir bayan vardı annesiyle birlikte. Annesi azıcık hareket ettiğinde “anne gitme korkuyorum” diye hüngür hüngür ağlıyor, görevliler yanımızdan geçtiğinde “bombayı nereye attılar?” gibi sorular soruyordu. İlerleyen saatlerde uçak seslerine karışan bomba sesleri daha da artmaya başladı, böylelikle yukarı katta olan tüm firma çalışanları da yanımıza inmek zorunda kaldı. İnsanların gözlerinde endişe ve korku vardı. Acaba buradan sağ salim çıkabilecek miyiz? sorusu herkesin kafasını kurcalıyordu. Her uçak yaklaştığından oğlum bana sarılıyor, “anne ölürsek birlikte ölelim” diyordu. Oğlumun bu sözleri karşısında her ne kadar “merak etme bir şey olmaz” desem de hayatımız pamuk ipliğine bağlı olduğunu ben de biliyordum. Otogar bombalanırsa bodrum katta olmamız ne yazar, herkes binanın altında kalıp hayatını kaybedeceği bir gerçekti. Yavaşlatılan internete rağmen, gençler arada telefonlarından okuduğu haberleri paylaşıyor, bazen kattaki büfenin küçük televizyonundan haberleri takip etmeye çalışıyorduk, zira dışarıda neler olduğunu ve neler olacağını kimse bilmiyordu.
Aramızdan birisi “burada polis var mı? diye sordu güvenlik görevlisine, görevli olmadığını söyledi. Otogarda polislerin olmaması bir güvenlik zaafiyeti değil midir? Artık şafak sökmeye başlamış, ancak uçak sesleri, bomba sesleri aralıklarla duyuluyor, bazen sessizlik hâkim oluyordu. Yaşananlara kimse bir anlam vermezken, insanların olaylar karşısındaki tepkileri farklıydı. Oğlum sabaha karşı “bir gecede yaşlandım anne” dediğinde ağlamak geldi içimden, ancak gözyaşlarımı gösteremezdim. Oğlumun söyledikleri karşısında her ne kadar kahrolsam da güçlü olmak zorundaydım. Sabaha doğru uçaklar uçmaz oldu, dışarı çıkıp baktık, etraf genel olarak sakinleşmiş derken, otogarın güneybatı kısmına yakın bir yerden silah, taramalı tüfek sesleri duyuldu. Tekrar içeri girdik firma yetkilisinden otobüslerin kalkışı ile ilgili bir gelişme olup olmadığını sorduk. Yetkili, bir gelişme olmadığını söyledi ve bugün sokağa çıkma yasağı da ilan edilebilir, dedi. Daha sonra “Bizim mesaimiz bitiyor, ancak ben durum normalleşene kadar dışarı çıkmayı düşünmüyorum” dedi. “Sokakta kime güvenelim polise mi, askere mi?” diye ekledi. Söylediklerinde haklıydı. “Askeri darbe”, “Askeri darbe girişimi”, “Çatışma” diye adlandırdıkları bu olayın ben adını koyamadım. Olayın kaybedeni ise hiç şüphesiz sivillerdir. Tıpkı Ankara Otogarı’nda olduğu gibi. Hükümet yetkilileri kendi şovlarını yapıp milleti sokağa çağırırken, bizlere açıklama yapacak olan bir muhatap bile yoktu. Belirsizlik içinde çaresizce bekleyen vatandaşı neden düşünsünler ki? Zaten biz kimiz ki? 15 Temmuz’u 16’sına bağlayan bu karanlık gece asla hafızalarımızdan silinmeyecektir. Hafızalarımıza kara bir gece olarak kaydedilen bu gecenin manevi kaybı asla telefi edilemeyecek niteliktedir. Sabahın 8’inde Ankara üzerinden geçen bir otobüse biletimizi aldık ve silah seslerini, düşen hilekopterden tüten dumanı, bombaların altında kalarak ölümle yüz yüze geldiğimiz kara geceyi geride bırakarak İstanbul’a gittik…
Kim, kiminle, neden çatışıyor? Yoksa bu bir oyun mu? Her ne kadar “halk demokrasiyi seçti”, “halk tarihi bir destan yazdı” denilse de bunun tam açıklamasını asla öğrenemeyeceğiz. Her zaman olduğu gibi burada da hem suçlu hem de çözüm belli. Suçlu “paralel” “FETÖ”, çözüm “başkanlık sistemi”. Yani sonucu, hainler ve kahramanları önceden belli olan bir olay…