Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları

Başkurt Türkleri

0 14.841

Yrd. Doç. Dr. Suzan TOKATLI

Başkurt, Volga nehri ile Orta ve Güney Urallar’da yaşayan bir Türk kavminin adıdır. Kuzey Ural bölgesinde Başkurt halkının varoluşunu ilk olarak 9-10. yüzyıllara ait yazılı kaynaklardan öğrenmekteyiz.

Başkurtlar dört zümredirler:

  1. Dağ Başkurtları: (Bürcen, Üsergen, Tamyan)
  2. Yalan: (Ova-Bozkır) Başkurtları: (Yurmatı, Küdey, Geyne, İrekti, Yeney, Tanıp Urugları)
  3. Bu zümre çeşitli yüzyıllarda Başkurtlara doğudan geçerek katılan: Kıpçak, Kan” lı, Suvun, Uran, Kaylı, Katay (Boyat), Kerey (Kerayit), Çuras, Nogay, Kırgız, Merkit gibi urugların parçalarından ibarettir. Bunların Dağ Başkurtları arasında yerleşenleri tam Başkurtça konuşur, batı bölgelerine yerleşenlerin çoğu Tatar şivesi tesiri altındadır.
  4. Bu zümre batıdan, Bulgar ve Kazan taraflarından, bu yerler Rus istilasına uğradıktan sonra Başkurdıstan’a gelen mülteci Tatar, Büker (Bulgar), Mişer ve Müslüman Çuvaşlardır. Batıda Kazan Hanlığı sahasından gelen bu mültecilere Ruslar “Başkiry Pripuşçenniki” yani “içeriye alınan Başkurtlar” adını vermişlerdir.

Bu dört zümreden ilk üçü yarı göçebe yaşayan, geniş topraklara ve yaylalara sahip, kabile teşkilatını muhafaza etmişlerdir. Dördüncü zümre ise eskiden beri çiftçi olan köylülerdir. Kabile teşkilatını, tarihi destanları ve gelenekleri bilmezler.[1]

Başkurtların, Volga Bulgarları gibi Batı Türkistan’ın güney kısmından geldiklerini gösteren deliller olduğu bildirilse de onların miladın başında bile bugünkü ülkelerinde yaşadıkları, Başkurtların vatanının Ural bölgesinde olduğu Yenisey Kırgızlarının cedlerine ait menkıbeler ve Oğuz Destanı’nda belirtilmektedir.[2]

Ebu’l-Gazi Bahadır Han Başkurtların çoğunluğunu Kıpçakların oluşturduğunu söylemiştir. Şecere-i Terakime adlı eserinde bu konuda şu sözler yer alır: “Ol oğlanın Khan, öz kolunda sakladı. Yiğit bolgandın sonE (ra): Urus, Avlak (Eflak) ve Macar ve Başgırd >lleri yaEı >rdiler. Kıpçak’Ea köp >l ve nöker b>rip ol yakka Tın ve Atıl Suy’nıng yakasıEa yıbardı. Üç yüz yıl Kıpçak ol y>rlerde pâdişahlık kılıp olturdı. Barça Kıpçak Eli, anıng neslinden tururlar.” Ayrıca Şecere-i Terakime’de Başkurtlara komşu (Eştek/Heşdek, Ruslarca Ostyak) İştek kavmine ve kuban (Nogaylara göre Kuman) ırmağı boyundaki Çerkesler ile Terek boyundaki Tümen (Tuman-Kazı-Kumuk) ahalisine Cengiz istilasından sonra çok sayıda Kıpçağın sığındığı anlatılmaktadır.[3] Eski Arap müellifleri Başkurt ismini başcirt (istahri), başgird şeklinde yazarak, İbni Fadlan’ın “dağlık, ormanlık ve içerisine nüfuzu zor olan bir memlekette yaşadıklarını ve bu ülkenin merkezinin o zaman bağlı olduğu Bulgar kabilesinden 25 günlük mesafede bulunduğunu” söylediğini ifade ederler.

Arap müelliflerinden Şemseddin Dimaski, Moğollar zamanındaki Başkurtları, Kıpçak urugları arasında saymıştır.

Başkurt ülkesini gezen Ebu Hamid’el-Endülisî, Başkurtlardan Müslüman olan Davud b. Ali isminde birinin, Anadolu ve Konya civarında “uzun insanlar” mezarları hakkında bilgi verdiğini söyler. İdrisî de Yayık ve Ak İdil nehirleri üzerinde bulunan Nemcan, Gurhan ve Kurukaya şehirlerinden ve buralarda yapılan silahlardan ve buralarda çıkan sincap ve kunduz derilerinin yakın ve uzak beldelere ihracından bahsetmiştir.[4] Arap tarihçisi Dimiskî de Başkurtların; Tok, Kumandur, Berndi, Beçene, Kara Börklü, Uzun ve Çurtan urugları ile birlikte Kıpçakların küçük urugları olduğunu söyler.

Başkurtlar 13. yüzyılın birinci yarısında Moğol-Tatar istilasına maruz kaldılar. 13 ve 15. yüzyıllar arasında, IX. yüzyılda Kazan bölgesinde kurulan Bulgar Devleti’nin Cengiz Han’ın torunu Batı Han’ın istilâsı sonucu yıkılarak, yerine bu bölgede hüküm sürmeye başlayan Altınordu Devleti’nin himayesinde yaşadılar. Başkurtlar bu dönemde Seyyid Batır idaresinde Macaristan’a kadar uzanan seferler yaptılar.

Başkurt-Macar münasebetleriyle ilgili çeşitli görüşler şunlardır: Macarlar arasında yüzyıllarca Ural bölgesinde kardeşlerinin kaldığına dair hatıralar yaşadığı ifade edilir. Macarların doğudaki Magna Hungariası bir çok bilgini göre bugünkü Başkurt toprağı ile eşittir.

1943’te Czegledy, İbni Fadlan’ın Seyahatnâmesine dayanarak, Başkurtların bir kısmının Macar soyundan olduğunu, bunların Volga nehrine dökülen Çirmişen ırmağı çevresinde yerleşmiş olabileceklerini söyler.

13. yüzyıl seyyahı Plano Carpini ve Rubrukvis, Başkurtlarla Macarları aynı kavim olarak gösterir. Pregni’ye göre 13. yüzyılda Başkurdıstan’daki Macarlar, Volga nehrinin sağ çevresinde Bulgarlara bağlı olarak yaşıyorlardı. Ona göre Magna Hungaria burasıydı.

1963’te Rasonyi, İdil nehrinin bir hayli uzağında ve bugünkü Başkurt sahasının batı ve güneybatı bölgesinde 18. yüzyıl başlarında Macaristan’da da bulunan ortak bir kaç coğrafi yer adı bulunduğunu açıklar. Bu yer adları şunlardır: Kunduruş Irmağı (Kunduzlu) üç yerde; Bekaş (Kurbağalı) oymak adı, İdeş (tatlı) çay adı, iki yerde, Megaş (yüksek) dağ adı olarak iki yerde rastlanır.

Rasonyi tarafından bulunan eski Macar yer adları ile ilgili olarak Nemeth, bu adların eski Macarların Başkurt oymak teşkilatı içinde kalmış adlar olduğunu belirterek, tarihi bakımdan şöyle bir açıklama yapmıştır:

Bulgar-Türk fonetiğine uygun eski Macar oymak adı Cormati, Başkurt Yurmatı, Surmatı Eski Macar Yeneli, Başkurt Yeney her iki kavimde de müşterektir.

Nemeth bu adlara eski Macarlarda oymak adı olan ve bugün de yaygın olarak kullanılan üç yer adını ekler. Bu adlar:

  • Eski Macar Nek, Başkurt Neg-man
  • Eski Macar Yula, Cula, Başkurt Yula-man
  • Eski Macar Keseh, Başkurt Kese-tabın’dır.

Decsy ise, Başkurdıstan toprağında Başkurtlardan önce uzun bir süre Volga Bulgarları tesirinde kalan Macarların yaşadığını, onların büyük bir kısmının 600 yıllarında güneye göç ettiklerini, bir kısmının da eski yurtlarında kaldıklarını, bu eski Macarların dilinin Proto Başkurt dilinin de temelini oluşturduğunu, sonradan oraya göç eden Türklerin Macarları Türkleştirdiğini, daha sonra bu bölgeye akın eden Moğolların, bir çok Tatar ve diğer unsurları da birlikte getirdiklerini ifade eder.

Bütün bu bilgiler, Macarların eski yurtları olan Magna Hungaria’nın daha sonra Başkurt toprağı adı aldığına ve birçok unsurlardan meydana gelen Başkurtların içinde bir grup Macarların da bulunduğuna delil sayılabilir.[5]

Altınordu Devleti’nin dağılmasından sonra kurulan Kazan Hanlığı sınırları içinde yaşayan Başkurtların bulunduğu arazinin Ak İdil ve Kama nehirlerinin doğusunda olan kısmı, Cengizlilerden Şeybanoğulları idaresine, güneydoğu kısmı da Nogay Mirzalarının hükmü altına girmiştir. 1469 yılında Kazan Hanı İbrahim’in Ruslara karşı seferlerine Başkurtlar da katılmıştır. 15 ve 16. yüzyıllarda Başkurt bölgesini Şeyban-Tura hanları idare etmiştir. 16. yüzyılın ortasında Kazan Hanı Hak Nazar, Başkurt ülkesini idaresi altına aldı.[6]

1552’de Kazan, 1558’de Astrahan hanlıkları ortadan kalktıktan sonra, Rus istilası başlamış, gerek Nogay mirzaları gerekse Tura-Sibirya hanlarının karşı koymaları Rusların Ural bölgesine doğru yürüyüşüne engel olamamıştır.

Başkurtlar, Rusya ile bağlarını kuvvetlendirmeye başlar. Rusya ile birleşmek için elçilerini Moskova’ya gönderirler. IV. İvan tarafından kabul edilen elçiler dinlenir. Çar, onların isteklerini kabul eder. Burada yaşadıkları arazi ve daha önce Nogaylarda bulunan toprakları üzerindeki hakları kabul edilir, fakat kendileri yasağa bağlanır. 1557 yılında Kazan ve Nogay Başkurtlarının da Moskova Devleti ile birleşimi gerçekleşir.[7]

1579 yılında Rusların, Başkurt topraklarında Ufa şehrini kurmasından sonra, Başkurt topraklarını zaptetmeye başlamaları, Başkurtların Ruslara olan güvenini yitirmesine ve Başkurtlar arasında kımıldanmalara sebep olmuştur. Önce Rus karakollarına yapılan münferit baskınlar ve çete savaşları daha sonra ciddi bir mücadeleye dönüşmüştür.

Başkurtlar, 1664 yılında Seyyid Batır idâresinde ayaklandılar. Bu ayaklanma tarihte “Seyyid Ayaklanması” olarak bilinmektedir. Bu ayaklanma üç yıl sürmüş, Rus hükümetini çok uğraştırmıştır. Başkurtlar, 1662-1665 yıllarında Köçüm Han’ın oğulları tarafından idâre edilen Rus aleyhtarı savaşlarda da büyük gayretler göstermişlerdir. 1679-1781 yıllarında da Başkurt topraklarında kargaşa devam etmiştir.[8]

I. Petro Zamanında Başkurt İsyanları

Başkurtların ikinci büyük ayaklanması 1707’de I. Petro zamanında olmuş, bu ayaklanmaya da Ufa’daki Rus memurların kötü idâresi sebep olmuştur. Çeşitli işkence ve baskıya maruz kalan Başkurtlar, bu duruma Aldar ve Kösüm adlı iki yurtseverin yönettiği “Aldar Kösüm isyanı” ile cevap vermişlerdir. Bu isyanda asıl hedef, Rusya’dan tamamen ayrılmak ve bağımsızlık elde etmekti. Bu ayaklanma bastırıldıysa da Başkurt topraklarında huzur fazla uzun sürmedi. 1709’da Başkurtlar bağımsızlık elde etmek için tekrar ayaklandılar. Petro, âsi Başkurtları kılıç ve ateş ile de yok etmenin câiz olduğunu, bir gönüllü savaşçı, Başkurtlardan ne elde ederse kendisinin olacağını ilân ettirdi. Bunun üzerine Kalmuklar, on bin kişilik fırkasıyla Başkurt yurduna akın ederek bütün ülkeyi darmadağın ettiler. Bu durum karşısında Başkurtlar savaştan vazgeçtiler. Ancak, 1710 yılında Başkurt topraklarına bir kez daha Kalmukların gönderilmesi ihtiyacı doğmuştur.[9]

18. Yüzyılın 30’lu Yıllarında Başkurt İsyanları

Rus hükümeti, Başkurtları Kazak-Kırgızlardan coğrafi yönden ayırmak ve Başkurtları arkadan kuşatmak düşüncesiyle 1734’te Cayır (Ural) nehrine dökülen Or çayının ağzında bir kale kurmaya karar vermişti. O günlerde Petersburg’da bulunan Başkurt aksalı Tilekey Tokçuraoğlu, Rusların bu teşebbüsüne silahla karşı koymak gerektiğini anlatır. Kilmek-abız, bu ihtara uygun şekilde hazırlanarak Kirillov’un kafilesine hücum eder. Ancak onların ilerlemesine engel olamaz. 15 Ağustos 1735’te eski Orenbug kalesinin temeli atılmıştır. Fakat, bu sırada Başkurt topraklarında Rus birlikleriyle çarpışmalar devam etmektedir.

Petersbug hükümeti 1736 yılını sonunda, Başkurtların bir daha ayaklanmalarına engel olmak için, Kirillov’un hazırladığı içtimaî ve siyasi tedbirler tasarısını onaylar. Bu tasarıda Başkurtları yasaklı sınıfına çevirmek, evlerde silah, köylerde demirci ve demir dükkanlarının bulundurulmaması, Başkurt bölgesini idare görevini üstlenir. Başkurtlardan üç kişinin herkesin gözü önünde asılacağını ilan eden Urusov’un bu sözleri Başkurtları tekrar ayaklandırmıştır. 1740 yılının Mart ayında büyük bir ayaklanma başlar. Bu ayaklanmayı Yurmatı ulusu Başkurtlarından Karasakal lâkaplı kişi yönetiyordu. Urusov’un kurduğu komisyonda, esir düşen Başkurtlar sorguya çekiliyordu. Buna dayanamayan Karasakal Kazak-Kırgız bozkırlarına çekilip gitmeye mecbur olur. Başkurtlar Rus memurlarına teslim olmaya başlarlar. Bu isyanların ortaya çıkmasında dinî baskılar da rol oynamıştır.[10]

1755 İsyanı

Başkurtların eksik idâri muhtariyeti, günden güne daha da azaltılıyor, 1754 yılında da tuz tekeli kanunu uygulanmak isteniyordu. Bu kanuna göre Başkurtlar, vergi ödemekten muaf tutulacaklar, fakat tuzu hükümetten almaya mecbur olacaklardı.

Tuzu ülkelerindeki tuzlu göllerden çıkarıp kullanan Başkurtlar, buna karşı çıkarak 1755 yılının Mayıs ayında ayaklandılar. Bu ayaklanmayı Abız Abdullah Batırşah Alioğlu yönetiyordu. Batırşah, Kazan şehrindeki Müslümanların da baş kaldırmasına ve Kazak-Kırgızların yardımına güvenmişti.

Fakat umutları gerçekleşmedi. Pek çok Başkurt, Ural nehri geçitlerinde Rus Kazaklarıyla, Kalmuklar tarafından yok edildi.

Kazan şehri 1552’de Ruslar tarafından ele geçirildikten sonra, Rusların Kazan şehri Müslümanları üzerindeki dinî ve içtimaî baskıları 1755’te biraz hafifletmişti. Fakat bu kadar uzun süren baskılar sırasında çok sayıda Kazan Türkü, Kama nehri ötesine, Başkurt ülkesine kaçmaya mecbur olmuştur. N. Firsov’a göre, Başkurtları isyana sürükleyenler, bu Kazanlı mültecilerdir.

Pugaçov İsyanı

Pugaçov, Başkurtlara tam bağımsızlık ve Başkurt topraklarına yerleşen bütün Rusları çıkarma sözü verir. Bu çekici vaatler, Başkurtları gayretle çalışmaya sevk eder. Kazanlı Türkler ve Kazan bölgesindeki diğer bütün halklar, Pugaçov hareketine büyük bir istekle katılırlar. Pugaçov isyanının başladığı sıralarda, Başkurt isyan hareketini Yolay Ağa ile oğlu Salavat Batır idare etmektedir. 1774 yılının Nisan ayı ortalarında Salavat komutasındaki orduda iki binden fazla savaşçı vardı. Birkaç defa meşhur General Nikhelson ile de savaşmışlardır. Pugaçov isyanında, Pugaçov yakalanır ve Salavat Başkurt topraklarında Ruslara korku vermeyi sürdürür. Ancak, Salavat’ın birlikleri Ruslara yenilir ve kendisi de saklanır. Pugaov’un idam edilmesinden sonra, Salavat da yakalanarak Kazan şehrine, Gizli Komisyona sevk edilir.[11]

Evliya Çelebi, Başkurtları Ruslarla mücadeleleri sırasında gördüğünü, bu Başkurtlardan bazılarının Osmanlılara tâbi olarak, Osmanlı Devleti’nin Rus sınırlarındaki Rus ve Kalmuk saldırılarına karşı savunma görevi teklif ettiklerini söyler.

Evliya Çelebi Başkurtları Nogayların deyimiyle Haşdek, yani İştek şeklinde anarak Haşdek kavmiyle ilgili olarak şunları söyler:

“Haşdek kavmi at etleri yer; boza, kımız, talkan ve yazma içerler. Hava ve suyunun hoşluğundan güzel erkek ve kadınları çoktur. Hepsi âşıktırlar. Erkek ve kadınlarının elbiseleri çuhadır. Başlarında kalpakları vardır. Ama Tatar başlıkları gibi değildir. Değişik tarzda sürahi kalpak giyerler. Kadınları yüzleri açık gezerler. Bu Haşdek kavminin çok hızlı atları, güzel zırhları, ucu sivri Mâhan vilâyeti kılıçları, Mâzenderan vilâyetinin çok güzel tüfengleri, Şiraz ve Geylan vilâyetinin çok güzel ok ve yayları, güzel kalkan ve süngüleri vardır. Hepsi konar göçer kavim ve kabilelerdir. İçlerinde Dadinya’dan iki nefer şehzadeleri vardır. Ulemâları gayet çoktur. Gece gündüz Kalmuk ile savaşırlar. Zira, gayet cesur, güçlü, kuvvetli, kibirli yiğitleri vardır. Yüz bini tüfengli, yüz bini okçu takımıdır. Altı adet şâhi topları vardır.”[12]

17 ve 18. yüzyıllar Başkurtlar için mücadeleler ve isyanlarla geçmiştir. 18. yüzyılın 80-90’lı yıllarında Başkurdıstan’da tarım ve toprak kullanımı ile ilgili, aynı zamanda Ruslaştırma ve Rus Çarı’nın misyonerlik siyasetinin izlendiği görülmektedir. Fakat bu halkın büyük tepkisini çektiği için geçici olarak durdurulur. 1861 yılında yapılan toprak reformu Başkurtların hayatında önemli değişikliğe sebep olur. Fakat, topraklarından mahrum bir şekilde özgürlüğe kavuşmak, onları açlığa, sefalete sürüklemiş, çok sayıda ölümlere sebep olmuştur. Başkurt aydınları ve Rus sosyal demokratları bu durumu protesto ettiler. 1894 yılında Başkurt ormanlarının büyük bir kısmının yerel ahaliye verilmesi mümkün olmuştur. Fakat ormanlar tamamen yağmalanmış bir durumdadır.

Bu yıllarda Rus halkının Başkurt topraklarına yerleşimi de görülmektedir. 1865-1895 yılları arasında resmî kaynaklara göre 25.000 köylü ailesi 161.474 kişi Başkurdıstan’a yerleşmiştir.

Başkurtların aydın kişileri bu iki halk arasındaki düşmanlığı yatıştırmıştır. Muhammed Salim Umutbayev adlı bilim adamı, Başkurtların Rus kültürüne saygı duymalarını istemiş, her iki dilde şiirler yazmış tercümeler yapmıştır.

1895 yılından sonra Rus yönetimi altına giren Başkurtlar, Rusya ile birlikte sosyalist rejime geçmiştir. Bu tarihten itibaren bu yeni yönetime adapte olmaları gerektiğini düşünerek, Rus baskılarına eğitimle ve yeniliklerle karşılık vermeyi uygun görmüşlerdir. 1905 Rus İhtilâli’nin toplantı yapma, düşünceyi yayma konusunda hazırladığı uygun zeminde, İsmail Gaspıralı’nın o dönemde sloganlaştırdığı “dilde, fikirde, işte birlik” düşüncesinin tesiriyle, bütün Müslüman toplulukları bir çatı altında toplama düşüncesiyle harekete geçtiler.

1774 yılındaki büyük Pugaçov isyanından sonra, bir takım haklar elde etseler de Müslüman halkların Rusya’ya muhtar bir Cumhuriyet şeklinde bağlanışı henüz gerçekleşmemişti. 1917 İhtilâli Rusya’da çarlığın yıkılmasına sebep olmuş, bunun neticesinde de geniş politik faaliyetlerin yapılmasını sağlamıştır. 1-11 Mayıs 1917 tarihleri arasında düzenlenen I. Bütün Rusya Müslümanları Kongresi’nde siyasî, askerî ve eğitimle ilgili bazı konular ele alındı. Devletin rejim meselesi üzerinde konuşulurken delegeler “unitarist” ve “federatist” bir rejim isteyenler olmak üzere ikiye ayrıldılar. Kafkasya, Türkistan, Başkurt temsilcileri federasyona bağlı bir rejim istiyorlardı. Oysa, o tarihe kadar, Tatar ve Başkurt halkları Kazan Hanlığı içinde aynı coğrafyayı, aynı kültürü paylaşarak birbirlerine tesir etmişlerdi. Hattâ, medreselerdeki eğitim-öğretim sistemi arasında da aralarında hiç bir fark yoktu. Bu kaynaşma ve karşılıklı tesirler neticesinde, aralarında ortak bir yazı dili ve edebiyatı gelişti. Habibünnecar Öteki, Zeki Velidî gibi bilim adamları eserlerini, Şehzade Babiç ve diğer şâirler de şiirlerini Kazan lehçesi ile yazıyorlardı.

Kazan Hanlığı’nın 1552 yılında dağılmasından sonra da aynı kaderi paylaşmışlar, ortak düşmanları Ruslara karşı birlikte mücâdele vermişlerdi. Dolayısıyla, ayrı birer Muhtar Cumhuriyet olmaları düşünülemezdi.

1917 İhtilâli, farklı siyasi ve milli güçlerin etkinliğini arttırır. Böyle bir dönemde Zeki Velidî Togan, Tatarlardan ayrı bir muhtar Başkurt Cumhuriyeti olması gerektiğini savunarak “Büyük Başkurdıstan” ve “Küçük Başkurdıstan” olmak üzere iki ayrı tasarı düzenler. Küçük Başkurdıstan projesi Başkurtların hemen hemen hepsinin dahil olduğu, fakat Rusların yüzdelik oranının da fazla olduğu bir projeydi.

16 Kasım 1917’de Başkurdıstan’ın muhtariyeti ilân edilir. Bu muhtariyet sırasında nüfûsun yüzde yetmiş ikisinin Müslüman olduğu ve yüzde yetmiş beş oranında Türk unsurunun bulunduğu Zeki Velidî’nin Küçük Başkurdıstan adını verdiği, Başkurdıstan’ın doğu bölgesi Başkurtlara verilir. Zeki Velidî aynı zamanda, Müslüman nüfûsun az olduğu yerlerdeki Başkurt ve Tatarları da Küçük Başkurdıstan bölgesine ve Türkistan’a dağıtmayı düşünmektedir.

Ayrıca Başkurdıstan ile Batı Kazakistan’ın ve Orenburg Kazaklarının merkezinin de Orenburg olacağı düşünen Zeki Velidî ve arkadaşları ileride Başkurdıstan ve Batı Kazakistan’ın resmen bir ülke olarak birleşmeleri halinde Rus Kazaklarının da bu ülkeye dahil olacağını plânlıyorlardı.

20 Kasım 1917’de Başkurdıstan’ın muhtariyeti resmen ilan edilerek millî hükümet kurulur. Yunus Bekbov hükümet başkanı olur. Zeki Velidî de içişleri ve dışişlerinden sorumlu olur. Küçük Başkurdıstan’ın 1917’de nüfûsu 1.259.059’dur.

Zeki Velidî ve arkadaşlarının düşünceleri gerçekleşmez. Ufa ve Samara vilayetlerinin kontrolünü ellerinde bulunduran Bolşeviklere karşı, General Kolçak ile işbirliği yaparlar. Rus Kazakları General Dutov’un önderliğinde Bolşeviklerle savaşmaya başlarlar. Rus Kazakları nın lideri general Dutov ile Çarlık taraftarı güçlerin lideri General Kolçak uzlaşmaz. Ardından da Zeki Velidî ve arkadaşlarının gücü etkisiz hale getirilir.

23 Mart 1918’de Bolşevikler Sovyet Sosyalist Tatar-Başkurt Cumhuriyeti’ni kurduklarını ilân ederler. Fakat Rus komünistleri buna karşı çıkarlar. Tatar-Başkurt Cumhuriyeti, bölgede iç savaş çıkması ve Bolşeviklerin iç savaşı kendi lehlerine bitirmesinden dolayı resmen ilân edilemez. Bunun yerine 23 Mart 1919’da Başkurt, 27 Mayıs 1920’de Tatar Muhtar Cumhuriyetleri ilân edilir. Böylece, milliyetçiler tarafından ortaya atılan Başkurt-Tatar anlaşmazlığı ve uzun süren iç savaşı Bolşevikler kendi menfaatleri doğrultusunda kullanarak bu iki kardeş topluluğu siyâsi olarak da birbirlerinden ayırdılar. Sovyet Sosyalist Tatar-Başkurt Cumhuriyeti yerine ayrı ayrı muhtar cumhuriyetlerin kurulması, aynı zamanda Türk birliğinin parçalanmasına da sebep oldu. Sovyet hakimiyeti döneminde de Tatar-Başkurt ayrılığını sürdürmek ve daha da artırmak için her türlü tedbir alındı. Zaman zaman çok tehlikeli boyutlara ulaşan Tatar-Başkurt anlaşmazlığı günümüze kadar geldi.

Sovyetler Birliği’nin Ufa şehrini Başkurtlara verdi. 23 Mart 1919’da resmen ilân edilen Başkurt Muhtar Cumhuriyeti’nin başkenti Ufa’dır. 1935 sayımına göre nüfusu 2.975.400’dür. Bunun, %51’i Türktür.

Başkurt Muhtar Sosyalist Cumhuriyeti’nin oluşumu, 1917 yılından başlayarak 1934 yılına kadar geçen süre içinde sınırları tamamlanarak son şeklini almıştır. Bugün Başkurdıstan’ın sınırları, Güney Ural’dan batıya doğru Belaya (İşimboy) ve Kama nehirlerine kadar uzanır. İdarî yönden 5 mahalle ve 17 şehre ayrılmaktadır.

Ülkenin batı kısmının yarısı vadilerle bölünmüş yaylalardan ibarettir. Bu bölüm verimli kara toprakla örtülüdür. Burada buğday yetiştirilir. Bozkırlarda ise hayvancılık yapılır. Doğuya Ural’a doğru olan kısımlar ise sık ormanlıklarla kaplıdır.

Müslüman bir topluluk olan Başkurt Muhtar Cumhuriyeti’nin nüfusu 1989 sayımına göre 3.943.113’tür. Başkurtların %59.6’sı (863.808) kendi aralarında kurulan cumhuriyette yaşamaktadır. %32.2’si de Cumhuriyete komşu Çelyabinsk, Peru, Samara ve Orenburg ile Tataristan Cumhuriyeti’nde ve Rusya Federasyonu’nun diğer bölgelerinde, %7.2’si de Orta Asya Cumhuriyetlerinde bulunmaktadır.

Başkurdıstan’ın ekonomisinde çiftçiliğin yanı sıra petrol, doğal gaz, kömür gibi yer altı kaynakları önemli bir yer tutar. Tuymasi -Ufa- Omsk (Sibirya), İşimbay-Şkapova arasında petrol hatları, Şkapova- İşimbay ile Magnitogo arasında doğal gaz hatları bulunmaktadır. Rafineriler ve petro-kimya fabrikaları Başkurdıstan ekonomisinin temelini teşkil ederler. Güneyde Kuyurgas’ta kömür, Baymak’ta bakır, Novaya Priştina’da boksit ve diğer bölgelerde de altın, manganez, krom ocakları bulunmaktadır.

Ekonomiye büyük bir katkıda bulunmalarına rağmen idarî ve ekonomik kararlarda fazla söz hakkına sahip değillerdir.[13]

Başkurtlar, Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra da 31 Mart 1992’de yılından itibaren Rusya Federasyonu’na bağlı özerk bir Cumhuriyet olarak varlığını sürdürmektedir.

Başkurt Adı

Başkurt adı ile ilgili olarak, etimolojik bir açıklamanın yanı sıra sosyal kültürel ve etnik özelliklere bağlı olarak efsânevî bilgiler de vermek mümkündür.

Zeki Velidî Togan, Başkurt isminin (Başkırt-Başgurt) Beş Ogurlar anlamına geldiğini, fakat İran efsânelerinde, Hazar Denizi’nin güneyinde Gurksar/Kurtbaş isminde bir kavmin yaşadığına dair bir rivayetin bulunduğunu ve Başkurt ismiyle ilgili olarak Kurt-Baş/Baş-Kurt şeklinde eski bir etimolojinin bulunduğunu bildirir.[14]

Ferhad Zeynelov, Başkurt adına Arap kaynaklarında çok eski dönemlerde rastlandığını; 10. yüzyılda İbni Fadlan’da Başgır, Mesudî’de Beçgurd, Başçurt; Başkurt-Başgurd; 12. yüzyılda İdrisî’de Başçurt; 13. yüzyılda İbni Seyid’de Başgurt şekline geçtiğini söyler. Kaşgarlı Mahmud’un Divânü Lügâti’t-Türk adlı eserinde de Türklerin tayfa birliklerinin adı içinde Başkurt kelimesinin yer aldığını bildirir.

Başkurt kelimesinin Baş-kor-t baş: birinci; kor: kabile; t. çoğul eki (birinci kabileler) şeklinde etimolojisini yapan Ferhad Zeynelov, bu kelimeyi Zekiyev’in başka (mişe) bişe, meşke, beşke kelimeleriyle birleştirerek “Mişe kabileleri” anlamında bir kelime olarak açıkladığını ifâde eder.[15]

Laszlo Rasonyi, bazı bilginlerin görüşlerine yer vererek, Györy Györffy’nin Başkurtları anayurtlarına götüren efsanevi hayvanın kurt, ayı, boğa olmayıp başka bir hayvan olması gerektiğini; komşu Ugor kavimlerinden Vogul ve Ostyakların efsanelerine obur (Gulo-gulo) karşılığı Paskır adlı bir hayvanın onları ana yurtlarına götürdüğünü; Paskır kelimesinin tarihi bakımdan etimolojisinin yapılması gerektiğini bildirir.

Rasonyi, Başkurt (Başgırd) isminin sonundaki (-t,-d) ekinde bir küçültme ifâdesinin de saklı olabileceğini zira; bu ekin 12 ve 13. yüzyıllarda Macarcada kullanıldığı üzerinde durur.[16]

Divanü Lügati’t-Türk’te ise Başkurt adı “Başgırd” şeklinde bir Türk boyu olarak geçer. “Bizans Rum ülkesine yakın olan boy Beçenektir; sonra Kıfçak, Uguz, Yemek, Başgırd, Basmıl, Kay, Yabaku, Tatar, Kırkız=Kırgız gelir”[17]

Başkurt kelimesinin menşei hakkındaki efsaneler ve buna dayalı görüşler de şöyledir:

Bir efsaneye göre, bir göç esnasında bozkırlarda yollarını kaybeden Başkurtların karşılarına çıkan kurt, onlara yol göstererek çölden çıkmalarını sağlar. Kurdun yardımıyla kendilerine yeni vatan olarak Ural dağlarını bulurlar. Başkurtların ataları da bu hayvana kurt derlermiş. Kılavuzluk eden kurdun peşinden geldikleri için Başkurt ismini almışlardır.

Burada baş kelimesi öncü anlamındadır. Bazı araştırmacılar bu kurt efsanesine dayanarak Başkurt kelimesinin menşeini Başkurd veya Beşgurd şeklinde açıklamak isterler. Başkurt kelimesi birbirine akrabalık ve dinî inançlarla bağlı beş kabileyi ifade eder. R. G. Kuzey ve F. F. İlimbet tarafından toplanan ve incelenen kaynaklar, bu efsanenin tarihe dayandığını göstermektedir.

Başka bir rivayete göre, çok eskiden genç bir avcı dişi kurda rastlayıp onu öldürmek istemiş. O anda dişi kurt, insan sesiyle avcıya “Tut beni kuyruğumdan ve yere çarp” diye seslenmiş. Avcı kurdun dediğini yapmış. O zaman kurt güzel bir kız olmuş. Avcı bu kızı kabilesinin yanına getirerek evlenmiş. Ancak yakınları buna karşı çıkarak onları aralarından kovmuşlar. Bunun üzerine avcıyla kız uzak ormanlara gidip oralarda yerleşmişler. Bu evlilikten doğan çocuklar kurt ismini almışlar. Bu efsane gerçeğe uymayıp, masala benzemektedir.

Başkurt efsanelerinde ve totemistik ayinlerde kurt, kabilesinin yaratıcısı ve hâmisi olarak kabul edilir. Geçmişte Başkurtlar tarafından kurdun ilahlaştırılması ile halk dilinde başkurt kelimesinin açıklanması arasında bir bağlantı bulunmaktadır.

Kurt kelimesi Oğuz Türklerinde vahşi hayvan anlamına gelmektedir. Diğer Türk grupları ve Başkurtlar da buna “börü” “böri” demektedirler. Başkurtlar başlangıçta kurt kelimesini kullanırken, Kıpçak, Altay ve diğer Türk lehçelerinin tesiriyle kurda “böri” demeğe başlamış oldukları söylenebilir. Ayrıca başkurt kelimesinin çok daha eski zamanlardan kalan bir kelime olduğu da açıktır.[18]

Yazı ve Edebiyat

İlk Başkurt alfabesi, 1907 yılında Başkurt bilim adamı M.C. Kulaev’in girişimiyle Rus-Grek-Latin esasında yazılmıştır. Bu alfabenin Başkurt Türkçesine uygulanabilmesi için yeni bazı harflerin ilâve edilmesiyle 1912 yılında uygulamaya konmuştur.[19]

1917 ihtilâlinden sonra, sadece Tatar ve Başkurtlar değil, birçok Türk kavmi kullanmakta oldukları Rus alfabesinin yerine Latin alfabesini kullanmaya başladılar. 1920-1929 yılları arasında yapılan kongre ve toplantılarda Rus hakimiyeti altındaki Türk kavimlerinin alfabe konusu tartışılmış, Rus hakimiyeti altındaki Türk topluluklarını biri birine yaklaştırmak için “Unifikatsiya” adında bir komisyon kurulmuş, bu komisyon 1930 yılına kadar çalışmalarına devam etmiştir. 1930 yılında da İdil- Ural bölgesinde yaşayan Türkler Lâtin alfabesini kullanmaya başlamışlardır. 1937 yılından itibaren de Rus kökenli Kiril alfabesini kullanmaya mecbur edilmişlerdir.[20]

Başkurtlar 1940 yılından itibaren Rus Kiril Alfabesini kullanmaya başlamışlardır. Bu alfabenin kullanılması Rus alfabesini ve Rusça öğrenmeyi yaygınlaştırdı. Başkurt Kiril alfabesiyle Tatar Kiril alfabesi arasında bazı farklar oluşmasından dolayı; daha önce Arap alfabesini kullanan, Tatar Türkçesini konuşan Başkurtlarla Tatarlar arasındaki anlaşabilme imkanı nispeten azalmıştır.[21]

Başkurt edebiyatı 1920 yılından itibâren gelişmeye başlamıştır. 1917 ihtilâlinden sonra, Başkurt ve Başkurdıstan adlı gazeteler Başkurt lehçesiyle makaleler yayınlamaya başlamışlardır. 1920’den itibâren de bütün yayın Başkurtça olmuştur. Başkurdıstan’da irili ufaklı Rusça 68, Başkurtça 21, Tatarca 5 gazete; Başkurtça 5, Rusça 3 ve Tatarca 1 dergi çıkarılmaktaydı.

Fakat bunlar mahalli gazete ve dergiler olduğu için fazla önemleri yoktur. En önemli dergi 31 Başkurdıstan Yazarlar Birliği’nin yayın organı Agidil’dir. Bunun dışında Başkurdıstan Ukıtısıhı adlı pedegojik dergi ile Henek Dergisi Başkurdıstan’ın kültür hayatında önemli bir yere sahiptirler.

1917 İhtilali’nden önce Başkurtların eğitim dili Tatarca iken, 1920 yılından itibaren Başkurdıstan’da Başkurt okulları açıldı ve ana dilinde okuma ve bilim yapma serbestliği sağlandı. Böylece burada iki ayrı şivede eğitime başlanmış oldu. 1966/1967 eğitim-öğretim yılında 762 Başkurt, 1070 Tatar, 2085 Rus vardır ve 7 ayrı dilde eğitim yapılmıştır. Başkurdıstan’da 4600 okulda toplam 8000 öğrenci eğitim görmekte ve bu okullarda Rusça, Başkurtça, Tatarca eğitimin dışında Mari, Mordva, Çuvaş ve Umdurt dilleriyle de dersler verilmektedir. Başkurdıstan’da 84 teknik okul vardır. Bu okullarda okuyan öğrenci sayısı 33 bini bulmaktadır. Yedi yüksek okulda görev yapan 1600 pedegogdan 440’ı öğretim üyesidir. Ufa radyosu da başta Rusça olmak üzere Başkurtça ve Tatarca yayınlar yapmaktadır.

Başkurt edebiyatı, özellikle halk edebiyatı ürünleri açısından oldukça zengindir. Halk edebiyatı ürünleri arasında halk kahramanları, tarihî-askerî türküler, masallar, efsaneler özellikle de kahramanlık destanları önemli bir yere sahiptir. Ural Batır, Akbuzat, Alpamışa, Küsek Bey, Akhak Kola destanları bu destanlardan sadece bir kaçıdır.[22]

İlk Başkurtça eserler, Rus-Başkurt mücadelelerinin konu edildiği hikâye, piyes ve şiirlerdir. Bu eserlerde eski dönemlerde istiklâl mücadelesi veren kahramanların kahramanlıkları anlatılmıştır. Şairlerin şiirlerinde de eski dönemlere duyulan özlem dile getirilmiştir. Said Miras’ın Salavat Batır’ı, Habibullah Abidin, Şeyhizâde Babiçin ve diğerlerinin şiirleri ve hikayeleri bu konuda yazılmıştır. 

Başkurdıstan’da Sovyet hakimiyetinin tam olarak yerleşmesi millî Başkurt edebiyatının gelişmesine engel olmuş, 1935 yılına kadar Başkurt oymağı, Sesen, Haban gibi ilmî ve edebî dergiler, millî düşünceleri az çok yayınlamayı başarmıştır.

H. Abid, Davut Yoltı, Abdülahad Vildan, A. Amantay, T. Tanabî, N. Tahir gibi isimlerin yanı sıra, halkı aydınlatma ve eğitmeyi amaç edinmiş Ş. Zeki, M. Akmulla, M. Umutbayev, Zakir Hadıy gibi önemli isimlerin Başkurt edebiyatına katkıları unutulamaz.[23]

Yrd. Doç. Dr. Suzan TOKATLI

Erciyes Üniversitesi Fen-Edebiyat / Türkiye

Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 20 Sayfa: 81-87


Dipnotlar:
[1] Prof. Zeki Velidî Togan, Hatıralar, İstanbul, 1969, s. 2-3.
[2] İslam Ansiklopedisi, Başkırt maddesi, İstanbul, 1961, Cilt 2, s. 328.
[3] Prof. Dr. Fahreddin Kırzıoğlu, Kıpçaklar, T. T. K. yay. Ankara, s. 12-13.
[4] İslam Ansiklopedisi, a.g.m., s. 329.
[5] Prof. Dr. Laszlo Rasonyı, Tarihte Türklük, Ankara, 1988, s. 123, 124, 125.
[6] İslam Ansiklopedisi, a.g.m., s. 330.
[7] Bol’şaya Sovetskaya Entsiklopediya, 1950, Moskova, III. cilt, s. 342-348.
[8] Abdullah Battal Taymas, Kazan Türkleri, T. K. A. E., yay., 3. Baskı, Ankara, 1988, s. 60, 61, 62.
[9] Abdullah Battal Taymas, a.g.e., s. 66, 67, 68.
[10] Abdullah Battal Taymas, a.g.e., 73, 76, 77, 79.
[11] Abdullah Battal Taymas, a.g.e., 84, 85, 87, 88, 89, 93, 94, 95.
[12] Evliya Çelebi Seyahatnamesi VII. cilt, İstanbul, 1985, s. 487, 494.
[13] Abdullah Battal Taymas, a.g.e., s. 198-200; Prof. Dr. Zeki Velidî Togan, Hatıralar, s. 185-190; Bugünkü Türkistan ve Yakın Tarihi, 1. Cilt, İstanbul, 1981, s. 356-378; İslam Ansiklopedisi, a.g.m., s. 332; Prof. Dr. Nadir Devlet, Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi, İstanbul, 1993, s. 246-254.
[14] İslam Ansiklopedisi, Başkırt maddesi, 2. cilt, İstanbul, s. 328-329.
[15] Ferhad Zeynelov, Türkologiyanın Esasları, Bakü, 1981, s. 224-225.
[16] Prof. Dr. Lazslo Rasonyi, Tarihte Türklük, Ankara, 1988, s. 125.
[17] Divanü Lügati’t-Türk, Çeviren Besim Atalay, T. D. K. yay; 521, II. cilt, Ankara, 1986, s. 30.
[18] Kazan Dergisi, “Başkurt” sözünün menşei hakkında efsaneler, Kazan Türkleri Yardımlaşma Derneği, İstanbul, 1972, s. 32.
[19] Ahmet Tacemen, Rus Egemenliğindeki Türklerin Alfabelerinin Değişmeleri, 1769-1740, Kayseri, Erciyes Üniversitesi yay. No: 68 1994, s. 28-29.
[20] Pof. Zeynep Korkmaz, Türk Dili ve Arap Alfabesi, Dil ve Alfabe Üzerine Görüşler, AKDTYK. Yay. Ankara, 1991, s. 11-12.
[21] Nicholas Poppe, Bashkır Mnual, 1964, s. V.
[22] Yrd. Doç Dr. Metin Ergun, Gaynislam İbrahimov, Başkurt Halk Destanı Ural Batır, Türksoy yay. No:5, Ankara, 1996, s. 1-9.
[23] Türk Dünyası El Kitabı, Kuzey-Türk edebiyatı (Tatar Başkurt) T. K. A. E. yay. Ankara. 1976, s. 514-520; Başkurt Ezebite Tarihi, 2. Cilt, Ufa, 1990, s. 10; Türk Ansiklopedisi, Başkurt maddesi, Ankara, 1952, s. 384.
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.