Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

Batı Yugur (Sarı Uygur) Türkleri Ve Kültürleri

0 12.842

Prof. Dr. Yaxiong DU

2.000 nüfusuyla Yugur ulusu (Sarı Uygurlar) çoğunlukla Sunan Yugur Özerk bölgesi ile Çin’in kuzeybatı kesimindeki Kansu eyaletindeki Jiuquan yönetim bölgesinin Huangnibao mıntıkasına dağılmış bir vaziyette yaşıyor. Yugur bölgesi yakınlarındaki en büyük şehir; Zhangye’dir. Çin’de yaşayan 56 milletin arasında, iki lisana sahip tek millet Yugurlardır. Sunan Yugur Özerk bölgesinin batı kesiminde yaşayan Yugurlar Türkçe konuşurken, bölgenin doğu kesiminde yaşayanlar Moğolca konuşurlar. Bundan dolayı Moğolcaya Doğu Yugur dili, Türkçeye de Batı Yugur dili deniliyor.

Her iki grup Yugurlar da Lamaizm’e inanıyorlar, aynı zamanda “Gök Tanrı” (Gök hükümdarına tapma) denilen eski inançlarını da muhafaza ediyorlar. Bazı akademisyenler, bu dinin muhtemelen ilkel Şamanizm’in bir kalıntısı olduğunu düşünüyorlar.[1]

Hayvan yetiştiriciliği, Yugurların ana meşguliyet sahası olan ve Türkçe konuşan Yugurlar, eski göçebe hayat tarzını ve geleneklerini muhafaza ediyorlar. Onlar, yaklaşık 50 yıl önceye kadar, boylar hâlindeki örgütlenme tarzlarını muhafaza ediyorlardı. 1950’den önce, Uygurlar yedi boy olarak örgütlenmişlerdi, bunlardan beşi Moğolca, ikisi Türkçe konuşuyordu.

Ben, 1968 ilâ 1978 yılları arasında Batı Yugur dilinin konuşulduğu bölgede yaşadım. Bu 10 yıllık dönemde onların dillerini, halk şarkılarını inceledim ve ilk elden materyaller topladım. Bu incelemenin amacı, Türkçe konuşan Yugurları, onların kökenini, dilini, kabile sistemini, yaşam tarzını, bazı önemli âdetlerini ve onların müzikal mirasını, diğer Türk uluslarına ve Yugurlarla ve onların kültürleriyle ilgilenen uzmanlara tanıtmaktır.

Yugurların Kökeni

Hem Türkçe konuşan Yugurlar ve hem de yedi milyonu aşkın bir nüfusa sahip olan ve Çin’in Sincan Özerk bölgesinde yaşayan Uygurlar, Moğolistan platosunda, milâttan sonra sekizinci yüzyılda Han Krallığı’nı kuran Uygurların torunlarıdırlar. Uygurların kökeni, Han Hanedanlığı (M.Ö. 206-M.S. 220) döneminde Baykal gölünün güney sahillerinde yaşayan Dinglinglere ve Kuzey ve Güney hanedanlıkları (420-581) döneminde kuzey steplerinde göçebe bir hayat süren Chile’ye kadar götürülebilir. Kuzey Wei Hanedanlığı’nın (386-534) tarih kitabına göre, Chile’nin ataları Hunlardır ve Tang Hanedanlığı’nın (618-907) tarih kitabına göre, Yugur ve Uygurların ataları olan Uygurlar M.S. 840 yılında Moğolistan plâtolarından bugünkü Kansu ve Sincan’a göç etmişlerdir.[2]

M.S. 840 yılında dört bir yandan kar fırtınalarıyla kuşatılan, iktidarı elinde tutan grubun içinde çekişmeler yaşayan ve Kırgızların saldırısına maruz kalan Uygurlar ayrı gruplar hâlinde batıya doğru göç etmek zorunda kaldılar. Bu gruplardan birisi Hexi Koridoru’ndaki Guazhou’ya (bugünkü adıyla Dunhuang), Ganzhou (bugün Zhangye) ve Liangzhou’ya (bugün Wuwei) göç ettiler ve Tibet Krallığı’nın idaresi altına girdiler. Bunlara Hexi Uygurları deniliyor. Daha sonra bunlar Ganzhou şehrini ele geçirdiler ve ayrı bir krallık kurdular. Bundan dolayı bunlara aynı zamanda Ganzhou Uygurları da denmektedir.

On birinci yüzyılın ortalarında Batı Xia Krallığı, Ganzhou’yu fethetti ve Uygur rejimini devirdi. Daha sonra Hexi Uygurları, bugünkü Jiayuguan geçidinin hemen dışında bulunan kırlık araziye göç ettiler. 11. yüzyılın ortalarından 14. yüzyıla kadar onlar Kansu’nun batısındaki Dunhuang ve Sincan’ın doğusundaki Hami bölgesi civarında yaşadılar. Bu dönemde Moğolca konuşan bazı kavimlerin de bu bölgeye geldiklerine ve Hexi Uygurlarıyla beraber yaşadıklarına inanılıyor. Uzun bir süre bir arada yaşadıktan sonra Uygurlarla, komşuları olan ve Moğolca konuşan bu kavimler birbirlerinin içinde eridiler ve bu karışımdan zamanımızda “Yugurlar” denilen bir topluluk ortaya çıktı. 1368 yıllarında bu topluluk, yeniden Hexi Koridoru’na göç etti.[3]

Yugur halkının tarihini anlatan bazı Yugur halk şarkılarının sözleri bize, bu halkın 14. yüzyılda doğuya doğru yaptıkları göçle ilgili çok önemli bilgiler veriyor. Örneğin bir şarkıda şöyle deniliyor:

Yaşlıların şarkılarını dinledikten sonra
Hepimiz, atalarımızın batıdan geldiğini öğrendik.
Atalarımız güneşin doğduğu yere doğru yürüdüler
İmparator Zhu Yuangzhang’ın hükümdarlığının ilk yılında buraya geldiler.

Bu şarkıdan biz, Yugurların atalarının nereden ve ne zaman geldiklerini öğreniyoruz. “Yol Şarkısı” adı verilen bir başka şarkıda şunlar söyleniyor:

“Gobi çölünde uzun bir yürüyüşten sonra
Onlar Dunhuang’da Bin Buda mağarasını geçtiler
Anxi’deki on bin Buda mağarasını ziyaret ettikten sonra
Onlar, atalarının bin yıl önce kağanlık kurduğu yere geldiler”

Bu şarkı bize, Yugurların doğuya göç ederken geçtikleri yerlerin özelliklerini anlatıyor. Yugurlar, şarkıda geçen “ataların kurduğu krallıktan” 9. yüzyılda kurulan Kansu Uygur Krallığı’ndan bahsedildiğine inanıyorlar.

Yugurlar kendilerine “Sarı Uygurlar” diyorlar. Toplumun ortak hafızasında yer etmiş bir bilgiye göre, eski Çin’de sarı, yalnızca imparator tarafından kullanılabilen ve hükümdarlık sembolü olan özel bir renktir. Bazı Yugurlar, kendilerine “Sarı Uygur” demelerinin sebebinin, Uygur Krallığı’nın Han kavmi olan Yeluoge’nin (Yugur’da jara*ar) torunları olduklarını göstermek olduğunu düşünüyorlar. Bu topluluğa, 1954 yılına kadar resmen ‘Yugur’ denmedi (bu ad, söz konusu topluluğu Uygurlardan ayırıyor). 1954’ten önce Çinliler Yugurlara, “Sarı Uygurlar” diyordu.

Dil

Rus akademisyen S. Malov ilk Türk (Proto-Türkçe), dilini dört safhaya ayırıyor: 1) Uzak 2) Eski 3) Modern ve 4) Çağdaş Türk dilleri. Bu sınıflandırma, her grupta eski lengüistlik unsurlardan hangi oranda bulunduğuna dayalı olarak yapılmıştır. Malov’a göre, Batı Yugurların dili, ilk gruba, yani uzak Türk dil grubuna dâhildir. Ayrıca Malov, Batı Yugurların dilinin, eski Uygur diline ve eski Türk diliyle yakından bağlantılı olduğuna işaret ediyor.[4]

Çinli akademisyenlerden Chen Zongzheng ve Lei Xuanchun’a göre, eski Türk dilinin oldukça çok sayıda karakteri Batı Yugur dilinde bulunabilir.[5] Batı Yugur dilinde “on bir” sayısına “yirmi bir” denir, bu, “yirmiye doğru yönelmiş bir” anlamına gelir, buna karşılık “yirmi bir sayısı”na “otuz bir” denir. Bu da “otuza yönelmiş bir” demektir. Bu hesaplama biçimi, eski Türkçe ve Uygurca yazılmış eski metinlerde bulunabilir ve bu tarz, Türkçenin diğer dil gruplarından farklıdır. Bu, Batı Yugur dilinin önemli bir karakteristiğidir.[6]

Batı Yugur dilinde bazı eski Uygur kelimeleri hâlâ kullanılmaktadır. Örneğin, “bed*in” (maymun) ve “ja*an” (fil).[7] Dilin bir başka özelliği de Çinceden ödünç alınmış çok sayıda kelimenin bulunmasıdır ve Çince, Yugurcanın telaffuzunu da etkilemiştir. Örneğin, “k*u*u*” (ayı) ve “si*ia” (düşünmek, özlemek). “f” ünsüzü ve bazı çift ünlüler Çinceden ödünç alınmıştır.[8]

Kabile Sistemi

1950’den önce Yugurlar boylar biçiminde örgütlenen bir toplum sistemine sahipti. 7 boy bir budunu (boy birliği) oluşturuyordu ve bir “boy”da birçok aile bulunurdu. Bazı akademisyenler, bu sistemin ilkel kabile örgütlenmesinin bir kalıntısı olduğuna inanıyorlar.[9]

O zamanlarda Yugurların en yüksek düzeydeki lideri, boylar birliğinin başkanıydı (han) ve bu kişi, yedi boyu da yönetiyordu. Bir budunda farklı boylar bulunuyor ve her boyun bir lideri (boy beyi) vardı. Boy beylerinin birçok yardımcısı da bulunurdu. Budun hanlığı, boy beyliği ve boy beyinin yardımcılığı babadan oğula geçerdi.

Budun hanı, boy beylerinin tamamının katıldığı konferansa başkanlık ederdi ve bu toplantılarda toplumun ortak menfaatini ilgilendiren konular ele alınırdı. Boy beyleri, kendi boylarının meselelerini, boydan vergi olarak toplanmış mal mülk ve paraları budun hanıyla paylaşmak zorundaydı. Boyların taksimatı ve boy beylerinin yetkileri, mahallî hükûmet tarafında belirlenir ve onaylanırdı.

Boy beyleri, boy birliğinin daha alt düzeydeki idarecileri olarak tasarlanmıştır. Her boy kendi Lamaist manastırına sahipti ve atamalara, manastırın en üst düzeydeki rahibiyle ve boylardaki en büyük havyan sürüsüne sahip zenginlerle istişareden sonra karar verilirdi. Görev süresi genellikle bir ilâ üç yıl arasında değişiyordu ve kişi aynı makama bir kez daha atanabilirdi.

Her kabilede “Qian Hu” (bin ailenin lideri) ve “Saygın ihtiyar” denilen iki önemli makam vardı. “Qian Hu” büyük nüfuzu olan bir kişiydi ve kabileye dair önemli meselelerde bu kişiyle istişare edilmesi zorunluydu. Sayıca birden çok olan “Saygın ihtiyar”, meseleleri halletmekte boy beyine yardım ediyorlardı ve boy beyi adına vergi toplamakla sorumluydular.

Boy beyi, manastırın üst düzey rahibi ve büyük hayvan sürüsü sahipleri boyda nüfuz sahibiydiler. Çünkü bu kişiler, otlakların ve büyükbaş hayvanların çoğunluğunun mülkiyetine sahiptiler.

Hırsızlık, soygun, kavga gibi vak’alarda ya da ailelere ayrılmış otlaklar konusunda bir ihtilâf yaşandığı zaman (bu meselelere boy beyi bakardı), davacı ve davalının beye hediyeler sunması gerekirdi. Bu kişiler, hâkimlerin çaylarını ve gıdalarını ve onlara ait hayvanların yemini temin etmekle de sorumluydular. Davalara bakmak, boy beylerinin önemli gelir kaynaklarından birisiydi.

Her boy vergi salmak ve boyun diğer meselelerine çözüm bulmak için bir yılda birkaç kez toplanırdı. Boy beyi toplantı çağrısında bulunurdu ve her ailenin temsilcilerinin bu toplantıya katılması gerekirdi. Onlar, teorik olarak kararların demokratik yolla alındığını iddia ediyorlar, fakat gerçekte, boy beyi, üst düzey rahip, büyükbaş hayvan sürülerine sahip zenginler ve boy birliğinin yöneticileri, hemen her şeye karar veriyordu.

Bugün bu sistem Yugurlar arasında yaşanmıyor olmasına rağmen halk hâlâ bu sistemi hatırlıyor ve aynı aileye mensup insanlar aynı aile adını taşıyorlar.

Hayat Tarzı

Yugurların çoğunluğu Hexi koridorunun orta kesiminde ve Qilian dağlarının kuzeyinde yaşıyorlar ve hayvan yetiştiriciliğiyle uğraşıyorlar. Bunlar, yurt adı verilen ve sığır kılından örülmüş keçelerden yapılan çadırlarda barınıyorlar ve yurtların zeminini kütüklerle kaplıyorlar. Üçgen biçimindeki yurtlar yaklaşık beş metre uzunluğunda, üç metre genişliğinde ve iki metre yüksekliğindedir. Yurdun içinde bulunan bir kişi, neredeyse gece yıldızlarla kaplı gökyüzünü görebilir. Fakat yurtlar aynı zamanda rüzgâr ve yağmurun çadırın içine girmesini engeller. Yurdun sağ tarafı ailenin uyuduğu, sohbet ettiği, yemek yediği ve misafirlerini ağırladığı yerdir. Çadırın sol yarısı ise mutfaktır. Yugurlar, kurutulmuş sığır dışkısını (tezek) yakıt olarak kullanırlar. Çünkü tezek kolayca yanar, is yapmaz, kötü koku da yaymaz.

Yugurlar günde üç öğün yemek yerler. Kahvaltıda ve öğle yemeğinde sütlü çay içerler ve tereyağlı kızarmış ekmek yerler. Akşam yemeğinde ise şehriyeli pilâv, et ve ekmek yerler. Yugurlar likör içmeyi severler ve bunu yemekten önce değil de sonra içerler. Misafirlerine daima likör ikram ederler.

Yugurlar bir parti verdiklerinde, partide kaç kişi olursa olsun, bunların tamamına ikram etmek üzere, ancak iki küçük kupanın sığabileceği küçük bir tepsiyi kullanırlar. İçeceklerin taşındığı bu küçük tepsi masanın çevresinde elden ele dolaşır.

Yugurlar akşam yemeğinden sonra içkilerini içtikleri saatlerde, iki farklı parmak oyunu oynarlar. Bunlardan ilki, içki içen iki kişiden her biri parmağından birini uzatır ve aynı zamanda bir sayı söyler (Parmakların her birisi bir sayıyı temsil eder). İki oyuncunun da uzattığı parmakların temsil ettiği sayıların toplamı kadar sayı söylemiş olan oyuncu kazanır, oyunun mağlûbu, ceza olarak bir kupa likör içer. Bazen içkiyle ilgili şarkılar söylerler, şarkının sözleri sayılardır. Diğeri ise sessiz oyundur, içenlerden her biri yalnızca bir parmağını uzatır ve uzattıkları parmakların pozisyonunu karşılaştırarak sonuca karar verirler. Bir sonraki adımda daha yüksek parmağı uzatan kazanır. Başparmak işaret parmağından, o da orta parmaktan, orta parmak ise yüzük parmağından, o da küçük parmaktan, küçük parmak da başparmaktan daha yüksektir. Eğer parmaklar birbirlerine yakın değillerse, berabere kalınır ve içki içenler aralarından biri kaybedene kadar bir el daha oynarlar.

Göçebe birçok millet gibi Yugurlar da konuklarına karşı çok sıcaktırlar. Fakat bir kişinin, bir Yugur ailesini ziyaret etmeden önce Yugur nezaketinden haberdar olması gerekir. Atıyla misafirliğe giden kişi, Yugur ailesinin hayvanlarının ürkmemesi için yurttan uzak bir mesafede atından inmelidir. Kişi, uzun veya kısa olsun kırbacını yurdun dışında bırakmalı ve yurttan ayrılırken de atına çadırın hemen önünde binmemeli, ev sahipleri çadırlarına dönene kadar atının yularından tutarak yürümelidir. Misafirler aynı zamanda yurda tüfek, fişek, sığır derisi veya et sokamazlar. Kırmızı elbiseler giymiş veya kızıl bir ata binmiş kişiler de Yugur yurduna giremez, çünkü Yugurlar, kendilerinin “Kıl Tanrısı”nın kırmızılar giydiğine ve kızıl bir ata bindiğine inanırlar.

Yugur geleneklerine göre konukları ailenin en yaşlı erkeği karşılar ve onları yurda ‘buyur’ eder. Kapının tam karşısındaki yer önemli konuklara ayrılmıştır. Başka bir çok Türk göçebe toplulukları gibi Yugurlar da özel bir tarzda otururlar: İlk önce dizlerini kırarak, daha sonra da bağdaş kurarak otururlar. Kural olarak erkekler kadınların soluna otururlar. Ev sahibi, ikramda bulunduğu zaman, teşekkür etmek veya aşırı kibar olmak gerekli değildir. Konukların sadece yerlerinde oturup, ikram edilenleri yiyip içmesi yeterlidir.

Yugurların bir yazım sistemine sahip olmamalarına rağmen, sözlü olarak aktarılan çok zengin bir edebî gelenekleri vardır. Örneğin, destanlar, halk hikâyeleri, atasözleri ve şiirsel öyküler.

Kadınlar sanatsal ürünlerde hünerlidirler. Bu kadınlar değişik ve çok güzel desenlerde çuvallar, halılar ve koşum takımları dokurlar. Kadınların giysilerinin yakalarına, kol ağızlarına ve eteklerinin ucuna kuşlar, çimenler, böcekler, çiçekler ve evcil hayvanlardan oluşan canlı ve uyumlu renklerde desenler işlerler. Saçlarını, geometrik desenler işlenmiş mercan boncuklar, deniz kabukları ve yeşil- mavi taş parçaları ve ipek ipliklerle süslerler.

Yugurların kendilerine has bir giyim tarzı var. İyi giyinmiş tipik bir Yugur erkeği keçeden bir kalpak, sol tarafta düğmeleri bulunan yüksek yakalı uzun bir cüppe, kırmızı bir kuşak ve uzun konçlu çizme giyer. Bir Yugur kadını ise genellikle boru tipinde keçeden yapılmış ve cepheden iki siyah şeridin bulunduğu beyaz bir şapka giyer. Şapkanın tepesinde kırmızı püsküller vardır. Genç kızlar saçlarını küçük küçük örerler. Yalnızca evli kadınlar saçlarını üç büyük örgü hâlinde toplarlar, bunlardan ikisini yanlardan omuzlara bırakırlar, üçüncü örgü ise arkadan sırta uzanır.

Evlenme, Düğün ve Cenaze

1950’lerden önce soyun anadan ve babadan yürüdüğü iki farklı aile biçimi vardı: Şimdi yalnızca soyun babadan yürüdüğü aile biçimi bulunabilir. Bu bölümde ilk önce soyun anadan yürüdüğü aile biçimini tanıtacağız, daha sonra soyun babadan yürüdüğü aile, düğün ve cenaze törenini anlatarak devam edeceğiz.

Anaerkil aile biçiminde bir genç kız evlilik çağına gelince, onun sosyal olarak cinsel ilişki özgürlüğü kazandığını gösteren bir tören düzenlenir. Genç kız daha sonra sevgilisiyle birlikte olabilir ve bu evlilikten olan çocuklar ana soyuna aittir. Evlilikle beraber kadın aile içinde üstün bir konum kazanır ve erkekler tarafından kısıtlanmaksızın birçok imtiyazdan yararlanır. Fakat bir kadınla beraber olan erkek, ana soyu için çalışır. Dahası, eğer kadın evlendiği adamı artık sevmiyorsa, adam, çocukların velâyetini veya kendisiyle ilgili herhangi bir eşyayı alma hakkı olmadan kadından ayrılmak zorundadır. Çocuklar, annelerinin kocasına amca anlamına gelen “ku-y” derlerdi. Bu evlilik tarzı ancak, eski anaerkil sosyal sistemlerde yaşayabilirdi.

Yalnızca ataerkil aile düğün yapar. Fakat yaklaşık 50 yıl önce gelinler alınıp satılıyordu ve evlilikleri, aileler ve çöpçatanlar ayarlıyorlardı. Fakirler, gelinlere takılan pahalı hediyelere ve gelini satın alma bedeline (başlık parası) güçleri yetmediği için evlenemiyorlardı. Bu dönemde küçük yaşta evlenmek yaygındı ve zenginler küçük oğullarına “gelinler” satın alıyorlardı. Bu âdet 1950’lerde değişti.

Günümüzde ise genç kızlar ve delikanlılar, eşlerini kendileri seçebiliyorlar ve aşk evliliği yapabiliyorlar, fakat, geleneksel düğün âdetleri değişmeden muhafaza edilebildi.

Geleneksel olarak düğün iki gün sürer. İlk gün düğün, gelinin evinde yapılır ve ikinci gün düğün daha geniş kapsamlı olarak damadın evinde devam eder. Düğün güneş doğmadan önce sabahın ilk saatlerinde başlar. Düğünde ilk adım gelinin saçının kadın saçı hâline, yani üç kalın örgü hâline getirilmesiyle başlar. Bir kadın gelinin saçını örerken, gelinin annesinin erkek kardeşi (gelinin dayısı) “alo” denilen bir şarkı söyler ve bu şarkıyla geline, artık çocukluk döneminin sona erdiğini ve şimdi artık bir yetişkin olduğunu hatırlatır. Düğünün bu aşamasından sonra gelinin ailesi bir parti verir. Parti sona erdiğinde gelin damadın evine gitmek üzere kendi evinden ayrılır. Gelin evinden ayrılmadan önce, “gez jer” denilen bir şarkıyı dayısıyla birlikte söyler. Kocasının evine vardıktan sonra geline dayısı, iyi bir eş ve iyi bir gelin olması gerektiği mesajını taşıyan bir şarkı söyler. Fakat gelin daima ailesine çok içli veda şarkıları söyler.

Gelin ve düğün alayı damadın evine vardıktan sonra, damat tarafı kız tarafına koyun eti ve likör ikram eder ve düğün töreni gece boyunca sürer. İlk önce, bir tören düzenlenir. Bu törende iki şarkıcı görev alır. Şarkıcılardan birisi, dizleriyle ayak bilekleri arasında bir koyun budu tutar, diğeri ise Yugurlar arasında bir kutlama hediyesi olarak kabul edilen bir parça beyaz ipek tutar. Şarkıcılar, “jodatsko” denilen bir şarkı söylerler. Bu şarkıda Yugurların bu düğün âdetlerine neden sahip olduğu anlatılır. Şarkıcılar “jodatsko” şarkısını söyledikten sonra gelini içeri davet etmek için yurdun dışına çıkarlar. Gelin, sağdıcıyla birlikte yurdun girişine yakılmış iki meş’ale arasında yürür, aynı zamanda damat elinde küçük bir yay tutar ve geline üç ok atar. Okların uçları yoktur ve zararsızdır. Damat daha sonra yayı ve okları kırar ve onları ateşe atar.

Gelin yurda girdiği zaman kayın validesinin elini öper ve kayın valide de geline bir hediye verir. Daha sonra evlenen çift tek tek her konuğun yanına gider, başıyla onları selâmlar ve kupalarını likörle doldurur.

Törenden sonra düğün başlar. Düğünde insanlar yerler, içerler, şarkılar söylerler. Gelinin akrabaları, söyledikleri şarkılarla, kayın valideden kızlarına iyi bakmasını isterlerken, damadın akrabaları, yeni kurulan aileyi kutsarlar ve gelinin ailesine kaygılanmamaları mesajını verirler. Düğünde şarkıcılar da şarkı söylerler. Bazen şarkıcılar neşeli şarkılar söylerken, bazen de ortamı canlandırmak için alaycı ve eğlenceli şarkılar da söylerler.

Bir kişi öldüğü zaman, ailesi, ölenin yasını tutmak için ağıtlar yakar ve ölenin ruhunu acı çekmekten kurtarmak amacıyla tören düzenlemesi için lâmaları da davet ederler.

Yugurlarda ölünün defnedilmesiyle ilgili üç farklı tören vardır. Bunlar, ölünün açık havada bırakılması, ölünün yakılması ve ölünün toprağa gömülmesidir. Her birinin de kendine has kuralları vardır.

Yugurların açık havada defin usulleri, kuşları beslemek için ölüyü keserek açık havada bırakan Tibetlilerin definlerinden farklıdır. Yugurlar ölüyü uçurumdan aşağı atarlar ve böylece ölüyü, leşle beslenen hayvanlara terk etmiş olurlar.

Cesedin yakılması usulü daha yaygındır. Kanamayı ve enfeksiyonu önlemek için cesedin gözleri, ağzı ve burnu kapatılır. Yanma işlemi başlamadan önce, cesede yeni giysiler giydirilir, cesedin vücudu ve kolları ana karnındaki çocuk pozisyonuna getirilir, elleri dizine konulur ve başı da dizin üstüne yaslanır. Cesedin bu pozisyonu koruması için bir kumaş parçasıyla bağlanır. Daha sonra ceset, beyaz kumaşla kaplı dikdörtgen biçiminde bir tabuta konur ve ölen kişiye akrabalarının ve dostlarının son görevlerini yerine getirebilmesi için naaş, üç gün boyunca yurtta bekletilir. Üç gün sonra naaş, yakılacağı yere getirilir, ölünün yakınları, yabancılarla karşılaşmamayı temin ederler. Ölünün yakılacağı yer, çam ağacından odunlar yığılarak ölünün yakılmasına hazır hâle getirilir. Ceset, odunların en üstüne konulur ve daha sonra odunlar tutuşturulur. Yedi gün sonra, ölünün yakınları, ölünün yakıldığı yere kırmızı bir torbayla gelirler ve cesedin küllerini, cesedin başından başlayacak ve ayaklarıyla bitirecek şekilde belli bir düzen içerisinde kırmızı torbaya doldururlar. Ağzı sıkıca bağlanan kırmızı torba mezarlığa gömülür. Mezarın çevresine beyaz taşlar dizilir ve mezarın başına da uygun bir sembol yerleştirilir. Bu cenaze töreni aslında toprağa gömme ile yakmanın bir birleşimidir. Üçüncü türdeki cenaze merasimi ise, bildiğimiz gibi, ölünün toprağa gömülmesi işlemidir.

Müzikal Miras

Batı Yugurları dans etmezler ve kendilerine has bir müzik aleti de çalmazlar. Halk şarkıları ise, onlara has geleneksel müziğin bir türüdür. Halk şarkılarına “jer” denir ve iki temel türe ayrılabilir: Uzun hava (usulsüz) ve kısa hava (usulü olan).

Uzun hava dizisi çok geniştir. Sık sık büyük duraklamalar olur ve melodiler bir oktavdan daha büyük adımlara sahiptir. Bazen serbest ritm kullanılır. Serbest ritm kullanılmadıysa vuruşlar da düzenli olmaz. Üst notalar genellikle çok uzatılır ve şarkıcılar hünerlerini, üst notayı mümkün olduğu kadar uzun söyleyerek gösterirler. Sadece çok yetenekli şarkıcılar bu şekilde okuyabilir. Uzun hava, tabiata ilişkin halk şarkılarını (türküleri), dağ türkülerini, aşk türkülerini ve bazı şaman türkülerini de kapsar.

Kısa havada neredeyse uzun okunacak tek nota yoktur ve vuruşlar da düzenlidir. Kısa hava formundaki şarkıların ezgisini okumak kolaydır. Kısa form, kahramanlık türkülerini, oyun havalarını, balatları, iş türkülerini, ağıtları ve ninnileri kapsar.

Farklı ezgiler farklı tarzlara sahiptir, fakat Batı Yugur halk şarkılarının formu her zaman birbirine benzer: Bütün ezgiler iki bölümdür. Şarkı okunmaya başlandığı zaman şarkının ezgisi, sözler bitene kadar sürekli aynı şekilde çalınır. Bazı ezgilerde, şarkıcının “a lou” veya “ej” gibi anlamsız kelimeler okuduğu bir “giriş-peşrev” bölümü vardır. Genellikle giriş, melodinin en alt notasından başlayıp en üst notasına doğru yükselir. Giriş bölümünün fonksiyonu, dinleyenlerin ilgisini toplamak ve şarkı sözlerine bir başlangıç yapmaktır.

Neredeyse bütün ezgiler, Çin’de yaygın olarak görülen tonal pentatonik gamdadır. Dizide beş ton vardır ve Çinliler bunlara, “gong”, “shan”, “jue”, “zhi” ve “yu” derler ki bunlar, Avrupa müziğinde “do”, “re”, “mi”, “sol” ve “la” notalarına eşittir. Her ton bir ana nota olabilir, bundan dolayı pentatonik gam beş farklı makam olarak biçimlenebilir, bunlara da “gong”, “shang”, “jue”, “zhi” ve “yu” denir.

Bölgede yaşadığım 1968’den 1978’e kadar Batı Yugurlarına ait 94 halk şarkısı derledim. Derlediklerim arasında, 56 yu ezgisi vardı ve bu makam, toplam rakamın yüzde 59.57’sini kapsıyordu. Diğer makamlar ise, zhi (10 ezgi, yüzde 10.63), shang (19 ezgi, yüzde 20.21), gong makamı (6 ezgi, yüzde 6.38) ve jue makamı (3 ezgi, yüzde 3.19).

Yu, Batı Yugur halk şarkılarının en önemli makamıdır ve halk şarkılarının birçok nağmesi, bas notaya doğru beşli değişim yöntemini kullanır; yani, melodinin ikinci yarısı büyük oranda ilk yarısıyla aynıdır, fakat beş nota “bas”tan tekrar edilir. Melodik diziyi büyük harflerle tespit edersek, melodik yapı formu, A5 Av olur (v, küçük melodik farklılıkları veya varyansları temsil ediyor).

Kodaly’nin incelemesine göre, Macar halk şarkıları da bu iki özelliği taşır.[10] Buna ek olarak Batı Yugur halk şarkılarıyla Macar halk şarkıları arasında melodi bakımından bazı paralellikler bulabiliriz.

Derlediğim 94 Batı Yugur halk şarkısının arasında Macar halk şarkılarına benzeyen 15 şarkı vardır. Bu da toplam rakamın yüzde 15.9’unu oluşturuyor.[11] 1989’da ünlü bir Batı Yugur şarkıcısı olan Algang Yinxingjisi Macaristan’ı ziyaret etti ve onun Budapeşte’de söylediği halk şarkıları, Macaristan halk şarkılarına çok benziyordu. Birçok Macar, Algang Yinxingjisi’nin şarkılarını dinledi ve Batı Yugurların halk şarkıları çok ilgilerini çekti. Fakat Batı Yugurların halk şarkılarıyla Macar halk şarkıları arasında gam, makam ve melodik yapı bakımından benzerlikler dikkat çekmeyecek gibi değil. Bu benzerlikler hem Macarlar hem de Yugurların çok özel bir müzik geleneğine mensup olduğunu ve her iki halkın da bu geleneği binlerce yıldır muhafaza ettiğini gösteriyor. Macarlar bu geleneği halk şarkılarında muhafaza etmişler ve Batı Yugurları da bu geleneği halk şarkılarında sürdürmüşlerdir. Batı Yugurları eski Türk halklarının torunları olduğu için, Macar halk şarkıları ile Yugur şarkıları arasındaki benzerlik, Macarların bu müzik tarzını, eski devirlerinde ana yurtlarında Türk halklarından aldığı ve bunu o zamandan bu yana değiştirmeden muhafaza ettiği iddiasını güçlü bir şekilde destekliyor. Bu gerçek aynı zamanda Batı Yugurlarının çok eski Türk müzik geleneğini sürdürdüğünü de gösteriyor.[12]

Bildiğimiz üzere, halk şarkısı, dilin (kelimelerin) müzikle (notalar) harmanlanarak oluşturulduğu bir sanat türüdür. Batı Yugur dilinde oldukça çok sayıda eski unsurların muhafaza edildiğini göz önüne alarak, Batı Yugur halk şarkılarında birçok eski Dingling ve Hun ezgilerinin ve müzik unsurlarının mevcut olduğunu ileri sürmek için her türlü sebebimiz vardır.

Prof. Dr. Yaxiong DU

Çin Konservatuarı / Çin

Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 20 Sayfa: 323-328


Kaynaklar :
♦ Baskakov, N, A. (1976). Ob Odnom drevnem tipe Struktury Skazyemono v Saryg-jugurskom Jazyke. ‘Tjurkologich-Eskie Issledovanija’ s. 41-44.
♦ Chen, Zongzhen ve Lei Xuanchun. (1985). A Short Description of the Western Yugur Language. Pekin: Minorities’ Press.
♦ Chen, Zongzhen ve Lei Xuanchun (1992). Western Yugur-Chinese Dictionary. Chengdu: Sichuan Minorities’ Press.
♦ Clark, L. (1994) Sarig yugur Historical Linguistics and an Early Turkic Counting system Abstracts of the Seventh International Conference on Turkish Linguistics’ 3-6 Ağustos 1994. Mainz.
♦ Du, Yaxiong. (1992). “The Ancient Quint-Construction in Hungarian Folksongs.” Chicago: Chinese Music 15. No. 2. 24-33.
♦ Du, Yaxiong: (1999) Rokon Vanasok a Magyar es Eszak-Kinai Nepzene Kozott (the Relationship between Chinese Folksongs from the North of China and Hungarian Folksongs). Debrecen: Fonix.
♦ Feng, Jiasheng. (1958). The Selected Historic Materials of Uygur Nationality. Pekin: Minorities’ Press, Geng, Shimin and Clark, L. (1992/1993) Sarig yugur materials ‘Acta Orientlia Hungarica’ 46: 2-3. s. 189-224. Budapeşte.
♦ Kodaly, Zoltan. (1971) Margyar Nepzene (Macar Halk Müziği Üzerine) Budapeşte: Zenemukiado.
♦ Li, Yutang (gen. Ed.) (1983). A Brief History of Yugur Nationality. Lanzhou: Gansu People’s Press.
♦ Ma, Yin. (1989). China’s Minority Nationality. Beijing: Foreign Languages Press.
♦ Malov, S. (1952). “Ancient and Modern Turkish Languages” Science Bulletin of the Academy of the USSR, XI. Cilt 2. Moscova.
♦ Tenishev, E. R. (1981). A Study of Turkic Languages. Pekin: Social Science Academy Press of China.
♦ Zhong, Jingwen. (1995). A Study of Yugur Nationality’s Culture. Pekin: China Air Press.
Dipnotlar :
[1] Ma, Yin. (1989). China’s Minority Nationality. Pekin: Foreign Languages Press. s. 132.
[2] Feng, Jiasheng. (1958). The Selected Historic Materials of Uygur Nationality. Pekin: Minorities’ Press. S. 7 s. 44.
[3] Li, Yutang (ed in chief) (1983). A Brief History of Yugur Nationality. Lanzhou: Gansu People’s Press s. 9-12.
[4] Malov, S. (1952), “Ancient and Modern Turkish Languages”, Science Bulletin of the Academy of the USSR, XI. Cilt 2. Moskova.
[5] Chen, Zongzhen ve Lei Xuanchun (1985). A Short Description of the Western Yugur Language, Pekin: Minorities Press. s. 50.
[6] Op. cit. s. 74.
[7] Chen, Zongzhen ve Lei Xuanchun. (1985). A Short Description of The Western Yugur Language. Pekin: Minorities’ Press. S. 51.
[8] Op. Cit. s. 12.
[9] Ma, Yin. (1989). China’s Minority Nationality. Pekin: Foreign Languages Press. s. 131.
[10] Kodaly, Zoltan. (1971)” Margyar Nepzene. Budapeşte: Zenemukiado. s. 18.
[11] Du, Yaxiong. (1992). “The Ancient Quint-construction in Hungarian Folksongs”. Chicago: Chinese Music 15. No. 2 s. 32.
[12] Du, Yaxiong: (1999) Rokon Vanasok a Magyar es Eszak- Kinai nepzene kozott (the relationship between Chinese Folksongs from the North of China and Hungarian Folksongs). Debrecen Fonix.
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.