Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

Begteginliler: Erbil’de Bir Türk Beyliği (1132-1233)

0 14.829

Doç. Dr. Gülay Öğün BEZER

Erbil Beyliği olarak da adlandırılan Begteginliler, bir Türk komutan olan Ali Küçük tarafından 1132 yılında kurulmuş; oğulları Zeyneddin Yusuf Yinaltegin ve Muzaffereddin Kökbörü zamanlarında bağımsızlaşarak, 1233 tarihine kadar varlığını korumuştur. Kaynakların Türkî ve Türkmanî olarak isimlendirdiği Begteginliler’in ataları hakkındaki mevcut bilgilerimiz, Ali Küçük’ün babasının adının Begtegin ve onun babasının İslamî adının da Muhammed olduğundan ibarettir. 1094 yılında Halep valisi Kasimüddevle Aksungur, Suriye Selçuklu hükümdarı Tutuş tarafından öldürüldüğü sırada, Ali Küçük onun tek oğlu olan Zengi ile birlikte Halep kalesinde bulunuyordu. Ali Küçük bu tarihten itibaren, 1127’de Musul’da bir atabeylik kuracak olan İmadeddin Zengi ve onun ölümünden sonra da oğullarının hizmetinde bulunacaktır.

1131 yılında Irak Selçuklu sultanı Mahmud öldüğünde, onun iki oğlunun atabeyi olan Zengi Selçuklu meliklerinin birbirleriyle ve Halife ile olan mücadelelerine faal bir şekilde katıldı. Bu çerçevede Melik Mes’ud’un idaresinde bulunan Erbil’i muhasara etti. Zengi Mes’ud’un anlaşma yoluyla kendisine bıraktığı Erbil’i 1132 tarihinde hizmetinde bulunan Ali Küçük’e ikta etti. Erbil bu tarihten itibaren Ali Küçük’ün ve beyliğinin merkezi oldu. Türklerin bölgeye ilk gelişlerinden itibaren ve özellikle Selçuklu döneminde el-Cezire’nin diğer şehirleri gibi, Erbil ve havalisinin de Türkleşmeye başladığı görülmektedir. Nitekim Zengi 1127 yılında Halep’i zapt ettiği zaman, Erbil ve Şehrizor çevresindeki Yiva Türklerinin bir kısmını oraya naklederek, haçlılara karşı yerleştirmişti. Yivalar’ın bu havalide Moğollar’ın gelişine kadar da yoğun bir şekilde varlıklarını sürdürdüklerine bakıldığında bir hayli kalabalık oldukları anlaşılmaktadır.

Halife-sultanlar mücadelesi devam ederken adının hutbeden çıkarıldığını öğrenen Irak Selçuklu sultanı Mes’ud Bağdat üzerine yürüdüğünde, Ali Küçük de, Sultana muhalif ümeradan yardım isteyen Halife Raşid Billah’a yardıma koşan Musul atabeyi Zengi’nin hizmetinde bulunuyordu (7 Haziran 1136).

Bizans imparatoru Ioannes Komnenos Çukurova’daki Ermenileri tenkil etmek ve Suriye’yi yeniden imparatorluk topraklarına katmak amacıyla 1137 yılı ilkbaharında geniş çaplı bir harekâta girişmişti. Haçlı-Bizans müttefik kuvvetlerinin muhasara etmesi ihtimaline karşı şehri tahkim eden Zengi, Ali Küçük idaresinde gönderdiği birliklerle de Haleb’i takviye etti. Bundan sonra şehri muhasara eden imparator Türk kuvvetlerinin mukavemeti karşısında başarısızlığa uğrayarak çekilmek zorunda kaldı (Nisan 1138).

Kutsal toprakları kurtarmak iddiasıyla kitleler halinde Doğu’ya akan Haçlılar ilk siyasî teşekküllerini, Melikşah’ın 1086 yılında topraklarına kattığı, fakat ölümü üzerine yeniden Ermeniler’in eline geçen Urfa’da kurmuşlardı (1098). Musul atabeyliğinin Halep ve Musul arasındaki topraklarının güvenliği bakımından son derecede önemli bir mevkide bulunan Urfa, Haçlılar’a karşı başarılı bir mücadele başlatmış olan Zengi tarafından 24 Aralık 1144 tarihinde fethedildi. Ali Küçük de bu muhasara sırasında şehrin kuzey batı tarafındaki Süleyman Kapısı mevkiinde yerini aldı. Zengi, fethi büyük yankılar yaratan Urfa valiliğine, Erbil ve Şehrizor sahibi olan Ali Küçük’ü tayin etti. Şehrin güvenliğinin önemine binaen emrine yedi komutanla birlikte kuvvetli bir garnizon verildi. Zengi’nin şehirden ayrılmasından sonra şehirdeki Ermeniler isyana yeltenmiş, ancak komployu zamanında haber alan Ali Küçük bu teşebbüsü akamete uğratmıştı. Tevkif edilen suçlular, Dımaşk’a giderken şehre uğrayan Zengi tarafından da şiddetle cezalandırılmışlardı.

Urfa’dan sonra kontluğa ait toprakların fethine devam eden Zengi bu çerçevede el-Bire’yi muhasara ettiği sırada (Mayıs 1145) atabeyi olduğu Selçuklu şehzadesi Ferruhşah’ın Musul’da isyan ettiği ve nâibi Nasireddin Çakır’ın öldürülmüş olduğu haberini aldı. Bu vahim olay karşısında el-Bire kuşatmasını kaldırarak atabeyliğini ikinci önemli merkezi olan Halep’e giden Zengi, Urfa valisi Ali Küçük’e haber göndererek, acilen Musul’a gidip duruma el koymasını bildirdi. Ali Küçük elinde Zengi’nin alâmeti ve valilik menşuru ile gelerek şehri ve kaleyi teslim aldı. İsyanı bastırıp katılanları, Selçuklu şehzâdesi dahil olmak üzere tasfiye etti. Şehrin güvenliği, vakıflar ve imaretlerle ilgili düzenlemeler yapan Ali Küçük’ün yönetiminden halkın hoşnut olduğu kaydedilmektedir.

Ali Küçük 1145-1146’da Finik kalesinin zaptıyla görevlendirildi. Muhasara iyice ağırlaştırıldığı sırada Caber kalesini kuşatmakta olan Zengi’nin öldürüldüğü haberi geldi. Bunun üzerine çekilmek zorunda kalan Ali Küçük’e bu civardaki bazı kaleler daha sonra İmadiye sahibi Emir Karaca tarafından ikta edilecektir.

Zengi’nin öldürülmesi üzerine çıkan olaylar, onun Musul nâibi olmak hasebiyle Ali Küçük’ü de yakından ilgilendiriyordu. Bu sebeple Musul’a dönen Ali Küçük, Zengi’nin Şehrizor’da bulunan büyük oğlu Seyfeddin Gazi’yi, atabeye sağlığında verdiği söze sadık kalarak, babasının yerine geçmek üzere davet etti. Bu sırada Selçuklu şehzâdesi Alparslan’ın Musul’u ele geçirme teşebbüsü de Ali Küçük’ün gayretleriyle başarısızlıkla sonuçlandı. Hapsedilen melik Alp Arslan daha sonra öldürüldü, Ali Küçük ise hizmetlerine karşılık olarak Seyfeddin Gazi tarafından yeniden Musul naîpliği görevine tayin edildi.

Zengi tarafından 1144 yılında atabeylik topraklarına katılmış olan Urfa, onun ölümü üzerine yeniden Haçlılar’ın eline geçme tehlikesi yaşadı. Eski Urfa kontu ve Tell-Başir sahibi Joscelin, Ermeniler ile iş birliği yaparak şehri işgal etti (Ekim 1146). Musul ordusu hemen harekete geçti ise de daha önce yetişen Nureddin Mahmud b. Zengi’nin şehri kurtarması üzerine herhangi bir çatışmaya girmeden geri döndüler. Urfa’yı Halep atabeyliği topraklarına katan Nureddin Mahmud, buna rağmen yardım teşebbüsü dolayısıyla, Ali Küçük’e elde edilen ganimetlerden pek çok hediyeler verdi.

Ali Küçük’ün Musul atabeyliği üzerindeki nüfuzunun Seyfeddin Gazi zamanında giderek pekiştiği anlaşılıyor. Nitekim Seyfeddin Gazi ölümünden (1149) önce yerine kardeşi Kutbeddin Mevdud’un geçmesini ve Ali Küçük’ün onun işlerine nezaret etmesini şart koşmuştu. Halbuki, Zengi hizmetindeki emirlerin yetkilerini kısıtlayarak otoriteyi kendi elinde toplamış; ancak halefleri, Selçuklular’da olduğu gibi, iktidara gelmelerinde hizmetlerini gördükleri büyük emirlerin tahakkümü altına girmekten kurtulamamışlardır.

Ali Küçük de, Mevdud zamanında bu şekilde güç ve itibarını daha da arttırmış, iktaları da genişlemişti. Bu arada Mevdud’un Musul atabeyliğini tanımayan Sincar hâkiminin isyanı bastırılarak şehir Ali Küçük’e ikta edildi (1149). Ali Küçük’ün Mevdud zamanındaki nâiblik devri, Zengiler’e bağlı olarak geçirdiği 36 yıllık hizmetinin en faal ve yetkili olduğu dönemdir. Ali Küçük bu süreçte Zengiler’in birbirleriyle, Haçlılarla ve Selçuklu-Hilâfet ilişkilerinde mühim roller oynadı.

Abbasî halifesinin, Irak Selçuklu Devleti tahtına oturan Sultan Muhammed’e karşı, şehzâde Süleymanşah ve Melikşah’ı destekleyerek aralarındaki mücadeleleri tahrik etmesi üzerine Sultan Muhammed, Halife’ye karşı, Musul atabeyi Mevdud ve onun naipi Ali Küçük’ten askerî yardım istedi. Bu arada Sultan’a karşı girdiği savaşta mağlup olup Bağdat’a doğru kaçmakta olan Süleymanşah, Kara-Beli Derbend’inde Ali Küçük tarafından yakalanarak Sultan’ın emriyle Musul kalesinde hapsedildi (Haziran-Temmuz 1156). Ali Küçük Sultan Muhammed’in Ocak-Şubat 1157 tarihinde başladığı Bağdat muhasarasına da, kısa bir süre sonra, gayet iyi hazırlanmış bir ordu ile katıldı. Daha sonra Ali Küçük’ün iktaları arasında zikredilen Tekrit’in, Sultan’ın bu sırada yaptığı tayinler çerçevesinde ona ikta edildiği anlaşılıyor. Bağdat kuşatması başarıyla sürerken Halife tarafından desteklenen başka bir Selçuklu şehzadesinin tahtı ele geçirdiği haberi geldi. Bunun üzerine muhasarayı kaldırmak zorunda kalan ve geri çekilirken baskınlara uğrayan Sultan Muhammed ve maiyetinin güvenliği de, Hulvan’a kadar ona refakat eden Ali Küçük tarafından sağlandı.

Sultan Muhammed’in 1159 tarihinde ölümü üzerine Selçuklu ümerası Mevdud ve Ali Küçük’e haber göndererek Süleymanşah’ın, Irak Selçuklu tahtına geçmek üzere serbest bırakılmasını istediler. Taraflar arasında yapılan müzakerelerden sonra, Mevdud’un yeni sultanın atabeyi, Ali Küçük’ün ise Selçuklu ordusunun komutanı olması kaydıyla anlaşmaya varıldı. Süleymanşah, asker, mühimmat ve kıymetli hediyelerle donatılarak Ali Küçük ile birlikte, Hemedan’a doğru yola çıkarıldı. Ali Küçük burada kendilerine katılan Selçuklu emirlerinin Süleymanşah’a karşı mütehakkim ve saygısız davranışlarını beğenmeyerek Musul’a döndü.

Halep atabeyi Nureddin Mahmud 1158 yılında ağır bir hastalığa yakalanınca kardeşi Mirmiran onun yerine geçme girişiminde bulundu. Haçlılar da bu müsait durumu değerlendirerek Halep’e doğru ilerlediler. Ancak Ali Küçük idaresindeki Musul ordusunun Halep’i müdafaa etmek için harekete geçmesi Haçlılar’ın çekilmesini sağladı. Atabey de bir süre sonra iyileşince Harran’a kaçan kardeşi Mirmiran’ı cezalandırmaya karar verdi. Ali Küçük de kuvvetleriyle ona iltihak etti. Neticede 12 Temmuz 1159’da Harran’ı ele geçiren atabey, hastalığı sırasındaki hizmetleri ve bu savaştaki yardımı sebebiyle, şehri Ali Küçük’e ikta etti.

Nureddin Mahmud’un hastalığından istifade eden Haçlılar 1158’de Suriye’nin önemli merkezlerinden Harim’i zapt ettikleri gibi, 1162-1163 yılında da onu Hısnü’l-Ekrad önlerinde yenilgiye uğrattılar. Bunun üzerine Haçlılar’a karşı büyük bir sefere karar veren atabey civardaki Türk beyliklerinden de yardım talebinde bulundu. Ali Küçük bu çağrıya uyarak kalabalık bir orduyla ve süratle Nureddin Mahmud’a katıldı. Türk ordusunun Harim önlerine ulaşmasından sonra büyük bir haçlı ordusu yardıma geldi. Halep ve Artuklu kuvvetlerinin bulunduğu sağ kanadın bozulmasına rağmen, Ali Küçük düşman birliklerini pusuya düşürdü. Sağ kanat askerlerinin de toparlanıp dönüşü ile hezimete uğratılan Haçlılar 8-10 bin ölü, bir o kadar da esir verdiler. Ali Küçük Harim fethedildikten sonra Musul’a döndü. Bu müsait şartlardan yararlanmak isteyen Halep atabeyi tâbilerine yeni bir cihat çağrısında bulundu. Haçlılar’ı bu bölgeden tamamen çıkarmak niyetinde olan Nureddin Mahmud’a yardıma ilk koşan yine Ali Küçük oldu. Bu harekât sırasında Hıms ve Banyas başta olmak üzere, pek çok şehir istirdat edildi. Atabey, Ali Küçük’ün bu hizmetlerine mukabil, Musul atabeyliğine ait iken kendisinin daha önce zapt ettiği Rakka’yı iade etti.

Ali Küçük 1167-1168 yılında çok yaşlandığı, sağır ve kör olduğu için Musul naipliği görevinden ayrılarak, ikta merkezi olan Erbil’e çekildi. Bu tarihte Hakkâri, Akr el-Humeydiye, Sincar, Harran, Tekrit ve Şehrizor da onun iktaları içerisinde bulunuyordu. Ali Küçük görevinden ayrılırken, Erbil haricindeki iktalarını atabey Mevdud’a devretti. Tekrit’in hilâfet merkezine olan yakınlığı ve halifenin Selçuklular’a karşı bilinen politikaları dolayısıyla, oradaki naipi Emir Teber’i atabeye sadık kalması hususunda uyardı.

Erbil’e çekildikten kısa bir süre sonra ölen Ali Küçük Musul’da Cami el-Atik yanında kendisinin yaptırmış olduğu türbeye defnedildi. Son derece sade bir hayat yaşadığı ifade edilen Ali Küçük Musul ve diğer şehirlerde yaptırdığı hayrattan başka servet bırakmadı. Zengi döneminden itibaren atabeyliğin haçlılarla olan mücadelesinde daima yer aldı ve Zengiler’e hayatı boyunca sadakâtle hizmet etti. Kaynaklar onu güzel ahlâkı, adaleti ve cömertliği dolayısıyla methederlerken, Musul ordusunun da onun idaresinde her bakımdan mükemmel olduğunu ilave ederler.

Ali Küçük’ün Muzaffereddin Kökbörü, Zeyneddin Yusuf Yinaltegin, Akbörü ve Alâaddin adlarında dört oğlunun varlığı tesbit edilmiştir. Bunlardan Alâaddin babasının ölümünden sonra, Melik Rıdvan’ın kızı olan annesi Melike Ferhunde Hatun ile birlikte gittiği Dimaşk’da vefat etti. Akbörü hakkında, adından başka hiç bir bilgi bulunamamıştır. Kökbörü ve Yusuf Yinaltegin ise, Ali Küçük adına Erbil’i idare eden atabeyleri Mücahiddeddin Kaymaz ile birlikte Erbil’de bulunuyorlardı.

Ali Küçük ölünce yerine büyük oğlu Kökbörü geçti. Ancak atabeyi Kaymaz, Halife el-Müstencid- Billah’a onun idarî bakımdan yetersiz olduğunu bildirerek hapsettirdi. Yerine kardeşi Yusuf Yinaltegin geçirilmekle birlikte atabey Kaymaz idareyi elinde tutuyordu. Bir süre sonra hapisten çıkarılan Kökbörü’nün, hakkını aramak düşüncesi ile giriştiği Halife nezdindeki teşebbüsü de netice vermedi. Kökbörü bunun üzerine Bağdat’dan ayrılarak Musul atabeyi II. Seyfeddin Gazi’nin hizmetine girdi. II. Seyfeddin Gazi, Halep atabeyi Nureddin Mahmud b. Zengi ölümünden istifade ile, Halep atabeyliğine ait olan Harran’ı zapt edip, şehri bir süredir hizmetinde bulunan Kökbörü’ye ikta etti (1174).

Büyük Selçuklu İmparatorluğu’nun yıkılması üzerine, merkezi otoriteden mahrum bir çok küçük beylikler ortaya çıkmış ve bunlar birbirleri ile devamlı mücadele halinde olmuşlardır. Nitekim Nuredin Mahmud’un kısa bir süre için Mısır, Suriye ve Irak’ı tek bir idare altında birleştirdiği dönem dışında, bu kavgalar sürüp gitmiştir. Nureddin Mahmud’un ölümü üzerine Zengiler’in Halep, Musul ve Sincar şubelerinin kıyasıya mücadelesi ve ümera arasındaki çekişme Zengi hanedanın tedricen Selahaddin-i Eyyubî’nin hakimiyeti altına düşmesi ve bir süre sonra da siyasî fonksiyonlarını tamamen yitirmesine sebep olmuştur

Kökbörü de Musul atabeyliği ile Selahaddin-i Eyyubî arasındaki mücadelelere fiilen katılmış, Tell-Sultân savaşında (22 Nisan 1176) Musul ordusunun sağ koluna kumanda etmişti. Kökbörü’nün Selahaddin’in ordusunun sol kolunu dağıtmasına rağmen Musul ordusu mağlup olmaktan kurtulamadı. Bu savaşlar sonunda, Halep hariç atabeyliğin önemli merkezlerinin Selahaddin-i Eyyubî’nin eline geçmesine ve hattâ Fırat’ı geçerek Musul’u doğrudan tehdit etmesine imkânı verdi. Bu durumda bazı tedbirler almak zorunda kalan Musul atabeyi Erbil naipi Kaymaz’ı Musul valiliğine tayin etti.

Halep atabeyi Melik Salih İsmail ağır bir hastalığa yakalanmış, öleceğini anladığında da topraklarını Musul atabeyi İzzedin Mesud’a vasiyet etmişti. Bunun üzerine atabey, yanında Mücahidedddin Kaymaz ve Kökbörü olduğu halde Halep’i teslim almak üzere yola çıktı. Musul atabeyi 24 Aralık 1187 tarihinde şehri teslim aldı ve hemen bazı tayinler yaptı. Bu seferde önemli hizmetlerde bulunan Kökbörü’yü de Halep şahneliğine tayin etti. Halep’in yeniden Musul’a bağlanması atabeyliğin geleceği ve güvenliği açısından çok önemli bir gelişme olmasına rağmen; kardeşler arasındaki mücadele yüzünden şehrin, Sincar karşılığında II. İmadeddin Zengi’ye bırakılması zorunluluğu ortaya çıktı. Bununla birlikte İzzeddin Mesud Musul’a dönerken kardeşinin şehri Selahaddin-i Eyyûbî’ye karşı koruyamayacağı endişesiyle, Kökbörü’yü mühim bir kuvvetle birlikte Halep’te bıraktı. Ancak Kökbörü, Selahaddin-i Eyyûbî’ye temayülü olan bazı emirlerin muhalefeti yüzünden kaleye hakim olamadığı gibi, bu hususta atabeye yaptığı şikayetlerden de bir netice alamadı.

Kökbörü bunun üzerine, olayların seyrini etkileyen Musul valisi Kaymaz ile olan eski düşmanlığının tesiriyle önemli bir tercih yaptı. İkta merkezi Harran’a döndükten sonra Selahiddin-i Eyyûbî’ye itaat arz etti; hattâ bununla kalmayarak onu Musul’a karşı bir sefere kışkırtırken her türlü yardımda bulunmayı da vaadetti.

Kökbörü’nün davetini aldığı sırada Beyrut’u kuşatmakta olan Selahaddin-i Eyyûbî derhal yola çıktı. Ordusuyla Fırat’ı geçtiği sırada Kökbörü de kuvvetleri ile birlikte ona iltihak etti. İzzeddin Mesud’un Musul’u Halep’e bağlayan, dolayısıyla Musul’un güvenliği açısından da çok önemli bir merkez olan Urfa üzerindeki hassasiyeti, Selahaddin-i Eyyûbî’nin dikkatini oraya çekti. Selahaddin Eylül 1182’de zapt ettiği şehri, hizmetinin karşılığı olarak, Harran’a ilaveten, Kökbörü’ye ikta etti. Kökbörü’nün teşviki ile Musul’u da muhasara eden, fakat şiddetli bir direniş ile karşılaştığı için başarısız olan Selahaddin-i Eyyûbî bundan dolayı Kökbörü’yü suçladı. Buna rağmen Musul atabeyinin kardeşinin idaresinde bulunan Sincar’ı, hemen arkasından da Halep’i almaya muvaffak oldu.

Bu arada Musul’da bütün bu olayların sorumlusu olarak görülen vali Mücahideddin Kaymaz’ın hapsedilmesi, onun denetimi altında bulunan Erbil beyi Zeyneddin Yusuf Yınaltegin’in de başkaldırmasına ve Selahaddin-i Eyyûbî’ye tâbi olmasına yol açtı. Kaymaz’ın hapsedilmesini fırsat bilen Halife, Dakuka’yı işgal etti. Kaymaz Azerbaycan atabeyi Cihan Pehlivan’ın ara buluculuğu ile serbest bırakıldı. Kaymaz’ın Erbil’i yeniden itaat altına alma teşebbüsü ise, Azerbaycan atabeyi Kızıl’ın üç bin kişilik kuvvet yardımına rağmen sonuçsuz kaldı Yusuf Yınaltegin de bu olaylar üzerine Selahaddin’den acil yardım talebinde bulunmuş, beklediği yardım gelmemesine rağmen, çevreye dağılmış olan Azerbaycan ve Musul kuvvetlerini büyük bir yenilgiye uğratmıştı. Kökbörü üstelik Musul ve Azerbaycan kuvvetlerinin Erbil ve çevresinde yaptıkları tahribatı gerekçe göstererek, Selahaddin-i Eyyûbî’yi ikinci defa Musul’u muhasara etmeye ikna etti.

Bu arada el-Cezire’nin büyük kısmını ele geçirip Artuklular’ı da tâbiyet altına alan Selahaddin-i Eyyûbî, şartların ilk muhasaradan daha uygun olduğunu görerek harekete geçti. Kökbörü onu el- Bire’de karşıladı ise de; evvelce vermeyi vaadettiği 50.000 dinar para ve malı vermekten kaçınınca, iktaları elinden alınarak hapsedildi. Bir ay kadar hapiste kalan Kökbörü, halkta görülen hoşnutsuzluk ve önceki hizmetleri düşünülerek affedilirken iktaları da iade edildi. Nitekim Selahaddin-i Eyyûbî, Haziran 1185 tarihinde Musul’u muhasara ettiği zaman Kökbörü ve kardeşi Yınaltegin onun yanında bulunuyorlardı. Musul çok iyi tahkim edilmiş olduğu için bu defa da alınamadı; ancak Musul atabeyliği Selahaddin-i Eyyûbî’ye tâbiyet arz etmek zorunda kaldı. Kökbörü ve kardeşi onun el-Cezire’deki başarılarında önemli roller oynarken, Kökbörü sefer dönüşünde Selahaddin-i Eyyûbî’nin kız kardeşi Râbia Hatun ile evlendirilerek taltif edildi. Kökbörü bu evlilikten dünyaya gelen iki kızını Musul atabeyinin oğulları ile evlendirecek, ve ileride atabeyliğe daha fazla müdahale etmek imkânı bulacaktır.

Kökbörü, Selahaddin-i Eyyûbi’nin haçlılarla yaptığı savaşların bir çoğuna da katılmış ve seçkin bir komutan olarak temayüz etmiştir. Kerek prensi Renaud de Chattilon’un Mısır’dan Suriye’ye gitmekte olan bir kervana el koyması ve tacirleri hapsetmesi üzerine, Selahaddin cihat çağrısında bulundu. Bu davete icabet eden Kökbörü, Eylül 1184 Kerek muhasarası ile başlayıp Kudüs’ün fethi ile neticelenen bu mühim savaşlar zincirinde önemli roller oynadı. Kökbörü, Mayıs 1187’de bizzat kendisinin kumanda ettiği ve haçlı ordusunun hezimete uğradığı Saffuriye savaşı dolayısıyla “Kudüs’ün fethi ile neticelenen zaferin ilk ateşini yakan kahraman” olarak anılmaktadır.

Bu galibiyeti haber alan Selahaddin-i Eyyûbî bir süre diğer tâbilerinin de kendisine katılmasını bekledikten sonra, 12.000 kişilik bir ordu ile Taberiye’ye doğru hareket etti. Kökbörü bu arada vuku bulan çatışmalarla ve özellikle iaşe imkânlarını yok etmek suretiyle düşmanı hırpalıyordu. 3 Temmuz 1187 günü başlayan şiddetli çarpışmalarda Türk ordusu bozgun emareleri göstermesine rağmen; Kökbörü’nün Takiyyeddin Ömer ile birlikte, savaşa metanetle devam etmesi haçlı ordusunun dağılmasına sebep oldu. Haçlılar Kudüs kralının idaresinde toparlanmaya çalışırlarken, aralarında Kökbörü’nün de bulunduğu kuvvetler tarafından imha edildiler. Kaynaklar bu savaş boyunca gösterdiği cesaret ve gördüğü hizmetler dolayısıyla, Kökbörü’den övgü ile söz etmektedirler. İbn Hallikan Kökbörü’nün pek çok hizmetleri olduğunu; fakat bunların hiçbirisi olmasa bile Hittin savaşındaki başarısının hepsine bedel olduğunu söyler.

Selahaddin-i Eyyûbî bundan sonra kuvvetlerinin bir kısmı Saffuriyye ve Hittin savaşlarında imha edilmiş olan Kudüs krallığı topraklarının fethine girişti. Taberiye, ardından Akkâ fethedildi. Ordu burada birkaç kola ayrılarak harekâta devam ederken; Kökbörü de, Hz.İsa’nın bir süre burada ikamet etmiş olmasından dolayı Hıristiyanlarca kutsal sayılan önemli merkezlerden birisi olan Nâsıra’yı (Nazaret) fethetti. Kale tahrip edildikten sonra çok sayıda esir Selahaddin-i Eyyûbî’ye gönderildi. Kudüs’ün fethi ile bu savaşın en önemli kısmı tamamlanmış oldu.

Kökbörü, daha sonra Antakya Prensliği’ne karşı yürütülen ve Antakya ile el-Kusayr dışındaki bütün topraklarının ele geçirildiği harekâtta da yer aldı. Buradan Trablus kontluğu topraklarına geçen Selahaddin-i Eyyûbî kısmen tahrip edilen Antartus kalesinin fethini bitirme işini Kökbörü’ye bıraktı. Templier şovalyeleri tarafından savunulan bir kule güçlükle de olsa yıkılarak fetih tamamlandı.

İslâm ordularının bu başarıları üzerine, III. Haçlı Ordusu nihayet 1189 tarihinde, krallar idaresinde harekete geçti. Haçlı ordusu Türkiye topraklarında uğradığı feci akibete rağmen bölgeye vardı ve denizle irtibatı olmayan Kudüs’ün kurtarılması için Akkâ’yı muhasaraya girişti. Selahaddin-i Eyyûbî’nin yardım çağrısına ilk koşanlardan birisi, kuvvetlerinin yetersizliğine rağmen Kökbörü oldu. Türkmenlerden ve Araplardan müteşekkil ordusuyla gelişi büyük sevinç uyandırdı. Gelen yardımlarla ordusunu takviye eden Selahaddin-i Eyyûbî Akkâ’ya kuvvet sokmaya muvaffak olduktan sonra, ordusunu düşmanın konumuna göre mevzilendirdi. Ordunun sağ koluna Kökbörü kumanda ediyordu. Bu arada yeni gelen takviye kuvvetleri arasında bulunan Yusuf Yınaltegin de ağabeyisinin maiyetinde muharebeye iştirak etti (6Haziran 1190).

Bu arada salgın hastalık ve erzak sıkıntısı haçlılara büyük kayıplar verdirirken İslâm ordusunda da zaman zaman hastalıklar görülüyordu. Hattâ bir defasında Kökbörü de ağır bir şekilde hastalanmıştı. Kardeşi Yusuf Yınaltegin ise, Akkâ savunmasına katıldıktan sonra hastalanarak Nâsıra’da, 29 Ekim 1190 tarihinde vefat etti. Bazı kaynaklarda kardeşinin ölümünden sorumlu tutulan Kökbörü, Selahaddin-i Eyyûbî’ye müracaat ederek, elinde bulunan iktalar (Urfa, Harran, Sümeysat ve el-Menzir) ile 50.000 dinar karşılığında, Erbil’in kendisine verilmesini istedi. Selahaddin-i Eyyûbî, haçlılara karşı verilen mücadelede üstün hizmetlerini gördüğü Kökbörü’nün teklifini kabul ederek, Erbil’e ilave olarak Şehrizor ve Kara-Beli’ni de ikta etti. Kökbörü yeni hakimiyet sahasında düzenlemeler yapmak ve daha büyük ordular toplayıp gelmek vaadinde bulunarak Akkâ’dan ayrıldı.

Akkâ muhasarası, haçlıların aldıkları yeni yardımlar yüzünden giderek zorlaşırken, Selahaddin-i Eyyûbî Kökbörü’nün yeni kuvvetlerle dönüşünü sağlamak üzere, art arda mektuplar göndererek, acilen yardıma çağırmaya devam etti. Ancak Kökbörü bu ısrarlı ve acı sitemlerle dolu davetlere rağmen, Erbil’deki konumunu güçlendirmek endişesiyle olsa gerek, bir daha Akkâ’ya dönmedi.

Bununla birlikte Selahaddin-i Eyyûbî’ye bağlılığını sürdüren Kökbörü, Akkâ’nın düşmesi üzerine ilerleyen haçlılara karşı askerî yardım göndermeye de devam etti.

Kökbörü’nün, Selahaddin-i Eyyûbî’nin ölümünden (1193) sonra kestirdiği paralar onun bu tarihten itibaren bağımsızlığını ilan ettiğini göstermektedir. Böylelikle, Kökbörü’nün bu tarihten ölümüne kadar, yaklaşık 40 yıl Erbil Beyliğini bağımsız olarak idare ettiği anlaşılıyor.

Bu tarihten 1203 yılına kadar, kaynaklarda hakkında hemen hiçbir bilgi bulunmayan Kökbörü’nün, bundan böyle Eyyûbî melikleri ile Musul atabeyleri arasında cereyan eden nüfuz mücadelesinde daha etkili bir şekilde rol oynadığı görülmektedir. Musul’u zapt etme teşebbüsünde bulunan ve Eyyûbîler’in yayılma siyasetlerine karşı ciddi bir mücadele veren Kökbörü, 1209 tarihinde Musul atabeyi Nureddin Arslanşah ile anlaşma yaptıktan sonra; Selahaddin-i Eyyûbî’nin kız kardeşi Rabia Hatun’dan doğan iki kızını onun oğulları ile evlendirdi Musul Atabeyliği ile böylece kurduğu iyi ilişkilerini devam ettiren Kökbörü, bu akrabalık dolayısıyla, onlar arasındaki hakimiyet mücadelelerine de katıldı.

Kökbörü, 1205-1206 yılında, Meraga emiri Alâaddin Karasungur ile ittifak ederek, İldenizliler’den Ebû Bekr b. Cihan Pehlivan’ın idaresinde bulunan Azerbaycan’ı istilâ girişiminde bulundu ise de başarılı olamadı.

Eyyûbîler’in onun menfaâtleri hilafına genişlemelerine ve Musul atabeylerine tahakkümlerine engel olmak için girdiği mücadelelerden de istediği sonucu alamadı. Zaten bu arada gelişen Harezmşah ve Moğol tehlikeleri, bütün İslâm dünyasının olduğu gibi, bu bölgenin de gündemini değiştirdi. Kökbörü bu çerçevede, 1225 yılında, Halife’nin ordusunu yenilgiye uğrattıktan sonra Erbil bölgesini yağmalatan Celâleddin Harezmşah ile bir anlaşma yapmak suretiyle, tehlikeyi başka yöne kanalize etmeye muvaffak oldu.

Ayrıca Harezmşah kuvvetlerini takip ederek bölgeyi istilâya girişen Moğollar’a karşı da tedbirler aldı. Bu maksatla Halife Nasır Lidinillah’ın desteğini alan Kökbörü Dakuka’da toplanan ordulara kumanda ediyordu. Türkiye Selçuklu sultanı Alâaddin Keykubad’ın da 5000 kişilik bir kuvvetle bu ittifakta yer alması sağlandı. Ancak Moğollar, yanlarında yeterli sayıda asker olmadığından çekilip gittikleri için herhangi bir çatışma meydana gelmedi. Erbil bölgesi Kökbörü’nün son yıllarında, Moğol ordusunun önüne katıp sürüklediği kalabalık Türkmen kütlelerinin göçlerine de sahne oldu. Şehrizor’u ele geçiren Mehmed Saru ile Kökbörü’ye ait Saru kalesini zapt eden Revandiz hâkimi Şemseddin Sevinç bunlardan bazılarıdır.

Kökbörü, 29 Haziran 1233’te Erbil’e bağlı Balat’da, 79 yaşında vefat etti. Yerine geçecek erkek evladı olmadığından, topraklarını Abbâsi halifesine vasiyet etti. Kökbörü’nün, 14 yaşından itibaren yoğun siyasî olaylar içerisinde geçen hayatında, bir o kadar da, içtimaî faaliyetlerinin yeri vardır. Onun çağdaşı olan Yakut el-Hamevî Erbil’in, tarihi boyunca erişemediği refahın zirvesine, Kökbörü’nün hakimiyeti döneminde ulaştığını kaydetmektedir. Gerçekten bu dönemde Erbil Bağdat, Musul ve Ahlat gibi büyük medeniyet merkezlerinden birisi idi.

Son derece dindar ve hayırsever bir devlet adamı olan Kökbörü’nün, Hz.Muhammed’in doğum yıl dönümlerinde düzenlediği mevlit merasimleri ona İslâm dünyasında büyük bir ün sağlarken; Erbil şehri de Muharrem’den Rebiyülevvel’e kadar, üç ay boyunca İslâm dünyasından gelen âlimlerle dolup taşıyordu. Bu törenlerden birisinde Endülüslü İbn Dihye tarafından yazılan ve ilk mevlitlerden olan Kitabü’t-tenvir fi siraci’l-münir adlı eser de Kökbörü’ye takdim edilmişti. İmar faaliyetlerine de çok önem veren Kökbörü daha Harran sahibi iken orada bir hastahane ve medrese yaptırmıştı. Erbil’e hakim olduktan sonra şehrin kale ve surlarını tamir ettirmiş; sokaklarını düzeltip yeni çarşılar yaptırmıştı. Kökbörü’den önce Ali Küçük’ün Erbil’de imar faaliyetleri olduğuna dair bilgimiz bulunmamaktadır. Fakat onun nâibi olan Serftekin’in Erbil kalesinde bir medrese ve şehirde başka hayır kurumları yaptırdığını biliyoruz. Halep şehri dışında kendi adıyla anılan bir mescit inşa ettirmiş olan Yusuf Yınaltegin’in de, kaynaklarda bilgi bulunmasa bile, Erbil’de bazı eserler yaptırmış olduğuna şüphe yoktur.

İmar faaliyetleri bakımından oldukça zengin olan Kökbörü devrinde Erbil’de büyük bir hastahaneden başka kimsesizler, yetim çocuklar, sakatlar ve dul kadınlar için de ayrı bakımevleri; kendi adına nispetle Muzafferiye olarak anılan bir medrese ile, şehrin dışında onun zamanında kurulan bir mahallede yaptırdığı Ulu Cami, Halep ve Erbil’de sufiler için inşa ettirdiği hankâhlar; Arafat su yolları, Mekke’deki hayratlar büyük çoğunluğu yıkılmış olmakla birlikte, kaynaklardan varlıklarını tespit edebildiğimiz önemli eserlerdir. Kökbörü senede iki defa Suriye sahillerine gönderdiği adamları vasıtasıyla, haçlıların elindeki Müslüman esirlerin kurtarılması için de büyük sarfiyatlar yapıyordu. Kaynaklar öldüğü tarihe kadar 60.000 esiri kurtarmış olduğunu yazarlar. Kökbörü ayrıca her yıl hac seferleri düzenler ve fakir hacıların ihtiyaçlarını karşılardı.

Kökbörü, küçük ülkesinde adetâ büyük bir devletin hükümdarıymış gibi yürüttüğü yoğun imar faaliyetleri ve iyi idaresi sayesinde halkı ile ülkesini mamur ve müreffeh kıldı. Erbil Beyliğinin bu yüksek seviyesi, sadece küçük bir birimini teşkil ettiği Selçuklu medeniyetinin değerlendirilmesi ve karşılaştırılması bakımından da çok kıymetli malzeme ve ip uçları sunmaktadır.

Doç. Dr. Gülay Öğün BEZER

Marmara Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi / Türkiye

Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 4 Sayfa: 864-870

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.